AİHM, AKPM ve Kıbrıs

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
AİHM, AKPM ve Kıbrıs
Sema SEZER
yaziresimgoster.asp
Kıbrıs’ta 3 Eylül’de başlayan kapsamlı müzakereler sürerken, Avrupa Konseyi’nin (AK) Ada’daki müzakere sürecini etkileyecek şekilde devrede olduğu önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişmeler başlıklar hâlinde şunlardır:
-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı Jean Paul Costa’nın 14 Eylül’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) ziyareti,
-GKRY lideri Dimitris Hristofyas’ın 30 Eylül’de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın ise 1 Ekim’de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde (AKPM) konuşma yapmaları,
-AKPM’nin 1 Ekim’de Siyasi İşler Komitesi’nden Alman Parlamenter Joachim HÖRSTER’in hazırladığı “Kıbrıs’ta Durum” başlıklı raporuna dayalı 1628 sayılı kararı kabul etmesi.
Konuyu değerlendirmeye geçmeden önce, AK, AKPM ve AİHM hakkında Kıbrıs bağlantılı olarak kısa bilgi verilmesi yararlı olacaktır:
AK, AKPM, AİHM ve Kıbrıs
Avrupa Konseyi, sıklıkla Avrupa Birliği’yle (AB) karıştırılan, ancak AB’nin de aynı bayrağı kullanması, yakın ilişki içinde olması ve ortak yürütülen projeler dışında herhangi bir organik bağı bulunmayan bir uluslararası örgüttür. 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da gerginlik ve çatışma yerine güven ve işbirliği sağlanması amacıyla 5 Mayıs 1949’da Londra Antlaşması’yla kurulmuş olup, bugün 47 üyesi bulunmaktadır. “Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulduktan kısa süre sonra, 24 Mayıs 1961’de AK’ye üye olmuştur. Merkezi Fransa-Strazbourg’da bulunan AK’nin temel organları; karar organı olan Bakanlar Komitesi, danışma organı olan AKPM ve yerel yönetimlerin geliştirilmesini amaçlayan Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’dir.
Üye ülkelerin nüfus oranına göre temsil edildiği AKPM, 318 asil ve 318 yedek, toplam 636 üyeden oluşmaktadır. Türkiye’nin 12, Yunanistan’ın 7’şer asil ve aynı sayıda yedek üyelerinin bulunduğu AKPM’de “Kıbrıs”ın, 2’si Rumlara 1’i de Türklere ait olmak üzere 3 asil ve 3 yedek sandalyesi mevcut olup, Türklere ait sandalye KKTC resmen tanınmadığından boş tutulmuştur. AKPM, Annan Planı’nın 24 Nisan 2004’te Rumlar tarafından reddedilmesinin ardından, 4 Ekim 2004’te aldığı 1376 sayılı kararla Kıbrıs Türklerinin seçilmiş 1 asil ve 1 yedek temsilcisinin, GKRY onayı aranmaksızın “Kıbrıs heyeti” içinde yer alması ve oy kullanma hakkı bulunmaksızın Genel Kurul toplantılarına katılabilmesinin yolunu açmıştır. Bu karara göre; “Kıbrıs Türk toplumunun iki seçilmiş temsilcisi -asil temsilci iktidar, yedek temsilci muhalefet partisine mensup olacak şekilde- Genel Kurul Toplantılarına davet edilecek, her oturum için içlerinden birisine konuşma hakkı tanınacak, bu iki seçilmiş temsilcinin isimleri Kuzey Kıbrıs siyasi partilerince belirlenecek ve isimlerine Asamble Listesinde Kıbrıslı parlamenterlerin yer aldığı sayfada ‘Kıbrıs Türk Toplumu’ ibaresi ile yer verilecektir”. Hâlihazırda KKTC’den iktidardaki Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) milletvekili Mehmet Çağlar asil, ana muhalefetteki Ulusal Birlik Partisi (UBP) milletvekili Hüseyin Özgürgün yedek temsilci olarak bu görevi sürdürmektedir.
AİHM ise, AK’ye bağlı olarak kurulmuş bir uluslararası mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi (AİHS) ve ek protokolleriyle güvence altına alınmış olan temel hakların çiğnenmesi durumunda bireylerin, birey gruplarının, tüzel kişiliklerin ve devletlerin, belirli kurallar dahilinde başvurabileceği bir yargı merciidir. Türkiye 1954’te, “Kıbrıs Cumhuriyeti” ise 1962’de AİHS’yi onaylayarak iç hukukuna dahil etmiştir. Kıbrıs’ta Aralık 1963 olayları ile ortaya çıkan fiilî durum, KKTC ve GKRY’nin AİHS ile ilgili durumları açısından karmaşık bir tablo ortaya çıkarmıştır. AİHS, bu olaylardan önce 1962’de Kıbrıslı Türk ve Rumların ortak parlamentosu olan Temsilciler Meclisi’nde onaylandığı için, GKRY’nin olduğu gibi KKTC’nin de iç hukukunun bir parçasıdır. Ancak, KKTC, Türkiye dışında bağımsız bir devlet olarak tanınmadığı için AK’ye üye ve AİHS’ye taraf olamamıştır. AİHS’nin ihlal edildiği gerekçesiyle AİHM’e iki tür başvuru olabilmektedir: “Devletlerarası başvurular” ve “kişisel başvurular”. GKRY, 1974, 1975, 1977 ve 1994 yıllarında Türkiye aleyhinde 4 devlet başvurusu yapmıştır. Kişisel başvuru hakkını ise, Türkiye 28 Ocak 1987’den, GKRY “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına 1 Ocak 1989’dan itibaren tanımıştır. Türkiye, kişisel başvuru hakkını tanırken yayınladığı deklarasyona “Türkiye hudutları içinde meydana gelen eylem veya ihmallerle sınırlı olmak kaydıyla” çekincesini ilave etmiştir. Böylece, Kıbrıs’tan yapılabilecek başvuruların deklarasyon kapsamı dışında bırakılması amaçlanmıştır. AİHM’e yapılabilecek bir başvurunun kabul edilebilirlik koşulları, AİHS’nin 35. maddesinde düzenlenmektedir. Bu maddeye göre, önce “iç hukuk yollarının” yani yerel hukuktaki yönetsel ve yargısal yolların tüketilmesi, sonuç alınamadığı takdirde kesin karardan itibaren 6 ay içinde davanın AİHM’e dosyalanması gerekmektedir. Bunun bir istisnası mevcuttur: İç hukuk yolu ile hak aramak mümkün değilse, yargı yolları yoksa veya teorik olarak mevcut ise ya da mevcut sistemin şikayetleri giderecek yeterli ve etkili çareler üretemeyeceği konusunda Mahkeme ikna edilebilirse, doğrudan AİHM’e başvuru yapılabilmektedir. Nitekim, Rum Louzidiu’nun KKTC veya Türkiye’de herhangi bir hak arama girişiminde bulunmadan 1989’da AİHM’e yapmış olduğu başvuru, bu istisna koşulları doğrultusunda kabul edilmiştir.
