Banu Avar-Sınırlar Arasında

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Arkadaşlar! Lütfen Sonuna Kadar Sıkılmadan Okuyunuz.


BANU AVAR’la daha önce de söyleşi yapmıştık. O söyleşi o kadar çok beğenilmişti ki, birçok okuyucumuz tarafından fotokopisi çektirilip eşe dosta dağıtılmıştı.

Banu Avar’ı en iyi TRT’den bilirsiniz.

“Sınırlar Arasında” adlı programıyla insanımızın gönlüne taht kurmuştur.

O kadar çok seveni var ki! Sağcısı, solcusu, liberali, İslamcısı… Tabii kanı bozuk olmayanlar, satılmayanlar… Her kesim tarafından böylesine sevilen insanlar çok azdır.

Banu Avar’ı daha iyi tanımak istiyorsanız, tek yapacağınız şey, üç kitabını da alıp okumak…

İlki, Sınırlar Arasında…

İkincisi, Avrasyalı Olmak…

Üçüncüsü, Hangi Avrupa…

Size garanti veririm: Bir solukta okuyacaksınız ve öylesine stratejik bilgilerle donatılacaksınız ki, önce ülkemize ve bölgemize, sonra da tüm dünyaya bakış açınız değişecek.

Aşağıdaki söyleşimiz, sizin için bir başlangıç… Aman arayı soğutmayın, kitapları hemen alın, sıcaklık bütün vücudunuzu sarsın…

SOROZ AMERİKAN DERİN DEVLETİNE ÇALIŞIYOR

Banu Hanım, sizce, ülkelerin ekonomisini sıcak para girişi ile hortumlayan para spekülatörü Soros, neden Türkiye’ye fon akıtıyor?

Soros ya da “Yeni Dünya Düzeni”nin kumarbazları, hiçbir zaman parayı sokağa atmazlar.

Bazen, başka bir ülkenin halklarının değerlerini alıp bir başka ülkede kullanırlar. Ama bu, kaz gelecek yerden tavuk esirgemedikleri içindir.

Sizin aracılığınızla herkese “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adlı kitabı okumalarını tavsiye ederim. Ülke ekonomilerini paramparça etmek, devlet başkanlarını devirip yerine işe yarayanı getirmek, sistemleri tümüyle değiştirmek nasıl oluyor, detaylarıyla bu işi yapanlardan biri tarafından anlatılıyor.

Soros, “Demokrasi Projesi”nin uygulayıcılarından biri… Amerikan derin devletine çalışıyor ve rejimleri değiştirmek için harcayacağı parayı dünyanın her yerinde borsayı manipüle ederek sağlıyor. Onun işi bu… Onun gibi bir çok spekülatör bu işi yapıyor. Önce biraz para dağıtıyorlar, sonra bunu fazlasıyla geri alıyorlar. İşte dağılma sürecindeki Sovyetler en iyi örnek...

Sovyetlerin dağılma sürecindeki stkların rolünü biraz açar mısınız?

80’li yıllarda bir vakıf kuruluyor: Açık Rusya Vakfı… Kurucuları ilginç…

Lord Jacop Rothshield, ailesi Çarlık Rusya’sında petrol zenginiydi.
Vakfın bir diğer kurucusu Amerika dışişleri eski bakanı Henry Kissinger, üçüncü isim Mihael Kodorkovski… Dünyanın en zengin işadamlarından biri!

O zaman da dünyanın en zengin insanlarından biri miydi Mihael Kodorkovski?

Hayır tabii ki!.. 15 yıl önce meteliksizdi.

Lord Rothshield, “Rusya Operasyonu” için ilk onu seçiyor. Cebine sadece 10 bin dolar koyuyor.

Sovyetler dağılırken Kodorkovski dolar milyarderi oluyor, Roman Abromoviç, Çubais, Gusinski gibi dolar milyarderlerinin sayısı kısa zamanda çoğalıyor.

Küresel şirketler ve küresel politikacılarla işbirliği halinde özelleştirmeleri gerçekleştiriyorlar.
Elektrik santrallerine, petrol şirketlerine, tümüyle basına el koyuyorlar.

Halkın tüm zenginliklerini yurt dışındaki ortaklarıyla paylaşıyorlar. Mesela Yukos’un gizli ortağı Boris Berezovski, Yeltsin’in danışmanlığını yaparak bu noktaya geliyor. Sovyet havayolu Aeroflot’un başına geldiğinde, 400 milyon doları cebine indiriyor. Bir başkası 80 katarlık petrol trenine el koyuyor…

ORTAK ÖZELLİKLERİ YAHUDİ OLMALARI

Bu adamlar neden seçiliyor? Mutlaka bir ortak yönleri vardır!

Ortak özellikleri Yahudi olmaları ve servetleri.

Rus para babalarının serveti kısa zamanda 100 milyar doları aşıyor.

Bu paranın küçük bir kısmı “demokrasi” faaliyetleri için kullanılıyor. Yani sendikalar, gençlik ve kadın örgütleri, İslami cemaatler bu fonlardan nemalanıyor.

Gerisi Türkiye gibi ülkelerin borsasına yatıyor. Ve bu çark böyle dönüyor… Türk halkının kaynakları, yatırımları el değiştirirken, millet borçları yüzünden canına kıyarken kazanılan paranın küçük bir bölümü küresel çıkarlara uygun yerlerde kullanılıyor.

Çok önemli bilgiler veriyorsunuz, ancak bunlar devlet sırrı olmasa gerek… “Turuncu Devrim” örneği ortada… Türkiye’de Soros fonlarını kimler, neden alıyor?

