Altai Kai Son Albümü

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Şu an bu albümü tekrardan yüklüyorum.

Tamamlanınca köprüyü tekrardan vereceğim



Ermeni Zoru Balayan’ın “Ruhumuzun Canlanması” kitabında Hocalı’da Ermenilerin yaptıkları ile ilgili yazdığı satırlar. (Vanadzor, 1996. s. 260-262)


“…..ancak sadece halkının kalbi sökülen ve acının ateşine atılan Ermeni bu satırlardan gurur ve memnuniyet duyabilir.

Ben de vatandaş namusunun ve kutsal erkek görevinin emri ile bu kötü koku yayan Moğol çocuklarıyla hesaplaşıyordum.

Tutuldukları bodruma biz Haçatur’la girdiğimiz zaman askerlerimiz bir çocuğu pencereye çivilemişlerdi bile. Çok fazla gürültü yapması diye Haçatur ağzına öldürülen annesinin kesilmiş göğsünü soktu.

Daha sonra bu 13 yaşındaki Türk’e atalarının çocuklarımıza yaptıklarını yaptım.

Kafasından göğsünden ve karnından derinsi söktüm.

Yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk uzmanlığım doktor olduğu için hümanistim ve bu yüzden bu çocuğa yaptıklarımdan dolayı mutluluk duymadım.

Ancak ruhum en azından halkımın acınsın %1’den öç aldığım için ruhum dolup taşıyordu.

Haçatur vücudunu parçalara ayırdı ve bu Türkün kökü olan köpeklere attı.

Akşamleyin aynı şeyi üç Türk’e daha yaptık.

Ancak ben bir Ermeni vatansever ve vatandaşın sorumluluğunu yerine getirdim.

Haçatur da çok terledi. Ben onun gözlerinden ve diğerlerinin gözlerinde intikamın ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm.

Daha sonra çocukluk dostum mayor Süren şöyle dedi: “Biz hayvan değiliz. Ancak soğuk kalpli olmalıyız.

Türk cellatların eliyle öldürülen kurbanların ruhları sakinleştirilmelidir.” Ertesi gün biz kiliyse giderek 1915 ölenlerin ruhları için dua ettik.

Dün gördüğümüz kirden ruhlarımız arındırması için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı, vatanımızın bu parçasını işgal eden bu otuz binlik kirden arındırmayı başardık.

Daha sonra Süre’nin evinde karısı cemruk koyarken Haçatur yorgun bir sesle şöyle dedi. “Ermeniler vatan toprağını özgürleştirmeli ve Ermenistan’ın büyüklüğünü canlandırmaya devam etmelidir.

Göklerde bunu hesabımıza yazacaklar ve vicdanımız atalarımız karşısında temiz olacak.

Zira biz sorumluluğumuzu yerine getirmiş olacağız” ve ben bunu kabul ettim.


Doğu'da Ermeni Zulmü Gören Vatandaşlarımızın İfadeleri

1326 (1910) doğumlu Sarıkamış’ta oturur Ahmet oğlu Ismail COŞKUN’un ifadesidir:

Çık bu Soğanlı Dağı’na de ki: Ey bu dağın toprağı, ne kadar insan kanıyla yoğruldun?

...tek Ermeni köyü olan ve bizim köye komşu olan Pertus Köyü’nü muhafaza ettik. Bizzat bizim köyden gönüllü nöbetçiler gönderip, zarar ziyana uğramasınlar diye de bizim askere tembihte bulunduk.

Onlara insanlık ettik.

Burunları dahi kanamadı.

Aslen Erzurum’a bağlı Oltu ilçesi Terpenek (Y. Çamlı) köyündenim. Doğum tarihim doğru olmayabilir. Köyümüze gelen nüfus memuru Osman Bey diye biri tevellüdümü tahminen yazdı. Seferberlikte Enver Paşa, bizim köyde bir gece Mukted Ağa’nın misafiri oldu.

