10 Soruda Enver Paşa

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Son dönemin en büyük doğruları, hakikatte en büyük yanlışlar üzerine temellendirilmiş “ideolojik doğruları” meydana getirdi. İşte bu ideolojik doğrulardan nasibini alan kahramanlarımızdan biri de ömrünü inandığı doğrulara vakfetmiş Enver Paşa’dır. Tabular ve ideolojiler arasına sıkıştırılmaya çalışan bir tarihçilik anlayışıyla Enver Paşa’yı okumak ve anlamak nafile bir uğraşı olacaktır. Kendi küçük dairesinde eleştirebileceğimiz Enver Bey, tarihin büyük dairesinde değerlendirildiğinde korkusuz, idealist, vatanperver ve kahraman bir İslam komutanı olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda bu çalışma Enver Paşa’yla ilgili merak edilen on farklı konuyu ele almaktadır.
1- Enver Paşa Kimdir?
Enver Paşa, davasını zaman ve mekanlar üzerinde tutan bir neslin son bayraktarlarındandır. Paşa, işte bu son neslin hayalleri ve idealleriyle yetişmiş binbaşılığa terfi edildiğinde henüz yaşı yirmi beştir. 1907 yılında Rum, Bulgar, Sırp çetecilere karşı eşkıya takibi yapmakla görevlendirilir. “Enver Bey bir yandan çetelerle vuruşurken bir yandan da imparatorluğun kurtuluşu için düşünmektedir.”[1] Çareyi ilk nüveleri Askeri Tıbbiye Mekteplerinde atılan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne katılmakta görür. Daha sonraları İttihad ve Terakki adını alacak olan cemiyet, olağan üstü bir gayretle yeni doğacak cumhuriyetin temellerini atacaktır. 9 Haziran 1908’de İngiliz Kralı ve Rus Çarı, Reval’de buluşur ve Osmanlı Devletini paylaşma kararı alınır. Bu haber balkanlarda büyük yankı yapar. Osmanlı Devleti’nin bölünmeye ve paylaşılmaya çalışılması zaten hem sarayda hem Osmanlı aydınlarınca daha evvelden biliniyordu. Bu Reval görüşmesindeki paylaşım haberlerini fırsat bilen cemiyet bir bildiri hazırlayarak kendilerini deklare etmiş olurlar. Bu bildiri de istedikleri şey meşruti yönetimin kabulü ile anayasal sürecin geri getirilmesi istekleridir. Zira cemiyet, meşrutiyetin yeniden ilanı ile milletvekilleri toplanarak, padişahın iradesini doğru yola getirebilecekleri kanaatini taşıyordu. İşte bu maksatla Enver Bey, II. Abdülhamid Han’ı meşrutiyete zorlamak için Selanik’te silahlanıp dağlara çıkar. Fethi Okyar’ın tabiriyle Enver Bey’in dağa çıkması ayrı bir öneme haizdi: “Böylece orduların en hayati mihraklarında bulunan kurmayların hareketi başlıyordu.” Yeri gelmişken meşrutiyetin ilanı konusunda Enver Bey ve cemiyetin tavrını Nevzat Köse’nin Şehit Enver Paşa isimli eserindeki eleştirel yaklaşımını aktarmak yerinde olacaktır: “Şu kadar zamandır. Sırp, Ulah, Makedon ve Rum çeteleriyle boğazlaşan subaylar, meşrutiyetin ilanıyla bütün bu unsurların kardeşçe bir arada yaşayacaklarına gerçekten inanıyorlar mıydı? Yoksa Avrupalı devletleri kazanabileceklerini mi düşünüyorlardı? Bu soruları cevaplamak zordur. Her birinin vatanseverliği kesindir. Meşrutiyet ve demokrasi gibi kavramlar hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığı da kesindir.” Nihayet Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilerek Kanun-u Esasi yürürlüğe girer. Tarihler 6 Ekim 1911’i gösterdiğinde İtalyanlar, Trablusgarb’ı işgal ederler. Bu durum Berlin’de ataşemiliter olan Enver Bey’e çok derin tesir eder. Derhal Selanik’e ardından da Trablusgarb’a geçerek İtalyanlara karşı arap mücahidleri örgütler ve gerilla savaşı yapar. Özellikle bu savaştan sonra İslam dünyasının teveccühünü kazanır. Balkan Harbi’nde düşen Edirne 23 Temmuz 1913’te yeniden feth edilir ve Enver Paşa, Edirne fatihi unvanını alır. 2 Ocak 1914’de Harbiye Nazırı olarak atanır. Birinci Dünya Harbinde 7 cihana karşı yenilgiyi kabul etmeyen neslin bayraktarlığını yapar. Sonunda Türkistan’a geçerek Türkistan Milli Mücadelesine Turan İhtilal Orduları Başkomutanı sıfatı ile liderlik eder. Tarihler 4 Ağustos 1922’yi gösterdiğinde Enver Paşa şahadet şerbetini içerek Hakk’a yürür.