Soros veya başka isimler altında ülkeleri çökerten tetikçiler, kendi ağızlarıyla söyledikleri gibi, bir ülkenin (mesela Gürcistan için Soros “Bakanları maaşa bağladım” demişti) milletvekillerinden, yazar çizerine, dincisine, solcusuna kadar çeşitli kesimleri maaşa bağlar.

“Karen Fogg’un E-postalları!” adlı kitapta (Kaynak Yayınları) Türkiye ve Kıbrıs’tan belli başlı gazetecilerin AB organlarıyla para ilişkileri ispatlanmıştır.

Keza Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Ukrayna’daki yolculuklarımızda, turuncu “darbeciler” Batılı “demokrasi” kuruluşlarıyla maddi bağlarını saklamamışlardır.

Bu ülkelerde özelleştirmelere eşlik eden turuncu kuruluşların başında üniversiteler ve medya kuruluşları gelmektedir. Bu kurumlar aracılığıyla bugün ve gelecek uykuya yatırılır, arada halkın kasaları boşaltılır. Bu operasyona yardımcı olanlar da küçük çapta da olsa ödüllendirilir.(!) Batı, oyunu sürdürebilmek için kendine çalışanları ödüllendirmek ve daha fazla işbirliği yapanları özendirmek için bir yığın prestij ödülleri verir.

“SEX AND THE CITY” İSRAİL’DE YASAK

Nasıl ödüller?

Mesela “Sofie Ödülü”…

Çevre konusunda duyarlılık gösterenlere veriliyor.

Fener Patriği Bartelemos, aniden işi gücü bırakıp Amazon ormanlarını ziyaret ediyor.

Hemen ardından Norveç’de “Sofie Ödülü”ne layık görünüyor.

Ben Sofie Vakfı Başkanı Gaarder’le konuşurken, Fener Patriği’ne verilen bu ödülün ne sebeple verildiğini sormuştum.

“Tabii ki gündeminin başına çevreyi korumayı koyduğu için!...”

yanıtını vermişti. Yüzü ağzından çıkana inanmadığını haykırıyordu…

Kelli-felli yazarların sizin sansürlenen programlarınızdan, programın yayınlanmasını kastederek “TRT’de Pamuk ve Nobel skandalı” diye bahsetmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

O zevat, yukarda söz ettiğim Batı tarafından “ödüllendirilen” zevattır.

Bu davranışları tabiatlarına, yüklendikleri sorumluluklara uygundur. Hiç şaşırmıyorum…

Onlar tarihin her döneminde vardılar. Dışarıya cep ve beyinleriyle bağlıdırlar. Ağababalarına söz söylenmesinden ve gergef işler gibi işledikleri örümcek ağının deşifre edilmesinden doğal olarak hoşlanmazlar…

Bu örümcek ağlarını dikkat çekmeden örmeyi nasıl başarıyorlar? Toplumların akletmesini nasıl engelliyorlar?

Demokrasi projesinin baş aktörü, basın yayın araçlarıdır. Bir anlamda düşünceyi önleme merkezleri…

Televizyonun başına oturun. Mesela Digiturk’ün tüm kanallarına ard arda bir göz atın. Birkaç dakika içinde gözünüze takılanlara inanamazsınız.

Bir kanalda New York’lu kadınlar aşk peşinde koşmakta, bir diğerinde beyaz adam hain Kızılderilileri temizlemektedir. Bir sonraki kanalın logosu haç biçimindedir ve Hollywood dedikodularını size iletmektedir.

Bir sonrakindeki korku filminde Sion anlatılır, hemen günün her saatinde Yahudi tarihi, Yahudi sermayesi ya da Yahudi komedisinden örnekler veren filmler vardır. Ve bunlar aynı anda tüm ülkeleri sarmışlardır.

Öte yandan ilginçtir İsrail’de Sex and the City adlı dizi, ahlakı bozduğu gerekçesiyle yasaklanmıştır. Bununla kalsa iyi… Gözetleme programları, tüm aile sırlarını ekranlara taşıyan programlar, saatlerce süren yarışmalar, moda sanayinin en ince ayrıntılarını gün boyu işleyenler, yemek, müzik, araba, yelken, avcılık kanalları…

Ve tabii futbol ve tabii porno kanallar… Ya da sabahtan akşama kadar İslam’ı bozan sahte dinci yayınlar ve mistik diziler…

BATI’NIN ÇIKARLARI TÜRKİYE’NİN ZARARINADIR

İnsanlar bir yerlere, bir şeylere hazırlanıyor gibi!

Bütün bunlara alıştırılan halk, ağır ağır ısıtılan tenceredeki canlı kurbağadır. Başına ne geldiğini anladığında çok geç olacağı hesaplanmıştır.

Bize kimse Avrupalıları sizin gibi anlatmadı. Kitabınızda şöyle bir ifade geçiyor:

“Çifte standardın bir yüzü olsa, bu, Kertsin Brunberg’in yüzü olurdu.”

Bu adı geçen kişiyi ben Sınırlar Arasında’n da hatırlıyorum. İsveç Radyosu’nun asık suratlı program şefi! Bu ifadeleri fotoğraflamayı, yakalamayı veya insanları böyle gösterecek soruları sormayı nasıl başarıyorsunuz?

Batılı, menfaati çizgisinde her şeyi silecek şekilde programlanmıştır.

Onların çıkarı, Türkiye’nin zararıdır. Bunu Mustafa Kemal Paşa 1922’de söylememiş miydi?

Avrupa’nın en önemli devletleri, Türkiye’nin zarar görmesiyle ortaya çıkmışlardır!”

demişti.

"Türkiye’yi yok etmeye girişenler aralarında birleşmişlerdir!

Bu, yüzyıllarca oluşan kuşaklarda tahrip edici bir gelenek haline gelmiştir. Ve bu geleneğin, Türkiye’nin varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, Türkiye’yi uygarlaştırmak bahanesiyle, Türkiye’nin iç hayatına sızmışlardır! Bunun etkisiyle milletin en çok da yöneticilerin zihinleri bozulmuştur!”

