Abdurrahman bin avf

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde



Click here to view the original image of 640x426px.
21eb07d57b28cee4bfcfe1d11647b87a_1299703747.jpg


ABDURRAHMAN İBN AVF


«Allah, senin verdiklerini de bereketli kılsın. Vermediklerini de bereketli kılsın».[1]
O, İsiâm'a ilk giren sekiz kişiden biridir... Cennetle müjdelenen on kişiden biridir...
Hz. Ömer'in sonra halîfe seçimi sırasında şura heyetindeki altı kişiden biridir...
Daha Rasûlüllah (s.a.v.) sağken ve müslümanların arasındayken Medine'de fetva verenlerden biridir...
Onun Cahilİyye devrindeki adı; Abduamr idi. Müslüman olunca Rasûlüllah (s.a.v.) ona; Abdurrahman ismini vermiştir.
İşte bu Abdurrahman İbn Avf'tır. Allah ondan razı olsun ve onu razi etsin.
Abdurrahman İbn Avf, Rasûlüllah (s.a.v.) Daru'l-Erkam'a [2] yerleş*meden önce, yani Ebu Bekr'in müslüman olmasından sonraki iki gün içinde müslüman olmuştu.
İlk müslümanların Allah yolunda karşılaştıkları işkencelerle o karşılaşmış, onlarla birlikte sabır ve sebat göstermiş, onlardan bir*çoğunun dinlerini kurtardıkları gibi, o da Habeşistan'a göç ederek dî*nini kurtarmıştı.
Peygamber ve ashabına Medîne'ye hicret izni verilince, Allah'a ve Rasûlüne hicret eden muhacirler kafilesi arasındaydı.
Rasûlüllah (s.a.v.) muhacirlerle ensarı kardeş yaptığında, onunla Sa'd İbn er-Rabî el-Ensarî'yi kardeş yapmıştı. Sa'd kardeşi Abdurrah*man İbn Avf'a şöyle demişti :
«— Kardeşim! Ben Medîne'nin en zenginiyim. Benim iki bahçem ve iki hanımım var. Bak, bahçelerimden hangisini beğenirsen, onu sa*na vereyim. Hanımlarımdan hangisi senin yanında kalmaya razı olur*sa, onu senin için boşayayım».
Abdurrahman, Ensarh kardeşine şöyle cevap verdi :
«— Allah senin aileni ve malını mübarek kılsın. Sen bana sade*ce pazar yerini göster, yeter...» Abdurrahman'a pazarı gösterdi. Ab*durrahman ticaretle uğraşmaya, kazanmaya ve para biriktirmeye baş*ladı.
Kısa bir süre sonra, bir kadına verecek kadar mehir parası birik*tirdi ve evlendi. Kokular sürünerek Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanına geldi.
Rasûlüllah fs.a.v.) Yemen diliyle ona :
«—Hayrola Abdurrahman?»
«—Evlendim...»
«—- Hanımına mehir olarak ne verdin?»
«— Bir çekirdek (beş dirhem) ağırlığında altın...»
«— Bir koyunla olsa bile ziyafet ver, Allah senin malına bereket verir...»
«— Dünya yüzüme güldü. Öyle ki, bir taş kaldırsam, onun altında mutlaka altın veya gümüş bulacağıma inanıyorum».
Bedir'de Abdurrahman İbn-i Avf hakkıyla dövüşmüş ve Alfal düşmanı Umeyr İbn-i Osman İbn-i Ka'b et-Teymî'yi öldürmüştü.
Uhud'da bozgun olup bazıları savaş meydanından kaçtığında o, se*bat göstermiş ve çarpışmadan yirmi küsur yarayla çıkmıştı. Bu yarlarınm bazıları erkek eli girecek kadar derindi...
Ancak Abdurrahman İbn-i Avf'ın canıyla yaptığı cihâd, malıyla yap-tığıyla kıyaslandığı zaman çok küçük kalır.
İşte Rasûlüllah (s.a.v.) bir seriyye hazırlamak istiyor. Ashabı için*de kalkarak şöyle diyor :
«— Sadaka veriniz. Çünkü ben bir müfreze çıkarmak istiyorum».
Abdurrahman îbn-i Avf hemen evine gider, koşarak geri döner ve şöyle der :