2- Enver Paşa’nın hükümete başkaldırışında hedef kim ya da kimlerdir?
Bugün bile yeterince anlatılmayan, hedef gösterilen hatta vecize yaratmak maksadıyla “darbeci” ithamı altında bırakılan kadrolar ve “kanlı ihtilal” senaryolarıyla süslenen 1908 Devrimi doğrudan vahşi kapitalizme ve Türk milletini sindirme gayesi güden kapitülasyonlara karşı yapılmıştır. Temmuz 1908 Devrimi kapitülasyonların ağır yükü altında ezilen on binlerin “hürriyet” nidalarıyla coşkun bir sel halinde Beyazıt meydanında görünmez esareti alt ettikleri milli iradenin adıdır. Zira bu kadrolar iktidara gelir gelmez Duyun-u Umumiye faaliyetlerini askıya alıp kapitülasyonları kaldırmışlar, ulusal pazarı bütünleştirilerek, milli şuurlanışın önündeki handikapları kaldırmışlardır. Başkaldırı asla Sultan Abdülhamid Han’a karşı değil, Türk Milleti’ni ekonomik esarete mahkum eden Düvel-i Muazzamaya karşıdır. Hakikat o ki Enver Paşa, Sultan Hamid’i; Sultan Hamid, Enver Paşa’yı gerçek manasıyla idrak edebilmiş olsa idi, devlet-i aliye çağı yakalar, üzerindeki haçlı kumpasını göğsünde parçalardı. Buna rağmen Sultan Hamid ve Enver Paşa arasında birçok stratejinin aynı olduğu gerçeği gözden kaçmaz. Sultan Hamid döneminde başlanan birçok reforma İttihad ve Terakki hükümeti döneminde devam edildiği görülür.
· Eğitim reformu ve yeni okulların açılması
· Demir yolu yapımına aralıksız devam edilmesi
· Ordunun yeniden yapılandırılarak, gençleştirilmesi
· Ulusal ekonomik pazarın inşası
· Milli sermayenin temellerinin atılması
· Milli şuurlanışın temellerinin atılması
· Ulus devlete geçiş sürecinde Türk modernleşmesine sağlanan katkılar
· Tebaa zihniyetinin kırılarak vatandaşlık şuurunun gelişmesi
· İslam dünyasına gösterilen yakın ilgi ve kurulan elli beş devletin temellerinin Teşkilatı Mahsusa’ya dayanması vahşi kapitalizme karşı yapılan başkaldırının en somut sonuçlarıdır.
3- I. Cihan Harbine kimin yüzünden girdik?
Enver Paşa’ya isnat edilen suçlardan biri de Osmanlıyı birinci dünya savaşına sürüklediğidir. Şunu açıkça söylemeliyiz ki o günün koşullarında dünya politikası Osmanlı Devleti’nin dışındaki devletler arasında belirleniyordu. Osmanlının hiçbir ağırlığı yoktu. Özellikle Balkan felaketinden sonra Osmanlı sadece paylaşılması diğer devletler arasında sorun olan bir konu idi; ama paylaşım kavgalarında kimsenin Osmanlıya hiçbir şey sorduğu yoktu. (Kösoğlu, Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken Yayınları) Osmanlı, Kırım Savaşı’ndan sonra Avrupalı devletler tarafından kurulan hiç bir birliğe alınmayıp sürekli bir yalnızlığa itilmişti. Reval Mülakatı olarak bilinen görüşmede ise Rus çarı ve İngiliz kralı Osmanlıyı paylaşım kararı almıştı. Aslında cihan harbinin konusu Türkiye’nin paylaşılması meselesiydi. Dönemin önemli isimlerinden Said Halim Paşa’da “Türkiye’nin Birinci Cihan Harbine katılmasının sebepleri” isimli makalesinde bu durumu şöyle özetler: "Büyük Avrupa Harbi’nin patlamasının Türkiye için taşıdığı derin tehlikeleri idrak etmeyen kimse yoktu" dedikten sonra, bu savaşın asıl gayesinin, "Türkiye’nin paylaşılması" olduğunu söyler. Yine, özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya’nın amacı, Türkiye’yi yalnız ve çaresiz bırakmaktır. "Üçlü İtilaf, ta Güney Amerika hükümetlerine varıncaya kadar her tarafta kendine müttefik arıyor, fakat bütün bunların yanında, Türkiye ile ittifaka girmiyorlardı. Türkiye, kendi varlığının çok ciddi tehlikelere maruz kaldığını anlamış bulunmaktaydı. Ve, tarafsızlık, yalnızlık demekti."