İşte o nedenle çok pişkindirler, işte o nedenle ikiyüzlüdürler…Çıkarları Türkiye’nin aleyhinedir. Ve bunu en alttan en üste kadar çok iyi bilirler.

Brüksel’de görüştüğünüz Senato Başkanı Lizin için “Kaba tavrı o kadar Avrupalı ki” demişsiniz. Bize biraz bu tavrı anlatır mısınız?

Daha röportaj için alındığımız odaya girerken küçümseyici bir tavırla ve yüzünde o “medeni” havalı Batılı gülümsemeyle gelmişti.

Sorular ilerledikçe sinirlendi ve hakaret etmeye başladı.

Sizin kafanız o kadar çalışıyor işte!”

ya da

“Siz pek bir dar pencereden bakanlardansınız!”

gibi cümleler kurmaya başladı…

Siz bana geniş pencereyi anlatın!”

dedim.

Yakında iki üç parçaya ayrılmanızdan söz ediliyor!”

O medeni gülümseme maskesi giderek donuklaştı. Her bir soruya kısa cevaplar verip

Fazla vaktim yok!”

uyarısını yapmaya başladı.

Ermeni meselesi, terör ve ırkçılık sorularında ikiyüzlü tavrı had safhadaydı.

Ermeni soykırımını tanımanın demokrasinin bir şartı olduğunu, aksi halin “ırkçılık” olacağını ve bunun Belçika’da suç olduğunu söylerken sesi yükseliyor.

Belçika’da ırkçı saldırıdan geçilmediğini hatırlatınca sinirlerine hâkim olamayıp gitmeye kalkıyor. Ben onun yöntemini uygulayıp yüzüme Batılı medeni -yani sahtekâr- bir tebessüm takınca kendine yediremeyip gelip karşıma yeniden oturuyor. Tüm bunlar çok “Avrupalı” tavırlar! “Hangi Avrupa” kitabında bu ve benzeri anekdotlardan onlarca var…

ÇAĞDAŞLIK ADI ALTINDA HALKA HIRISTİYAN KÜLTÜRÜ DAYATILDI!

“Hangi Avrupa”da dikkatimi çeken başka bir husus da çeşitli ülkelerin parlamentolarına girmiş olan Türk vekiller… Onların psikolojilerini bize biraz tahlil eder misiniz?

Vatanlarından kopmak zorunda kalmış, ekmek parası için yadellerde sefil olmuş ailelerin hırslı çocukları onlar.

Evin içindeki kültürle, televizyon, okul ve sokaktaki yabancı kültürün sentezi olarak büyümüşler. Ve ne olursa olsun anne babaları gibi zor bir yaşamı seçmemeye yemin etmişler.

Yüreklerinin bir yeri hep anne baba büyük annenin sıla yarasını taşıyor, bir yandan da o eziklikten nefret ediyor.

Küresel dünyanın parçası olabilmek için, yıllarca aşağılandığı “Türk” etiketinden kurtulabilmek için ne yapacağını şaşırıyor… Çoğu bu psikoloji içinde kraldan çok kralcı…

İşlerine geldiği zaman Türk, işlerine geldiği zaman da Alman ya da Hollandalı ya da Danimarkalı veya Belçikalı oluveriyorlar. Eğer Flaman bölgesinde yaşıyorlarsa Flamanları övüyorlar. Valon bölgesindekiler Belçikalıymış gibi Flamanlardan nefret ediyor… Aralarından çok az kendine mukayyet olan çıkıyor ve oralarda yaşayan işçilerimiz bu manzarayı çaresiz izliyor…

Banu Hanım, insanımızın size karşı müthiş bir sevgi var. Hep “Neredeydi Banu Hanım şimdiye kadar?” diye soruyorlar. Sizi kendi cümlelerinizle tanıyabilir miyiz?

Bu karşılıklı bir sevgi… Ben halkına âşık biriyim. Onlarla kavuşunca yaşadığımı hissederim. Ve büyük bir sevgiyle kuşatılmanın verdiği güçle çalışıyorum. Ben hep buradaydım. 9 yaşında TRT çocuk saatinde çalışıyordum. 20 yaşında Havass Yayınları’nda kitap çıkarıyor, 21’de Süreç dergisine makaleler yazıyordum. 23’te Günaydın gazetesinin ekonomi bölümünde muhabir olarak işe başladım.

Ondan sonra birçok gazete ve televizyonda çalıştım. Bir süre Paris’te, bir süre Almanya’da, uzunca bir zaman da İngiltere’de yaşadım. O nedenle Batı’yı iyi tanırım.

Çok sevdiğimiz ve saygı duyduğumuz bir hocamız, sizi çok sever ve sizin için hep dua eder. Tehdit aldınız mı hiç? Maskeleri düşürmek tehlikeli bir durum olabilir…

Teşekkür ederim. Sık sık hayır duaları alan biriyim.

Bu ülkeyi sevenler “Sınırlar Arasında”yı da seviyorlar. Tabii sevmeyenler de var.

Sahte sol, sahte sağ, sahte dinciler, cemaatçiler, tarikatçılar, ABD’nin ılımlı İslam projesinin bayraktarlığını yapanlar ve özellikle Soroscu vakıf, dernek ve enstitülerde çalışanlar, sizin de internette rastlayabileceğiniz gibi benden pek hoşlanmadıklarını açıkça beyan etmekteler.

Özellikle İran programımdan sonra başı Washington’da olan bir grup hakaretler etmeye başladı.

Neden İran programından sonra?

