Begendiğiniz köşe yazıları.

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Kimden yanasın?

Kimden yanasın?

İnsan mısın?

Türban konusu ile alâkalı çok yazı yazdım bu zamana kadar. Fakat ne kadar açıklayıcı yazarsanız yazın, sığ görüşlü insanların kafalarındaki kemikleşmiş düşünceleri kıramazsınız.

Bu gün baktığımızda bu ülkenin “bilim için yola çıkmış” profesörleri dahi sıradan bir vatandaştan daha sığ düşünüyorsa durumumuzun vahametini anlatmak çok ama çok zor.

Yukarıda kemikleşmiş düşünceler dedim. Ve sıradan vatandaş dedim.

Bunlara açıklık getirmem gerek. Düşünceleri kemikleşmiş bir insan ön görüsüz ve vizyonsuzdur. Geleceğe dair o kişiden ümit var olunmaz. Delilli yada delilsiz ne söylersen söyle, işine gelmediği takdirde söylediklerini kabul etmez.

Sıradan vatandaş ve profesör kıyaslamam ise; konuya açıklık getirmek içindir. Sıradan bir vatandaşın beyanatı pek bağlayıcı olmaz. Sorumluluğu yoktur çünkü. Fakat bir bilim adamı dendiği zaman ağzından çıkabilecek söz yada sözler bağlayıcı niteliktedir. Ve söylediği her sözden sorumludur.

Baş örtüsü konusunda öylesine fütursuzca ve keyfi beyanatlar veriliyor ki, tepkisiz kalmak mümkün değil.

Kimi; “laiklik elden gidiyor” derken, kimi; “şeriat geliyor” çığlıkları atıyor.

Baş örtüsü şeriatın ilk adımı imiş.

Ben ısrarla türban kelimesini kullanmıyorum. Zira ne Türk kültüründe nede dinimin emirleri içinde böyle bir şeye yer yoktur.
Türban Fransız giyim kültüründe önemli yer tutan bir aksesuardır.

Fakat bizim millet bunu başını örten bayanları bir sınıfa sokmak için kullanmaktadır.
Sınıf: Türbanlı sınıfı. Yani bir nevi yaratık… This is a türbanlı!

Şeriat, Allah’ın kanunları bütünüdür. Hâl böyleyken her “müslümanım” diyen,
otomatikman şeriatı yani Allah’ın kanunlarını kabul etmiştir.

Baş örtüsü yani tesettür Allah’ın kesin emridir(Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da kesin beyanıdır). Ve bunu uygulamak eğer “gelmek üzere olan” şeriatın ayak sesleri ise, oruç tutanlar yada namaz kılanlar yada Kur’an okuyanlarda potansiyel tehlike bana göre bu noktada. Yanılıyor muyum?

Öyle ya, bana göre Kur’an okumak ve namaz kılmak daha radikal bir eylem. Yani şeriatı daha fazla çağrıştırıyor!

Ve zavallılığımızı izledikçe daha fazla endişeleniyorum. Atatürk istismarcısı bir gurup insanın “öfkesi”ni görüpte endişelenmemek ne mümkün. Önyargı ve aşağılık komplekslerinin kurbanı olmuş insanların hâlleri gerçekten içler acısı…

Bazı “öğretim üyeleri”; “okullarda baş örtü serbest olursa okul kapılarını kilitleriz, örtülü öğrencilerin notlarını düşük veririz” Dedi… Bu bile dendi yani ve buna benzer nice çirkin ve OLDUKÇA ÇAĞ DIŞI ifadeler. İşte asıl çağ dışılık budur.

Baş örtüsüne tepkinin asıl sebebi çağdaşlığın muhafazası içinse, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?


Bazı sivil toplum kuruluşları, bir takım guruplar, bazı siyasiler ve vesaireler, baş örtüsü bahanesiyle meydanlarda yada kürsülerde bayatlamış sloganlarla kendilerini halka yutturmaya çalışıyorlar. Bu çaba aklı olanların dikkatinden kaçmıyor.

Her seçim zamanı meydanlarda bütün siyasi liderler “baş örtüsü sorununu çözeceğiz” sloganları ile oy toplamaya çalışırken laiklik yerinde duruyordu da şimdi mi paçalar tutuştu? Yada jetonlar düştü… Hadi
sahtekârları, dalkavukları bir kenara bırakalım da bu halka ne oluyor?

Bir “Hepimiz Hırantız, hepimiz Dinkiz” diye ortaya çıkarlar bir bakarsınız “laiklik elden gidiyor” diye çıkarlar… Hepsi kurulmuş birer robot gibi. Neye ve kime hizmet ettiklerinin farkında olmayacak kadar kapalı şuurları ve at gözlükleri ile dolaşan bu güruhta nereden çıkıyor? Kim bunlar?
Atatürk sömürgenleri! Atatürk’ün hayat felsefesinden bihaber GERÇEK KARA CAHİLLER!

Her türlü ahlaksızlığa ses çıkartmayıp, kabullenenler ve fakat baş örtüsü kullandığı için insanları dışlayanlar, bana göre ancak ve ancak akıl ve fikir kabızlarıdır. Ve çekilen bu pekliklerin şimdilik bir çaresi yok… Durum vahim yani.

İran’a benzeyeceğiz” gibi saçma ifadelerle tellallığa soyunmuş cahil kişiler bilsin ki o beğenmedikleri İran da kadınlar örtüleri ile ülkelerinde gerek siyaset gerek bilim her alanda görev almaktalar.

“İran’a git” diyen akıl kabızları ise dizini kırıp otursun ve düşünsün… Gerçi bu minvalde onlar için düşünmek işkenceden beter olacak fakat başka bir önerim yok şimdilik. Devamlı konuşacaklar çünkü onların derdi ne ülke geleceği, ne çağdaşlık, ne Atatürk ve nede laiklik… Onların derdi kendileri ile…

Kimseden yana olmayın. Kendinizden yana olun. İnsan olun. Zor bir istek fakat en azından anatomik açıdan insan olduğumuz gerçeği var elimizde. Bu gerçekten yola çıkarsak eğer, ilerleme kaydedebiliriz.

Ne yolunda mı?

İnsanlık yolunda…


BETÜL AŞIK.
 

BAHAR

Dost Üyeler
Katılım
2 May 2008
Mesajlar
841
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
istanbul
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Atatürk, 23 Ağustos 1925'te Kastamonu ve İnebolu'ya yaptığı seyahatlerde şapkayı halka göstererek giysi devriminin ilk işaretini verdi. "Biz her nokta-i nazardan medeni insan olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Medeni ve beynelmilel kıyafet milletimiz için layık bir kıyafettir onu giyeceğiz." diyen Büyük Atatürk, 27 Ağustos 1925'te de İnebolu'da "Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal yoktur. Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir." diyerek, medeni yaşayışa uyan kıyafetin kabulü gerekliliğini belirtmiştir. Atatürk'ün uyarması üzerine daha 25 Kasım 1925 tarih ve 671 Sayılı Şapka Kanunu çıkmadan önce vatandaşlar şapkayı giymiş ve bu yenilik, medeni kıyafet değişimi olarak halk arasında iyi karşılanmıştı. Bundan sonra, cüppe ve sarık giymek yasaklanmış, bu kıyafetleri giyme hakkı yalnız din adamlarına tanınmıştı.

Arkadaşlar hepimizin anneleri başörtüsü kullanırdı tabiki.Ama Türban bir siyasi simgedir aksi söylenemez...Ilımlı İslam Palavraları anlatanlarsa kendilerine peşkeş çekmek için bunları kllanırlar..

Laik bir ülkede yaşıyoruz ve böyle kalması içinde hertürlü mücadelizi vereceğiz..Başbuğumz Atatürkümüzün tüm ilke ve inkilapları uygulanacaktır..Bu olur Bu açılıma sokarsak düzelir dengesi kurulamaz...
 