Said Halim Paşa’ya göre, İstiklal Harbi, Birinci Dünya Savaşı’nın devamıydı ve bu savaş, adeta, Enver Paşa ve ekibinden kaçırılmıştı. Said Halim Paşa’nın söz konusu makalesinden bir bölüm okumak, meseleyi daha iyi kavramamıza yarayacaktır.“Türkiye, kendi varlığının çok ciddi tehlikelere ve ithamlara maruz kaldığını anlamış bulunmaktaydı.İtilaf Devletleri, bizimle bir ittifaka girmiyorlardı. Çünkü böyle bir anlaşma, onların gizli maksatlarına aykırı düşmekte idi. Bu devletler, harbin sonunda ‘Hasta Adam’ın hayatına son vermek ve onun mirasını paylaşmak istiyorlardı. Bu muharebede, İtilaf Devletlerinin esas gayelerinden biri de bu idi.Nihayet Üçlü İtilaf’ın elçileri ile devam eden görüşmeler, üçünün müşterek verdikleri nota ile sona erdi. Bu notaya göre üç devlet, bütün Harb-i Umumi müddetince tam ve mutlak bir tarafsızlık halini muhafaza etmesi şartıyla, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve istiklalini tekeffül ediyorlardı. Öyle ki, bu müşterek notaya göre, Türk devletinin sadece harbe girmemesi "bîtaraflık" olarak kabul edilmiyordu. Böyle bir tarafsızlık, Türkiye’yi, milli müdafaası için kurmaya mecbur olduğu kuvvet ve teşkilat için muhtaç bulunduğu dış yardımdan tamamen mahrum bırakıyordu. İtilaf Devletleri’nin teküffülünü geçerli kılabilmek için tatbik edilecek bir tarafsızlık, Türkiye’yi kendi kendini müdafaa edemeyecek bir geriliğe ve acze mahkum ediyordu. Rusya’nın ihtirasları ve İngiltere’nin kötü niyetleri ile bir kat daha şüpheli hale gelmiş olan bir tekeffüle memleketin talihi bağlanamazdı. Esasen bize çok pahalıya oturmuş bir acı tecrübeler silsilesi, bizi ikaz etmekte idi.
Sulh zamanlarında bile Osmanlı bütünlüğüne ve istiklaline en öldürücü darbeleri vurmuş olanların, hele bir de savaştan zaferle çıktıktan sonra, verdikleri sözlere riayetlerinin daha öncekilerden başka türlü olacağına nasıl inanabilirdik? Geçmişte olanlar, gelecek için tatlı hayaller beslememize imkan bırakmıyordu.
İtilaf Devletleri’nin Sevr Muahedenamesi ile açığa vurulan kötü niyetleri, suikastleri, karanlık ve kanlı ihtirasları, ne dün doğan şeyler, ne de Harb-i Umumi’nin neticeleridir. Onlar, Harb-i Umumi’yi doğuran sebeplerin en mühimlerinden oldukları gibi, bugün devam eden savaşın da sebebidirler. Yine onlar, Türkiye’nin son asırlarda, elîm bir mecburiyetle girişmek zorunda kaldığı üzücü harplerin de sebeplerini teşkil eder.
Bundan başka, 1914 senesi ile 1919 arasındaki fark, 1914’te aynı millî tehlikenin şimdi olduğu kadar açıklıkla görülmeyişidir. 1914’te Sevr Muahedenamesi yazılmamıştı; onun için 1919’da olduğu gibi, tehlike, kitap şeklinde okunamazdı.