«— Yâ Rasûlallah! Bende dört bin var. İki binini Rabbime borç verdim. İki binini de aileme bıraktım».
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu :
«—Allah senin verdiklerini de bereketli kılsın...
Allah senin vermediklerini de bereketli kılsın...»
Rasûlüllah (s.a.v.) Tebuk [3] seferine karar verdiğinde —Bu, Rasûlüllah'in (s.a.v.) hayatında yaptığı son seferidir paraya olan ih*tiyaç adama olandan az değildi. Bizans ordusu çok kalabalık ve tam hazırlıklı idi. Medine'de kıtlık vardı. Yolculuk uzun, erzak az idi. Bi*nek hayvanları ise daha az idi. Hattâ bazı mü'minîer, hararetle, kendi*lerini götürmesi için Rasûlüllah'a [s.a.v.) geldiler. O da binek hayvanı bulunmaması sebebiyle onları geri çevirdi. Bağışlayacak birşey bula*madıklarına üzülerek gözleri yaş dolu geri döndüler.
Onlara «çok ağlayanlar» denildi. Bu orduya da «Ceyşu'l-Usre : Güçiük Ordusu» adı verilmiştir.
O sırada Rasûlüllah (s.a.v.) ashabına Allah rızası için bağışta bu*lunmalarını ve bunun sevabını Allah'tan beklemelerini emretti. Müslü*manlar devamlı Rasûlüllah'ın (s.a,v.) davetine cevap veriyorlardı. İlk bağışta bulunanlar arasında Abdurrahman İbn Avf vardı. O ikiyüz okıyye altın vermişti. Bunun üzerine Ömer İbnu'l-Hattab Hz. Peygam-ber'e şöyle dedi :
«— Ben Abdurrahman'ı bir suç işlemiş olarak görüyorum. Aile*sine hiçbir şey bırakmadı...» Rasûlüllah (s.a.v.) sordu :
«— Abdurrahman! Ailene birşey bıraktın mı?»
— Evet... Onlara, dağıttıklarımdan daha çoğunu ve daha iyisini bıraktım»,
«— Ne kadar?»
«—Allah ve Resûlü'nün vadettiği rızık, hayır ve ecirleri».
Orâu Tebuk'a gitti... Allah burada Abdurrahman İbn Avf'a müslü-manlardan hiçbirine ikram etmediğini ikram etti. Namaz vakti gelmiş*ti. Rasûlüllah (s.a.v.) ortada yoktu. Müslümanlara Abdurrahman İbn Avf imam oldu. Birinci rekat tamamlanınca Rasûlüllah (s.a.v.) namaz-dakiiere yetişti. Abdurrahman İbn Avf'a uyup onun arkasında namaz kıldı. İşte bir kimse için yaratıkların efendisi ve peygamberlerin ön*deri Muhammed İbn Abdîllah'a imam olmasından daha değerli ve da*ha faziletli birşey var mıydı!
Rasûlüllah (s.a.v.) vefat edince, Abdurrahman İbn-i Avf mü'min-lerin annelerinin işlerini görmeye başladı. Onların ihtiyaçlarını yerine getirir, çıktıkları zaman onlarla birlikte çıkardı. Onlar haccettiklerinde, yanlarında gider ve develerini hazırlardı. Onları beğendikleri yerlerde konaklat! rdi.
Abdurrahman İbn Avf müslümanlara ve mü'minlerin annelerine şöyle bîr iyilikte bulunmuştu :
Bir arazisini kırk bin dînara satıp hepsini Zuhre oğulları, fakir müslümanlar, muhacirler ve Hz. Peygamber'in hanımları arasında pay*laştırdı. Payını Aişe'ye gönderdiğinde Aişe sordu :
«— Bu parayı kim gönderdi?»
«—Abdurrahman İbn Avf».
«— Rasûlüllah [s.a.v.) şöyle buyurmuştu : Benden sonra size an*cak sabırlı olanlar merhamet eder».
Hz. Peygamber hayattayken Allah'ın, malına bereket vermesi için Abdurrahman İbn Avf'a yaptığı dua gerçekleşmiştir. Sahabenin en zen*gini olmuştu. Kazancı artmaya, kervanı Medine'den başka yerlere gi*dip gelmeye başlamıştı. Gittiği yerlerden dönerken Medîne'lilere buğ*day, un, yağ, elbise, kap-kacak ve ihtiyaç duyulan herşeyi getiriyordu.