Enver Paşa, köye yaklaşınca köy ileri gelenleri O’nu karşılamaya gittiler. Güz mevsimiydi. Bizim köyde kıyamet gibi Türk askeri vardı.

Askeri bando ve mızıka Yusuf Ağa’nın evinin üzerinde çalıyordu. Yer-gök inliyordu: İşte ben o zaman, 11-12 yaşlarında yardım.
Seferberliği gide, gelmeye...

Eğer seferberlikteki askerimiz duraydı, hiçbir düvel Türk’e karşı duramazdı.

Çık bu Soğanlı Dağı’na de ki: Ey bu dağın toprağı, ne kadar insan kanıyla yoğruldun?

Dağlar şehitten görülmez olmuştu. Dikenli Tabya (Eski Sarıkamış üstü, Bardız yolunda) ’ya yaz açılınca tomar tomar şehit gömülmüştü.

Bu anlattıklarım Sarıkamış harekatımızla ilgili söyleyeceklerim, Ermenilere gelince: Bizim asker gelende, çevre köyler arasında; haşa sizden sonra olsun tek ermeni köyü olan ve bizim köye komşu olan Pertus Köyü’nü muhafaza ettik. Bizzat bizim köyden gönüllü nöbetçiler gönderip, zarar ziyana uğramasınlar diye de bizim askere tembihte bulunduk. Onlara insanlık ettik.

Burunları dahi kanamadı. Sonradan bizim asker çekildi. Urus geldi. Erzincan’ı geçip, Kıran Dağları’na kadar ilerledi. Bir sene kaldı. Bir sene sonra Urus dağıldı, çekildi. Silah patlamadan kendi memleketine çekildi, gitti. Rus giderken haşa sizden sonra olsun, Ermeni’ye demiş ki: Ben çekildim. Bu memleket sana.

Çalavuzlar sana. Top, tüfek sana. Türk’ün önünde dur. Türk’e galip gelirsen, bir beğlik alırsın. Galip gelmezsen, postun dabağa gider. ruslar’dan herşeyi elde eden ermeni, bilip, duyup gördüğümce Erzurum Şekerli Köyü.

Kehkanı, Narman’ın köyleri Zerdenis, Tamrut, Ziğirüs, Sigrüs, Sigsor, Lüsbeyk, Bahçecik, Aydost, Sırdasor, Terpenk köylerindeki ahaliyi çok kırdı.

Bizim köye gelince muhafaza ettiğimiz, koruduğumuz haşa sizden sonra olsun Ermeniler aynı hüsnü niyeti bize göstermediler. Bizim asker gelinceye kadar envai çeşit zulüm yaparak, bizim köyden isimlerini hatırlayabildiğim İbad oğlu Musa, Mehmet oğlu Veli, Sefer ve Veli gibi köylülerimizi köyün hemen yakınında öldürdüler.

Bu isimlerini söylediğim kişileri Oltu’ya giderken kendilerine yol göstersinler diye köy muhtarı Recep Çavuş’un oğlu Muhted’den ı’ica ile istemişlerdi.

Milli Şüra kurulunca köyümüz de bu teşkilata dahil olup, Milli Mücadele’ye katılmışlardı.

Bizim köy ve çevre köylerde halk birlik olup, gizlice herkes çeşitli seviyelerde görev almıştı.



Hocalı'da Yaşanan Vahşete Yabancı Basın ve Şahitler Ağzından Tanık Olun

Ermeni Terörünün Tarihsel Kronolojisi

26 Şubat günü Türk dünyası ve Azerbaycan için en acılı günlerden biri olmanın yanısıra aynı zamanda insanlık tarihi için de kelimenin tam anlamıyla siyah bir sayfadır. Bundan 16 yıl önce, yani 26 Şubat 1992'de
Azerbaycan'ın Hocalı kentinde sivil halka karsı ermeniler tam anlamıyla bir katliam yapmışlardır.