Türkiye’nin tarafsız kalabilmesi, ancak varlığını korumaktan vazgeçmesi şartıyla mümkün olabilirdi. Türkiye savaşa vakitsiz girdi. Fakat bu, onun harpte takip ettiği yolun yanlış olduğunu göstermez. 1914’te Türkiye’nin Almanya ile akd ettiği ittifakı ve Avusturya-Macaristan ile işbirliğini bir hata, bir suç olarak görmek; bugün Bolşevik Rusya ile Türk devletinin akd etmiş olduğu ittifakı bir hata, bir suç saymak kadar, hatta ondan daha büyük bir yanlışlığın eseridir. Türkiye’yi harbe katıldığından dolayı itham etmek, milli varlığını korumak için mücadeleye giriştiğinden dolayı itham etmek demek olur. Eğer Türk milleti bugün hâlâ mücadele edebiliyor ve Cenab-ı Hakk’ın inayeti, muazzez ve mübeccel evladlarının fevkalade fedakarlığı ile kendisine hür ve imanlı bir gelecek temin edebiliyorsa; bu sırf, 1914’te kendisine terettüp eden ulvi vazifeyi idrak ederek, mücadele edeceği kuvvetlerin büyüklüğü önünde herhangi bir tereddüde düşmeden, vazifesini elinden geldiği kadar güzelce ifâ eylemiş olmasındandır.”Denize düşen yılana sarılır Toktamış Ateş de Siyasal Tarih isimli geniş kapsamlı kitabında, bu konuya değinmektedir: "Babıali, Birinci Dünya Savaşı öncesi gelişmelerin ve kendini bekleyen tehlikelerin farkındaydı. Ve Abdülhamid’in başlattığı ‘denge politikası’ni İttihatçılar da sürdürüyorlardı. Avrupa’da savaş patlak verince, Babıali Londra’ya başvurmuş ve Boğazlar ve toprak bütünlüğü konusunda güvence verilirse, Almanya ile yapmış olduğu anlaşmaya rağmen, savaşa girmeyebileceğini bildirmişti. Ancak İngiltere bu öneriye ilgi duymadı. Zira, Rusya ile yaptığı gizli anlaşmalarla, Osmanlı topraklarının paylaşımını çoktan yapmıştı. Kısaca belirtmek gerekirse, Osmanlı savaşa girmese bile, eğer savaşı İngiltere-Rusya-Fransa kazansaydı, imparatorluk parçalanacaktı. Bu koşullar altında savaşa Almanya’nın yanında girmekten başka çare yoktu." Enver Paşa’nın Bakü Kongresi’nde yaptığı konuşma, Birinci Dünya Savaşı’na niçin girdiğimizin en açık göstergesidir: "Bizi doğrudan doğruya boğazlamak isteyen Çarlık Rusya’sı ve İngilizlere karşı, yalnız hayatımızı bağışlamaya razı olan Almanlarla yan yana harp ettik."Tuğgeneral Ziya Yergök de, hatıralarında şöyle demektedir: "Boğazlar bizde idi. İngiliz ve Fransızlar İstanbul’u Ruslara verme sözü vermişti. Bunun için bizi ittifaklarına almıyor, isteklerimizi kabul etmiyorlardı. Açıkça anlaşılıyor ki, harbe girmesek bile İstanbul elden gidecek, ülkemiz parçalanacaktı. Artık doğal olarak Almanların tarafına geçmemiz gerekiyordu. Denize düşenin yılana sarılması gibi…"[2]
4- Sarıkamış Harekâtı’nın amacı ve sonuçları nelerdir?
Sarıkamış Harekatı, Rus işgali altındaki Kars, Sarıkamış ve Ardahan’ı kurtarmak; baharda başlayacak Rus taarruzunu engellemek ve Kafkaslar ile Orta Asya’daki Türk illerinin kapısını aralamak amacıyla başlatılmıştır.[3] Sarıkamış hakkındaki eserinde o günkü durumu Ramazan Balcı şöyle anlatır: 25 Aralık akşamı Enver Paşa, Sarıkamış önlerine gelmişti ve gece baskını ile Sarıkamış’a girilmesini istiyordu. Kolordu komutanı erlerin yorgun olduğunu ileri sürerek harekâtın durdurulmasını istedi. Buna rağmen Enver Paşa taarruz emri verdi. Gece yarısına kadar süren saldırılarda Ruslar, Sarıkamış’a kadar geri atıldılar. Ancak, İhsan Paşa’nın tekrar devreye girmesi ile Sarıkamış’a girilmeden harekat durduruldu. Gece taarruzunun gelişememesinde en büyük sorumluluk 29.Tümen komutanı Arif Baytan’ındı. Bu komutan taarruz için ileri hareket eden kıtaları, Başkomutanlığın bilgisi haricinde Kızılkilise’ye geri çevirdi. Onun bu hareketi gecenin karanlığında fark edilmedi. Avcı kıtalarıyla ileride bulunan Enver Paşa, saldırının gerçekleşmesi için boşuna çarpışıp durdu.[4] Bunun gibi IX. Kolordu komutanı İhsan Paşa’da aynı şekilde hareket ederek Ruslara zaman kazandırarak Sarıkamış Harekatı’nın seyrini değiştirmiştir. Başkomutan Enver Paşa’nın orduya verdiği genel emirde, X. Kolordu Oltu’dan daha kuzeye sapmadan buradan Sarıkamış üzerine yürüse ayın 25’inde orada olacaktı. Bu emrin tam uygulanması halinde zaferin kesin olduğunda herkes müttefiktir. Ama X. Kolordunun, Rus birliklerinin geri çekilme yolunu kesmek üzere gidiş güzergâhından daha kuzeye doğru saparak yolu uzatmaları hem Sarıkamış’a gelişi dört gün geciktirmiş hem de Kosor üzerinden Allahuekber Dağlarına vurulması, soğuk ve tipi altında kayıplarımızı arttırmıştır. Sonuçta Sarıkamış Harekatı son derece başarılı planlanmış bir harekat olmasına rağmen “Sarıkamış Harekatının kaybedilmesine emir ve komuta münasebetlerinin düzenli işlememesinin payı büyüktür.” Maiyet komutanlarının Enver Paşa’nın emirlerini tatbikte gevşeklik göstermeleri başarısızlık sonucunu vermiştir. Ayrıca Enver Paşa’nın kişisel ihtirası ve hayalperest emelleri için orduyu Sarıkamış önlerine sürdüğü iddiaları içi boş propagandalardan ibarettir. Zira Ziya Nur Aksun’un ifadesiyle: “Koskoca bir ordu, her türlü meşakkate, yokluğa ve soğuğa karşı, fevkalade bir tahammülle dayanır, göz yaşartacak feragat numuneleri, insanı titretecek bir hareket kabiliyeti gösterirken, bunu Enver’in güzel yüzüne âşık oldukları için yapmamıştır. Bu büyük gayret ve hamiyeti, en mukaddes varlığının, dininin, İslam’ın, esir kardeşlerinin kurtulması gibi büyük ümitler için gösterilmiştir.” Sarıkamış’ta yaşanan mağlubiyetin Enver Paşa’ya mal edilmesi resmi tarihin en büyük yanılgılarından biridir. Unutulmamalıdır ki Enver Paşa, Sarıkamış harekâtının başkomutanı olduğu gibi Çanakkale Destanı’nın da başkomutanıdır.