Bir gün Abdurrahman İbn Avf m kervanı Medîne'ye geldi. Kervan*da yediyüz deve vardı...
Evet yediyüz deve.. Sırtlarında yiyecek, eşya ve halkın ihtiyaç duyduğu herşeyî taşıyorlardı.
Medîne'ye girer girmez yer yerinden oynadı. Onların gürültüsü duyuldu... Aişe :
Bu ne gürültü?» diye sordu.
Bu, Abdurrahman İbn Avfin kervanıdır... Yedîyüz deve; buğ*day, un ve yiyecek taşıyor» denildi.
Aişe sözüne şöyle devam etti :
Allah onun verdiklerini dünyada bereketlendirdi. Ahiretteki sevabı ise daha büyüktür». RasûEüllah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini duy*dum : «Abdurrahman İbn Avf emekleyerek cennete girecektir».
Daha develer çökmeden, müjdeci Abdurrahman İbn Avf'a Mü'min-lerin annesinin sözünü götürüyor ve ona cenneti müjdeliyordu. Bu müjdeyi duyar duymaz hemen Aişe'ye uçtu ve şöyle dedi :
Anne! Bunu Rasûlüllah'tan (s.a.v.). sen mi duydun?!»
- Evet».
Sevincinden adeta uçuyor ve şöyle diyordu :
— Eğer hayattayken oraya girebilîyorsam... Şahit ol anne! Bu kervan devesiyle ve yüküyle, herşeyiyie Allah yolunda fedadır».
Cennete girmekle müjdelendiği o günden sonra Abdurrahman İbn Avf'ın para dağıtma arzusu artmıştı. Parayı sağ ve sol eliyle, gizlice ve açıkça dağıtmaya başlamıştı. Öyle ki önce kırkbin dirhem gümüş, arkasından kırkbîn dinar altın bağışladı. Daha sonra da ikibin dörtyüz dirhem altın bağışladı.
Allah yolunda savaşanlara beşyüz kısrak, diğerlerine de binbeş yüz deve verdi.
Vefatı yaklaştığında da kölelerinden birçoğunu azat etti.
Bedir harbine katılanlardan geride kalanların her birine dörtyüz înar altın vasiyet etti. Sayıları yüz kadar olan bu kişiler o parayı al*mışlardır.
Mü'minlerin annelerinden her birine bol para vasiyet etti. Hatta Mü'minlerîn annesi Aişe çoğu defa onun için şöyle dua ederdi :
«—Allah ona Selsebîl [4] suyundan içirsin».
Bunlardan başka varislerine sayısını hesap edemiyecekleri kadar bırakmıştır... Bin deve, yüz kısrak, üçbin koyun. Onun dört hanı*mı vardı. Her birine ayırdığı 1/32 lik hisse seksen bine ulaşmıştı. Varislerj arasında baltalarla taksim edilen altın ve gümüş bırakmıştı ki parçalamaktan adamların elleri yoruldu.
Bütün bunlar Rasûlüllah'ın (s.a.v.) onun malına bereket veril
için yaptığı duanın hürmetine olmuştur.
Ancak bütün bu mallar, Abdurrahman İbn Avf'ı azdırmadı veide-ğiştirmedi. İnsanlar, köleleri arasında gördükleri zaman onu tanıya*mazlardı.
Bîr gün oruçluyken ona bir yemek getirilmişti. Yemeğe ba*kıp şöyle dedi :
«— Mus'ab İbn Umeyr öldürülmüştü. Ona bir kefen bulduk ama başı örtülse ayakları açık, ayakları örtülse bazı açık kalıyordu. Dalı sonra Allah, bize dünyadan vereceğini verdi... Ben sevabımızın peşir verilmiş olmasından korkuyorum..,»
Arkasından boğazı tıkanırcasına ağlamaya başladı ve yemeğ
yemedi.
Ne mutlu Abdurrahman İbn-i Avf'a. Ona binlerce gıpta... Muhammed îbn-i Abdîllah ona cennet'i müjdelemişti.
Cenazesini son konağına kadar Rasûlüllah'ın (s.a.v.) dayısı Sa'd İbn-i Ebî Vakkas taşımıştı.
Osman Zünnûreyn namazını kılmıştı.
Müminlerin Emîri Ali İbn-i EbuTalîb onu şöyle diyerek uğımı stı.
«— Dünya'nın iyi şeylerini elde ettin. Değersizlerine önem verme*din. Allah sana rahmet etsin».[5]