Bugün sözde soykırım iddialarıyla Türkiye'yi suçlayan Ermenistan'ın Devlet Başkanı Robert Koçaryan'ın direktifleri doğrultusunda ermeniler Azerbaycan'ın Karabağ bölgesinde 7 bin kişilik nüfusa sahip ve coğrafi konumu itibariyle bölge için stratejik önemi olan Hocalı kentini ele geçirmek için 25 Şubat gecesi katliam gayesiyle harekete geçmiştir.

Hocalı'nın işgali sonucu sivil, eli silahsız, Azerbaycan Türkleri çocuk, kadın, ihtiyar ve genç ayrımı yapılmadan Ermeniler tarafından katledilmiştir.

Resmi verilere göre, o gece 613 kişi hunharca katledilmiş; bunlardan 83 çocuk, 106 bayan acımasız yöntemlerle işkence yapılarak öldürülmüştür.

Ayrıca, 487 kişi ağır yaralanmış ve 1275 kişi ise rehin alınmış, geri kalan nüfus da bin bir zorlukla caninin kurtarmıştır. 26 çocuk tamamen ve 130 çocuk ise kısmen oksuz kalmıştır.

ermeniler şehitleri özel acımasızlıkla, gözlerini oyularak, kafataslarının derisini soyarak ve vücutlarının farklı organlarını keserek öldürmüştür.

Küçücük çocukların gözleri oyulmuş, hamile kadınların karınları yırtılmış ve insanlarımız diri diri toprağa gömülmüştür.

Hatta şehitlerin bir çoğunun cesetleri yakılmıştır.







Azerbaycan-Dağlık Karabağ Hocalı Katliamı Tanığı! .. (2) İnci Azeroğlu


O sohbetten sonra hepimiz gözlerimizi kapayıp uyumaya çalıştık. Ama ben hala çok korkuyordum. Babama sığınıp uyumaya çalıştım. Bir az sonra düşündüm ki, herhalde uyumuşumdur. Çünkü bu dehşet kâbustan başka bir şey olamazdı. Sanki her şey kâbustu da uyanınca su içince geçecekti. Akşam uyuduğum gibi babam yanımda annem yanımda uyanacaktım. Ama... - Dediğinde birden öğretmenimizin hıçkırık sesleri duyuldu. O Samire kadar yanıklı ağlıyordu. Belki de onun da akrabalarının Hocalı’da şehit oldukları içindir…

Hiç biri rüya değilmiş. Hepsi gerçeğin kendisiymiş. Gök gürlüyor, şimşekler çakıyor, etrafa ışık saçılıyordu; insanlar bağırıyor, ağlıyor,'Tanrım, yardım et! Bizi koru bu vahşi canavarlardan! ' diye imdat diliyorlardı. Gözlerimi açtım. O duyduğum seslerin ne olduğunu anlamak için pencerenin kenarında durup dışarıyı seyretmeye çalıştım. Kendimi kaybetmiştim. Gördüklerim insanlık dışı hareketlerdi. Bir az önce duyduğum gök gürlemesi değilmiş, tanklardan, toplardan, tabancalardan, silahlardan atılan ateşlermiş, Allah’tan yardım isteyenler yaralanıp, yığılıp bir yere kalanlarmış.

Elimde olsa hepsini kurtarırdım. Hepsinin peşinden koşardım. Ermeni canilerini şehrimizden çıkarırdım, ama hiç birini yapmaya gücüm yetmezdi. O zamanlar küçücük çocuktum. Hiç büyük bile olsam komşularıma, arkadaşlarımın ailelerine, arkadaşlarıma, akrabalarıma esas da aileme yardım edemezdim... -deyip sanki o anları tekrar yaşıyormuş gibi kendi de istemeden bağırdı.

- Caniler, vahşiler... Öldürdüler öğretmenimi öldürdüler ailemi öldürdüler, herkesi bütün insanları vahşicesine öldürdüler, mahvettiler gençlerin, kadınların, çocukların hayatını... -bu sözü feryatlı anlatışı duyduktan sonra hepimizin tüyleri ürperdi.

Birbirimizin yüzüne bakıp, daha da hönkürerek ağladık. Çoğumuz sanki o anları yaşıyormuşuz gibi bir birimizin elinden tuttuk.