Son düzenleme:

BAHAR

Dost Üyeler
Katılım
2 May 2008
Mesajlar
841
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
istanbul
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

ATATÜRK’ün sağlığı sırasında kadınların giysisi konusunda katı davranılmadığını, hele zorla kadının başının açılmasına gidilmediğini o dönemi incelediğinizde görüyorsunuz.

1925 yılındaki kılık kıyafet devriminin bile yaratılan yeni bir anlayışla yerleştirilmeye çalışıldığı anlaşılıyor. 1919 -1928 yılları arasında birçok günlük gazeteyi tek tek taradım. Yine 1938 yılına kadarki dergileri de taradım. 1928-1931 yılları arasında Eğitim Vekáleti İstanbul Müdürlüğü tarafından yayımlanan ’Halk’ mecmuasında gördüğüm fotoğraflar dikkatimi çekti. Buradaki Halk Mektepleri’ne devam eden kadınların çekilmiş fotoğrafları var. Bunları incelediğinizde başı açık, sıkmabaş ve kara çarşaflı kadınların yan yana öğrenim gördüklerini görüyorsunuz. Gerek İstanbul’da gerekse Anadolu’nun diğer şehirlerinde bu fotoğraf aynı... Hatta diğer yıllarda da böyle...

SOYAK’IN KİTABI

Bunun doğrulayan bilgi ise Atatürk’ün ölümüne kadar Özel Kalem Müdürlüğü’nü yapan Hasan Rıza Soyak’ın ’Atatürk’ten Hatıralar’ isimli kitabında var. Bu kitabı bir süredir ilgiyle okuyorum. Buradaki çarpıcı bölümü aynen sizlere aktarmak istiyorum. Soyak diyor ki:

"Burada şunu belirtmek isterim ki, Atatürk kadınların açılıp medeni kıyafete girmeleri için kanuni bir mecburiyet konulmasına taraftar olmamıştır; filhakika çıkarılan kanunun umumi hükmüne göre memur olan hanımlara, dolayısıyla, böyle bir mecburiyet yüklenmekte ise de, istemeyenler için, istifa ederek bu yükten kurtulmak yolu da vardı ve açık bulunuyordu.

Atatürk, ’Erkeklerin, kadına karşı duydukları sıkı ve şiddetli alaka; tamamen muhakeme ve şuur dışı bir histen doğmaktadır. Kadın yüzünden en yakın arkadaşların, hatta kardeşlerin ve baba ile oğulların birbirine can hasmı oldukları, öteden beri ve her gün, ibretle görülen olaylardandır. Bu itibarla, kadın ve kadın kıyafeti konusunda -velev bir azınlığa karşı olsun- zor kullanmak doğru değildir; iyi netice veremez’ diyordu. Ve umumi kültürü yükseltmek, her fırsatta ikna edici ve mantıki telkinlerde bulunmak, açılanları korumak yoluyla ve bilhassa geleneğin kadınlar üzerindeki derin tesiriyle, az zamanda, bu konuda da hedefe erişmenin mümkün bulunduğuna inanıyordu.

Hiç unutmam; eski Afgan Kralı Amanullah Han, memleketimize yaptığı bir ziyaretten avdetinde, buradan aldığı ilhamla, yeniliklere doğru bazı teşebbüslere girişmiş, bu arada kadın kıyafeti hakkında da bir kanun çıkartmıştı; bu hadiseyi Atatürk’e arz ettiğim zaman çok müteessir olmuş, ’Eyvah adam gitti demektir; ben kendisine ısrarla bu mevzua girmemesini tavsiye etmiştim, çok yazık oldu’ demişti. Ve biraz sonra kralın taç ve tahtını terk ederek memleketinden kaçmaya mecbur olduğu görülmüştü." (age. C.1, s.278)

’ZORLAMA YAPMADIK’

Hasan Rıza Soyak konuyla ilgili olarak Fransız düşünür ve gazeteci Herriot’tan ise şu aktarmayı yapıyor:

"Atatürk’e sordum, demiş... Kadınlara peçelerini nasıl attırdınız?.. Cevap verdi; biz bu işte hiçbir zorlama yapmadık. Sadece bir gün, güzel kadınlar yüzlerini açabilirler, dedik; ertesi gün bütün kadınlar peçelerini atmışlardı." (age. C.1, s.282)

Bir bilgi de bizzat Atatürk’ün kaleminden. Yıl 1916. Bakın not defterine neler yazmış:

"Saat 9 sonraya kadar Kurmay Başkanı’yla tesettür’ün kaldırılması ve sosyal hayatımızın iyileştirilmesi hakkında sohbet; 1- Muktedir ve hayata vákıf anne yetiştirmek, 2- Kadınlara serbestisini vermek, 3- Kadınlarla bir arada bulunmak, erkeklerin ahlakı, fikirleri, duyguları üzerinde etkilidir." (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.2, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999, s.66)

İRAN’IN YANLIŞI

Evet... Büyük devrimci Atatürk, bu hassas konuyu bu ustalığıyla halletmişti. Hem de kimseyi incitmeden. Zaten her konuda hassaslığı böyle... Çünkü zamansız yapılan ve yersiz baskı ters teperdi. Gerçekten de öyle. Aynı hatayı İran Şahı Pehlevi de yapmış ve mollalara baskı uygulamıştı. Bu baskı ters tepmiş ve oğlunu tahttan düşürmüştü.

Atatürk’ün çok önemli bir özelliği de gerici hareketlere hep ’mürteci’ demesi. Asla ’şeriatçı’, ’İslamcı’, ’dinci’ gibi tabirler kullanmıyor. Gerçek dindarlarla bunu istismar edenleri birbirinden çok iyi ayırıyor. Bir de Türkiye’deki gerici ayaklanmaların arkasında hep emperyalizmin olduğunu çok iyi biliyor. Onun için duruşu da çok sağlam. Bunlara da göz açtırmıyor ve en şiddetli şekilde bastırıyor. Şeyh Said, Menemen ve Dersim isyanları gibi...

DEVRİM YASALARI DEĞİŞTİRİLEMEZ

Bugün başörtüsünü tartışıyoruz. Oysa kılık kıyafet kanunu, bir devrim yasasıdır ve değiştirilemez. Hatta değiştirmek için teklif bile verilemez. Bunun yolunu da Mustafa Kemal yıllar öncesinden kesmişti. O der ki: "Devrim yasaları, bütün yasaların üstündedir!" İşte bu kadar açık ve tartışmasız! Türk Devrimi, arkasında büyük bir savaş ve zaferi taşır.

Mustafa Kemal, kılık kıyafet değişikliğini devrimin coşkusuyla, şiddetsiz halletti. Toplumu devrime açmak, çağdaşlaşmak ve yenilik demekti. Eskiye dair ne varsa hesaplaşılıyor ve yıkılıyordu... Kara çarşaf da eski sistemin temsili kıyafetiydi. Onunla da hesaplaşıldı ve tarihin çöplüğüne atıldı. O gün, bütün toplum Mustafa Kemal’in arkasındaydı. Çünkü büyük zaferin komutanıydı. O ne dediyse oldu. Çünkü muzaffer komutandı. Bugün bunu simge yapanların ise arkasında emperyalist ABD ve AB var. Açıkça destekliyorlar. Ama unutmasınlar ki onların hiçbir zaferi yok. Yenilgiye mahkûmlar...

Ercan DOLAPÇI

Araştırmacı yazar Acılı kadının insanlık dersi ve iki başbakan

İNSANLARIMIZI Almanya’da yaktılar, Madımak yangınına benzeyen bir yangınla çoluk çocuk ateşe verildi. Yaşamı bilinemez ama ölümü kesinlikle romanlara konu olması gereken bir Müslüman Türk kadını, önce ana olmanın uhrevi asaletini; kadın olmanın muhteşem cesaretini dünyaya haykırırcasına, hayatını ancak bir film karesinde görülebilecek bir özveriyle hiçe sayarak... Yürüme engelli kocasını, ateşlerin içinden alarak kurtardı, döndü küçük çocuğunu da kurtardı ve alevler her yanı kaplayınca diğer iki çocuğu ile birlikte Hakk’a yürüdü.

