Bastırılmış Duygular

Hatice İntaç

Onursal Üye
Katılım
24 Mar 2008
Mesajlar
23
Tepkime puanı
0
Puanları
0
BASTIRILMIŞ DUYGULAR

“Hisler, tekmeleyip şaha kalkan at gibi korku ve azgın enerjiyle doludurlar.
Uslandırmanın tek yolu, onunla birlikte olmak ona canını yakmayacağınızı ve sırtından inmeyeceğinizi kanıtlamaktır”



Kim size “ hiçbir şeyden korkmuyorum” derse inanmayın çünkü her insanın az veya çok içten veya dıştan kaynaklanan korkuları vardır. Kimimiz yılandan, akrepten, köpekten kediden korkarken, kimimiz de uçağa binmekten, yükseklikten bir yerde kapalı kalmaktan korkarız. Korkunun bir başka kaynağı daha vardır ki, o da içimizdeki bastırılmış duygulardır. Nefret gibi, öfke ve kin gibi, bencillik ve kibir gibi. Neden ve kimden korkarsak korkalım korkunun menşei aslında taa çocukluğumuza dayanır. Hayatımızın erken dönemlerinde ve bulunduğumuz kültürde hoşa gitmeyen şeyleri yapmak genelde toplumda kabul görmez. Bu yüzden çocukluk veya ergenlik dönemini yaşayan birey, duygusal ifadesini kısıtlamak durumundadır. Çünkü bu dönemlerde başkalarına bağlı ve bağımlı olarak yaşamak zorunluluğu vardır ve her şeyin doğrusunu ve iyisini o başkaları dediğimiz anneler, babalar, öğretmenler kısacası büyükler bilirler. Bu yüzden gelişme çağındaki birey çoğu duygularını onların isteği doğrultusunda bastırmak zorundadır. Ağlayan bir çocuk genelde susturulur. Ağlamak ve duygulanmak büyükleri tarafından kabul görmeyeceğinden ve belki de onların sevgisini yitirme korkusundan çocuk ağlamaktan korkar ve kendi duygularına sırt çevirir, gözyaşlarını bastırır ve sonunda daha önce ebeveynlerinin yaptığı gibi duygularından kopar.( Duygusuzluksa en kötü duygudan bile daha vahimdir.) Bu yüzdendir ki hayatlarımızı, dünyayı güvenilmez ve korkutucu bulan bir çocuğun bakış açısından geliştirilmiş bir inançlar ve tepkiler modeline göre yaşıyoruz. Fiziksel ve duygusal tepkilerin sürekli bastırılmasından dolayı da stres ve endişeden kurtulamıyoruz ki bunlar ruhsal ve fiziksel hastalıkların ilk habercisidirler.

Bedenimiz her zaman fiziksel ve duygusal bir bilgi deposudur ve çoğu zaman tepkiler vererek bizi duygularımızı keşfetmeye zorlar. Örneğin göğsümüzde hissettiğimiz her sıkıntı ve ağırlık her zaman bir kalp rahatsızlığının değil, bastırılmış duygularımızın, sakladığımız korku ve endişelerin ifadesi olabilir. Bazılarımız çocukluktan bu yana benliği ve sevgiyi kaybetmenin hayali tehdidinden korkan ve sürekli kendini kandıran bireyler olarak yetiştik. Bu yüzden de kendimiz olamadık ve yaratıcılığımızı, üretkenliğimizi ya kısıtladık ya da hepten yitirdik. Hayatımız boyunca hep koşullu ilişkilerle yaşadık. Ailelerimiz, öğretmenlerimiz hatta arkadaşlarımız söze hep “eğer” diye başladılar. Eğer beni dinlersen, eğer başarırsan, eğer özür dilersen vs. vs. Kendi hür irademize engeller koyup hep şartlandırıldık ki bu da özgüvenimizi etkiledi ve kendimiz olmayı engelledi. Kendimizi , duygularımızı bastırmak suretiyle sanal bir güvenlik çemberinin içine hapsettik. Böyle bir yaşam alanında kızgınlık, kırgınlık ve korku tüm benliğimizi sardı. Yargılanmamak, eleştirilmemek için hep şartlanmak ve kabullenmek zorunda kaldık. Duygularımızı açığa vurmaktan korktuk ve korktukça da başka korkular ürettik.