5- Enver Paşa, Alman hayranı mıdır?
Enver Paşa hakkında maksatlı olarak maniple edilen konulardan biri de Enver Paşa’nın alman hayranı olduğu görüşüdür. Bu görüş Paşa’nın Almanları çok sevdiği için Osmanlıyı büyük bir felakete sürüklediği safsatalarını dillendirmektedir. Peki, Enver Paşa’nın bu hayranlığı Türkiye’yi almanlar için tehlikeye sokacak boyutta bir hayranlık mıdır? Bu hususta Enver Paşa’nın Alman Karargahının etkisinde ne ölçüde kaldığını, inisiyatif sahibi olup olmadığını belirleyecek şey, Alman menfaat ve siyasetiyle Türk menfaat ve siyasetinin çatışma noktalarıdır. Bunun içinde Almanların doğu siyasetini iyi bilmek gerekir. Özellikle Bakü Harekâtından önce Enver Paşa, Türkleri Ermenilere karşı korumak üzere Bakü’ye gönderme kararı aldığında Almanlar buna şiddetle karşı çıkmışlar ancak Enver Paşa buna rağmen Türk Ordularını Bakü’ye göndermiştir. Bu da gösterir ki Paşa, Almancı değil Türkçüdür. Enver Paşa, I. Cihan Harbi kazanıldıktan sonra sıranın Türkiye’ye geleceğini biliyordu. Bu sebeple Almanların verdiği silahların bir kısmını cephelere göndermeyip, Anadolu’da gizli silah depolarına göndermiştir. Nitekim bu silahlar daha sonra Kurtuluş Savaşı’nda kullanıldı. ( 791 bin Tüfek, 4 bin makineli tüfek ve 945 top)[5]
6- Enver Paşa’nın Türkistan Milli mücadelesindeki yeri ve önemi nedir? Biraz bahseder misiniz?
Enver Paşa, 8-9 Kasım 1918 gecesi, boğazdan Kırım’a geçer. Kafkaslara geçerek orayı teşkilatlandırmak ve oradan Türkistan’a geçerek ihtilal yapmaktan söz eder. Daha önceleri de Halil Paşa’ya Azerbaycan’da bir şeyler yapıp yapamayacaklarını incelemesini ister. Benzer bir mektubu da Türkistan’da bulunan Hacı Sami’ye yazar ve Türkistan’ın durumunu sorar. Paşa, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra da itilaf devletleriyle olan savaşını devam ettirir. Böylece hem Anadolu’da mücadele edecek hem de Türkistan Milli Mücadelesinin temelleri atılmış olunacaktır. Paşa, Türkistan’da yapılacak bir ihtilali düvel-i muazzama ile yapılan büyük savaşın bir parçası olarak görür. Halil (Kut) Paşa, 1972’de yayımlanan ve anılarını anlattığı eserinde ittihatçılar arasında bu kanaati şöyle ifade eder: “İstanbul kaynıyordu; silahlar bırakılıyor ve fakat biz, yani ittihatçılar, daha silahları bırakmamak kanaatindeydik. İstanbul’da bulunan ve daha doğrusu İstanbul’da toplanmaya başlayan ittihatçılar şuna karar vermiştik ki, daha savaş bitmemiştir. Mütareke bu savaşın bir safhasıdır; Türk Devleti vardır ve olacaktır. Aramızdaki konuşmalarda ve haberleşmelerde şuna karar verildi: yeni hareket doğudan başlayacaktır.” Daha önce Türkistan’a gönderilen Hacı Sami’den, Türkistan’da girişilecek bir mücadelenin imkansız olduğunu bildirmesi üzerine Enver Paşa şu cevabı verir: “Uzun zamanda beri Türkistan Türklüğü ile Osmanlı Türklüğü arasındaki irtibat kopmuştur. Ben Osmanlı Ordularının başkomutanı ve İslam Halifesinin damadı olarak oraya gelir ve Türkistan’ın bağımsızlığı uğruna ölürsem bu köprüyü kurmuş oluruz. Enver Paşa’nın gittiği Türkistan’a kısaca göz atacak olursak, Türkistan 19. y.y.’de parçalanma iyice artmış, hanlıklar beliklere dönmüş, yer yer onlarda parçalanarak kasaba hâkimleri ortaya çıkmıştır. Aşiretler kendi başınadır; devlet