Başbakan, o Müslüman Türk kadınının yakıldığı Ludwigshafen’e gitti; bu acının insanlığı birleştirmesini diledi. İnsanlık, bir kadının insanlık destanını yazdığı yerde Türk Başbakanı’nın yanında, Almanya’nın kadın Başbakanı Merkel’i de görmek isterdi. Daha başka bir yerde, Erdoğan ile birlikte Türk gençlerinin entegrasyonunu konuştu ve Müslüman kadının yakıldığı yere gelmedi, işin acı tarafı Türk Başbakanı bunu hiç dert etmedi.

Erdoğan ’dindar’ bir Başbakan olarak, Türkiye’nin gündemini türbana kitlemişken, mutlaka başı örtülü bu kahraman Türk kadınının hatırasına gereken saygıyı göstermeyen, yangından sorumlu ülkenin kadın başbakanı ile sudan muhabbetler yaparak bu saygısızlığa ortak olmadı mı? Hayat, önemli mevkileri işgal edenlere, tarihin önemli anlarında büyük sorumluluklar yükler, ya gereğini yaparsın ya da bu büyük sorumluluğun altında ezilirsin.

Yalçın Bayer.
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Dinci"den Milliyetçi Olmaz ! (Mı?)

Dinci"den Milliyetçi Olmaz ! (Mı?)



"Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar,sonunda yontula yontula tükenip giderler."(R.Hull)

Bazılarının tabiriyle; “Dincilik”in “milliyetçi duyguları körelttiği yada “milliyetçilik”le bağdaşmadığı gibi bir takım tezler öne sürülmüştür yıllardan beri.

Ve bu gün karşılaştığımız kimi manzaraların tohumlarıydı tüm bu tezler !

“Ümmetçi” derler,”yobaz” derler,”dinci” derler,”gerici” derler…

Hatta “milliyetçilik” hırsı öyle alev almıştır ki,milliyetçilik kavramını açarken;Hazreti Peygamberimize “Arap Muhammed” diyenler dahi olmuştur !

Bu tip kelime oyunları Müslümanları dışlamak için kullanılmıştır.Bu çok açık ve net bir şekilde ortadadır.Çünkü gerçek bir vatanperver kendi ırkından olan bir insanı sırf inandığı din İslam olduğu için dışlayamaz,hakaret edemez.Şayet buna cüret ediyorsa o kişinin samimiyetinden ciddi şekilde şüphe duymak gerek…Yanlış oldu…Şüphe değil,o kişi samimiyetsizdir !

İnsanları inançlarından arındırmak sözde güdülen ideolojiye güç katar mı ? Peki amaç ideoloji gütmek mi ?
Bu tip körüklemeler maksatlıdır.Maksat ise ortadadır.

Ülkemizde “dinci” yahut “ümmetçi” kelimeleri hakaret niyetine kullanılır oldu !

Örnek : “pis dinci” ,”dincinin teki işte” gibi…

Gayet şuursuzca ve sadece güya muhatabı güçsüz kılabilmek adına sarfedilmiş boş sözler.

Ülkemizde kimilerince yıllardır Müslüman olmak,İslâmiyet’in icaplarını yerine getirmek aşağılık bir şey olarak empoze edildi ve hâlâda edilmekte.

“Dinci” ne yapar ? Patatesçi,soğancı gibi din mi satar.Her yönden mantıksız bir ifade !

Asıl mantıksız olanı ise,bu denli bir mantıksızlığı beyninde barındırmış olan yurdum aydın(!)ları !O aydın beyinlerinde bu denli bir mantıksızlığı nasıl barındırmışlar ve bunda hâlâ nasılda ısrarlılar anlamak mümkün değil…

Ülkemizde;kişi, muhafazakârsa,dini vecibelerini yerine getiriyorsa, adı genelde; “dinci” dir,”ümmetçi”dirYada “gerici”dir. Ve inandıklarını savunuyorsa,o tam manasıyla yobazdır ve tehlike arz etmektedir !

Kimilerince ondan ne köy olur nede kasaba…Yani ne milliyetçi olur, nede vatanperver…

Milli ahlâk, İslâm çerçevesi içinde şekil bulmuş ve ayakta kalmıştır.

Fakat kendini “Türkçü” yada “milliyet”çi telâkki eden kimileri;Hazreti Peygamberimizin Arap olmasından dolayı İslam dinini sembolik bir hâle sokmaya çalışmışlardır ve bu boş çalışmalardan hiçbir şey elde edememişlerdir.Elde edilen tek şey;çözülmeler olmuştur.Kenetlenmek değil;sadece çözülme !

İslâm dinini kabul edenleri, Peygamberimize inanıp,O’nun ümmeti olanları;”ümmetçi” olarak adlandırdıkları sınıfa dahil ederek kendilerini şartlandırmışlar ve hazımsızlıklarını bu şekilde adlandırmışlardır.Onlar artık “ümmetçi”dir,”şeriatçı”dır,”dinci”dir…Kısacası vatan için tehlike arz etmektedir !!!

Oysaki,18 Mart ve benzeri tarihlerde ki yaslarımız,özlemlerimiz aynıdır…Düşmana koşan Mehmetçik göğsünde Kur’an-ı Kerim taşımıştır.Mehmetçiklerimizin biricik yoldaşı,silahı;duası ve kutsal kitabıyken,görüyoruz ki,bu gün Çanakkale dahil olmak üzere tüm kutsallarımız sembolikleştiriliyor.

Şeriat;Allah ın emir ve yasaklarını kapsar.Keza İslâm;kabul etmiş olduğumuz dindir.Dolayısıyla her “Müslümanım” diyen kişi bunları kabul etmiş olur.

Mitingler,yürüyüşler vs. organize ediliyor.Buralarda ve destekleyen bazı platformlarda cahilce ifadelere rastlıyoruz.

Miting destek amaçlı yapılır.Sesini duyurursun…Sesinin duyuramayanın sesi olursun orada.Fakat bu gün s… yarışına döndürdüler işi.Ben ortada sen-ben kavgasından başka hiçbir şey görmüyorum !

Ülkemizde “din” mefhumu bazı kendini bilmezler tarafından o kadar korkunç anlatıldı ki körpe beyinlere.Din=kâbus demek oldu neredeyse…

İslam dinine mensup olanı;sakallı,sevimsiz,elinde devasa sopası olan bir hoca olarak tasvir ettiler hep.

Ve hocanın karşısında ağlayan savunmasız bir çocuk…Oda "dinci"nin elinde esarette !

Dinimizin ve Hazreti Peygamberimizin(S.A.V),çocuk ve acizlere gösterdiği ehemmiyeti,hassasiyetlerini bilmem anlatmaya gerek var mı? Hatta,çocuğuna şefkat göstermediği için valilik görevinden aldırdığı sahabenin hikâyesi meşhurdur…Sebep; çocuğunu sevmeyen kişi adaletli ve merhametli olmaz !

Vakti zamanında beyinlere bunlar işlenmedi.İşlenen tek şey;tipsiz ve acımazsız “hoca”lardı…

Hoca öğretendir fakat aşılanan hoca karakterinden dolayı kimi eğitmenler “hocam” ifadesinden kaçınmışlardır.Çünkü;hoca demek dinci demekti,dinci ise;merhametsiz,adaletsiz,yobaz,bağnaz demekti…

Hülâsa;ayrımcılık temelleri atıldı.Din yani İslamiyet’e dair ne varsa,tu kaka ilân edildi.

