Ata'ya Mektup

gonca58

Moderator
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
171
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ATA'YA MEKTUP
01.09.2006




Sevgili Atam;
Ölümünden bir yıl sonra dünyaya geldiğim için seni görme şansım olmadı. Fakat konuşmaya başlayıp bazı şeyleri anlayınca ilk olarak seninle tanıştım. Ödünsüz bir Kemalist olan rahmetli babam köy evimizin duvarına senin fotoğrafını asmış ve etrafına da aile büyüklerimizin fotoğraflarını dizmişti. Bana ilk tanıttığı kişi sendin "oğlum bu kim" diye senin fotoğrafını gösterdiğinde, büyük bir coşku ile çıkaramadığım (R) harfini yutarak o ATATÜK, bizi düşmandan kurtardı derdim. Tabii ki babamdan koca bir aferin alırdım. Benim kuşağım senin devrimlerinle büyüdü, seninle coştu, seninle aydınlandı ve senin yolunda çağdaş uygarlığa koşar adımlarla yürüdü. Senin ölümünden sonra silah ve kader arkadaşın Rahmetli İsmet İnönü zamanında da devrimlerinden bir ödün verilmeden bu yürüyüşe devam edildi.
Çok partili Parlamenter rejime geçiş sonrası, 1950 yılı Mayısında yapılan seçimlerle iş başına gelen iktidarla birlikte işler ters gitmeye başladı.
-İktidara gelenler ilk iş olarak Türkçe okutturduğun ezanı tekrar Arapça okutmaya başlayarak ilk anda devrimlerine karşı olduğunun ipucunu verdiler ve sonraki uygulamalarında da bu hep böyle devam etti.
Üstüne titrediğin devrimlerinden;
-Öğretim Birliği Yasası (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) oy uğruna delinerek, sonradan devrim karşıtı eğitimle ünlenen İmam Hatip okulları açıldı. Yüce dinimize göre imam olma olanağı olmayan kızları da bu okullara kabul ederek, bu gün sıkma başla (türban) başlayan ve yarınlarda çarşafa bürünmeye çalışan bir nesil yaratıldı.
-Laiklikle ve kurduğun Cumhuriyetle bağdaşmadıkları için kapattığın Tekke ve Zaviyeler yeniden tarikatların yuvası haline getirildi. Seçimler öncesi tarikat şeyhlerinin eli öpülerek oy avcılığı yapıldı.
-Aydınlanma yuvası olarak ışık saçan Halk evleri kapatıldı
-19.Mayıs.1919 tarihinde Samsun'a ayak bastığından beri kafanda tasarladığın, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde bir sürü mandacı görüşlere karşın kabul ettirdiğin tam bağımsızlık ilkesi 1950 sonrası iktidarlarca unutularak, yine emperyalist devletlerin lafından çıkamaz duruma gelindi.
-Vatanı kurtardığın zaman, üstlendiğin ve sonradan tamamen ödenen Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) zamanındaki borçlardan tam kurtulmuşken, yeniden yüksek faizlerle borçlanılarak ülke borç batağına sürüklendi.
-Anayasa'da bulunmadığı halde Özel soruşturma (Tahkikat) komisyonları kurdurularak, kendi aleyhine konuşanlarla, yazanlar susturulmaya çalışıldı.
-Vatan Cephesi adı altında kendilerine yandaş toplayarak bunların adlarını her gün devlet radyosundan saatlerce yayımlayarak, ülke kamplara bölündü.
-Cumhuriyet'i emanet ettiğin gençlik, bu olumsuz koşulları protesto edince, üzerlerine polis panzerleri ile yüründü, bu arada kimi yaralandı, kimi de öldü.
Bu kötü gidişe dur demek için, 27. Mayıs. 1960 tarihinde, yetiştiğin yuva olan Silahlı Kuvvetler idareye el koydu. Bir yıl içinde kabul edilen İlerici bir Anayasa ile seçimlere gidildi. Ne yazık ki seçimlerden umulan sonuç çıkmadı. Gelenler eskileri aratmadı. Bu çağdaş Anayasanın bünyemize bol geldiğinden dem vuruldu, ama değiştirme cesareti gösterilemedi. Ekonomik, siyasi ve sosyal yönden hep kan kaybeder olduk. Bu arada 12.Mart.1971 tarihinde Atatürkçülükle ilgisi bulunmayan, ancak kendilerini Atatürkçü olarak göstermeye çalışan, Silahlı Kuvvetler komuta kademesi tarafından iş başındaki hükümete bir muhtıra verildi. Bu kargaşada iktidarların değiştirmeye cesaret edemediği 1961 Anayasası, birey hak ve özgürlükleri açısından kuşa çevrildi ve Anayasa da düzenlenen bu haklar teker teker geri alındı.