şuuru tamamen yok olmuştur. Enver Paşa 28 Eylül 1921’de Batum’dan ayrılır. Gizlice Tiflis üzerinden Bakü’ye gider. Buradan da Türkmenistan’a ulaşır. Bolşeviklerin, milliyet farkı tanımadıkları iddialarının boş bir aldatmaca olduğunu anlayarak, Müslümanların aç, çıplak ve perişan halini gören Enver Paşa, gizlice Aşkabad’a gider. Burada kısa süre duraklamalarla 18 Ekim 1921’de Buhara’ya geçer. Bu durum hemen duyulur ve halk içinde büyük heyecan yaratır. Paşa, burada “Yaşasın Turan, Yaşasın İslam, Yaşasın Enver Paşa” sedalarıyla karşılanır. 8 Kasım 1921 Cuma günü, Osmanlı subayları ile Buhara’dan ayrılarak Türkistan Milli mücadelesini yürüten Korbaşılar’a katılır. Kısa süre sonra da “Buhara, Hive ve Türkistan’ı istila eden Ruslardan temizlemek üzere Ruslara savaş ilan ederek, bütün Müslüman kuvvetlerinin komutasını üzerine alır.”[6] Türkistan’ın önde gelen komünistlerinden Alimcan Akçurin, Enver Paşa’ya bir mektup yazarak “Siz Türksünüz ve ülkeniz düşman işgali altındadır. Askeri gücünüzü oraya yoğunlaştırırsanız daha iyi olur.” Şeklindeki öğüdüne Enver Paşa: “Türkiye’yi kurtarabilecek niteliklere sahip çok arkadaşım var; bundan hiç şüpheniz olmasın. Orada arkadaşlarımız bütün imkânlarını seferber ederek mücadele ediyorlar. Bu ülke benim anavatanımın bir parçasıdır. Buradaki hemşerilerimin damarlarında akan kan ilen benim kanım aynıdır. Bu ülke Rusların değil sadece Türklerindir. İnsanlar nasıl buradan Türkiye’yi kurtarmak için gitmişlerse, ben de burada düşmanlara karşı mücadele etmek için bulunuyorum. Türkler her nerede olurlarsa olsunlar hür ve bağımsız olmalıdırlar.” Cevabını verir.[7] Şehid-i Muhterem Enver Paşa Hazretleri’nin pek mukaddes ve yüce bir maksat peşinde, Buhara’nın Belh-i Cenan vilayetinde 4 Ağustos 1922 senesi Kurban Bayramı’nın ikinci günü öğle vaktinde karib bir zamanda Turan İhtilal Ordusu Türkistan Cephesi Komutanı sıfatı ile kahramane ve merdane bir surette rütbe-i şahadete nail olur.[8]
7- Enver Paşa basit bir idealist veya hayalperest midir?
Enver Paşa, hiç olmadık sebeplerle koca imparatorluğu olmadık bir savaşa sürükleyen bir çılgın mıdır? Yoksa Turan hayalleriyle binlerce vatan evladını heba eden bir hayalperest midir? Resmi tarihin yanılgısı işte tam bu nokta da gün yüzüne çıkıyor. Cumhuriyet döneminden bugüne birçok insan Enver Paşa hakkında yanlış ve haksız hükümlere sahip olmuştur. Cumhuriyet öncesine Mustafa Kemal ile Enver Paşa arasında siyasi çekişmelerin sonraki zamanlara aksettirilmesiyle Enver Paşa hakkındaki gerçeğe aykırı bir tablo yaratılmıştır. Ne yazık ki dünün gerçekliğini bugünün değerleriyle yargılayan zihniyet Enver Paşa’yı hayalperest olmakla suçlamışlardır. Hâlbuki gerek İslam Dünyasında gerekse Türkistan’da Enver Paşa’nın kahramanlığı yadsınamaz bir gerçektir. Aydınlarımızın tarihten kimi şahsiyetleri yüceltmek gayesi ile takım tutar gibi “kahraman” tutması hayatı siyah-beyaz görmektir. Bir aydın siyahı beyaz, beyazı da siyah görüyorsa o aydın renk görü değilse akıl körüdür. Unutulmamalıdır ki “bizim tarihimiz tek kişiye dayalı bir aşiret hikâyesi değildir. Adlı Adsız bir kahramanlar ordusunun oluşturduğu büyüklüktür.” Enver Paşa’da bu kahramanlar ordusunun neferlerinden biridir.