Türk-İslâm ahlâkı terk edildiği için;sözde eli sopalı hocalar yok , şimdilerde var olan; eğitim ve öğretim mekânlarında kameralı cep telefonları ile çekilmiş öğretmen öğrenci şaka(!)ları…Öğretmeninin pantolonunu indiren öğrenci görüntüleri,kız öğrencilere taciz görüntüleri…Ve daha neler…

Ve işin en ilginç yanı,bunları ortadan kaldıramamak…Basireti ile övünen bir milletin ne denli yozlaştığının “görüntülü” delilleri !

Yinede kimilerince din halâ bir kâbustur belleklere kazılmış.Çünkü din,ahlâksızlığa geçit vermez.
Birileri tarzlarını muhafaza için yok etmiştir çoğu şeyi.Çabaları benliklerinden kaynaklanır.

Güya milliyetçiliği baz alarak faşist ve sol söylemlerle dinimiz olan İslâm’ı ve ona dair ne varsa yıpratmayı hedeflemiş kişi ve oluşumlar , fikren ve hacmen,gerek yaptıkları kıyaslar gerek temeli olmayan beyanatlarıyla bırakın yer bulmayı; ülkeyi daha da çıkmaza sürüklemektedirler.Onlar sadece bulandırmak için varlar.

Dinsiz millet olmaz…

Dinin koyusu,cıvığı olmaz…

Koyu dinci yada çözünülür dinci,yada sulandırılmış dinci olmaz….

Dinci diye bir mefhum olmaz…

Din istismarcısı olabilir tıpkı ideolojik istismarcılar olduğu gibi.

Bu gün pankartlar açıyorsa birileri,”biz şuyuz,biz buyuz” diye ortada fütursuzca bağırıyorsa eğer,bunların tek sorumluları;”dinciden Türkçü olmaz”,”ümmetçi”,”yobaz” diyerek, Müslümanları dışlama politikası güdenlerdir.

Bu pankartlar zamanında atılmış tohumların ürünüdür.Eğer zamanında dışlamak yerine bütünlük ve vatan sevgisi empoze edilmiş olsaydı bu gün daha farklı manzaralara şahit olabilirdik.

Milliyetçilik çerçevesi dahilinde hiçbir zaman sağ-sol kavgası olmaz.Çünkü dinsiz bir millet olmaz.Sol görüş çerçevesinde de din barınmaz.Solcu için Müslüman kişi dincidir.Milliyetçi değildir !

Osmanlı dan utanmak…
İslam dan bahsedilirken hep bir çifte standart vardır.Ve bu,gün geçtikçe daha yoğun bir hâl almaktadır.Birileri, İslamiyet ve İslamiyet’i benimseyenler üzerinde hakimiyet kurmaya ve istediği gibi yönlendirmeye çabalar vaziyette.

Tabi bu çaba içinde Osmanlı’da nasibini almaktadır.Devamlı Osmanlı’ya atıflar yapılarak tarihi dejenere etme çalışmalarına şahit olmaktayız.Bazen seyirci kalınsa da,adı tam olarak koyulmasa da en azından bir şeylerin farkında olmamız gerekir.

Hani demez miyiz,dem vurmaz mıyız Türkün üstün zekâsından.Yani bir takım şeylerin farkında olmak için yeterli donanıma ve zekâya sahibiz…

Bu zeka, içimizi,tarihimizi çölleştirmeye çalışanların her zaman karşısında olmamızı gerektirmez mi ?
Osmanlı neden inkâr edilsin ?Bu inkâr edişin temelinde yatan nedir ?

Türklüğe İslâm’ı yakıştıramamak kadar aptalca ne olabilir ? Kim bilir milliyetçilik bu gün sığınma evi pozisyonunda mı yoksa ? Posa diyebileceğimiz güruhun yandaşları için bir umut ışığıdır milliyetçilik kim bilir.Tabi amaç milliyetçi bir tavırdan ziyade,kendi amaç ve doğrularını nakşetmek…Belki hırs belki bir alışkanlık ama şu bir gerçek ki;asla ama asla gerçek milliyetçilik değil…

Müslüman bir ülkedeyiz.Dinimiz İslâm’dır.Vatan toprağı için dökülen kanda,dinimizde şerefimizdir.

Milliyetçilik,hiç kimsenin tekelinde değildir ve partinin de.Takım tutar gibi parti destekleyenleri de görüyorum.Ve en kızdığım yanı ise;milliyetçilik adı altında yapılması…x partiyi destekliyorsa milliyetçisin,yok desteklemiyorsan milliyetçiliğin şüpheli !

Her şey bir yana bu gün,Çanakkale dahi sömürü aracı olmuşken,diğerleri çok mu diyesi geliyor insanın.Benim bildiğim ve anladığım milliyetçilik bu değil.

Vatan sevgisi ya vardır yada yoktur.
Vatan sevgisi kitaptan öğrenilmez,
Vatan takım tutar gibi parti yarıştırarak sevilmez,
Vatan sevgisi,değerlerini hiçe saydırmaz.
Vatan,kendini feda ettiğin sürece vardır.

“Bomba Sırtı” hadisesini eminim hepiniz bilirsiniz.Atatürk,bu dehşetli manzarayı şöyle anlatır:

“Karşılıklı siperler arasındaki uzaklık sekiz metre,yani ölüm kesin.Birinci siperlerin hiç biri kurtulmamacasına tümüyle düşüyor.İkincidekiler onların üzerine gidiyor.Fakat ne kadar özenilecek teslimiyetle biliyor musunuz ? Öleni görüyor,üç dakikaya kadar öleceğini biliyor,en ufak bir gevşeklik göstermiyor.sarsılmak yok.

Okumayı bilenler,ellerinde Kur’an-ı Kerim Cennet’e girmeye hazırlanıyorlar.Bilmeyenler kelime-i şehadet getirerek yürüyorlar.Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şaşılacak ve tebrik edilecek bir örnektir.

Emin olmalısınız ki,işte bize Çanakkale Savaşlarını kazandıran bu yüksek ruhtur.”

Bu cümleler Atatürk’ü paravan olarak kullanıp,Müslümanları pasifize etmeye çalışanlara kapak olacak mahiyettedir.

Ve gerçek milliyetçi için,yukarıdaki satırlar; şiardır.

Benim milliyetçiliğim işte bu düstur çerçevesinde yaşamaktadır.

Saygı ve sevgilerimle...

Betül aşık.
 

BAHAR

Dost Üyeler
Katılım
2 May 2008
Mesajlar
841
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
istanbul
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Sayın Şimşek Bakın yazınıza TÜrban mı başörtüsü mü ile başladınız..Ben veya benim gibi düşünenler diyeyim Türban Bir siyasi simgedir Başbuğumuz Atatürkümüz Dini Siyasete karıştırmayınız görüşünü savunuyoruz..Böyle bir tartışma içerisinde karşılaştığımız tek sahne var Milliyetçi vatansever Müslüman olamazmı??Sizinde yukarıda örneklediğiniz gibi..Müslümanlık dinimizdir elhamdülillah..İbadedtimizde yüce rabbimize..Ama Cumhuriyetle yönetilen laik bir ülkede Türkiyede yaşıyoruz..Çok rica ediyorum başımıza ne geldiyse bu dinle siyasetin birbirine karıştırlmasından geldi bunlardan vazgeçin artık..Başörtüsü takan vatandaşım zaten benimdir..Türban takıp bunu milliyetçiliğe veya Atatürkçülüğe karşı uygun muş gibi göstermeye çalışılmasın artık..Biz uyandık böyle şeylerle uğraşıp bu Ülkeyi böldürmeyiz..Geçelim bu tür tartışmaları..Hem anlamsız hem zaman kaybı..Türke Türk ten başka Dost yok!!!!
 