Sıkı Yönetim ilan edilip baskılar artmasına karşın, ülke terör nedeniyle savaş alanına döndü. İktidarlar, kendilerini sağ ve sol diye nitelendiren terör örgütlerinin üzerine yansız gidip terörü önleme yerine, bir tarafı kollayarak, hatta yetkili ağızlardan "bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz" yollu demeçler verilerek, yüzlerce aydının katledilmesine göz yumuldu. Çoğunun sanığı belli olmadığından, dosyaları tozlu raflarda bekletilerek zaman aşımına uğratıldı.
Periyodik şekilde 12.Eylül.1980 tarihinde İkinci bir darbe oldu. Bu kez iktidara el koyan komuta kademesinin başı, seni taklit etmeye özendi, kurduğun Türk Dil ve Tarih kurumlarının işlevleri asıl amaçlarından saptırılacak şekilde değiştirilerek vasiyetine ihanet edildi. En önemli devrimlerinden olan aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğünün de güvencesi sayılan laiklik ilkesi hiçe sayılarak, Orta Öğretimde zorunlu din dersi Anayasaya yerleştirildi ve meydanlarda ayetle söylevler atıldı. En acısı bunların tümü senin adın kullanılarak yapıldı. Uzun süren bir sıkıyönetim döneminde birçok aydın ve Kemalist mağdur edildi.
1983 yılında yapılan seçimlerde iş başına gelenler, ülkeye yolsuzluğu beraberinde getirdiler. Yetkililer "benim memurum işini bilir" diyerek rüşveti özendirdi, "Anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz" diyerek hukukun üstünlüğü çiğnendi. Yurt dışından getirilip önemli görevler verilen prenslerin çoğu yolsuzluklardan ötürü tutuklanıp cezalandırıldı.
Senin zamanında da var olan Kürt sorununu gündeme getiren *** adlı illegal örgüt ülkeyi kan gölüne çevirdi. Yirmi yıl devam eden bu anarşik eylemler sonucu, gerek örgüt mensuplarından gerekse kamu görevlileri ve vatandaşlardan hayatını kaybedenler üç yüz binleri aştı. Ülke bu yüzden büyük bir ekonomik çöküntüye girdi. Sonuçta kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri örgütü çökerttiyse de, AB süreci nedeniyle çıkarılan yasalarla TSK ve emniyet güçlerinin yetkileri tırpanlandı ve yasa dışı örgüt bu yasaların boşluğundan yararlanarak eylemlerini yeniden başlattı. Eskisi kadar olmasa bile hala eylemler devam etmektedir.
Sevgili Atam, bu yazdıklarıma mutlaka çok üzülmüşsündür, amacım seni üzmek değil, fakat bu gün, ne durumda olduğumuzu yazarsam daha da üzüleceğini biliyorum. Ama yine de yazacağım. Çünkü sen kendini bu ülke için adamış değişmez kurtarıcımız ve önderimizsin, senin aydınlık yolundan başka yürünecek tüm yolların karanlık olduğunu biliyoruz. Bu nedenle her şeyi bilmeni istiyoruz. Çünkü artık bu ülkede senden yana olan ve ben aydınım, ben Kemalist'im diyenleri kimse dinlemiyor. Hatta dinazorlar, çağ dışı kalmış insanlar diye hafife alınıyorlar.
Bu güne, Samsuna çıktığın gün, büyük Söylevinde belirttiğin sözle başlamak istiyorum.
Genel durum ve Görünüm:
Şu anda genel durumumuz çok kötü. Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) zamanında ki borçları aşmış miktarda iç ve dış borç sarmalındayız, gelirlerimiz bu borçların faizlerini karşılamamaktadır. İktidarda ki Parti demokrasi ve özgürlükleri kılıf yaparak her gün devrimlerinden ödün üstüne ödün vermektedir. Ülkede milyonlarca insan aç ve işsizken, tek işleri, sıkma başı (türban) serbest hale getirerek kamu alanına sokmak ve imam okulu mezunlarına üniversiteye girme yolunu açmaktır. Bunun desteğini de aslen karşı oldukları, fakat hedeflerine varmak için paravan olarak kullandıkları AB üyeliği görüşmeleri nedeniyle emperyalist güçlerden almaktadırlar.
Dış politikamız tamamen emperyalist ABD, borç bataklığımızın alacaklısı IMF, ve yıllarca bizi kapı önünde bekleteceği sinyalleri veren ve sonuçta birliğe almaya niyetli görünmeyen AB ye bağlı. Ayrıca Dış İşleri Bakanlığı ve bürokratları tamamen devre dışında, dış politika sadık danışmanlar eliyle kapalı kapılar arkasında milletten gizli bir şekilde yürütülmektedir.
Oysa 6 Mart 1922 tarihinde TBMM yaptığın konuşmada "Artık durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi bir takım düşünceler belirdi. Oysa hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir."demiştin. Nerde o günler, nerde o saygınlık, nerde o irade...
 
Üst