AİHM’nin, Louzidiu ve Arestis davaları başta olmak üzere mülkiyet konusunda yapılan Rum başvurularıyla ilgili içtihatları, Türkiye’yi bu sorunda doğrudan taraf durumuna getirmiştir. Türkiye, 1974’teki müdahalesi ve Ada’daki askerî varlığı sorgulanarak ve gerekçe gösterilerek, AİHS’yi ihlal etmekle suçlanmış ve KKTC’nin “Türkiye’nin yerel bir alt yönetimi olduğu” belirtilmiştir. Hâlen 1500 civarında benzer başvuru AİHM’de ele alınmayı beklemektedir. Ayrıca AB’yle müzakere sürecinde, Türkiye’den “AİHM kararlarının bütünüyle uygulanması dahil AİHS’ye uyması” istenmektedir. Bu bağlamda; Türkiye, AK’yle ilişkilerinin ve AB’yle müzakere sürecinin kesintiye uğraması riskini üstlenme ya da AİHM kararlarının içtihadını değiştirecek çareler üretme seçeneği ile karşı karşıya bırakılmıştır. AİHM’nin, 2001 yılında aldığı bir kararında (Cyprus v. Turkey kararının 102. paragrafı) “bazı koşullarda, fiili otoritelerin yargı mercilerinin AİHM’ye başvurudan önce tüketilmesi gereken bir yerel çözüm merciî olabileceklerinin” kabul edilmesine dayanarak, KKTC’de Mart 2006’da faaliyete geçirilen Taşınmaz Mal Komisyonu vasıtasıyla Rum başvuruları için “iç hukuk yolu” yaratılmak istenmiştir.
AİHM Başkanı’nın GKRY Ziyareti
Kıbrıs’ta 3 Eylül’de başlayan kapsamlı müzakerelerde “yönetim ve güç paylaşımı” görüşmelerinin bitmesinin ardından ele alınacak ikinci başlık “mülkiyet sorunu” olacaktır. Mülkiyet sorunu, müzakerelerde üzerinde uzlaşılması en zor vebulunabilecek en makul yöntemde dahi muhtemel bir çözümden sonra da yeni sorunlar yaratabilecek bir nitelik taşımaktadır. Siyasi, hukuki, ekonomik ve insani yönleri bulunan sorun, 1975’ten bu yana iki taraftaki yanlış uygulamalarla ve AİHM’nin devreye girmesiyle giderek karmaşıklaşmıştır. Böylece, Kıbrıs sorununa “bütünlüklü” değil “parça çözüm” bulunmasının ve “mülk iadesi” yoluyla iki kesimlik ilkesinin erozyona uğramasının önünü açılmıştır. Üstelik KKTC’de 1974 öncesindeki bir Rum mülkünü satın alarak üzerinde inşaat yapan İngiliz Orams çifti aleyhine önce Rum mahkemelerinde açılan, sonra İngiltere’ye taşınan dava sürecinin 16 Eylül’den itibaren AB Adalet Divanı’nda görüşülmeye başlanmasıyla, -mülkiyet sorunu yalnızca Rumların haklarının söz konusu olduğu bir anlayışla bir yandan KKTC’deki Taşınmaz Mal Komisyonu bir yandan AİHM’de ele alınırken- bu kez AB’nin de devreye girdiği yeni bir baskı ortamı yaratılmıştır.
AİHM Başkanı Jean Paul Costa’nın 14 Eylül’de GKRY’ye gerçekleştirdiği ziyaretin zamanlaması ve sadece Rum tarafını muhatap alan bir yaklaşımla KKTC yetkilileriyle temasta bulunmaması, bu açıdan büyük önem arz etmektedir. Dolayısıyla ziyaret, adil ve eşit davranışın en fazla bekleneceği bir kuruluşun başındaki ismin, tarafsız olması gereken konumunu sorgulanır hale getirmesinin yanı sıra, GKRY’yi kapsamlı müzakerelerde mülkiyetle ilgili talepleri için daha da cesaretlendiren bir gelişme olmuştur. Cumhurbaşkanı Talat’ın daha sonra “Kıbrıs Türk cemaat lideri” sıfatıyla davet edildiği Strazbourg’da AİHM Başkanı Costa’yla görüşmesinin, bu gelişmeyi dengelemekten uzak olduğu düşünülmektedir.