Son düzenleme:

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Sayın Bahar hanım bu başlık altında tartışılmaz begendiginiz yazıları paylaşırsınız paylaşılanları okursunuz bu konu hakkında fikir tartışması yapmak istiyorsanız ilgili konu hakkında başlık açarsınız orada fikir tartışması yaparız saygılarımla...
 

KÜLTEGİN

Genel Koordinatör
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,731
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Tanrı Dağlarında
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Bencede ümmetçiden yada ümmetçilikten "milliyetçi yada milliyetçilik" olmaz. Gayet doğru.Ben kendimce islamıda çok iyi biliyorum.Nihayetinde herkes kendince yorumluyor.Artı islamiyetin inanç kurallarında birçok arap geleneğide mevcut bunlar derin mevzular gerçi, hiç tartışacak modda değilim.Söylediğim gibi, ümmetçiliğin Türk milletine bir faydası olmamıştır.En büyük örneği Halife Vahdettin'in cihan harbinde halifelik makamını ve yetkilerini kullanarak cihat ilan etmesi ve buna arap dünyasının hainlikle cevap vermesi en büyük örnek olarak görebiliriz.Yada geçenlerde filistin mevzusunda, arap birliğinden filistin hakkında arap olmayan devletlerin hüküm ve arabulucuk etmemesini istemeleri gibi...Bu arada biraz okuyun araştırın lütfen
 

BAHAR

Dost Üyeler
Katılım
2 May 2008
Mesajlar
841
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
istanbul
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Sevgili şimşek beğendiğiniz yazıyı okudum ve karşılığında benim beğendiğim sizin alıntınıza ilinti olması gereken açıklayıcı bir yazıyı koydum..Daha sonrasında sizde yazılarla söyleşmek ister bir tavırla dahada ileri giden bir düşüncenin anlatıldığı bir köşe yazısı kullandınız bende buna mütakip açıklama yaptımm..Tartışmaya girmedim aksine tartışılması gereksiz bir konu olduğunu zaman kaybetmenin anlamsız olduğunu yazdım..aaçılamam yeterli gelicektir size sanırım...Beğendiğimiz köşe yazıları konu başlığı attığınızı görüyosunuzdur sanırım..
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Bence paylaştığım yazıları sizde dikkatli okuyun çünkü görüldüğü üzere yanlış anlaşılmalara sebeb oluyor. Betül aşıgın yazısına birkez daha katılıyorum haklı çıkıyor “Ümmetçi” derler,”yobaz” derler,”dinci” derler,”gerici” derler… " ama milliyetçi demezler saygılarımla...

 

BAHAR

Dost Üyeler
Katılım
2 May 2008
Mesajlar
841
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
istanbul
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Canım kardeşim bu kadar dışlanmış hissetme kendini..Biz senin milliyetçiliğne güveniyoruz hiç şüphemiz yok.Ama milliyetçilik vatanseverlik başka müslümanlık islamiyet başka diyoruz karıştırmayalımki düzenimiz dirliğimiz zarar görmesin diyoruz..Güzel kardeşim..
 
Son düzenleme:

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Ben dışlanmış hissetmiyorum merak etmeyin aksine kendini dışlanmış gibi hissedenleri kazanmaya çalışıyoruz. Bu ülkede milliyetçilik duyguları içerisinde din duygusuda vardır sonsuz inanç vardır çünkü dinsiz millet olmaz böyle düşünenlerede "ümmetçi" "yobaz" "gerici" gibi ithamlarda bulunarak sebeb olarakda laikliği öne sürerek şuçlayıp dışlamaya kalkılmasın saygılarımla...
 

BAHAR

Dost Üyeler
Katılım
2 May 2008
Mesajlar
841
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
istanbul
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

İlk Türk animasyon filminin hâlâ çekilemediğini söyleyen çizgi yönetmen Orhan Bal'a göre, kendi kahramanlarını yaratamayan çizgi filmcilerimiz, ABD'den gelen işlerde fason işçi olarak çalışıyorlar

İlk Türk filmi olarak kabul edilen “Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı”nı 1914'te çeken Türk Sineması, geçen koca bir asrın ardından halen sektörleşme sancıları çekiyor. Türkiye'de çizgi filmciliğin öyküsü ise daha bir hazin. Türk çizgi filmciliği, bilinen ilk Türk çizgi filmi olarak gösterilen Vedat Ar imzalı Zeybek Oyunu'nun (1947) ardından geçen 60 yıla karşın sinemalarda oynayan ilk filmini halen çekemedi. Bugün TV'lerde oynayan tek bir Türk çizgi dizisinin olmaması ise kültürel yozlaşmaya en açık kitle olan çocuklarımızın geleceği adına aileleri endişelendiriyor.

'TÜRKİYE'DE ANİMASYON OKULU BİLE YOK'

Geçtiğimiz yıl TV ve video sektörü için çektiği Çanakkale Geçilmez ile küçük bir ümit ateşi yakan yönetmen Orhan Bal, geçtiğimiz aylarda yeni projesi Mevlana'yı tamamladı. Aynı zamanda bir çizgi film animatörü olan Orhan Bal ile Türkiye'deki çizgi filmciliği konuştuk. Çizgi film yönetmeni olan Bal'ın Türk çizgi filmciliği üze-rine tespitleri durumun vahametini ortaya koyar nitelikte. Amerikalıların ve Uzakdoğuluların dizilerini bir fenomen haline getirmeleri yanında, çizgi roman kültüründen yetişmiş bir millet olarak tek bir çizgi dizimizin olmaması acı bir nokta. “Nasıl olsun ki, Türkiye'de çizgi filmciliğin, animasyonun bir okulu bile yok” diyen Bal, ABD'de ve Avrupa'da animasyon liseleri dahi olduğunu anlattı.

'FASON İŞÇİ GİBİLER'

Ülkemizde çizgi filmcilik için resim çizen az sayıda ara ressam olduğunu belirten Bal, parça başına sigortasız olarak çalışan bu insanların da ABD ve Avrupa'dan gelen işlerde fason işçi olarak kullanıldığını bildirdi. Yurtdışından ülkemize kutularla ana çizimlerin geldiğini, ülkemizdeki ressamların bu ana çizimlere ara çizim yapıp geri gönderdiklerini anlatan Bal, bunun en önemli handikabının Türk ressamların kendi özgün projelerini geliştirememeleri olduğunu söyledi. Bal'a göre Türkiye'de çizgi romanın ruhundan anlayan tek bir çizgi film senaristi bile yok.

Walt Disney Hıristiyanlık propagandası yapıyor

”Kültür Bakanlığı son bir kaç yıldır 50'ye yakın film projesine destek veriyor. Biz iki proje teklif ettik ama kabul görmedi” diyen Orhan Bal, “Bu süreçte Walt Disney çizgi filmlerinde Hıristiyanlık propagandası yapılabiliyor” dedi.



Nusret abinin Kar Kelebekleri'ni çekeceğim

Türkiye'de sinemalarda oynayan bir animasyon film ne zaman çekilir? Meselenin özü bu. “Bu, benim de en büyük hayalim” diyen Bal'a göre bunun için 1 trilyonluk bir bütçe gerekli. Bu parayı klasik filme ayıran yapımcılar çıktığını ama kimsenin animas-yona bu parayı yatırmadığını anlatan Bal, animas-yon filmin Türk sinema çevrelerinin dahi gündeminde olmadığını öne sürdü. Orhan Bal, geçtiğimiz hafta larda vefat eden Yeni Şafak gazetesi editörlerinden yazar Nusret Özcan'ın Kar Kelebekleri adlı kitabını sinemalarda oynayacak bir animasyon filmi haline getirmek istediğini anlattı. Bunun için ölümünden önce görüştüğü Özcan'ın projeye sıcak baktığını kaydeden Bal, finans bulduğu takdirde Kar Kelebekleri'nin sinemalarda oynayan ilk Türk animasyon filmi olabileceğini belirtti
Betül Aşık
 

BAHAR

Dost Üyeler
Katılım
2 May 2008
Mesajlar
841
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
istanbul
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Burdaki yazısı da çelişkili bi konu var .bence Walt disney in çizgi filmlerinde tamamen masonluk anlatılıyor Hıritiyanlıkla hiç bir ilgisi yok..Betül Hanımın yazılarında ki çektiği veya çekmeye çalıştığı bir grup olduğu kesin..Eminim Din ve siyaset döngüsü kullanılıyor..Kimler kullanmak istediyse din faktörünü çökmüş bir ideolojiyi kalkındırmaya çalışıyodur bence..Ne Parti Liderleri Gördük biz ateizm ideolojisi taşırken çarşaflı hanımları partisinin üye rozetini takarken:))
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Derler bahar hanım derler sizde dersiniz:)
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Türk birliği.