[1] Rasûlüllah'ın Abdurrahman'a Duasından

[2] Dam'l-Erkam : Mekke'de bir evdir. Hz. Peygamber orada İslâm'a davet gö*revini yapıyordu, Bu ev, el-Erkam İbnu Abd Menaf el-Mahzumî'ye aitt

[3] Tebuk : Suriye sınırında bir şehirdir. Daha önce Bizanslıların ellerinde idî Bugün Suudî Arabistan'dadır.

[4] Selsebil: Cennet'de bir pınardır

[5] Abdurrahman İbn Avf hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakın
1- Sıfetu's-safvs, 1/135
2- Hılyetu'l-evliya, 1/98
3- Tarîhu'l-hamis, 11/257
4- EI-Bed'u ve't-tarih, V/86
5- Er-Riyazu'n-nazire, İP/281
6- EI-cem'u beynericaü's-sahihayn, s. 281
7- EI-İsabe, biyografi no: 5171
8- İbn Hİşam, Es-sîretu'n-nebeviyye (fihristlere bakınız).
9- Hayatu's-sahabe (fihristlere bakınız).
10- EI-Bidaye ve'n-hihays, Vl/163
11- Et-Tabakatu'l-kubra, II/340
12- Tehzibu't-tehzîb, VI/242
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/200-205.





 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Abdurrahman bin avf

Abdurrahman bin Avf, ticâretle meşgul olurdu. Bu sebeple çeşitli yerlere ticâret için giderdi. Şöyle anlatır:

Peygamber efendimize peygamberlik emri bildirilmeden bir yıl önce, ticâret için Yemen'e gittiğim zaman, Askelân bin Avâkir-ül-Himyerî'ye misâfir olmuştum. O zât, çok yaşlı idi ve ona her varışımda ona konuk olurdum. O da bana Mekke'den haber sorarak derdi ki:

- İçinizde kendisi hakkında haber ve zikir bulunan zât zuhûr etti mi? Dîniniz hakkında size karşı olan bir kimse var mı?

Ben de hep, "hayır, yoktur" derdim.

O'na kitap indirdi

Nihâyet, Resûlullah efendimize peygamberlik bildirilip, İslâm dînini insanlara gizlice tebliğ etmeye başladığı sene idi. Yemen'e yine gidip aynı zâta misâfir olduğumda bana dedi ki:

- Ben seni ticâretten daha hayırlı bir müjde ile müjdeleyeyim mi?

- Evet, müjdele.

- Hiç şüphesiz, Allah senin kavminden, kendisinden râzı olduğu, seçtiği bir peygamber gönderdi ve O'na Kitab da indirdi. O, insanları putlara tapmaktan men edecek ve İslâmiyete da'vet edecek. Hakkı buyuracak ve işleyecek, bâtılı da men ve iptâl edecektir. O, Hâşimoğullarındandır. Siz O'nun dayılarısınızdır. Dönüşünü çabuklaştır! Gidip O'na yardımcı ol! Kendisini tasdîk et ve şu beytleri de Ona götür!

Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri ezberleyip, Mekke-i mükerremeye döndüm ve Hz. Ebû Bekir ile buluştum. Ona, Yemenli ihtiyârın söylediklerini haber verdim. Ebû Bekir dedi ki:

- O kimse, Abdullah'ın oğlu Muhammed aleyhisselâmdır. Allahü teâlâ, Onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Hemen Ona gidip îmân et!

Hemen Resûlullahın evine gittim. Resûlullah efendimizin beni görünce gülümsedi ve sordu:

- Arkanda ne haber var, ey Abdurrahman?

- Yâ Muhammed, bu ne demek?

- Bana tevdî edilmek üzere o kimsenin seninle gönderdiğini getir, ver. Hiç şüphesiz onu bana gönderen Hımyeroğulları mü'minlerinin üstünlerindendir.

Gerçek kardeşlerimdir

Resûlullah efendimizin bu sözlerini işitince hemen Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olma şerefine kavuştum ve Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri okuyarak, onun anlattıklarını anlattım. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz buyurdu ki:

- Zaman zaman öyle mü'minler bulunacak ki, onlar beni görmeden bana inanacak ve beni tasdik edeceklerdir. İşte, bunlar, benim gerçek kardeşlerimdir.