Kıbrıs Türk ve Rum Liderlerin AKPM’deki Konuşmaları
KKTC Cumhurbaşkanı Talat ve GKRY Başkanı Hristofyas’ın, AKPM Genel Kurulu’nda bir gün arayla konuşma yapmalarıyla, her iki lider açısından da ilkler yaşanmıştır. Hristofyas, 24 Şubat 2008’de GKRY Başkanlığı’na seçilmesinin ardından ilk kez 30 Eylül’de AKPM’de konuşurken, 1 Ekim’de ise ilk kez bir KKTC Cumhurbaşkanı bu platformda AK üyesi ülkelerin parlamenterlerine görüşlerini aktarma imkânı bulmuştur.
Hristofyas konuşmasında;
  • <LI style="mso-list: l2 level1 lfo3">Tek vizyonunun Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi olduğunu, Kıbrıs’ta yeniden başlayan müzakere sürecinin başarısızlıkla sonuçlanması hâlinde, adanın muhtemelen devamlı olarak bölünmüş kalacağını, <LI style="mso-list: l2 level1 lfo3">Dış etkenler yüzünden sürekli çözümün ertelenmekte olduğunu, yabancı politikacıların ve dayatma planların birleşmeye aslında zarar verdiğini, Yunanistan, Türkiye ve Avrupa’daki birçok politikacı için çözümün çözümsüzlük olduğunu, <LI style="mso-list: l2 level1 lfo3">Geçmişte Talat’la birlikte verdikleri mücadelenin, bugün “yabancıların değil, Kıbrıslıların çıkarına olan bir çözüm” bulunması açısından kendisini umutlandırdığını, <LI style="mso-list: l2 level1 lfo3">BM hukuku temeli üzerinde bir yeniden birleşme istediklerini, uluslararası hukukun Kıbrıs’ta tek bir devlet olduğunu bildirdiğini, oluşturulacak yeni bir federal yapıya hazır olduklarını, ancak politik eşitliğin sayı eşitliği demek olmadığını ve bunu Türk tarafının iyi anlaması gerektiğini, <LI style="mso-list: l2 level1 lfo3">İlkeler üzerinde al-ver yaklaşımına kesinlikle yanaşmayacağını, bu ilkelerin “iki bölgeli, iki toplumlu ve tek uluslararası kimlikli bir federasyon, tek ve bölünmez egemenlik ve tek vatandaşlık” olduğunu, <LI style="mso-list: l2 level1 lfo3">Türk askeri Ada’dan çekilmeden, Kıbrıs konusunda bir sonuç beklenmesinin gerçekçi olmadığını, şu andaki mevcut durumun uluslararası hukuka aykırı olduğunu, <LI style="mso-list: l2 level1 lfo3">Kıbrıs Türklerinin dilerlerse ticaret için Rum limanlarını kullanabileceğini,
  • BM Genel Sekreteri’nden adanın güneyinde ve kuzeyinde her yıl düzenli olarak gerçekleştirilen Nikoforos ve Toros tatbikatlarının durdurulması için devreye girmesini talep ettiğini, ayrıca Lefkoşa’nın tarihi bölgesinin askerden arındırılmasını teklif ettiğini vurgulamıştır.
Hristofyas’ın, çözüm konusunda önceki dönemlerde Rum tarafının sergilediği uzlaşmaz tutuma hiç değinmeyerek, başta Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere dış etkenlere sorumluluk yükleyen, Türk tarafınca kabul edilmeyecek öneriler sunmak suretiyle daha ziyade “tribünlere oynayan” bir konuşma üslubu benimsediği dikkati çekmektedir. Türk askeri çekilmeden sonuç alınamayacağını ileri sürerken, askersizleştirme ve askeri tatbikatların durdurulması gibi önerilerde bulunmasının, müzakereler sırasında Türkiye’nin fiili garantisi konusunda gündeme getirebileceği taleplere zemin hazırlamaya yönelik olduğu da söylenebilir. Ayrıca, Cumhurbaşkanı Talat’ın gündeme getirdiği şekliyle siyasi eşitlik ve iki kurucu devlet yaklaşımını kabullenmeyeceklerini, uluslararası hukuk ve BM kararları gerekçesine sığınarak ortaya koymaktadır. Hristofyas, “Kıbrıs Türklerinin dilerlerse ticaret için Rum limanlarını kullanabilecekleri” ifadesiyle de, uygulanan uluslararası kısıtlamalardan tek çıkış yolunun Rum egemenliğini ve otoritesini kabul etmekten geçtiği mesajını vermektedir.