Türk Birliği

Kurtuluş Savaşı’ndan beri görülmemiş senaryoların, gruplaşmaların ve emperyalist güçlerin açıkça oynadığı tiyatroların, Türk yurdunu adeta kıskaca almış olduğu bugünlerde, Batı yanlısı bir takım medya ve kuruluşların, hatta siyasilerin Türk Milleti’ne gösterdiği tek hedef kayıtsız şartsız Avrupa Birliği üyeliğidir. Hiçbir siyasi kuruluş, medya vb... gibi kurumların bahsetmediği tek şey ise, Türk Birliği’dir.
Türk’ün ait olmadığı, her türlü pakt ve oluşumlar desteklenirken, Avrupalı kimliğimizin olmadığını iddia eden ve geleceğinin hâlâ tartışma halinde olduğu bu birliğin, bu kadar körü körüne, Türk Milleti için tek hedef haline getirilmeye çalışılmasının, kimlerin menfaatine olduğunu sormamız gerekmektedir.
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, Paris Antlaşması ile tezgâhlanan ve Sevr rüyası ile Türk yurdunu sahiplenmeye çalışanlar, o günkü İngiliz diplomatın dediği gibi; “Bugün siz kazandınız, ancak sanmayın ki kendi başınıza başarılı olabilirsiniz, er veya geç bize ihtiyacınız olacak, işte o zaman bilin ki her bizden istedikleriniz bizi Sevr’e daha çok yaklaştıracaktır.” söylemleri tarihin içine gömülmüş inançlardan öte, hâlâ gündemini koruyan hesapların bir parçasıdır.
İngiliz aydınları, Hitler’in İkinci Dünya Savaşı ile Avrupa’ya hükmetme hedefini, Avrupa Birliği’nin bugün Almanya’nın hegemonyasına girmesiyle başardığının altını çizmektedirler. Buna son verdirmek için, İngiltere’nin kendi çıkarları doğrultusunda, Blair hükümeti ile başlattığı siyasi çalışmalar varken, Türk Milleti, tepsiyle kendi bağımsızlığını hangi sebeple Avrupa Birliği’ne teslim etmek istemektedir?
Bazı siyaset bilimcileri bunun cevabını; ekonomik ve siyasi olarak açıklamaktadırlar. Bu cevapların doğruluğunu sorgulayalım...
Ekonomik olarak güçlü gözüken, Avrupa Birliği’nin güçlü ekonomisini devam ettirebileceğinin garantisi yoktur. Avrupa Birliği kendi içerisinde her geçen gün yaşlanan nüfusu ile kalifiye eleman bulmakta zorlanmanın ötesinde, gerek ABD’nin gerek Çin ve Japonya’nın gücünün gölgesinde kalmaktadır. Tarım ve özellikle balıkçılıkta artan sorunların yanı sıra, büyüme hızı her geçen gün düşen Avrupa Birliği’nin, Türkiye’ye kısa vadede sağlayacakları kaynakların önceliğinin sosyal haklar ve demokrasi olduğu iddia edilmektedir. Bu haklara sahip olmak için Avrupa Birliği’ne girmek zorunluluğu olduğunu iddia edenler önce kimin menfaatine çalıştıklarını da açıklamak zorundadırlar. Sosyal adalet arayışı içerisindekiler bu adaleti kimin için, ne için istediklerinin de cevabını versinler.
Dünyada bir tek demokrasi yoktur! Cumhuriyetle veya demokrasi ile yönetilen her ülke kültürel ve siyasi gelişimi boyunca, kendi demokrasisini de geliştirir ve uygular. Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasisini sorgulamaya kalkanlar önce hangi demokrasiyi Türk Milleti’ne yakıştırdıklarının cevabını vermek zorundadırlar.
Farklı kültür ve siyasi gelişimden gelen ülkelerin demokrasisini Türk Milleti’ne uygulatmaya çalışmak, şişman insanı dar sandalyeye oturtmaya benzer. Türkiye Cumhuriyeti’nin var olan demokrasisini beğenmeyenler veya Türk kültür ve siyasi yapısına göre Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişimini istemeyenler, Batı demokrasisini tek demokrasi olarak Türk Milleti’ne dayatmaya kalkanlar, arzu ettikleri ülkelerde yaşamakta özgürdürler! Türkiye Cumhuriyeti, bunu sağlayacak kadar demokrasisini geliştirmiştir.
Türk Milleti’nin kendi demokrasisi ve gelişimi doğrultusunda sosyal hakların sağlanması çok daha doğru bir yaklaşımdır. Batıcıların ikinci iddiası da; ekonomik olarak Avrupa Birliği’nin sağlayacağı kaynaklardır, kısa vadede bu imkanlar iştah açsa da uzun vadede, Türk Milleti’nin, gerek ekonomik gerek siyasi olarak bunun bedelini ağır ödeyebilecek riskleri de taşıyacağının bilinmesi gerekmektedir.
Siyasi olarak olaya baktığımız zaman, Türkiye coğrafyasından dolayı, ciddi stratejik öneme sahiptir ve yüzünü yalnızca Batıya dönmüştür. Yalnız Batıya yüzünü dönmenin Atatürkçülük olduğu dahi iddia edilmektedir. Atatürk Batıcı değil, medeniyetçidir. Halbuki, Türk Milleti’nin yüzyıllardır sahip olduğu medeniyet, Helenci zihniyetinin tesiri altındaki Batının tekeline girmiş, bugün Türk Milleti’ne utanmadan Batı medeniyeti adı altında satılmaya çalışılmaktadır.
Türkiye’nin yüzünü yalnızca Batıya dönmesinin yanısıra kendine güven duymayan Türk siyasetçilerinin, belki art niyetle, belki vizyonsuzluk sebebiyle, işi daha ileriye götürerek, bağımsızlığımızın sorgulanması noktasına kadar gelen ülkemizin, bugünkü durumunu da hazırlamışlardır.
Ekonomik olarak bağımlı hale gelen Türk Milleti’ne verilen reçete bugün bağımsızlığımızdan daha çok taviz vererek, karnımızın tokluğunun, adeta garanti altına alma reçetesi olduğu iddia edilmektedir. Aslında varolan gerçek ise; “bağımsızlığı garanti altında olmayan hiçbir milletin karnının tokluğunun da garanti altında olamayacağıdır.” Ne zamandan beri Atatürkçülük Türk Milleti’nin bağımsızlığını ekonomi adı altında parayla satılır hale getirmiştir?
Bütün bu gelişmeler ortadayken, Türk Birliği’nden hiç bahsetmeden Avrupa Birliği’nden bahsetmek, nasıl oluyor da Türk Mileti’nin tek çıkışı olarak gösterilmektedir.
Türk Birliği önce kendi aramızda sağlanmalıdır. Hiçbir aklı başında Türk yoktur ki Türk Birliği’ne karşı çıksın. Türk Birliği’nden kastımız önce, Türk Milleti’nin yüzde yüz bağımsızlığının sağlanmasıdır, Türk Milleti’nin bağımsızlığını sağlamak ekonomik güçten geçiyorsa işte adres: Türk Cumhuriyetleri ile kurulacak ekonomik ve kültürel bir birlik güçlü bir Türk dünyası yaratacaktır. Yüzünü yalnızca Batıya dönen bir siyasi anlayışla, bu mümkün değildir. Türk, kendi anayurtlarındaki kendi kültürel bağları olan bu coğrafyaya yani Orta Asya’ya önce yüzünü dönmelidir.
Bugün Orta Asya’da bulunan, Batının “Turkic” olarak adlandırdığı bu cumhuriyetler emperyalistlerin iştahını kabartmaktadır. Çok geç olmadan, ekonomik ve kültürel bir birlik kurulmalıdır. Petrolden doğalgaza kadar bir çok zenginliğe sahip bu bölgelerde kurulacak Türk Birliği, dünyadaki bütün Türkleri, kendisinin efendisi konumuna getirecektir.
Avrupa Birliği’ne bu kadar taviz vermekten yana olanlar düşünmelidir; Avrupa Birliği’nin finansal ve bankacılıktaki üstünlüklerinden başka, ne türlü bir ekonomik üstünlükleri vardır? Ne türlü kaynaklara sahiptirler? Bugün borsa ve bankacılık sektörü çökse, Avrupa Birliği’nin hali ne olur? Bu soruların cevabı gayet açıktır.
Siyaset vizyonsuzluğu affetmez, bugüne göre yapılan siyasetler, ancak küçük devletlerin geçici, günlük yaşamasını sağlar. Türk Milleti gibi büyük bir milleti, küçük devlet konumuna göre, vizyonsuzlukları ile sokmaya çalışanlar yarın tarih önünde bunun hesabını vereceklerini de hatırlamak zorundadırlar.
Güçlü ve bağımsız olmayan milletler bir gün yok olmaya mahkumdurlar. Türk Milleti’ni beşbin yıldır yok edemeyenler, bugün her zamankinden daha çok neşelidirler. Avrupa Birliği’ne girmeyi hayat memat meselesi haline getirenler, aynı zamanda Türk’ün yüce kimliğini Avrupalı kimliğine satmaya çalışmaktadırlar.
Misakı Milli sınırlarımız, Atatürk’ün gösterdiği hedeflerden yalnızca bir tanesi. Avrupa Birliği’ne girildiği zaman ne olacaktır? Avrupa Birliği sınırları varken kim Türk’ün kendi Misakı Milli sınırlarını kaale alacaktır. Musul ve Kerkük’ü geri almayı bırakın, kendi sınırlarımızı dahi tartışmaya açmayacaklarının garantisini kim verebilir? Atatürkçülük ne zamandan beri farklı hedefleri savunur hale gelmiştir? “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atamızın istismar edilmesine hangi Türk seyirci kalmaya devam edecektir.
Türk Milleti’nin yüzyıllardır yaşayan varlığı, tarihe hep onurla, şerefle adını yazdırmıştır. Türk kendi ecdadına layık olmak gibi bir lüksün içindedir. Bugün belimizin bükük, düşüncelerimizin kontrol edildiği bir dünyada Türk’ün daha fazla hapsedilmesine göz yumacak değiliz. Tek reçeteye mahkum hale getirilmeye çalışılan Türk Milleti’nin, doğru alternatiflerinin de olduğunun gösterilmesi ve bu esaretliğinin son bulması gerekmektedir. Avrupa Birliği tek çare değildir. Esas çözüm Türk Birliği’dir. İlk önce Türk Birliği’ni kuralım. Türk Milleti’ni her konuda güçlendirelim, kendi bağımsızlığımızın garantisini elimize alalım, Türk kimliğinin sonsuza kadar yaşayacağını ispatlayalım, Türk milletini dünya arenasında ait olduğu yere getirelim. Ondan sonra Avrupa Birliği’ne girelim. Ne için mi gireceğiz? Türk milletinin dünyada bir eşi benzeri olmayan yönetme gücünü Avrupalılara göstermek için...