Bunların emeli, Türkiye ile İran ve Suriye’nin arasını açmak, bölgedeki ülkeleri yalnızlaştırmak olduğu için benim yayınlarımdan nefret ederler. Ben tüm bölgenin kurtuluşunu komşu ülkelerin “halklarının çıkarları” doğrultusunda el ele vermekten geçtiğini savunanlardanım…

Aslında Batılıların bize bakışının temeli, onların kendilerini üst kültür gibi görmeleri mi?

Türkiye ve tüm Ortadoğu, Müslüman kültürün hâkim olduğu bir coğrafyadır. Halklar sadece din olarak değil, yürek olarak Müslüman kültüre göre şekillenmişlerdir.

Batılılardan en temel farkları merhametli olmalarıdır. Oysa bu halkların başına gelen bir avuç yönetici, aydın, fikir adamı, sanatçı misyoner okulları vasıtasıyla Hıristiyan kültürle yetiştirilmişlerdir. İşte o nedenle halk bugünkü hatalara düşüyor. Görünüşe kanıp yine Yahudi/Hıristiyan kültür sahiplerine güveniveriyor. Çünkü uzun yıllar kandırıldı. Çağdaşlık adı altında halka Hıristiyan kültür dayatıldı!

Sadece Hıristiyan kültürü mü dayatıldı?

Hayır… Ayrıca doğrudan Hıristiyanlaştırma ve kimliksizleştirme operasyonu da bu coğrafyada hızla sürüyorBatum bir zamanlar Müslümandı. Arnavutluk da öyle…

Ama bugün gidin Tiran Havaalanı’na, sizi devasa bir Rahibe Teresa panosu karşılıyor.

İş bulabilmek için, çocuğunu üniversiteye yollayabilmek için insanlar nüfuslarını değiştirip Hıristiyan oluyor…

BAŞÖRTÜSÜ ILIMLI İSLAM ÇİZGİSİNDE KULLANILIYOR

Özel sohbetimizde Lübnan’da bir çocuk parkındaki gözlemlerinizi paylaşmıştınız.

Temelde mezhep farkı başörtü özelinde çatışmaya mı dönmüştü?

Lübnan’da da büyük oyunun bir parçası olarak kullanılıyor başörtüsü

Orada konuştuğum çeşitli cemaatler başörtüsünün saten veya pamuklu şu ya da bu şekilde bağlanmasının insanların mezheplerini dışa vurduğunu söylediler. Yani kadınlar üniformalılaştırılmış.

Bir kıvılcım herkesi yakıp kül edebilir…

Bence son 20 yılın olayı olan belli şekilde bağlanan (geleneksel olmayan ve Suudi tarzını hatırlatan) başörtüsü, çok çeşitli siyasi akımların dışa vurumu olarak kullanıldı.

Esas olarak ABD’nin “Ilımlı İslam”ını öne çıkarmak ve halkın yapılan propagandaya ne kadar uyduğunun anında test edilmesi için kullanıldı.

Özellikle Lübnan’da bu konuda gerek Hizbullah’la gerekse Said Hariri taraftarlarıyla konuştum… Bence giyim kuşamdan, diğer kültür konularının her birini tek tek ele alıp bir sentez oluşturmalıyız. Önümüze iteleneni kabul etmek felaketle sonuçlanabilir. Ve Türk halkı bu sentezi er ya da geç başaracak ve birçok ülkeye de yeniden örnek olacaktır.

Hep Batı’dan bahsettik… Lübnan demişken Arap ülkeleriyle ilgili eklemek istedikleriniz var mı?

Ben Mısır’da kulaklarımda hep Mısır’lı devrimcilerin Mustafa Kemal Paşa için yazdıkları sözler çınlayarak dolaştım:

Anadolu ihtilalinin hemen ardından El Ahram gazetesi şu satırlara yer vermişti:

“Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Türkler, yurtlarını tutsaklık zincirinden ve zulümden kurtardılar. Çelikten pençeleriyle düşmanı ezdiler. Tüm doğu halklarını aymazlık uykusundan uyandırdılar. Onlara özgürlük ve bağımsızlık yolunu gösterdiler. Doğu’ya parlak bir örnek oldular.”

Banu Avar (18 Temmuz 1955, Eskişehir) Türk yazar, gazeteci, program yapımcısı ve sunucusu.

banuavar_01.jpg



Banu Avar Sınırlar ArasındaGazetecilik hayatına Süreç dergisinde başlayan Avar,1980'li yıllarda Günaydın, Dünya, Vatan gazetelerinde dizi yazılara imza attı, muhabir olarak çalıştı. Londra City Üniversitesinde yüksek lisans yaptı. Londra’da BBC Türkçe bölümünde radyoda çalışırken BBC televizyonu belgesel kurslarına katıldı. Ardından TRT Londra muhabirliğine getirildi. TRT’de yayınlanan 32. Gün programının ilk yıllarında Londra muhabirliğini yaptı.

Kıbrıs belgeseli, Demirkırat gibi belgesellerde yapımcı ve araştırmacı olarak görev aldı. 1985 yılından beri yapımcı ve yönetmen olarak çalışıyor.

1999'da TRT 1 ve TRT 2'de yapımcılığını, yönetmenliğini ve sunuculuğunu üstlendiği Mozaik, Kaleydeskop gibi programları yayınlandı. I. Ceasar, Crimean War, The Great Game ve Troy gibi BBC ve Discovery Channel belgesellerinin Türkiye prodüktörü olarak yer almıştır.

1999'da Tv 8'in Belgesel Bölümünü kurdu, 2004'e kadar belgesel bölümünde yönetmen olarak birçok belgesele imza attı. 2004 yılında Tv8 belgesel bölümü kapandıktan sonra görevinden ayrılarak, TRT 1'de Sınırlar Arasında isimli haber belgesel programın yapımcı ve yönetmenliğine başladı.