Tüm olumsuz tepkilerin kökeninde korku vardır. Korkuyu deneyimlemek yerine genelde kendi kendimizi sorgulamaya cesaret edemediğimizden, ondan kaçmak yolunu seçeriz. Bu da kızgınlık, kırgınlık, bunalım, geri adım atma gibi olumsuzluklarla sonuçlanır. Oysa korkuyu yenebilmek için önce kendimizle, sonra da korkunun meydan okuyuşuyla yüzleşmemiz lazımdır ki bunun da tek yolu korku anında ilk adımı atmaktır. Her ne kadar bilinçaltımızda bastırılmış duygularımızdan kendimizi tamamen soyutlamamız mümkün olmasa da buna kendimizi zorlamalıyız çünkü korkularımızdan kurtulmanın tek yolu vardır ki o da korktuğumuz şeyleri deneyimlemek, üstüne gitmek ve ona meydan okumaktır.

Bastırılmış duygularımızı açığa çıkarmanın, onları yeniden kazanmanın ve özgürleşmenin yolu onları analiz etmekten geçer. Duygularımızı analiz ederken kendimize karşı eleştirisiz bir gözlemci gibi davranmalı, doğuştan hediyelerimiz olan duygu ve hislerimizi tekrar kazandıkça kendimize daha çok güvenmeyi öğrenmeliyiz. Bedenimizi ve duygularımızı hissetmeye karar vermek, yeni bir kimlik için bastırdığımız duygulardan türemiş olan suni güvenliğimizi terk etmek demektir. Bu seçim kim ve ne olduğumuzu gözlemleyip kabullenmeyi öğrendikçe önyargılarımızı terk etmeye bir karar veriştir. Hakkımızda edindiğimiz bilgileri yargılama, ayıplama ve suçlama yerine anlayış ve toleransla karşılamak ve kabul etmek her zaman daha doğru neticelere götürür.

Duygularımızı, arzularımızı, ihtiyaçlarımızı objektif olarak izleyip değerlendirmeyi öğrendiğimizde daha önce farkında olmadığımız duygularımızı da keşfedip hepsinin harmanlanması sonucu gerçeklere dayalı bilgiye ve duyarlılığa sahip olacak ve kendimizi yeniden yaratacağız.

Hayatımızın akışının ne yöne ve nasıl olacağını bilemesek de hayatta bizi en doğruya götürecek şey hislerimizdir. Yüreğimizin derinlerinden gelen hislerimiz bizim için en doğru olanı söylüyor ama biz o kadar dalmışız ki dünya hallerine; o kadar meşgulüz ki kendi dışımızdaki her şeyle duygularımızı algılayamıyor, onların sesine kulak veremiyoruz.
 

Türkiye Sevdalısı

Dost Üyeler
Katılım
26 Eki 2010
Mesajlar
190
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrının emanet verdiği bedende
Cevap: Bastırılmış Duygular

Yanılgılar Korkunun Tusunamisidir.

Doğumdan sonra hayat var mı? (Bir internet öyküsünden uyarlama)

Karanlıktaymışlar. İki embriyo, bir ana rahminde...
Her şeyden habersiz bekleşiyorlarmış, sudan bir beşiğin içinde...
Sarılıp birbirlerine, karanlıkta uyumuşlar öylece...

Haftalar geçmiş, ikizler gelişmiş. Elleri, ayakları belirginleşmiş. Gözleri çıktıkça meydana, ikisi de çevrede olup biteni fark etmiş... Ne rahat, ne güvenli bir dünyaymış bu... Sıcak, ıslak, sevgi dolu... Öyle güzel bir dünyada yaşıyoruz ki" demişler, ... "Ne mutlu bize..."

Gel zaman git zaman, çevreyi keşfe girişmişler. Bu karanlık dünyayı ve hayatın kaynağını deşmişler. Onları besleyip büyüten kordonu fark edince o kordonla kendilerini var eden Anne'lerine şükretmişler.

Sonra başlamış bir varoluş tartışması:
"Buraya nereden geldik, biz nasıl olduk" diye sormuş ikizler... "Annemiz" demiş biri, "O bizi var etti, bize can verdi."
"Ne biliyorsun" diye itiraz etmiş öteki, "Sen hiç Anneni görmedin ki... Belki de o sadece zihnimizdedir. Anne inancı bizi rahatlattığı için uydurduğumuz bir şeydir."