Cumhurbaşkanı Talat ise 1 Ekim’de AKPM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada;
  • <LI style="mso-list: l0 level1 lfo4">Kıbrıs Türk halkının çözümden yana tutumunun, Nisan 2004 Referandumunda yaşadığı hayal kırıklığına rağmen devam ettiğini, sürece katkı koyması ve sorunun çözümlenmesinden yana tavrını kanıtlaması gerekenin Rum tarafı olduğunu, <LI style="mso-list: l0 level1 lfo4">Kıbrıs sorununun sorumlusu olarak Türkiye’nin gösterilmesinin yanlış olduğunu, Türkiye, Ada’da Yunan cuntası desteğinde darbe yapılıp 1974’te müdahale etmeye mecbur bırakıldığı zaman Kıbrıs sorununun zaten var olduğunu, hatta Ada’daki iki halkın temsilcilerinin 1963’te oluşan sorunu nasıl çözebileceklerini görüşmeye 1968’de başladıklarını, <LI style="mso-list: l0 level1 lfo4">Kıbrıs Türk halkının, sorunun çözümsüzlüğünün dayattığı zorluklara, Türkiye’nin katkılarına dayanarak baş edebildiğini, bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’ne ve tarihi ve kültürel bağlarla bağlı olduğu Türkiye halkına çok haklı minnet duyguları beslediğini, Kıbrıs Türk halkının devlet hizmetlerinden yararlanmasının, dünyayla telefon bağlantısı kurabilmesinin, posta servislerinden yararlanabilmesinin, seyahat edebilmesinin Türkiye’nin desteği ile mümkün olabildiğini, -“Dünya devletlerinin yaptığı gibi, Türkiye de kendi topraklarına direkt uçuşa izin vermeseydi şu anda ben burada değil Kuzey Kıbrıs’ta hapsolmuş durumda olurdum. Aslında Türkiye'nin desteği olmasaydı, Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türk kalmayacağı için bugün karşınızda konuşan bir Kıbrıslı Türk lider de olamayacaktı. Sorunun detayları bir yana, Türkiye'nin bize verdiği desteğe genel olarak böyle bakmalısınız” ifadelerini de kullanarak, <LI style="mso-list: l0 level1 lfo4">Çözüm için en önemli fırsatın 2004’te iki halkın referandumlarına sunulan BM Kapsamlı Çözüm Planı olduğunu, Rum halkının, özgür iradesini sorgulama yetkisini kendinde görmediğini ancak GKRY’de plana karşı yürütülen “hayır” kampanyasının devletçi karakterini, bu süreçte zamanın lideri olarak Papadopulos ile bugünkü lider Hristofyas'ın oynadığı olumsuz rolü de unutamadığını, <LI style="mso-list: l0 level1 lfo4">Hristofyas’ın çözümden ve bu hedefe bağlı görüşmelerden yana bir politika izleyeceğini söyleyerek Kıbrıs Rum liderliğini devralmasını memnuniyetle karşıladıklarını, çeşitli zorlukların bulunduğunu, ancak bu zorlukların Hristofyas’ın bütün dünyaya anlatmaya çalıştığı gibi Türkiye’den kaynaklanmadığını, aksine Rum tarafının Kıbrıs’ın egemenliğini Kıbrıs Türk halkı ile paylaşmak konusundaki isteksizliğinden kaynaklandığını, <LI style="mso-list: l0 level1 lfo4">Rum tarafının, kapsamlı çözüm müzakerelerine oturması için pek çok konuda esneklik gösterdiğini, 21 Mart’ta imzaladığı prosedürel anlaşmanın hükümlerinden biri olmamasına karşın, Hristofyas’ı güçlendirmek için, talep ettiği “ortak dili” yaratmak konusundaki isteklerini yerine getiren ortak açıklamalara onay verdiğini, <LI style="mso-list: l0 level1 lfo4">AKPM’nin, Kıbrıs Türk halkının seçilmiş temsilcilerine çatısı altında yer veren ilk uluslararası parlamento olduğunu, bundan memnuniyet duyduklarını, Kıbrıslı Türk yerel yönetim temsilcilerinin de AKPM’de olduğu gibi, AK Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde temsil edilmesi gerektiğini,
  • Ada’da kapsamlı müzakerelerin başladığı bir ortamda AKPM’nin “Kıbrıs’ta Durum” başlıklı raporuna dayalı olumsuz ve tek yanlı ifadeler içeren bir kararı kabul etmesinin BM Genel Sekreteri’nin çözüm çabalarına ve Ada’da oluşturulmaya çalışılan olumlu atmosfere katkıda bulunmayacağını dile getirmiştir.
Cumhurbaşkanı Talat’ın konuşmasında; özellikle Türkiye ile ilgili bölümlerinin tepkisel ve savunmacı bir içerik taşıdığı, çözüm konusunda ise yalnız Papadopulos değil Hristofyas da dahil olmak üzere Rum liderliğinin geçmişte ve bugünkü tutumunu sorgulayan daha atak bir dil kullanıldığı görülmektedir. Konuşmada, Hristofyas’ın Başkanlık görevini üstlenmesinden itibaren uluslararası camia nezdinde Kıbrıs konusunda Türkiye’ye yöneltmekte olduğu suçlamaların yanlışlığını yerinde örneklerle ortaya koyan ifadelere ağırlık verilmektedir. Ayrıca, izolasyonları kaldırma yönünde adım atmayan uluslararası topluma Türkiye’nin desteğinin Kıbrıs Türk halkı açısından yaşamsal önemini vurgulayan örnekler verilerek, tutumlarıyla yüzleşmeleri gerektiği mesajı verilmektedir. Talat’ın 21 Mart Mutabakatı’nda yer almadığı halde “Hristofyas’ı güçlendirmek için” isteği doğrultusundaki ortak açıklamalara onay verdiğini bildirmesi ise, Hristofyas’ın sürekli olarak gündeme getirdiği “ortak dil konuşmuyoruz” suçlamalarına cevap ve uluslararası topluma karşı olumlu bir imaj verme niteliği taşıyabilir. Ancak, çözüm çerçevesinin böyle bir gerekçeyle kapsamlı müzakerelerden önce belirlenmiş olması ve bu çerçevenin müzakerelerde bağlayıcı olacağı dikkate alındığında, Cumhurbaşkanı Talat’ın Türk tarafında liderlik ve görüşmecilik sıfatları açısından eleştirilere uğramasına yol açabilecektir. Ayrıca, konuşmasında “Kıbrıs Türk halkının Ada nüfusunun yüzde 20’sini oluşturduğu” şeklindeki beyanını hangi verilere dayandırdığını ve böyle bir beyanı yapmaya neden gerek duyduğunu anlamak güçtür.
Rum basını, genel olarak iki liderin konuşmalarını, Cumhurbaşkanı Talat’ın “bilinen görüşlerini tekrarladığı ve geçmişe takılıp kaldığı”, Hristofyas’ın ise “bugün ve gelecekten söz ettiği” şeklindeki yorumlarla yansıtmıştır. Kıbrıs Türk basınında ise, Kıbrıs sorunuyla ilgili savunulan görüşlere göre değişecek şekilde “büyük bir başarı” ya da “Strazbourg’a gidilmesinin hata olduğu, sonuçlarının da bunu ortaya koyduğu” yönünde iki ayrı değerlendirme ağırlık kazanmıştır.