Hz. Abdurrahman İslâmiyeti kabûl edince diğer Müslümanlar gibi eziyet ve işkencelere mâruz kaldı. Böylece vatanını terketmek suretiyle hicrete mecbur oldu. Habeşistan'a hicret eden müslümanlarla beraber bu memlekete gitti. Çok geçmeden Peygamber efendimiz Medine-i münevvereye hicretinden sonra Medîne'ye gelerek Resûlullaha katıldı.

Hz. Abdurrahman bütün harplerde bulundu. Bedir'de kahramanlıkları çok oldu. Abdurrahman bin Avf hazretleri, Bedir muhârebesinde şâhit olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatır:

Savaş esnâsında yanımda ensârdan iki genç belirdi. Gençlerin gayreti hoşuma gitti. Kendilerine muhabbetle baktım. Gençlerden birisi yanıma yaklaşarak dedi ki:

- Biz, islâm düşmanı Ebû Cehil'i öldürmeye azmettik. Fakat kendisini tanımıyoruz. Onu bize gösterir misin?

- Peki siz bu işi başarabilecek misiniz?

- Resûlullaha ve İslâm dînine hakâret eden kimse sağ olduğu müddetçe, bizim sağ kalmamızın bir önemi yoktur. Allaha yemin ederiz ki, onu gördüğümüzde, kanımızın son damlasına kadar, onu öldürmek için çalışacağız.

Hanginiz öldürdü?

Gençlerin bu kararlı hâline gıpta ettim. Bu arada Ebû Cehil karşıdan geçiyordu. Gençlere dedim ki:

- İşte aradığınız, şu karşıdan geçmekte olan kimsedir.

Ebû Cehil'i gören gençler, Ebû Cehil'in askerlerinin çokluğuna bile bakmadan, kılıçlarını çektikleri gibi, üzerine atıldılar.

Ebû Cehil'in askerleri hiç beklemedikleri böyle bir durum karşısında donakaldılar. Onların şaşkınlıkları geçmeden, gençler, Ebû Cehil'i öldürünceye kadar kılıç darbesine tuttular.

Sonra dönüp Resûlullahın huzuruna geldiler. Ve hâdiseyi arz ettiler. Peygamber efendimiz çok memnûn olarak, gençlere sordu:

- Bunu hanginiz öldürdü?

İkisi de birden dediler ki:

- Ben öldürdüm.

Bunun üzerine, gençlerin kılıçlarını muâyene ettikten sonra;

- İkiniz öldürmüşsünüz, buyurdu.

Abdurrahman bin Avf hazretleri, Uhud savaşında yirmi yerinden yaralandı. 12 dişi kırıldı. Peygamber efendimiz, Medîne'de kendisini Saîd bin Rebii hazretleri ile kardeş yaptı. Kardeşi, malına ve servetine onu da ortak yapmak istediğinde şöyle dedi:

- Aziz kardeşim, Allah sana ve çoluk çocuğuna bereket ihsân etsin, malını çoğaltsın! Sen bana çarşının yolunu göster, ben orada ticâret yapar ihtiyâçlarımı karşılarım.

Bu serveti nasıl kazandın?

Bu sözü Peygamber efendimize bildirilince, çok sevindi. Kendisine hayır duâ etti. Bu duâdan sonra yaptığı ticâret sebebiyle kısa zamanda çok zengin oldu. Buyururdu ki:

- Taşa uzansam, o taşın altında ya altına veya gümüşe rast gelirdim.

Abdurrahman bin Avf hazretlerine sordular:

- Bu büyük serveti nasıl kazandın?

- Çok az kâra râzı oldum. Hiçbir müşteriyi boş çevirmedim.

Abdurrahman bin Avf, Resûlullahın sağlığında Allah yolunda çok mal harcadı. Üç kere malının yarısını verdi. Birinci defa 4000 dirhem, ikincide 40.000 dirhem ve üçüncüde de 40.000 altın sadaka olarak Allah yolunda dağıttı.

Uhud savaşı esirlerinden 30 tanesini azâd ettirdi ve her birine 1000 altın dağıttı. Tebük seferi için 500 at ve 500 yüklü deve verdi.

Birgün buğday, un ve çeşitli zahire yüklü 700 devesi ile Medîne'ye girdiğinde, Hz. ^Aişe, Resûlullah efendimizin;

- Abdurrahman bin Avf, Cennete emekliyerek girer, buyurduğunu bildirince, Abdurrahman bin Avf, develerin hepsini yükleriyle birlikte Allah yolunda dağıtacağını söz verip, onu şâhit tutmuştur.