8- Enver Paşa Bolşevik midir? Enver Paşa’nın Bolşeviklik hakkındaki görüşleri nelerdir?
Enver Paşa, Bakü’ye geçtiği yıllarda ne Bolşevikler Paşayı tanımaktadır, ne de Paşa Bolşevikleri. Fakat malum olan o ki, tarafların birbirleri üzerinde farklı emelleri vardır. İki taraf açısından da ortak olan önemli husus ise her iki tarafında İngiliz emperyalizmine karşı olmalarıdır. Bu bağlamda Enver Paşa, 1 Eylül 1920’de Bolşevikler tarafından düzenlenen Bakü Şark Milletleri kurultayına Fas, Tunus, Cezayir ve Trablus’u temsilen katılır. Ne var ki, bu toplantı daha sonraları Bolşeviklerin gerçek niyetlerinin ortaya çıkması ile sona erer ve Paşayla Bolşevikler arasında soğuk rüzgârlar eser. Enver Paşa, Bakü’den Türkistan’ a gidinceye kadar ki çeşitli bildirilerinde Marksist literatürden kelimeler kullanmış ise de onun İslamcı-Türkçü havası açık ve baskındır. Bu hususta Paşa’nın Türkistan’da yaşadığı şu anısı bu bölüme aktarılmaya her cihetiyle açıktır: Bir gün Basyun vilayetlerinden kendisine katılan üç gençten biri elinde tuttuğu gazetedeki yazıyı gösterir. “Bütün dünya işçileri birleşiniz! Yazmaktadır. Paşa, sinirlenir; ama hemen gülümsemeye başlar ve şunları söyler: “ Hayır oğlum; bu bir hayaldir. Sen kafanda daima, bütün dünya Türklerinin birleşmesini yaşat” der.
9- Enver Paşa’nın Milli Mücadele’deki yeri ve önemi nedir? Milli Mücadeleye katkıları nelerdir?
Dışarıdaki İttihatçıların hepsinin Ankara hareketine bağlı odluları kesindir. Anadolu’da yunan’a karşı gösterilen en ufak bir başarıda birbirlerine kutlama mektupları yazarlar. İçeridekiler ise zaten Milli Mücadele’nin teşkilatçılarıdır. Enver Paşa, Moskova’da bulunan Halil Paşa’ya yazdığı 05.11.1920 tarihli mektubunda milli Mücadele hakkındaki niyetini şöyle açıklar: “Sovyet erkânı ile temaslarının sıkı olduğunu bilirim. Benim tarafından kendilerine şu teklifi yap: Azerbaycan- Dağıstan, Başkurdistan- Kazakistan- Türkmenistan ve Türkistan gibi Türklük bölgelerinden seçilmek suretiyle bir süvari ordusu bulunduğu halde, bu ordu ile Anadolu’ya geçmek ve Yunanlıların hiç beklemedikleri bir zamanda, herhangi bir yanlarından vurarak sonuca gitmenin, Milli Mücadele cephesine son derece takviye olacağını, Yunan ordusunun paniğe kapılarak denize dökülmesinin işten bile olmayacağını izah et.”[9] Sonradan anlaşılır ki bu mektup, Moskova’da bir Türk tarafından açılarak, muhtevası Ankara’ya bildirilir. Ankara, Enver ve Halil Paşalara güvenmediği için Moskova ile temasa geçerek, durumu bildirmiş ve kendilerinden başka hiç kimsenin muhatap alınmamasını istemiştir. Enver Paşa’nın yazdığı mektuplardan anlaşıldığı kadarıyla Milli Mücadele açıktan desteklenmekte hatta Anadolu’daki mücadele merkezi Moskova’da bulunan İslam İhtilal Cemiyeti’nin bir parçası olarak görülmektedir. Buhara’dan, Afganistan’dan, Hindistan’dan ve sair İslam memleketlerinden gönderilen yardımların da Enver Paşa ve İttihatçı kadroların çabalarıyla olduğu unutulmamalıdır. Zira bu dönemde İslam coğrafyasında faaliyet göstermekte olan Teşkilat-ı Mahsusa ve İslam İhtilal Cemiyetleri, Anadolu’daki Milli Mücadele için büyük kampanyanlar yapmak suretiyle Anadolu lehine kamuoyu oluşturmuştur.
10-Enver ve M. Kemal Paşalar arasındaki münasebet hakkında neler söylenebilir?