Samire ise, sanki yine o günmüş de onu da öldüreceklermiş gibi hissettiği için öğretmenimin elini sıkıca tuttu. Öğretmenim Samire’nin elini okşayarak, özel bir sevgiyle ona yaklaştı ve devam etmesini istedi. Samire, artık kendini kaptırmıştı olaya. Yine de feryatlı şekilde anlatmaya başladı. Şehrimiz dağılıyordu, her taraftan ateşler yükseliyordu, herkes birbirine bakıyordu, herkes şaşırıp kalmıştı.

Kimse ne yapacağını bilemiyordu. Zaten şaşırmaya bile zaman vermedi ermeni canileri. Kaçıp canını kurtarmaya çalışanlar hiç kendileri de anlamadan arkadan atılan kurşunla yere yığılıyordu. Uçan evlerin altında kalanların feryatlı yardım dileyişi hiç bir zaman kulaklarımdan gitmedi, hocam.'baba, baba' diye deli gibi bağırarak bütün odaları gezdim. Hiç bir yerde bulamadım onları. Düşündüm ki, dışarıya çıkmışlardır. Arkalarınca gitmek istedim.

Kendimi dışarı atmak istediğimde komşumuz Rıza amcayı gördüm. Beni tutup, bırakmadı. 'Kızım gitme öldürürler' dedi. Kendisi ile alt kata indirdi. Ve dedi ki, biraz burada saklanalım, görelim sonumuz ne oluyor? İnşallah hayırlı olur. Orada küçük bir pencere vardı.

Yanan evlerin, insanların ışığından dışarıyı görmek oluyordu. Gece olmasına rağmen her taraf alevlerle ışıklanıyordu. Dışarıya çıkan, kaçmak isteyen kadınları, erkekleri, çocukları çıktıkları yerde kurşuna diziyorlardı. Bazılarını evlerin alevlerine atıp yakıyorlardı. Durup seyredip haz alıyorlardı.

Bir komşumuz vardı. Sekine teyze diye... Onun küçük bir kızı olmuştu. Çocuğunu kucağına alıp kaçmaya çalışan Sekine Teyze’yi bir ermeni iti yakaladı. Çocuğunu zorla elinden alıp göğe kaldırıp yere fırlattı. Çocuğun kafatası deydi ne paramparça oldu.

Annesinin gözleri önünde böyle yaptılar. Özel bir işkenceydi bu. Sekine Teyze ayağa kalktı nefretle eli silahlı ermeniyi dövmeye başladı. Ama ermeni onu çok kötü dövdü. Sonra kini soğumadı, bir de üzerine ateş açıp öldürdü. Bu durum beni çok sarstı. İstemeden 'Sekine teyzeyi öldürdüler. Rıza amca, bizi de öldürecekler de mi? Kaçamayacağız de mi? Babamlara ne oldu, Rıza amca? ' deyip masumlukla onun ne diyeceğini bekledim. Rıza amca ağlıyordu. Ama beni teselli etmeye çalışıyordu. O ise hiç bir şey demiyor ağlıyordu.

Ben de ağlıyordum. Ama hala babama ne olduğunu bilmiyordum. Belki de babama ne olduğunu bilmek istemiyordum. Çünkü Rıza amca cevap vermedikten sonra hiç ısrar etmedim. Hiç bir daha sormadım. Her halde çocuk da olsam anlamıştım olup biteni. Artik bizim evimiz taraflarda ateş sesleri kesildi.

Ah-nâlâlar diğer taraflardan geliyordu. Rıza amca dedi ki, hadi kızım, şimdi çıkalım. Belki bir yolla kaçıp kurtulabildik. Dışarı çıktık. Ama öyle korkunç şeyler gördüm ki... Dışarıda cesetler bir birinin üzerine yığılmıştı. Giderken birden yerdeki cesedin elbiselerine gözlerim takıldı, yan yana annemle babamın cesetlerini gördüm - bu sözleri söylerken onu görmeliydiniz. Bu kelimeleri söylemek yürek ister.