Resûlullaha imâm oldu

Bedir harbinde bulunup da sağ kalanların herbirine, kendi malından 400 dirhem altın para verilmesini vasiyet etti. Vasiyeti hemen yerine getirildi.

Tebük harbi dönüşünde, Peygamber efendimiz gecikince, namaz geçmesin diye, Abdurrahman bin Avf hazretleri imâm yapıldı. İkinci rek'atte iken Peygamber efendimiz yetişip kendisine uydu. Namazdan sonra;

- Bir peygamber sâlih bir kimsenin arkasında namaz kılmadıkça rûhu kabzolmaz, buyurdu.

Abdurrahman bin Avf hazretleri nakleder:

Bir gün Peygamber efendimiz yalnız olarak, yola çıktı. Ben de geriden tâkip ediyordum.

Hurmalık bir yere vardı. Yere kapandı. Secde o kadar uzadı ki, kendi kendime, "Aman yâ Rabbî, acaba Resûlullaha birşey mi oldu?" diyerek büyük bir korku ile yanına yaklaştım ve oturdum.

Resûlullah, secdeden başını kaldırıp sordu:

- Sen kimsin?

- Ben Abdurrahman'ım.

- Bir şey mi oldu?

- Hayır yâ Resûlallah, secdeniz o kadar uzadı ki, size bir hâl olmasından endişe ettim.

- Yâ Abdurrahman! Cebrâil aleyhisselâm şunu müjdeledi: "Yâ Resûlallah, kim ki, sana salât ve selâm getirirse, Cenâb-ı Hakkın magfiret ve selâmına nâil olur." Ben de bu müjde sebebiyle şükür secdesinde bulundum.

Seni ağlatan nedir

Abdurrahman bin Avf hazretleri, Resûlullahın âhırete teşrîfinden sonra, Onunla geçirdiği günleri hatırlıyarak dâimâ ağlardı. Onun sohbetlerinden mahrûm olduktan sonra, kendisi için dünyanın hiçbir kıymeti kalmadığını söylerdi.

Nevfel bin İyas hazretleri anlatır:

Abdurrahman bin Avf hazretleri, bizi bir gün evine götürdü. Bize tepsi içinde leziz yemekler ikrâm etti. Yemeği önümüze koyunca, ağlamaya başladı. O ağlayınca biz de ağlamaya başladık. Fakat niçin ağladığımızı bilmiyorduk. Sordum:

- Ey Abdurrahman, seni bu kadar ağlatan nedir?

- Biz bu kadar ni'metler içerisindeyiz. Resûlullah vefât etti. Fakat kendisi ve ehli arpa ekmeğinden bile bir defa olsun doyasıya yemedi. Biz bu yediklerimizin şükrünü nasıl yapacağız? Bunun için ağlarım.

Abdurrahman bin Avf, Hicretin 6. senesinde, Resûlullah efendimiz tarafından Kelb kabîlesini İslâma da'vet etmek için Dûmet-ül-Cendel'e gönderilen 700 kişilik orduya, kumandan tâyin edildi. Dûmet-ül-Cendel, Tebük şehrinin yakınında olup, büyük bir panayır ve ticâret merkezi idi.

Resûlullah efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ı yanına çağırıp buyurdu ki:

- Hazırlan! Seni bugün veya yarın sabah inşâallah askerî birliğin başında göreceğim.

Yolculuk elbisem üzerimdedir

Sabah namazını mescidde kıldıktan sonra, Peygamber efendimiz onun Dûmet-ül-Cendel'e hareket etmesini ve oranın halkını İslâmiyete da'vet etmesini emir buyurdu. Dûmet-ül-Cendel'e gidecek ordu, seher vakti Medîne dışındaki Cürüf denilen mevkîde toplandı. Peygamber efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ın geride kaldığını görünce buyurdu ki:

- Arkadaşlarından niçin geri kaldın?

- Yâ Resûlallah! En son görüşmemin ve konuşmamın sizinle olmasını istedim. Yolculuk elbisem üzerimdedir.