Türk tarafı açısından söz konusu konuşmanın içeriğinden daha önemli olan husus, AKPM Genel Kurulu’nda böyle bir konuşmanın yapılabilmiş olmasıdır. AKPM, gerek Ekim 2004’ten itibaren iki Kıbrıslı Türk parlamentere -oy hakkı bulunmasa da- uluslararası böylesi önemli bir platformda toplantılara katılma imkanı sağlaması, gerekse ilk kez bir Kıbrıs Türk liderini Genel Kurul’da konuşma yapmak üzere davet etmiş olması nedeniyle bir anlamda Kıbrıs Türkleri ve KKTC’ye uygulanan izolasyonları kırma yolunda bir adım atmış görünmektedir. AKPM’deki Kıbrıs Türk temsilcisi konumunda olan iki milletvekili, bu davetin yapılması için 2005 başlarından itibaren girişimde bulunmuştur. Bu yönüyle değerlendirildiğinde, ilk kez bir KKTC Cumhurbaşkanı’nın AKPM’de görüşlerini doğrudan aktarma zemini bulmuş olmasını olumlu bir gelişme olarak görmek gerekir. Ayrıca, Talat’a Rum lider Hristrofyas’la bir gün arayla aynı platformdan, üstelik Türkçe olarak hitap etme imkanı sağlanması, AKPM’nin taraflara eşit yaklaşım sergilediği gibi bir algılamaya yol açabilir.
Ancak, konu detaylı şekilde bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bu tabloyu gölgeleyen ve yalnız siyasi değil psikolojik etkileri açısından da olumsuz yönlerin ağırlık kazanmasına yol açan hususların mevcudiyeti görmezden gelinemeyecektir. Şöyle ki;
  • <LI style="mso-list: l1 level1 lfo5">Hristofyas, “Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı”, Talat ise “Kıbrıs Türk Toplum/Cemaat Lideri” olarak davet edilmiş ve konuşmalarını bu sıfatla yapmıştır. Gerek Hristofyas’ın konuşmasının içeriğinde yer verdiği hususlar, gerekse Talat’ın konuşmasının Rumların “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin sözde bağımsızlığını kutladıkları gün olan 1 Ekim’de yapılması da psikolojik olarak bu görüntüyü teyit etmiştir. Gerçekçi bir yaklaşımla, mevcut uluslararası ortamda Talat’ın AKPM’ye “KKTC Cumhurbaşkanı” olarak davet edilmesini beklemek fazla iyimserlik olabilir. Ancak, Hristofyas’ın kürsüde tüm Ada’yı temsilen tek meşru lider sıfatıyla bir konuşma yaptığının ertesi günü Cumhurbaşkanı Talat’ın “toplum lideri” olarak takdim edilmesi, “siyasi açıdan eşit taraf” görülmediklerinin bir göstergesi olmuştur. AKPM’nin kapsamlı müzakerelerin devam ettiği bir dönemde en azından BM’nin terminolojisiyle “Kıbrıslı Türk lider” ve “Kıbrıslı Rum lider” tanımlamalarını kullanması, Türk tarafının hassasiyetlerini dikkate alan bir yaklaşım oluştururdu. <LI style="mso-list: l1 level1 lfo5">Liderlerin konuşmalarının ardından Hristofyas’a soru-cevap imkanı tanınması, Talat’a tanınmaması da, Türk tarafının “söz hakkının” kısıtlanmasının ve liderlere “eşit davranılmadığının” bir başka örneği olmuştur. <LI style="mso-list: l1 level1 lfo5">AKPM’nin 318 asil, 318 yedek toplam 636 üyesi olmasına karşın, Cumhurbaşkanı Talat’ın konuşmasını sadece 30-35 civarında parlamenterin dinlemesi -12 asil, 12 yedek üyenin de Türkiye’den olduğu dikkate alınırsa- diğer bir olumsuzluk unsurudur. Aynı zamanda, 47 devletin üye olduğu AK’nin Kıbrıs konusunda Türk tarafının görüşlerini öğrenme ve dikkate almayla ilgili nasıl bir tutum sergilediklerinin tezahürüdür. Ancak, katılım azlığının bu boyutta olmasını sadece Rumların engelleme çabalarıyla ya da söz konusu ülkelerin konuya ilgisizlikleriyle, siyasi önyargılarıyla açıklamanın doğru olmayacağı düşünülmektedir. KKTC Cumhurbaşkanı’na ilk kez söz hakkı tanındığı bir uluslararası platformda katılımın en yüksek düzeyde sağlanması için Türkiye’yi temsil eden parlamenterlerin daha yoğun çaba göstermiş olmaları gerektiğine inanılmaktadır.
  • Önemli olan sonuçtur, diğer bir deyişle KKTC Cumhurbaşkanı’nın konuşmasının “sembolik” önem taşımakla kalmayıp, Türk tarafı lehinde yeni bir durum ortaya çıkarıp çıkarmadığıdır. Amaç “Avrupa’ya sesimizi duyurabilmek” ise, katılımın 30-35 parlamenterle sınırlı kalmasıyla “maksat hasıl olmamıştır”. Ya da amaç AKPM’nin kararını etkileyebilmek ise, Cumhurbaşkanı Talat’ın konuşmasına ve Türk parlamenterlerin değişiklik önerilerine rağmen -içeriği bir sonraki bölümde değerlendirilecek olan- “Kıbrıs’ta Durum” başlıklı rapora dayalı olarak kabul edilen 1628 sayılı karar ortadadır.