Hepimiz Samire’nin gözyaşlarını izliyor, kendimiz de ağlıyorduk. Ama bu sözlerden sonra Samire daha başka ağlamaya başladı. Sanki içindeki kaç yılın anne, baba hasreti idi bu gözyaşları birikmiş hasret gözyaşları idi. Ağladıkça Samire öğretmene bakıyordu. Çocukların hiç birine bakmıyordu. Annesinin elbisesinden tanımak her insan için kolay olmayabilir. Hem de her insanin yüreği dayanmaz. Öğretmenimiz de Samire’nin derdine ortak oldu onu kucakladı ve suyu ona doğru uzattı. Samire yudum yudum sudan içti. Sanki boğazından geçmiyormuş gibi zorlanarak içti suyunu...

Ve devam etti yanıklı sohbetine;

- Annemi, babamı gördüğümde hemen üzerlerine atladım. İlk önce hangisi için ağlayacağımı şaşırdım. Yüzlerine baktım, ama korktum yüzlerinden. Annemin saçları ve kafasının derisi yoktu. Babamın ise yüzünü ne ile ise, çizmişlerdi. Tanınmaz haldeydiler ikisi de.

Sonra da en az her birine 10 tane kurşun atmışlardı. İkisinin de cesedine sarılıp ağladım. Rıza amca da bir müddet kenarda durup seyretti ağlayarak, sonra kızım gidelim dedi. Baktım onlara intikamınızı elbet bir gün alacağız dedim ve Rıza amcanın elinden tuttum.

Gecenin kalan zamanını dağıtılmış, yandırılmış evlerin aralarına, nehir kenarına, ormanın içlerinden gittik. Ben artık tamamen yorulmuştum. Hele üşümediğimi demiyorum. Ayaklarımı soğuktan hissetmiyordum. Ama aklım annemle babamın cesedindeydi diye hiç ayaklarımın donmasını düşünmüyordum.

Sadece oradan kurtulmak ve 'ONLARIN İNTİKAMİNİ ALMAK İSTİYORDUM! ' Belki de benim sağ kalmama neden olan tek şey buydu.

Benim artik yorgunluktan yavaşladığımı gören Rıza amca dedi, Yavrum bir az çabuk gel, hem o tarafa gitmeyelim bizi ermeniler görer ve hemen öldürürler. Gel bu taraftan ormanın içlerine taraf gidelim.

Buraları benden iyi bilen yoktur.

O gece gözlerim daha neler görmedi. Aman Allah’ım, artık sabah oldu. Kanlar içinde açıldı sabah. Uzakta ormanın o tarafında Hocalı şehrinden mucize gibi kaçıp Canını kurtaran çocuklar, kadınlar, yaşlılar, erkekler deste deste bir az ileride görünmeye başladı. Destelerden birini akrabamız Kerim amcanın ailesine benzettim: kendisi, Nise Teyze, 8 yaşlı oğlu Nizami ve benim birinci sınıf arkadaşım Yasemin. Birden, nerlerdense, gözükmeyen yerlerden, silah sesleri gelmeye başladı. Dere ile, dağın eteği ile yürüyen her kes yere yığıldı.

Yine de ah-nâlâlar göklere yükseldi... Yine de haraylar kalktı. Hâlâ yardıma gelen bir insan, yardım elini uzatan birileri yoktu.
Tepelerde saklanmış kan içen ermeni cellâtları ellerinde silahlar, koştular yaralıların üzerine. Kiminin kafasını kestiler, kiminin kafasının derisini soydular, saçlarını kopardılar, kiminin kulağını burnunu kestiler






Birinci Dünya Savaşı'nda Ingilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü.

Bu askerlerden bir kismi da Mısır'ın Iskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı'na hapsedildi.

Kampın tam adı, 'Seydibesir Kuveysna Osmanli Useray-i Harbiye Kampı' idi.

Bu kampta, 1918'de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tumen'in 48. Alayı'na baglı Osmanlı askerleri tutuluyordu.