Abdurrahman bin Avf, başına, siyah pamuklu ve kalın bezden, gelişi güzel bir bez sarmıştı. Peygamber efendimiz, onun sarığını eliyle çözüp, sarığın ucunu iki omuzunun ortasından sarkıtarak bağladı ve, "Ey İbni Avf! İşte sarığını böyle sar" buyurdu. Daha sonra eline bir sancak vererek devam etti:

- Ey İbni Avf! Allahü teâlânın adıyla, O'nun yolunda cihâd et ve Allahı inkâr edenlerle çarpış. Zulüm ve taşkınlık yapma. Allahın emri dâiresinde hareket et. Çocukları öldürme. Eğer o belde ahâlisi senin da'vetine icâbet ederlerse, o kabîlenin reîsinin kızıyla evlen.

Abdurrahman bin Avf, emrine verilen 700 kişilik orduyla birlikte hareket ederek, Dûmet-ül-Cendel'e ulaştı. Kelb kabîlesini, tatlı bir üslûbla İslâma da'vet etti. Üç gün orada kaldıktan sonra, Kelb kabîlesinin reîsi Esbağ bin Amr ve kavminin büyük bir kısmı Müslüman olup, Hıristiyanlığı terkettiler. Bir kısmı da Hıristiyan olarak kalıp, cizye vermeye râzı oldular.

Abdurrahman bin Avf, Müslüman olan Esbağ'ın kızı Tümadır ile evlendi. Onunla birlikte Medîne'ye geldi. Tümadır, Abdurrahman bin Avf'ın oğlu Ebû Seleme'nin annesidir. Ebû Seleme ise Medîne'nin yedi büyük fıkıh âlimlerinden biridir.

Bunları koruyalım

Hz. Ömer'in halîfeliği zamanında bir ticaret kervanı gelip, gece Medîne'nin dışında kondu. Yorgunluktan hemen uyudular. Halîfe Ömer, şehri dolaşırken bunları gördü. Abdurrahman bin Avf'ın evine gelip dedi ki:

- Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fakat bize yabancı olanların, yolcuların; bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım.

Sabaha kadar bekleyip, sabah namazında mescide gittiler. İçlerinden bir genç uyumamıştı. Arkalarından gitti. Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın halîfe Ömer olduğunu öğrendi. Gelip arkadaşlarına anlattı. Roma ve İran ordularını perişan eden, binlerce şehir almış olan, adâleti ile meşhur yüce halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar. Hepsi seve seve Müslüman oldu.

Abdurrahman bin Avf hazretleri, fazîlet ve kemâl sâhibi bir insandı. Kalbi sadece, Allah korkusu, Resûlüne muhabbet, doğruluk, iffet, merhamet ve şefkat ile doluydu. Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı.

Eshâb-ı kirâmın en zenginlerinden olduğu hâlde, mala karşı en ufak bir sevgisi yoktu. Her zaman âhireti dünyaya tercîh ederdi. En büyük arzûsu, dînin emirlerine eksiksiz uyabilmekti.

Ayakları açık kalıyordu

Bir gün bir yerde yemek ikrâm edilmişti. O gün de kendisi oruçlu idi. Tam iftâr edeceği zaman, bir hâtırasını anlatması istendi. Hemen hâtırasını anlatmaya başladı:

"Benden çok hayırlı olan Mus'ab bin Ümeyr şehîd olduğunda, onu bir kumaş parçası ile kefenledik. Başını örttüğümüz zaman, ayakları açık kalıyor, ayaklarını örttüğümüz zaman başı açık kalıyordu.

Sonra Hz. Hamza şehîd oldu. O da benden çok üstündü. Onu da zor şartlar altında defnettik. Onlar benden çok hayırlı olduğu hâlde, dünyayı bırakıp gittiler. Sonra bize dünya kapısı açıldı. Türlü türlü ni'metlere kavuştuk. Bunların hesâbını nasıl vereceğiz" deyip ağlamaya başladı.

Oruçlu olduğunu unutup, iftâr yemeğini bile yemedi. Zaten o günleri hatırlayınca yemek yiyecek hâli de kalmıyordu.

Halîfe Ömer Şam'a gidiyordu. Şam'da tâ'ûn ya'nî vebâ hastalığı olduğu işitildi. Yanında bulunanların ba'zısı, "Şam'a girmiyelim" dedi. Bir kısmı da dedi ki:

- Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım.

Bunun üzerine Halife de buyurdu ki:

- Allahü teâlânın kaderinden, yine O'nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur.

Sonra Abdurrahman bin Avf'ı çağırıp sordu:

- Sen ne dersin?