Sınırlar Arasında

Özellikle Türk Cumhuriyetleri ve Üçüncü Dünya Ülkelerinde yaptığı programlarla dikkati çekti.

Vasili Tarlev, Kurmanbek Bakıyev, Rauf Denktaş, Mintimir Şaymiyev, Boris Todiç gibi ünlü siyasilerle röportajlar yaptı. Sınırlar Arasında programıyla anti-emperyalist bir tavır gösteren Avar, programda işlediği konular ve üslubuyla birçok kez eleştirilere maruz kaldı. Özellikle İsrail'de ki Filistine karşı yapılan duvarın konu olduğu belgesel bazı İsrail makamlarının tepkisini çekti ve programın rutin tekrar yayını kaldırıldı.

Orhan Pamuk'un İsveç'te Nobel Edebiyat Ödülü almasıyla ilgili bölümü:

Program yayımlandıktan sonra İsveç Büyükelçisi programın yayınlanmaması için Dışişlerine başvuruda bulundu ve Banu Avar'a mektup gönderdi. Ardından gazeteci Yavuz Baydar Banu Avar'ın anayasanın 216. maddesinden yargılanmasını önerdi. Banu Avar'ın buna karşılık yorumu "‘301 kalksın!’ diye bağırıp çağıranlar çıkarları zedelenince ‘falanca 216’dan yargılansın!’ diyebiliyorlar. Bu belli bir grubun uyguladığı çifte standarda sadece küçük bir örnek ve gülünç… Batı dünyası çifte standartlı. Bu her konuda böyle. “Kürdistan özgürleşmeli, bir ülke yaratılmalı” diyenler, KKTC’de özgür ülkeye karşı çıkarlar. Soykırımdan bahsedenler Azerbaycan’daki soykırımı, Filistin’i, Cezayir’i, Ruanda’yı, Somali’yi görmezler…

n saygın kanal BBC’de bile devlet görüşü aksine görüş belirtmek zordur. Bunu 15 Ocak’ta yayınlanacak ‘Sınırlar Arasında’nın İngiltere bölümünde BBC yetkilisinin ağzından duyabilirsiniz." şeklinde oldu.

Banu Avar"ı “ihbar” eden Sabah gazetesi ombudsmanı Yavuz Baydar İsveç vatandaşı mı?



İsveç"i mercek altına alan “Sınırlar Arasında” adlı programı,

“Abuk subuk ipe sapa gelmez yalanlar... Skandal... Rezalet... Utanç verici...” olarak nitelendiren, “Dışişleri Bakanlığı"nı bu rezaleti incelemeye çağırıyorum. TCK 216"ya kadar gider ucu” diyerek programı sunan Banu Avar"ı jurnalleyen Sabah gazetesi ombudsmanı Yavuz Baydar"ın İsveç"le sıkı bağları olduğu ortaya çıktı.

“İsveç vatandaşı mısınız?” sorusunu, “Özel bilgim. Sizinle paylaşmak istemiyorum” diye cevaplayan Baydar, uzun yıllar İsveç"te kaldı. Liseyi Eskişehir"de tamamladıktan sonra üniversite eğitimi için İsveç"e yerleşen Baydar, Stockholm Üniversitesi Bilgi İşlem Fakültesi Sibernetik ve Enformatik bölümünden mezun oldu. Baydar, İsveç Radyo - Televizyon Kurumu"nda görev yaptı.

Korkudan ödü kopuyor

Orhan Pamuk alkışlarla karşılandı” haberleri asparagas çıktı!!! Yayıncısının eline tutuşturduğu çiçekle yürüyen Pamuk"un etrafında sadece koruma ordusu vardı. Vatandaşlar, iftiracı Pamuk"u nefret dolu gözlerle süzdü...

Faşizmden beter

Pamuk"a Nobel veren İsveç"in ipliğini pazara çıkardığı için çarpıtma ve yalan haberlerle lince tabi tutulan gazeteci Banu Avar"a yönelik, karalama kampanyası dün de sürdü.

TRT"deki "Sınırlar Arasında"programının hazırlayıcısı ve sunucusu Banu Avar"a yönelik, Milliyet ve Sabah gazetesi ile birlikte Habertürk internet sitesinin linç kampanyası sürüyor.

TRT Genel Müdürlüğü, İsveç"e ve Nobel"e hakaret edildiğini ileri süren Sabah gazetesi çalışanı Yavuz Bayar"ın başını çektiği malum çevrenin etkisinde kalarak, programı incelemeye aldığını açıkladı.

Daha programın tekrarının yayınlanıp yayınlanmayacağı kesinleşmeden, Sabah gazetesi, "TRT"deki skandal program kalktı" manşetini atarken, takipçisi Milliyet gazetesi ise "İsveç bölümü TRT"de kriz yarattı" başlığını kullandı.

Pamuk"un Türk milletine hakaret ederek Nobel"lenmesini öve öve bitiremeyen Habertürk internet sitesi ise, "Skandal program yayından kalktı" diyerek, devletin televizyonunu baskı altına almaya çalıştı.

Tabii, devletin radyo televizyon kurumu TRT"nin, bu yayınlardan etkilenerek menfi bir karar alması kafalarda soru işareti oluşturacak. Bunu programın tekrar yayınlanacağı Cumartesi günü göreceğiz.

Kim yalan söylüyor

Yine dikkat çeken bir başka nokta ise, Sabah ve Milliyet gazetelerindeki aynı mantıkla hazırlanmış haberler arasındaki derin çelişki. Sabah"ın haberinde deniyor ki, "İsveç"in Ankara Büyükelçisi Christer Asp, kendisine Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından programın yayımlanacak tekrarının kaldırılacağının söylendiği... "Milliyet"te ise, "Büyükelçi Asp TRT ya da Dışişleri ile temasa geçmediğini, ancak tekrarının ekrana gelmemesinden memnun olduğunu söyledi."Müstemleke basını gibi hareket eden bu iki gazetenin birinin haberi yalan üzerine kurulu.