Funda uzun.
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Bu millete katrani süt diye yutturdunuz.

Bu millete katrani süt diye yutturdunuz AZIZ okuyucularim, ozanlar milletlerin irfanina, izanina, idrakine ve imanina ayna tutarlar... Mehmet Emin Yurdakul “Unutma ki sairleri haykirmayan bir millet, / Sevenleri toprak olmus öksüz çocuk gibidir” diyor.

Görüyor ve üzülüyoruz ki millet irâdesini hiçe sayip darbelerden medet umanlar; milletten bir türlü alamadiklari destegi, e-muhtiralarin gölgesine siginarak saglamaya çalisanlar; “Iktidardaki Teslimiyet”e tepki için meydanlara toplanan yüz binleri istismar edenler; darbe özlemiyle yatip darbe özlemiyle kalkan diktaci, tahakkümcü “o kafalar”; demokrasiden, Atatürk’ün fikirlerinden, laikligin asil tarifinden nasiplenmemis sahte demokratlar, sahte Atatürkçüler ve sahte laikler, aslinda AB’ye teslimiyet yolunda beraber yürüdükleri su “Isportaci Zihniyeti” alt edebilmek için maalesef Müslüman Türk Milleti’nin bütün manevî degerlerine saldiriyorlar. Miting kürsülerinde Türk Milleti’ne ihanet ve hakaret edenler, “pembesinden kizilina” bütün sola “birlesin” çigirtkanligi yapiyor. Utanmasalar bölücü PKK çetesinin legal görüntülü uzantilarina, bilcümle “dana”lara bile tekrar kucak açip, Islam ve Türk düsmanliginda birlesecekler...

Cumhurun kendisine güvenmeyip Cumhuriyet’e sahip çikar görünenler mi dersiniz, geçmiste Öcalan canîsinden icâzet alip, APO kontenjanindan Zana’larla birlikte su soldan dikteli zihniyetin listelerine dalmaya çalisan beyinden aksak “elemanlari” mi ararsiniz? Hemen hepsi Türk’e ve Islâm’a hakaretten, hatta ihanetten sabikali... Sanli Bayragimizin “solcu tahakkümde birlik ugruna” düpedüz istismar edildigi bu mitinglerin öncülerinden tamamina yakini “hepimiz Ermeniyiz” prangasini beyinlerine gönüllü geçirmis parsacilar...

Evet, bazi iyi niyetli okuyucularimiz, “AB devlet politikamizdir” lafini dillerinden düsürmeyen bu “gidiler”in, AKP zihniyetine galabe çalabilmek için, cehaletlerinden ötürü sapla samani biri birine katarak millî ve manevî degerlerimize yaptiklari saldirilarin tesiriyle, su “Teslimiyetçi Zihniyet”i, neredeyse kokulu sabunla arinmis ve ak-pak olmus saniyorlar.

Yazik, çok yazik ki içinde bulundugumuz vaziyet çok naziktir. Hani sadece adi “Osmanli” olan o banka reklamindaki gibi; “yoktur aslinda biri birlerinden farklari...” Hepsinin istismar üzerine dönüyor çarklari!.. Kimi devletin ilkelerini, kimi milletin hassasiyetlerini istismardan asla vazgeçmiyorlar. Ancak Müslüman Türk Milleti sahnelenen “kutuplastirma tiyatrosunun” farkindadir.

Iste “Çagimizin Dede Korkut’u” Ozan Arif, yaklasik 1 yil önce milletimize sundugu “Ak mi? Kara mi?” destaninda, AKP’nin Müslüman Türk Milleti’nin merhametini ve iyi niyetini istismar edisini bakiniz nasil dile getiriyor:




Ak mi Kara mi?
Evet, Sayin Basbakan Tayyip Bey hazretleri;
Arattiniz siz sizden önceki namertleri,
Nasil dile getirsem açtiginiz dertleri,
Bir degisme masali, bir de ak tutturdunuz,
Bu millete karayi, ak diye yutturdunuz...