AKPM’nin “Kıbrıs’ta Durum” Başlıklı Raporu ve 1628 Sayılı Kararı
Alman parlamenter Joachim Hörster’in raportörlüğüyle hazırlanan “Kıbrıs’ta Durum” başlıklı rapor ve buna bağlı 1628 sayılı karar tasarısı, 1 Ekim 2008’de AKPM Genel Kurulu’nda tartışılarak 20 hayır oyuna karşılık 99 evet oyuyla kabul edilmiştir. 2 Kıbrıs Türk milletvekilinin direkt öneri sunmaları Rumlarca engellenmiş, Türkiye milletvekilleri yardımıyla rapora verdikleri 34 değişiklik önerisinden yalnızca iki tanesi kabul edilebilmiştir. Türk parlamenterlerin, “Kıbrıs’ta iki toplumun siyasi eşitliğine dayalı ortak devlet kurulması” yönündeki bütün değişiklik önergeleri ise reddedilmiştir. Kabul edilen iki önergeden biri, Rapor’da yer alan “Kıbrıslı Türklerin serbest ticaretle birlikte ortaya çıkacak aktivitelerini Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasal limanlardan yapması” şeklindeki ifadenin “Kıbrıslı Türklerin kendi limanlarından” olarak değiştirilmesidir. Diğer değişiklik ise Karpaz’daki Rumlar için açılan okul ve öğretmen atanması gibi iyileştirmelerin dikkate alınarak Rumların şikâyetlerinin yersiz bulunmasıdır. Buna karşın, Rumların verdiği önergeler sonucunda Hörster’in Raporu’na “kapalı Maraş bölgesinin BM denetiminde yerleşime açılması, Türkiye’den göçen ‘yerleşiklerin’ Ada’dan ayrılmaları ve Türkiye’nin AİHM’nin Louzidiu ve Arestis kararlarını yerine getirmesi” hususları ilave edilerek, kararda yer alması sağlanmıştır.
Hörster’in hazırladığı Rapor’un son hâli ve dolayısıyla 1628 sayılı kararda şu hususlar yer almıştır:
  • <LI style="mso-list: l3 level1 lfo6">Raporda, Raportör’ün “devam eden müzakerelerin, Ada’da yıllardır süren bölünmüşlüğü gidermek için en iyi fırsat olduğu” görüşünde olduğu ve “bu fırsatın kaçırılmaması gerektiği” vurgulanmıştır. Çözüm için başarı şansını artırmak amacıyla; iki tarafın da ilave güven artırıcı önlemleri kabul ederek, uzlaşmaya hazır olduklarını teyit etmesi istenmiştir. <LI style="mso-list: l3 level1 lfo6">1628 sayılı kararda; AKPM’nin, Kıbrıs’ta 1960’larda baş gösteren ihtilaftan itibaren kabul edilen tavsiye ve kararlara atıfta bulunarak, Kıbrıs’ın 1974’te Türkiye’nin kuzeyini işgal etmesiyle AB’deki tek ve Avrupa’nın son bölünmüş ülkesi olarak kalmasından üzüntü duyduğu belirtilmektedir. Ada’da Mart 2008’de iki taraf arasında yeniden başlayan siyasi sürecin Lokmacı Kapısı’nın açılması örneğinde olduğu gibi şimdiden bütün Kıbrıslıların yararına olacak, cesaret verici sonuçlar verdiği, kapsamlı müzakerelerin başlamasının da memnuniyetle karşılandığı ifade edilmiştir. <LI style="mso-list: l3 level1 lfo6">AKPM, iki toplum arasında yeni ve daha olumlu bir iklim bulunsa da halen derin bir güvensizliğin mevcut olduğuna dikkat çekmiş, Kıbrıs sorununun çözümünde insani boyutun önemini vurgulamıştır. Bu bağlamda Kayıp Şahıslar Komitesi’nin faaliyetlerine tüm tarafların destek vermesi tavsiye edilmiştir. Ayrıca, müzakere sürecinde ve iki toplum arasında güvenin tesisinde Avrupa Konseyi’nin tecrübe ve uzmanlığının (çevre, kültürel miras, sağlık, eğitim, insan hakları, azınlıkların korunması gibi alanlarda) değerlendirilmesi çağrısı da yapılmıştır. <LI style="mso-list: l3 level1 lfo6"> AKPM’nin, AB ve “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Kıbrıs Türklerinin durumunun iyileştirilmesini hedefleyen gayretlerinden memnuniyet duyduğu belirtilmiştir. Ada’nın yeniden birleştirilmesi hedefiyle uyumlu olmayan siyasi amaçlara ulaşmak için ve BM Güvenlik Konseyi’nin 541 (1983) ve 550 (1984) sayılı kararlarına uygun olması koşuluyla, Kıbrıs Türk toplumunun uluslararası alanda ticaret, eğitim, kültür ve spor bağlantılarını artırması için adımlar atılması istenmiştir. <LI style="mso-list: l3 level1 lfo6">Kapsamlı müzakerelerin başarı şansını yükseltmek için, gerek iki toplumdaki siyasi güçlerin ve sivil toplum örgütlerinin, gerekse aralarında Türkiye, Yunanistan ve İngiltere gibi üç garantör devletin de bulunduğu bütün dış aktörlerin sürece destek vermesi ve iki toplum arasındaki güvenin artırılmasına katkıda bulunması talep edilmiştir. <LI style="mso-list: l3 level1 lfo6">Kararda, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nden; AB Komisyonu’nun Kıbrıs Türklerinin AB’yle kendi limanlarından serbestçe doğrudan ticaret yapabilmesine imkan veren Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün uygulanmasına itirazlarını kaldırması istenmiştir. Ayrıca, Türkiye’yle iyi komşuluk ilişkileri kurması tavsiye edilmektedir. Kıbrıs