Enver Paşa ve M. Kemal Paşa arasındaki ilişkileri cumhuriyet öncesi ve sonrası olmak üzere incelemek isabetli olacaktır. Cumhuriyet öncesinde Enver Bey, bilinen sebeplerle “Hürriyet Kahramanı” olarak ün salmış, orduda hiç kimsenin ulaşamadığı bir şöhret ve sempatiye kavuşmuş; devleti yöneten cemiyetin önde gelen üç kişisi arasına girmiş ve saraya damat olmuştur. “Enver Paşa Osmanlı Ordularının Genel Kurmay Başkanı olduğunda M. Kemal Bey, Çanakkale’de yarbaydır. Bu dönemde Enver Bey’in yükselişi hiç kimseye onunla rekabet imkânı bırakmayacak biçimde hızlı olmuştur.”[10] Yani kuramsal açıdan Enver Bey ve M. Kemal Bey arasında bir rekabetin olması mümkün değildir. Paşalar arasındaki ilişkiyi izah etmesi açısından her ikisinin de çok yakınında bulunan İsmet İnönü’nün bu konudaki görüşleri şöyledir: “Savaştan sonra, bizzat Enver Paşa’dan Atatürk’ün kendi yanında iyi hizmet ettiği, iyi komutanlık yaptığı, başarılı olduğu sözlerini işitmişimdir…M. Kemal Paşa’nın Enver Paşa ile aralarında hiçbir zaman büyük bir tartışma geçtiğini sanmıyorum.”[11] M. Kemal’in Milli Mücadele’nin başına geçtikten sonra Enver Paşa’nın Anadolu’ya gelmesine karşı olduğu bilinir. Enver Paşa’da bunu bildiği için Milli Mücadeleye dışarıdan yardım eder. M. Kemal’in bu konudaki düşüncelerinin odağında ise Anadolu’daki mücadelenin çift başlı bir hale bürünmesi çekinceleri vardır. Zira Milli Mücadele’nin örgütleyici gücünü ve iskeletini ittihatçılar oluşturmaktadır ve Enver Bey’in Anadolu’ya gelmesi durumunda M. Kemal’in onun arkasında kalacağı kesindir. M. Kemal’de bunu asla istemez bu da bir lider için gayet normal bir düşüncedir. Bu bağlamda Enver Paşa’nın Anadolu çevresinde olmasından rahatsızlık duyan Milli Mücadele önderleri Paşa’nın Türkiye’ye girme ihtimaline karşı tedbirler alıp, asker ve halk içinde itibarını kırmak için bazı propagandalara girişirler. Bugün dahi Enver Paşa, o günün propagandalarının mağduru olmaktadır. Her iki paşa arasındaki mizah farkı iki lideri birbirine düşman göstermek için yeterli bir sebep değildir. Her iki lider de Çanakkale’de, Balkan Harbi’nde ve Trablusgarp’ta omuz omuza mücadele etmiştir. Bu konuyu tarihten bir vesika ile sonlandırmayı uygun görüyorum: “Bir gün Dâhiliye Nazırı Talat Bey'le nezaret makamında oturuyorduk. Enver Paşa da geldi. Cepheleri teftişten geliyordu. Talat Enver'den sordu: '-Enver, sen atak bir adamsın. Bir gün bir cephede kalabilirsin. Biz de bu badireye girmiş bulunuyoruz. Böyle bir emrivaki karşısında orduyu kime emanet edelim? Bu hususta fikrini bilmek isterim,' dedi. Cevaben, Enver, bilatereddüt (tereddüt etmeksızın), Mustafa Kemal'e, demişti. Ölmesinden birkaç ay evvel İzmir Mebusu Mahmut Esat Bozkurt'a, Talat'ın sualini ve Enver'in de yukarıdaki cevabını nakletmiştim. Merhum: 'Ben de size Gazi'nin Enver hakkında şahit olduğum sözlerini söyleyeyim, dedi ve ilave etti: Bir gün Çankaya'da mebus arkadaşlarla Gazi'nin huzurunda idik. O zat Enver aleyhinde atıp tutmaya haşladı. Gazi sözünü kesti, şunları söyledi: 'Enver bir güneş gibi doğmuş, bir gurubun ihtişamıyla batmıştır. Bunun ortasını artık tarihe bırakalım.”[12] Bu çalışma Şehit Enver Paşa’nın aziz hatırasına ithaf olunur.
Hakan BOZ - Enver Paşa Dergisi
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: 10 Soruda Enver Paşa

Tarih yalanlardan ve siyasetten arındırılıp, dalkavuklar bir kenara atılıp gerçek tarihçiler tarafından yeniden yazıldığında Enver Paşa’nın da Mustafa Kemal Paşa ile birlikte bir güneş gibi parlayıp, milletimizin geleceğini aydınlatacağından zerre kadar şüphemiz yoktur. Ruhun Şad olsun Enver Paşa.
 
Üst