12Haziran 1920'ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, agır hakaret ve aşagılamaya maruz kaldılar.

Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi...


Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kamplarin Ingiliz komutanları, azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi. Savas bitmişti.

Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, Ingilizler'in işine gelmiyordu.

Cünkü, olasi yeni bir savasta, bu askerlerin yeniden karşılarına cıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, Ingilizlerin beyinlerine işlenmişti.

Çözüm toplu katliamdı... Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu.

Ancak suya normalin cok uzerinde krizol maddesi katılmıştı.

Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı. Ancak Ingiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarina izin vermiyorlardi.

Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi.

Ancak bu kez Ingilizler havaya ateş etmeye başladı.

Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular.

Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu.

Cünkü gözler yanmıştı...

Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu.

Bu vahset, 25 Mayis 1921 tarihinde TBMM'de görüşüldü.

Milletvekilleri Faik ve Şeref beyler bir önerge vererek, Mısır'da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan Ingiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması icin TBMM'nin teşebbüse geçmesini istediler.

Tabi ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı.

Bu hesap sorma işide unutuldu gitti.

Ama onlar unutmuyorlar...

Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar.




Otuz dört yaşındaki Vügar Zahiroğlu KARABAG`İN Fuzûlü ilcesinde dünyaya gelmiş.

Canından çok sevdiği vatanını geride bırakmanın vermiş olduğu acı, ona da, Karabağ’la ilgili şiirler yazdırmış. Babasının kabrinin düşmanların elinde kaldığını, hiç olmazsa onun kabrini ölmeden bir kez olsun görmek istediğini belirten Vügar Bey, kışın soğuğunda, karlı gününde, babasının halini sormaya geldiğini ifade ederken, hayatın, yarasını dağladığını, bundan dolayı da yarasının yaman sızladığını ifade eder.

Kendisinin uykularını kaçıran, dünyayı yaşanmaz hale getiren bu duygulardan kurtulmak için, her zaman zor günlerinde elinden tutan, dertlerinin dermanı olan Karabağ’da medfun bulunan babasına anlatır.

Babası çağırdığında vatanına dönemediği, gidip onun sıkıntılarını alamadığı için hayıflanırken, onunla birlikte ölemediğinden dolayı babasının kendisini affetmesini ister.

Şiirinde, hasretten, babasının mezarının buz tuttuğunu, şeytanların babasının kabrinde ateş yaktığını dile getirir: Kışın ayazında karlı gününde, Gelmişim halini soram ay ata! 18 Hayat bin dağ çekti yaram üstüne.

Yaman sızlar yaram ay ata! Hasretten baş taşın buz bağlamış, Şeytanlar içinde ateş yakmış.

Derler baban tenha kalmış, Gelmişim yanında kalam ay ata! Susmaz Vügar’ınam, bir danış, bir din, Ağlayım gözümün yaşına ısın. Koy bakıp sızlayım men yetim yetim.

İsterim gadanı alam ay ata! Çağırdın bir zaman gelemedim, Son kere yüzünü göremedim, Bağışla seninle ölemedim.

Yalanmış bu dövran, yalan ay ata! Anam çadırdadır, Hikmet askerde, Bense sürünürem köyde kentte, Gel topla aileni, olak bir yerde.

Yolunu gözlüyor anam ay ata! Bu gece gözüme uyku girmedi, Kalkıp yatağımdan kaçmak istedim, Özünden kanatlı havalı bir kuş gibi, Öz toprağıma uçmak istedim. Kolay sökülen, anamın gözünün yaşı tökülen, Çiçekli ömrüne kışı dökülen, Kolay uçulan taşı sökülen, Atamın kabrine uçmak istedim.







İntikam mı?

Neden böyle kötü şeyler düşünüyorsunuz?

Size bir tokat atana,öbür yüzünüzü çeviriniz lütfen

Ne gerek var bu tip şeylere?

Barış,sevgi ve kardeşlik içinde yaşamak dururken.