Türklerinin kültür, eğitim, spor ve gençlik değişimi gibi uluslararası bağlantılarını artırmasına ise, bu bağlantılar Ada’nın yeniden birleştirilmesiyle uyumlu olmayan siyasi amaçlarla istismar edilmedikçe, engel olmaması talep edilmiştir. İlaveten, tarih kitaplarının geçmişteki acılı olaylara saygılı, nefret ve tahrik içeren bir dil kullanılmasından kaçınılacak şekilde gözden geçirilmesi tavsiye edilmiştir. <LI style="mso-list: l3 level1 lfo6">“Kıbrıs Türk Otoritelerine” ise; Ada’nın yeniden birleştirilmesi yolundaki taahhütlerini teyit etmeleri ve iki ayrı devletin varlığı ısrarından vazgeçmeleri, ayrıca Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunan eski Rum malları üzerindeki inşaat ve satış işlerine son verilmesi ve 1974 sonrasında Türkiye’den göçen “yerleşiklerin” Kıbrıs’tan ayrılmasına yardımcı olmak için özel yardım sağlaması tavsiye edilmiştir. 550 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararındaki Maraş’ın BM denetiminde yerleşime açılması hususuna uyulması da istenmektedir. (550/1984 sayılı kararın ilgili bölümü şöyledir: “Güvenlik Konseyi, Maraş’ın herhangi bir bölümüne kendi sakini dışındaki insanların yerleştirilmesi çabalarını kabul edilmez olarak niteler ve bu bölgenin BM yönetimine devredilmesi çağrısında bulunur” ) <LI style="mso-list: l3 level1 lfo6">Yunanistan’a; “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile Türkiye arasındaki diyalog kurulmasını kolaylaştırmak için bir yandan Türkiye’yle ilişkilerin normalleştirilmesi tecrübesini, bir yandan da Kıbrıs Rumlarıyla geleneksel bağlarını kullanması önerilmiştir. <LI style="mso-list: l3 level1 lfo6">Türkiye’ye; bir güven yaratıcı önlem olarak, Kıbrıs’ın işgali altında bulundurduğu bölümündeki askeri varlığını azaltarak müzakerelerde daha yapıcı bir ortam oluşmasına katkıda bulunması tavsiye edilmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nin 550 ve 540 sayılı kararlarının hemen uygulanması talep edilerek kapalı Maraş bölgesinin BM denetiminde Rum yerleşimine açılmasına da işaret edilmiştir. Ayrıca, “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile iyi komşuluk ilişkileri geliştirmesi için, GKRY’ye limanlarını açması, Dünya Ticaret Örgütü ile varılan mutabakata uygun olarak bir ticaret antlaşması imzalaması ve AB’yle Gümrük Birliği Anlaşması gereği doğan yükümlülüklerini yerine getirmesi istenmiştir. Türkiye’nin, AİHM’nin Louzidiu ve Arestis kararlarını ve “kayıp şahıslar”la ilgili Cyprus v. Turkey (2001) kararını bütünüyle uygulaması ve kayıp şahısların akıbetlerini araştırma çabalarında işbirliği yapması çağrısında da bulunulmuştur.
  • İngiltere’den; kapsamlı müzakerelerdeki toprak düzenlemelerini kolaylaştırmak için Kıbrıs’taki askerî üslerinden Kıbrıs Rumlarına aktaracağı toprak parçasıyla ilgili daha önce yapmış olduğu öneriyi teyit etmesi istenmiştir.
Görüldüğü üzere, AKPM’nin 1628 sayılı kararı -Rum tarih kitapları, Doğrudan Ticaret Tüzüğü, Kıbrıs Türklerinin eğitim, kültür, spor gibi alanlarda uluslararası bağlantılar kurabilmesi tavsiyeleri dışında- çok büyük ölçüde Rum görüşlerini ve taleplerini yansıtan bir içerik taşımaktadır. Nitekim, GKRY Hükümet Sözcüsü Stefanos Stefanou, “söz konusu kararın 2004 yılında kabul edilen 1376 sayılı karara göre daha iyi olduğunu, uluslararası havanın Kıbrıs Rum tarafı lehine değiştiğini ve uluslararası topluluğun Hristofyas’ın Kıbrıs sorunuyla ilgili girişimlerini olumlu karşıladığını gösterdiğini” açıklamıştır. Gerek Cumhurbaşkanı Talat, gerekse Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalarda ise kararın Türk tarafı açısından kabul edilemez, dengesiz ve çelişkili unsurlar içerdiği vurgulanmıştır. Dışişleri Bakanlığı açıklamasında şu hususlar yer almıştır.
“Türk tarafının getirdiği değişiklik önerilerinin reddedilmesi suretiyle kabul edilen rapor ve rapora ilişkin karar, yerleşik BM parametrelerine aykırı olduğu gibi, AKPM’nin 2004 yılında benimsediği 1376 sayılı kararla da çelişmektedir. Bu durumu üzüntüyle karşıladık. Kıbrıs sorununun çözümü konusunda kırk yıldır süren BM müzakere sürecinde belirlenen siyasi eşitlik ve tarafların eşit statüsü gibi ilkeleri göz ardı eden ve çözüm perspektifinden yoksun bu kararın BM görüşme sürecine olumlu katkı yapması mümkün değildir. Türkiye, Kıbrıs’ta siyasi eşitliğe dayanan eşit statüye sahip iki Kurucu Devlet’in yeni bir ortaklık kurması yönünde KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat’ın sürdürdüğü yapıcı tavrı desteklemektedir.”