Ya da İsveç Büyükelçisi doğruyu söylemiyor. Bilinen tek gerçek ise, malum çevrenin Türk milletini gerçekleri gösteren, İsveç"in ipliğini pazara çıkaran gazeteci Banu Avar"a yönelik linç kampanyasını sürdürdüğü.

TRT"nin en çok izlenen programı "Sınırlar Arasında"nın hazırlayıcısı ve sunucusu gazeteci Banu Avar"a linç kampanyası başlatıldı.

Orhan Pamuk ASPARAGASI

"Türkler bir milyon Ermeni 30 bin Kürdü öldürdü. Kimse söylemiyor, bari ben söyleyeyim" diyerek, Avrupalılar tarafından Nobel ile ödüllendirilen Pamuk Orhan, Türkiye"ye gelmiş! Pamuk"un gelişini de sadece birkaç gazete ve televizyon kanalı duyurdu. Bu gazete ve televizyonlarda yeralan haber de aynı şablondan çıkma gibiydi. Pamuk ve Nobel lobiciliğine soyunan bazı gazetelerin gerçekle bağdaşmayan haberleri dışında kimsenin ne Nobel"i ne de Orhan Pamuk"u taktığı var. Asparagas haberlerle, milletin beyni yıkanmaya çalışılıyor.

Haberde deniyor ki, “Orhan Pamuk, Stockholm"deki programını tamamladıktan sonra İstanbul"a geldi: Pamuk"un geleceğinden kimsenin haberi yok. Sine sine geliyor, sizin nereden haberiniz oluyor? Hani kampanya başlatmıştınız, karşılama törenleri yapacaktınız?

Pamuk, Atatürk Havalimanında çiçeklerle karşılandı: Hangi çiçeklerle? Elinde sadece bir çiçek var. Onu da kimin verdiği belli değil. Yanında duran yayıncısı mı verdi? Yoksa, İsveç"ten elim boş gelmesin diye kendisi mi aldı?

Pamuk, gazetecilere yaptığı açıklamada: Hangi gazetecilere? Bu gazeteciler kim? Gizli geldiğine göre bu gazeteciler nereden biliyordu o saatte orada olacağını? Bu gazetecilerle nerede konuştu? Hiçbir şey belli değil. Orhan Pamuk konuşuyor ve "Bu ödülü Türkiye"ye ilk defa getirmenin şerefini yaşadım. Bunu bütün ülkemle, bütün Türkiye ile paylaşmak istiyorum" diyor:

İyi de, seni yayıncından başka kimse karşılamadı. Ödül getirmenin şerefini Türkiye ile paylaşmanın da imkânı yok. Çünkü sen o ödülü Türk milletine hakaret ettiğin için aldın.

Nobel ödülünü almanın kendisi ve Türkiye için büyük bir gurur olduğunu da dile getiren Pamuk, “Bu ödülü yalnız kendim için almadım” dedi: Başka kimler için aldığı biliniyor zaten.

Pamuk"un Türk milletine hakaret ettiği için milletin de "A, ne güzel Pamuk bize hakaret etti, hadi onu kutlayalım" diyecek hali yok. Pamuk"un Türk milletine küfrederek aldığı Nobel"e sevinenler belli. O Pamukgillerin bir kısmını İsveç"te fraklarıyla gördük

Tepkiler... Tepkiler...
Teslimiyetçiler rahatsız oldular.

Banu Avar"a yönelik linç kampanyası yürüten gazetelerin internet sitelerine tepki yağıyor. Avar"a millet sahip çıkıyor.

Milliyet sitesindeki yorumlar

* Fikir özgürlüğünden insan haklarına saygıdan, demokrasiden dem vuranlar, ucu kendilerine dokunduğunda ne hale geliyolar!! Bravo Banu Avar. Bize Avrupanın gerçek yüzünü gösterdin!!!

* Başkaları bizim hakkımızda atıp tutunca iyi, biz onlarla ilgili iddiaları gündeme getirince tu kaka. Tipik bir çifte standart.

* Bence bu programda yanlış hiç bir şey görmedim. Tam tersine Banu Avar"ın programını her hafta iple çekiyorum.

* Türklüğe hakaretin bile suç olmadığı bir ülkede Nobeli ve Orhan Pamuk"u eleştirmek neden suç kapsamına giriyor?

* Ben sürekli bu programı izliyorum gerçekleri yansıtan ve Avrupalıların görüşlerini kendi ağızlarından aktaran bir program. Avar"ın kimseye programında vatan haini dediğini duymadım, Pamuk"un kendi sarfettiği sözleri orada yayınladı. Kaldı ki demokratik bir ülkedeysek elbette insanlar eleştirisel programlar yapacak.

* Demokrasi ülkesi
olduğu söylenen İsveç"in Büyükelçisi programın yayınlanmasına karşı çıkarak sansüre destek vermiyor mu? Kürtler, Ermeniler İsveç"i neden bu kadar igilendiriyor acaba? İskandinav ükelerinin Samiler ve Tatarlar"a yaptıkları neden hiç anlatılmıyor?

* Söylediklerinin hepsi ispatlı delile dayalı gerçekler, neden insanları rahatsız ediyor. İsveç Büyükelçisi ülkesinde basın özgürlüğünün olmadığını burada da kanıtladı. Programın tekrarını yayınlatmamak için TRT "ye yaptığı baskı sizce özgürlük müdür? TRT"nin programın tekrarını yayınlamaması ise TRT adına utançtır.