Bırakın onlar bize her türlü eziyeti çektirsinler,bizim Cumhurun Başı(!) da onların ayağına gitsin,dostluk temennileri için.

Bunlar bir yana,

Türk Budun'unu temsil edenler sayesinde,bizler,

Tarihin tozlu yapraklarında,hangi dönem bu kadar alçaldık?

Tanrım,Türk'e bunlar hiç yakışmıyor

Her türlü katliamı yapan o şerefsizler,

Ardından,gidip dostluk ilişkilerini güçlendirmek isteyen biz!

Her ne olursa olsun,

Bildiğim tek bir şey var,Türk Budun'u bir gün bu soysuz köpeklerin cezasını,onları kazıklara oturtarak verecek.

Şimdi Yüce Başbuğ Cengiz Han'a daha fazla hak veriyorum.






Şeriat kestiyse parmak acımaz
Arabın canı pek, ondan olmasın?
Allah bir ırk, bir kültürü kayırmaz
Kendini kayıran arap olmasın?

Farzdır dedin oldu boynuma borcum
Beş vakit namazım, haccım, orucum
Sana karşı yere attım kılıcım
Sırtımdan vuran dindaşım olmasın?

İbadetimi hakkıyla yaptım da
Güzel ahlakımı sana kattım da
Olmaz dedin, yetmez dedin baktım da
İsteğin dinden başka şey olmasın?

Kapa dedin örtüverdim başımı
Gözümden kanlı akıttım yaşımı
Çok gördün kabrime bir tek taşımı
Arap, kadınlara düşman olmasın?

Börkü attım sarığı başa sardım
Bolca donlar, entarilerle kaldım
Sünnet diye öğrendiğim bu talim
Bunlar arap, ondan olmasın?

Karıştı soyuma, yurduma girdi
Kültürümü yavaş yavaş kemirdi
Dine gizli araplığı getirdi
Acım, sitemimden büyük olmasın?

Kolay kolay kapanamaz bu yare
Aldandı tüm ırkım göz göre göre
Utancımdan dönüktür yüzüm yere
Kazanan dinsiz takkiye olmasın?




(1895 - 1951)


Yörük Ali Efe 1895 yılında, Aydın İli Sultanhisar İlçesi Kavaklı Köyünde dünyaya gelmiştir.

Babası Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Apti, annesi yine yörüklerin Atmaca aşiretinden Fatma'dır.

Yörük Ali ondokuz yaşına geldiğinde, Aydın dağlarında dolaşan Alanyalı Ahmet Efe'nin gurubuna katılmak istedi.

Ağır bir sınavdan geçirilerek guruba alındı. Kısa zamanda Efe'nin ve tüm zeybeklerin güven ve sevgisini kazanarak gurupta ikinci adam konumuna yükseldi.

Alanyalı Ahmet Efe'nin Bozdoğan Kavaklıdere baskınında ölmesi üzerine Yörük Ali Efe olarak gurubun başına geçti. Dört yıldan fazla dağlarda dolaşan Yörük Ali Efe, bu süre içinde daima ezilenin mağdur edilenin, güçsüzün yanında oldu.

Haklı olarak halk tarafından sevildi, itibar ve destek gördü.

Yörük Ali Efe 1919 senesinde dağdan indi. O sıralar düşman İzmir'i, ardından Aydın ve Nazilli'yi işgal etmişti.

Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe ve bazı arkadaşları, Aydın İli'nin Çine İlçesi Yağcılar Köyünde toplanarak, Sultanhisar İlçesine iki kilometre uzaklıkta Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki güçlü ve tam teçhizatlı düşman karakoluna baskın yaptılar.

Tarih:16 Haziran 1919. karakol tümüyle imha edildi. Oldukça önemli cephane ve erzak ele geçirildi.

Bu baskın Batı ve Güney Anadolu'da düzenli, bilinçli, ve milli şuurla düşmana yapılan ilk baskındır.

Bu önemli başarı halka ümit ve cesaret vermiş, düşmanın yurttan kovulabileceğine olan inancını arttırmış ve Yörük Ali Efe'nin liderliğini perçinlemiştir.