Esasen Hörster’in raporu uzun bir süredir hazırlanmakta olduğu için içeriği genel hatlarıyla bilinmekteydi. Bu açıdan büyük bir sürprizle karşılaşılmamıştır. AKPM kararının çerçevesi, GKRY’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” sıfatıyla tüm Ada’nın temsilcisi olduğu, Türkiye’nin ise “Kıbrıs’ın kuzeyini işgali altında bulundurduğu” ifadeleriyle kurgulanmıştır. Bu tür bir tanımlamanın uluslararası toplumun genel yaklaşımından pek farklı olmadığı söylenebilirse de; gerek kararın içeriği, gerekse iki lidere konuşma yapmalarıyla ilgili sergilenen tutumlar arasındaki farklılıklar, -Dışişleri Bakanlığı açıklamasında olduğu gibi- BM’nin “siyasi eşitlik” ve “tarafların eşit statüsü” gibi ilkelerini göz ardı eden bir nitelik arz etmektedir. Türk parlamenterlerin kararda “Kıbrıs’ta iki toplumun siyasi eşitliğine dayalı ortak devlet kurulması” yönündeki değişiklik önergelerinin reddedilmesi de, bunun önemli bir göstergesidir. Keza, kararda Kıbrıs Türkleri’ne “Ada’nın Kuzey’inde ayrı bir devlet bulunduğu ısrarından vazgeçme” çağrısı yapılmakla da, hem Türk tarafının “Ada’daki gerçeklere dayalı bir çözüm” hem de 23 Mayıs 2008’de Talat-Hristofyas ortak çözüm vizyonunda belirlenen “iki kurucu devletin eşit statüsü” ilkelerine sıcak yaklaşılmadığı ortaya konmaktadır.
Öte yandan, kararda pek çok belirsiz ve çelişkili ifade mevcuttur. Örneğin, kararda Kıbrıs Türk halkı ve KKTC’ye uygulanan kısıtlamaların, izolasyonun kaynakları olan “Kıbrıs Cumhuriyeti” ve AB’ye Kıbrıs Türklerinin durumunu düzeltmeye yönelik hangi çabalarından dolayı teşekkür edildiğinin gerekçesi anlaşılamamıştır. Ya da AKPM’nin Kıbrıs Türklerinin durumunu iyileştirmek için tavsiyelerde bulunurken, kapsamlı müzakerelerde ele alınacak mülkiyet sorununa müdahale anlamı taşıyacak ve KKTC ekonomisini olumsuz etkileyecek şekilde 1974 öncesi Rum mülkleriyle ilgili bir ifadeye neden yer verildiği de....Bir güven yaratıcı önlem olarak “Türk askerinin çekilmesinden” bahsedilmesiyle, sadece Rumlar için “güven yaratılırken”, adil, kalıcı, kapsamlı çözüm bulunmadan böyle bir önerinin gündeme getirilmesiyle Kıbrıs Türk halkının “güveninin yok edileceği” de... AKPM’nin tüm taraflardan Ada’daki müzakere sürecine zarar verecek davranışlardan kaçınmasını isterken, Maraş ve “yerleşikler” gibi konuları karara dahil etmekle bizzat kendisi sürece müdahale etme ve zarar verme işlevi görmektedir. KKTC’ye Türkiye’den gelen “yerleşiklerin” Ada’dan ayrılmaları için özel yardım sağlamaları tavsiye edilirken, GKRY’ye Yunanistan ya da eski Sovyetler Birliği’nden göçen “yerleşikler” için neden bir tavsiyede bulunulmadığı da ayrı bir çelişkidir.
Kararda, Türk tarafının hak ve çıkarlarının korunacağı görüntüsü veren bazı öneriler ise, subjektif olarak yorumlanmak suretiyle uygulama şansı ortadan kaldırılabilecek bazı koşullara bağlanmaktadır. Örneğin, Rum tarafına, “Kıbrıs Türklerinin kültür, eğitim, spor ve gençlik değişimi gibi alanlarda uluslararası bağlantılarını artırmasına, bu bağlantılar Ada’nın yeniden birleştirilmesiyle uyumlu olmayan siyasi amaçlarla istismar edilmedikçe engel olmaması” tavsiye edilmektedir. Dolayısıyla Rum tarafının eline sürekli olarak öne sürebileceği bir gerekçe verilmiş olmaktadır.
Sonuç
Gözlenen odur ki; Cumhurbaşkanı Talat’ın başlangıçtan itibaren “çözüm yanlısı” bir tutum içinde olduğu, buna karşın Rum tarafının 24 Nisan 2004 Referandumu’nda uluslararası toplum nezdinde kayıt altına alınan uzlaşmazlığı, Hristofyas’ın GKRY liderliğine gelmesiyle birlikte tamamen unutulduğu görülmektedir. Bu yöndeki gelişmelerin ilk adımının 8 Temmuz 2006’da Gambari Mutabakatı olarak adlandırılan BM önerilerinin Türk tarafınca kabul edilmesiyle başladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Talat-Hristofyas görüşmelerinin de bu temelde başlatılması, liderlerin ortak çözüm vizyonunda Türk tarafının çözüm çerçevesiyle bağdaşmayan hususların yer alması, GKRY ve uluslararası toplumun selektif bir yaklaşımla söz konusu vizyonda “işine gelen unsurları ön plana çıkarma, diğerlerini yok sayma” şeklinde bir tutum geliştirmesine de uygun zemin hazırlamıştır. AKPM’nin 1628 sayılı kararı da bu eğilime yeni bir gösterge teşkil etmektedir. Böylesi yanlış bir zemin üzerinden alınan bir kararın -'tavsiye' niteliğinde de olsa- Kıbrıs’ta adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüm bulunması çabalarına katkı yapmasını beklemek mümkün değildir. Ki, aynı yaklaşım, Ada’da Talat-Hristofyas görüşmeleri devam ederken, İngiltere’yle GKRY arasında 5 Haziran 2008’de imzalanan “Ortak Mutabakat Memorandumu” ve BM Güvenlik Konseyi’nin 13 Haziran 2008’de aldığı 1818 sayılı kararda da sergilenmiştir.
Bu çalışmada gerek AİHM Başkanı’nın GKRY ziyareti, gerekse Kıbrıs’taki iki liderin AKPM’de yaptığı konuşmalar ve AKPM’nin 1628 sayılı kararı çerçevesinde ortaya konmaya çalışılan tablo, kapsamlı müzakereler sırasında diğer aktörlerin yanı sıra Avrupa Konseyi’nin de özellikle AKPM ve AİHM vasıtasıyla Türk tarafı üzerinde bir baskı mekanizması yaratacağına işaret etmektedir.
 
Üst