- Resûlullah efendimizden işittim ki, (Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden başka bir yere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız) buyurmuştu.

Halife de, "Elhamdülillah, benim sözüm hadîs-i şerîfe uygun oldu" deyip Şam'a girmediler.

Vebâlı yerden kaçmak

Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Vebâlı yerde kirli hava, herkesin içine yerleşince, kaçanlar hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar. Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki:

(Vebâ hastalığı bulunan yerden kaçmak, muharebede kâfir karşısından kaçmak gibi, büyük günâhtır.)

Hz. Ömer vefât ederken halîfeliğe aday olarak gösterdiği 6 kişiden biri de Abdurrahman bin Avf'dır. Hz. Ömer'in defninden sonra, tâyin edilen bu altı sahâbî toplandılar. İlk olarak Abdurrahman bin Avf söz alıp şöyle dedi:

- Ey Cemâ'at! Bu husûsta hepimizin de görüşleri var. Dinleyiniz, öğrenirsiniz, anlarsınız. Muhakkak ki, hedefe isâbet eden ok, isâbet etmeyenden üstündür. Bir yudum yavan fakat soğuk su, hastalığa sebep olan tatlı sudan daha faydalıdır.

Sizler, Müslümanların rehberleri, mürâcaat olunan âlimlerisiniz. O hâlde, aranızda meydana gelecek ihtilâflarda bıçağın ağzını köreltmeyin. Kılıçları düşmanlarınızdan ayırıp kınlarına sokmayınız. Yoksa düşmanlarınız karşısında tek kalmış, amellerinizi noksanlaştırmış olursunuz.

Fitne ehli

Herkesin muayyen bir eceli, her evin emrine itâat edilen, yasaklarından çekinilen bir emîri, reisi vardır. Öyleyse aranızdan, işlerinizi görecek birisini emir tâyin edin. Böylece maksada erişirsiniz. Şâyet, kör fitne, şaşırtan dalâlet olmasaydı niyetlerimiz bildiklerimizden, amellerimiz niyetlerimizden başka olmazdı. Zîrâ fitne ehli; gözlerinin görmediğini, fitnenin kendilerini, çölde şaşkın, nereye gideceğini bilmez bir şekilde bıraktığını söylerler.

Nefslerinize ve fitnecilerin sözlerine uymaktan sakınınız. Sözle olan hîle, kılıcın yarasından daha şiddetlidir. Halîfeliği; musîbet ve felâket zamanlarında metânet ve sabırlı, bu işte muvaffak olacağını umduğunuz, onun sizden, sizin ondan râzı olacağınız birisine veriniz. Size nasîhat eder görünen fesatçılara itâat etmeyiniz. Size yol gösteren rehbere muhâlefet etmeyiniz. Söyleyeceklerim bundan ibârettir. Allahü teâlâdan kendim ve sizin için magfiret dilerim.

Abdurrahman bin Avf bundan sonra, şu teklifte bulundu:

- İçimizden üçümüz, diğer üçümüz lehine adaylıktan çekilsin.

Abdurrahman bin Avf'ıın bu teklifi hemen kabûl olunarak Zübeyr Ali'ye, Talhâ Osman'a, Sa'd bin Ebî Vakkâs da Abdurrahman bin Avf'a oylarını verdiler. Arkasından Abdurrahman bin Avf da çekildi ve Hz. Osman ile Hz. Ali kaldılar. Netîcede Hz. Osman'a bîât olundu.

Sen emînsin

Hz. Abdurrahman yüksek ahlâk, fazîlet ve kemâl sahibi, çok iyi ve çok temiz, seciyeli bir insandı. Onun kalbi, Allah korkusu ile Resûl-i ekreme muhabbetle, doğruluk ve iffetle, rahmet ve şefkatle dolu idi. Cömertti. Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı. Kalbinde Allah korkusu o kadar yer etmişti ki, kendisi hiç bir vakit dünyasını dînine tercih etmemiş, hayatta servet ve mal sahibi olmaya ehemmiyet vermemiş, tam Müslüman olarak yaşamayı herşeyin üstünde tutmuştu.

Abdurrahman bin Avf'ı Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâmın büyükleri methetmişlerdir. Resûlullah efendimiz onun hakkında buyurdu ki:

- Göktekiler ve yerdekiler katında, sen emînsin.

Abdurrahman bin Avf 651 senesinde 75 yaşında vefât etti.
 
Üst