* Danimarka"da yayınlanan karikatürlerden sonra “fikir özgürlüğü, demokrasi var” diye ne yayınlar durdu, ne özür dilendi. Sayın RTE, Rasmussen"e, yaptığı tüm başvuruşlarda sonuçsuz kaldı.

* Herkesi eleştirmeyi seven ve şeffaflıktan yana olduğunu sürekli savunan Avrupa kendisine gelince niçin huysuzlaşıyor. Şeffaflıksa herkesde şeffaflık olmalı...

NTV"deki yorumlar

* İsveç"deki Türkçe yayını kaldırırlarken ses vermeyenler şimdi sahnede yerini almış, içimizdeki İsveçli olmaya özenmiş, bizden de öyle olmamızı istemektedirler ama insanımız gerçeklerin farkında, orada gençliği, kadınların uğradığı şiddeti, silahsızlanma ve barış derneğinin yöneticilerinin ve Nobel komisyonundaki kişilerin nasıl olduğunu öğrendik.

Avar, İsveç"in tarihinde yapmadığı bir şeyden mi bahsetmiş? Kendi tarihlerinde kayıtları bulunan gerçekleri bize göstermiştir.

* Banu Hanım gibi gerçekleri bütün çıplaklığı ile gözler önüne seren bir gazeteciye kimsenin gölge etmeye hakkı yoktur.

* TRT de Nobel"i öven bir çok program da yapılmıştır. Kimse de bir tepki göstermemiştir. Ancak Banu Avar gibi değerli bir programcının farklı açıdan yaklaşımları, teslimiyetçi özentileri hemen rahatsız etmektedir. Biraz saygı istiyoruz.

* Sayın Banu Avar"ın yaptığı TRT"deki programları beğeniyle ilgiyle izliyorum.

Jurnalci Yavuz Baydar kimdir?
Gazeteci Banu Avar"ın TCK"nın 216"ncı maddesine göre yargılanmasını isteyen Sabah ombudsmanı Yavuz Baydar"ın, İsveç hassasiyeti nereden geliyor? İsveç"in öteki yüzünü gösterdiği için ağır ifadelerle eleştirdiği Avar"ı İsveç"e ve Türk Dışişlerine jurnalleyen Baydar"ın "İsveç vatandaşı" olup olmadığı merak konusu. Baydar, "Türk vatandaşlığının yanında İsveç vatandaşlığı da aldınız mı?" sorumuza "Özel bilgim. Sizinle paylaşmak istemiyorum" diye cevap verdi.

İşte, "İsveç"e hakaret edildi" diye ortalığı ayağa kaldıran Yavuz Baydar"ın özgeçmişi.
“Yavuz Baydar, lise öğrenimini Eskişehir"de tamamladıktan sonra, üniversite öğrenimi için İsveç"in başkenti Stockholm"e yerleşti. Burada önce Stockholm Üniversitesi Bilgi İşlem Fakültesi"nde Sibernetik ve Enformatik okudu.

İsveç Radyo - Televizyon Kurumu"nun (RR) açtığı bir sınavı kazanarak sırasıyla muhabir, editör, yapımcı ve haber sunucusu oldu. Bunun yanı sıra radyonun İsveççe ana bölümünde, aralıklı olarak haftalık müzik programları da hazırlayıp sundu.

İsveç TV"sinde haftalık Türkçe çocuk programı Spraka"nın sunucusu oldu. Gazetecilik çizgisinde ilerlerken, 1982 - 84 arasında İsveç"in Stockholm Basın - Yayın Yüksek Okulu"nda (JH) eğitim gördü. Mezuniyeti ardından, Cumhuriyet gazetesi İsveç, Norveç ve Finlandiya alanlı İskandinavya muhabiri oldu. BBC World Service Türkçe Yayın Bölümü"nde yapımcı - sunucu olarak görev aldı. 1994 yılı sonunda Türkiye"ye döndü. Yeni Yüzyıl gazetesinin kurucu kadrosunda (Okay Gönensin"in genel yayın yönetmenliğinde) Dış Haberler Müdürü olarak görev aldı. 1997 yılında radyoya geri döndü; Show Radyo Genel Yayın Yönetmeni olarak çalıştı.

1999 yılı başında, gazeteci-yazar Umur Talu"nun da girişimiyle, dönemin Milliyet gazetesi yönetimi tarafından, gazetenin (ve Türkiye"nin) ilk haber ombudsmanı (okur temsilcisi) olarak atandı. Halen Sabah gazetesi ombudsmanı olarak çalışıyor.”


Banu Avar, yaptığı, ‘Sınırlar Arasında’ isimli programla ‘Medeniyetler (Dinler) arası diyalogun’ hangi odaklarca tezgâhlandığını bir kez daha gözler önüne serdi…
Bravo Banu hanıma!..
Yıllardan beridir çeşitli vesilelerle ‘Batı’nın bu iğrenç yüzüne dikkat çekmeye çalıştım. Efsanelerinde vampir figürünün öne çıkmasının tesadüf olmadığına, zihinlerinin arka planında vahşice kan dökmek ve yok etmek şartlanmışlığı bulunduğuna işaret ettim.
Barbarlıklarını, sadece insana değil, hayvan bitki ve eşyaya da acımasızca düşman olduklarını ve teknolojiyi bir medeniyet unsuru olmaktan çıkarıp dünyayı, hatta kainatı imha etmede bir enstrüman olarak kullandıklarını söyledim.Ama içimizdeki, onmaz aşağılık duyguları nedeniyle, batıya karşı kayıtsız şartsız bir teslimiyet öneren kimseler, bu gerçeği görmemekte ölesiye bir ısrarın peşine düşmeyi tercih ettiler.