Süredursun ana rahmindeki tartışma, ikizler büyüyüp gelişmişler. Rahme sığmaz olup tekmeleşmişler. Artık parmakları ve kulakları varmış kerataların... Büyüdükçe anlamışlar ki, yolun sonu yakın...
Gün gelecek, bu güzelim hayat bitecek; Karanlık bir yolculuk, onları bir başka diyara çekecek.

" Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz" diye fısıldamış ikizlerden biri efkarla... "Ben gitmek istemiyorum" diye diretmiş öteki; " doyamadım ki daha hayata... Ama mukadderat alnına yazılandır; dua et, belki doğumdan sonra hayat vardır."

Sormuş karamsar olan: "Bir gün bize hayat veren kordon kesilecek. Ondan sonra başımıza neler gelecek?"
Şiirle cevaplamış iyimser olan: "Birçok giden/ memnun ki yerinden/ çok seneler geçti/ dönen yok seferinden..."

Ve günlerden bir gün, yer sarsılmış, duvarlar kasılmış. Dayanılmaz sancılarla ikizler beklenen günün geldiğini anlamış. Buruşuk kollarıyla birbirlerine son kez sarılıp vedalaşmışlar. Ve "ömrümüz bitti" diye çığlık çığlığa ağlaşmışlar. Azrail sandıkları bir el kesmiş onları hayata bağlayan kordonu, ağlaya ağlaya karanlık bir koridordan öbür hayata çıkmışlar.

http://tatienoyale.free.fr/yasamvarmi.zip

Sunu bana aittir


 
Son düzenleme:

Türkiye Sevdalısı

Dost Üyeler
Katılım
26 Eki 2010
Mesajlar
190
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrının emanet verdiği bedende
Cevap: Bastırılmış Duygular

Yanılgılar Korkunun Tusunamisidir.


BENİ ISIRIR MISIN SEVGİLİM ?


Dost, arkadaş veya eş olarak sectiğiniz kişinin her şeyden önce dişlerine bakınız. Dişlerinin ne kadar uzun, ne kadar keskin olduğuna. Onun zaman zaman sizi ısırmasına fırsat veriniz. Hatta ısırması için onu kızdırınız. Böylece kızgınlık anında sizi ne kadar ısırabileceğini, canınızı ne kadar yakacağını ve bunun ne kadar sürede iyileşeceğini test ediniz. Bazı dişlerin kuduz mikrobu taşıyabileceğini düşünerek panzehirinizi hazır tutunuz. Eğer bu kişilerin dişlerinin ne kadar uzun olduğunu, ne kadar keskin olduğunu ve ne kadar can yakıcı olduğunu zaman geçtikten sonra öğrenecek olursanız bu sizin için büyük bir hayal kırıklığı olacaktır.


Genelde dost, arkadaş veya eş olarak seçilen kişiler ilk zamanlarda birbirini kırmamaya azami özeni gösterirler. Dostluğun, arkadaşlığın veya birliktelikliğin uzadığı durumlarda bu dişler yavaş yavaş ortaya çıkar. Ne yazık ki bu süre içinde gözleriniz de yavaş yavaş perdelenmeye başlayacaktır. Bu ise dişleri net olarak görmenizi zorlaştıracaktır. Yeni başlamış birliktelikler yeni doğmuş hayvan yavrusu gibidir. Yırtıcı bir hayvan olup olmadığını ilk bakışta anlayamayabilirsiniz. Bir kaplan yavrusunun şirinliği gözlerinizi kör edecektir. Zamanla büyüyen yavrunun kızgın davranışlarını fark edemezseniz büyüdüğünü bile göremeden sizi ilk fırsatta parçalayacaktır.


Dost, arkadaş veya eş olarak seçtiğiniz kişileri zaman zaman kızdırınız. Sakın "Kızdırırsam dostluğumuz, arkadaşlığımız, birliktelikliğimiz biter" korkusuna kapılmayınız. Eğer ortada bir sevgi, bir saygı, bir aşk varsa dişleri gösterdiğine pişman olacaktır. Özür dileme süresi ne kadar uzun olursa, tekrar ısırma olasılığıda o kadar yakın olacaktır. Kızgınlık anında sizi ısırdığında dişlerini fazla derine saplarsa veya dişlerini fazla derine saplamayıp takip eden bir iki gün içinde özür dilemezse onu ait olduğu yere gönderiniz.

Ormanda yaşama hakkını kendisine iade ediniz.

Türkiye Sevdalısı
 
Son düzenleme:
Üst