Düşman beklemediği bu baskın karşısında paniğe kapılmış, Nazilli'deki kuvvetlerini Aydın istikametine çakmıştır. Ne yazık ki çevreyi yakarak, yıkarak, masum insanları öldürerek...

Daha sonra 7. tümen kumandanı Şefik AKER'in başkanlığında kurulan halk meclisinde oy birliğince alınan karar uyarınca Aydın, Yörük Ali Efe emrindeki kuvvetler tarafından birinci kere kurtarılmıştır.

Ancak takviye kuvvetlerle güçlenen düşman ordusu Aydın'ı ikinci kez işgal etmiştir. Artık kanlı savaşlar başlamıştır.

Köşk, Umurlu ve Dörtyol cephesi kurularak olağanüstü cesaretle, donanımlı ve sayıca çok fazla olan düşman kuvvetleri büyük kayıplara uğratılmıştır.

Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir süre düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellenmiştir.

Düzenli ordunun kurulması üzerine Yörük Ali Efe, emrindeki savaş deneyimi çok iyi olan büyük bir gurubu her ferdinin istek ve sevgisiyle orduyla bütünleştirmiştir.

Kendisi de Milli Aydın Cephesi Komutanı olarak savaş sona erene kadar vatani görevini sürdürmüştür.

Yörük Ali Efe Kurtuluş Savaşından sonra altı sene İzmir'de yaşadı, 1928 senesinde, Kurtuluş Savaşında bir süre karargahı olan Yenipazar'a taşındı. ,

1951 senesinde, tedavi için gittiği Bursa'da vefat etti.

Yörük Ali Efe vasiyetinde Yenipazar'da toprağa verilmesini istedi.
Kuvayı Milliye'nin bu değerli komutanı TBMM tarafından istiklal madalyası ile ödüllendirilmiştir.




"Bir ferd nekadar yüksek ve kahraman olursa olsun;"millete iyilik yaptım!" diyemez ancak "hizmet ettim!" diyebilir."

Yörük Ali Efe


Yörük Ali Efe alçakgönüllü bir insandı.

Kurtuluş Savaşı'ndaki rolü ile ilgili olarak yapılan övgülere verdiği şu cevabı her zaman hatırlanacaktır:

"Bazı kimseler savaş zamanında yapılan işlerin bir çoğunu bana ve başkalarına mal ederler.

Bu yanlıştır. Bir kişinin, beş kişinin böyle büyük davalarda ne ehemmiyeti olur ki? Gönlünde vatan muhabbeti taşıyan her vatansever o günlerde bizim gibi düşünmüş, bizim gibi duymuş, ondan sonra da bizimle beraber olmuştur.

Milli mukavemette aslan payını kendine ayırmakta hata vardır. Bir elin şamatası olur mu ki?


yali207ty4wb3.jpg




YALI%203.jpg




YALI%204.jpg





YALI%205.jpg

















Yörük Ali Türküsü


Şu Dalama'dan geçtin mi,
Soğuk da sular içtin mi
Efelerin içinde içinden
Yörük de Ali'yi seçtin mi?

Hey gidinin efesi, efesi
Efelerin efesi

Şu Dalama'nın çeşmesi
Ne hoş olur içmesi
Yörük de Ali'yi sorarsan
Efelerin seçmesi

Hey gidinin efesi efesi
Efelerin efesi

Cepkenimin kolları
Parıldıyor pulları
Yörük de Ali geliyor
Açıl Aydın yolları

Hey gidinin efesi efesi
Efelerin efesi


Yörük Ali Efe Türküsü(Efelerin Efesi)





 

hafiye

New member
Katılım
21 Eyl 2008
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Puanları
0
sayın otağ başkanı,bu ezgiler nasıl indirilecek.çıkan sitede bir sürü yazı var.hangisi ,ama hangisii?
 

hafiye

New member
Katılım
21 Eyl 2008
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Puanları
0
çok teşekkür alpagut han kandaş...
 
Üst