Banu Avar, yaptığı programla, batının bu barbar yüzünü bir kez daha deşifre ederken, batılı argümanların, mesela demokrasi, barış ve daha bunun gibi içi boş teneke misüllü ses çıkaran ama insanlık için hiçbir fayda üretmeyen iddiaların, arka planına dair önemli veriler elde etmemizi de sağladı.

Batı: Kendi halklarının refahı için, sanayi devriminden bu yana, sistematik bir biçimde insanlığı ve tabiatı topyekûn imha edecek projeleri gözünü kırpmadan hayata geçiren canavarların yaşadığı coğrafya parçası!...

İşte bunlardan birisi İsveç…
Yüz yılı aşkın bir süredir toplu katliamlara neden olan silahlar üretiyor.
Bunda, kuşkusuz ki, Alfred Nobel’in payı çok büyük.
İnsanlığın başına en büyük belalardan birini salan bir kimse adına ‘barış’ (!?) ödülü vermek de batılılara has bir ironi (!) anlayışının sonucu olsa gerek.
İşte bunun en çarpıcı kanıtlarından birisi!
“Silah şirketlerinin maliyeti her geçen gün büyüyor. Bu maliyetin karşılanması için biz şöyle bir çözüm üzerinde çalışıyoruz. Gelişmiş silahlar yapan ülkeler, maliyeti paylaşarak işbirliği halinde silah üretmeliler.” (?)
Bu sözler, İsveç’teki ‘Barış Enstitüsü’ başkanına ait.
Bu şu anlama geliyor. Batılılar barış derlerken, kendileri dışında kalan halkların kayıtsız şartsız teslim olmalarını öngörmektedirler!
Yani, yaşamak istiyorsanız, sömürülmeye rıza gösterip teslim olun!
Hem zaten Alfred Nobel’de öyle dememiş miydi?.. ‘O kadar korkunç bir katliam aracı bulmalı ki, insanlık korku ve korunma içgüdüsüyle barışı seçsin!’
Tam bir batılı kafası!
Bunun traji-komik bir ironi mi, yoksa can yakan batı paradoksu mu olduğuna siz karar verin!

Bu güne kadar, kıytırık bir Avrupa ülkesi imajı vererek, bu yönünü gizlemede bir hayli başarılı olan İsveç’in silah satışında en önemli pazarı ABD ve İngiltere…
1991 yılındaki körfez savaşında İsveç mamulü silahların payı azımsanacak gibi değil… Keza, Afganistan işgalinde kullanılan füzelerin de öyle… Programdaki ifadeyle; ‘Orta doğuyu yakan silahlar, İsveçlilere refah olarak geri dönmüş!”
En önemli partneri Amerika, dedik!.. Sadece silah satışı alanında mı? Tabii ki hayır! ‘Kültür diplomasisi’ marifetiyle halkı Müslüman olan ülkelerdeki satışa gelmeye amade aydınları kafeslemede de birlikte hareket ediyorlar.
Mesela Amerika başkanı bir isme işaret ediyor (bkz. Bush’un, Orhan Pamuk’u öven İstanbul konuşması), İsveç’teki kan ve ateşle beslenen ve fakat adı ‘barış’la başlayan örgüt de hatırı sayılır bir maddi bedel ödeyerek nokta atışı yapıyor!
Bu, bir tür; parola ve işareti gibi…

Yukarıda, programın deşifre ettiği önemli hususlardan birisinin, silah satışı yanında ‘kültür diplomasisi’ tezgâhı olduğuna değindik. İşte bu faaliyetler bağlamında Amerika’daki ‘Uluslar arası Yazı Programı’ çok aleni bir biçimde kendi güvenliklerini sadece askeri alanda değil, kültürel alanda da sağlamaları gerektiğine vurgu yaparak asıl amaçlarını açıkça deklare etmektedirler. İşin daha da ilginci, programa davet ettikleri satılık kalemleri bu iş için kullandıklarını gizleme ihtiyacı duymaksızın kamuoyunun bilgisine sunmaları olsa gerektir…
Adına, ‘Medeniyetler arası diyalog’ (diğer bir ifadesi Dinler arası diyalogdur) dedikleri bu kumpas, zihni devşirilmiş aydınlar (?!) marifetiyle kuruluyor ve sonrasında, ülkemizdekine benzer gelişmeler birbiri ardına sökün ediyor… Sahi unutmadan, Orhan Pamuk’un da 80 li yıllarda bu programa katıldığını hatırlatalım…

Daha önce söylemiştim, bir kez daha ifade etmekte fayda mülahaza ediyorum.
Bu memlekette yaşayan herkes şunu çok iyi bilmelidir!

İster sağcı, ister solcu, ister İslâmcı, ister laikçi, özetle, hangi görüş ve çizgide olursa olsun herkes, ama herkes, batılılar nezdinde Osmanlı’nın torunları ve her şeye rağmen Müslüman’dırlar!

Bu gerçek, hiçbir şekilde ve şartta değişmeyecek, batılılara yaranmak isteyenler de bunun dışında asla kalmayacaktır!
Bu bağlamda, ‘İslâmîliğe yönelik tüm eleştiriler ve yıpratma çabaları, büyük bir iştahla bu toprakları yutmaya hazırlanan batının işini kolaylaştırmaktan başka da hiçbir işe yaramayacaktır!

Bu gerçeği kabullenemeyenlere, bol Orhan Pamuk’lu günler dilerim…

Günümüzde toplum mühendisleri çok iyi bir şekilde çalışıyor.

Arkadaşlar lütfen bu oyunlara gelmeyelim.

Tek yolumuz Atatürk'ün yolu olsun ve Türk'ün tek dostunun yine Türk olduğunu asla unutmayalım.
 
Üst