Bak Tayyip Bey, ben öyle kolay kolay söz demem,
Amma yeri geldi mi sözümü esirgemem,
Riyaset-i Cumhur’mus, Basbakan’mis dinlemem,


(Her üç misradan sonra nakarat beyti)
Zaten biraz bilirsin, bir parça tanisiriz,
Ne elden akil alir, ne ele danisiriz,
Biz adamin yüzüne erkekçe konusuruz

.....
Degistiniz, aksiniz, tamam, iyi, çok güzel,
“Ak” lâfinin üstünde özel duralim, özel!..
Yahu bu “Ak” diyenler, hep mi böyle müptezel?


Ecevit’te bir zaman “Ak”li lâflar etmisti,
“Ak günler” diye diye tepemizde bitmisti,
Ve aynen anamizi aglatarak gitmisti...

Önce sunu kabul et: “Sözüne uymuyorsun!”
Sana oy verenleri, kat’iyen duymuyorsun,
Vermeyeni zaten hiç insandan saymiyorsun,


Hükümetin de ayni, hem acemi, hem hamlar,
Koskoca koltuklarda, küçük küçük adamlar,
Sizi de kusatmis o, ihaleci yamyamlar,

Ekonomi, istikrar “çok düzelmis canim çok,”
Ne düzeldi arkadas, bos lâflara karnim tok!
Olanda zaten vardi, olmayanda yine yok!


Isçi, memur, emekli, refaha mi eristi?
Yani siz geldiniz de, hangi hâller degisti?
Yine kazik yiyoruz, atan eller degisti...
.......
Tayyip Bey basariniz göz boyamak, aldatmak,
“IMF”li dürzüler gelince havlu tutmak,
Yaptiginiz tek sey var, paradan sifir atmak,


Ondan da süpheliyim, gerçi Allah biliyor,
Iktisatçi olanlar bu isi irdeliyor,
Alti sifir gitti mi? Yedinci mi geliyor!?

Basörtüsü ne oldu? Dilin konussun, dilin,
Bizimkiler fos çikti, siz çözün, hadi gelin,
Takke düstü Tayyip Bey, kelin göründü, kelin,


Carttir-curttur anlamam, türbanliyi sattiniz,
Korkunuzdan bu isin üzerine yattiniz,
Siz bile hanimlari evlere kapatiniz,
...
Saginiza bir akrep, solunuza bir yilan,
Alir almaz dedin ki: “Türk’lük ney?” falan-filân,
“Türk degil Türkiyeli” olmakmis mühim olan,


Bu nasil bir ifade, amacin ney, gayen ney?
Basbakan’in agzinda ne geziyor böyle sey?
Ben o zaman sorarim: “Türk müsünüz Tayyip Bey”
...
Yahu size ne oldu? Siz böyle degildiniz,
Kirk yillik çizginizi, bir kalem de sildiniz,
Avrupa’ya çatarken, önünde egildiniz.


Böylesine geçmisten kopmaya gerek var mi?
Brüksel’de el-etek öpme gerek var mi?
Bu “AB”ye bu kadar tapmaya gerek var mi?
...
Bir siir okuyordun, hatirla, daha dündü,
Hani kubbe migferin, minareler süngündü,
Hadi çizgin degisti, dinin de mi ters döndü?


Yaniniza bir “papaz”, bir de “haham” seçtiniz,
“Imam” zaten hazirdi, baslarina geçtiniz,
Antalya’da dinlerin bahçesini açtiniz,

Ve bahçenin gülleri tez büyüdü, kokuyor!
Misyonerler her yerde sanki mekik dokuyor,
Sayende çoluk-çocuk, artik Incil okuyor,


On yedi aralikta, Brüksel’de tuttunuz,
O imzayi millete hiç sormadan attiniz,
Biz “Lozan” kötü derken, siz “Sevr”i hortlattiniz,

Talabani, Barzani, kanimiza giriyor,
Ankara’da bu pustlar, izzet-ikram görüyor,
Ne oluyor? Devletin ciddiyeti eriyor!


Ne karaymis Kibris’ta soydasin yazgilari,
Kan agliyor Türkmen’in hoyrati, ezgileri,
Nerde kaldi Devlet’in kirmizi çizgileri?

Çizgilerden vazgeçtik, çizgi-mizgi hiç yok da,
Nokta bile kalmadi, kirmizi bir tek nokta,
Bir yanda Kibris sokta, bir yanda Kerkük sokta,


Velhasili Tayyip Bey, Allah size boy vermis,
Gerisini maalesef, sanki kapip koyvermis,
Demek ki millet size, boyun için oy vermis,

Ah su basim bas olsa, bir bitse benim derdim,
Ozan Arif olarak, size neler ederdim,
Sizi var ya, üç ayda, bitirmezsem namerdim,
Bir degisme masali, bir de ak tutturdunuz,
Bu millete katrani süt diye yutturdunuz.


Servet Kabaklı
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Erdoğan'ın bilinçaltına döşenmiş olan mayın!

Erdoğan'ın bilinçaltına döşenmiş olan mayın!
BOP Eş Başkanı Tayyip Erdoğan, Suriye sınırında bulunan binlerce kilometrekarelik ‘verimli’ arazilerin, mayınlardan temizlenmesi karşılığında, 49 yıllığına ‘İsrail kökenli’ şirketlere devredileceğine ilişkin iddialara cevap verirken, aynen şu ifadeleri kullandı:
- “Suriye tarafı temizleme işini yaptı. Biz de Suriye’nin yaptığını yapıp o bölgeye yaklaşık 210 bin dönümlük organik tarım yapabileceğimiz bir alan kazanalım istedik. Hemen yakıştırma başladı, ‘Siz burayı İsrail’e peşkeş çekeceksiniz’. Hep aynı şeyler. Para civa gibidir. Paranın dini, imanı olmaz. Yahudi sermayesidir, olmaz. Yahu burada kim çalışacak? İzak çalışmayacak, Hasan, Ahmet, Mehmet çalışacak.”
Ve belki de farkında olmadan, zamanında ‘bilinçaltının derinliklerinde’ bir yerlere döşenmiş olan çok tehlikeli bir ‘mayını’ açığa vurdu:
- “Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi.”

* * *

Ey Tayyip Erdoğan.
Üzerindeki ‘milli görüş gömleğini’ çıkarıp, ‘papaz elbisesi’ giydiğini ispatlayabilmek için kimlere ‘şirinlik’ gösterisinde bulunuyorsun?
Yahudi lobilerine mi?
Ermeni lobilerine mi?
Rum lobilerine mi?
Hadi diyelim ki tarih bilmiyorsun.
Okullarda kitapları okutulan Emin Oktay’ı, belki ‘resmi tarih’ görüşlerini temsil ediyor diye, ciddiye bile almadın.
İsmail Hakkı Danişment’in, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın, İbrahim Kafesoğlu’nun, kitaplarına da, ‘Türk kimliğini’ ön plana çıkardıkları için hiç açıp bakmadın.
Peki, ‘yalan söyleyen tarih’ üzerine yeni tezler ortaya koyan Mustafa Müftüoğlu’nu, Lozan’ı bile ‘hezimet’ olarak kabul eden Kadir Mısırlıoğlu’nu da mı hiç okumadın?
Yavuz Bahadıroğlu ve kalem arkadaşlarının romanlarına konu olan sürgünler, sana hiç bir şey anlatmadı mı?
Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan, Kırım’dan, Türkistan’dan, Kerkük’ten, Kuzey Afrika’dan, milyonlarca insan neden kaçıp Anadolu’ya sığınmak zorunda kaldı?
Anadolu’da olanlar ‘faşizan’ ise eğer...
Peki oralarda yaşananlar neydi?

* * *


Eğer, Enver Paşa ‘tehcir’ kararını uygulamak zorunda kalmasaydı, Atatürk ‘mübadele’ teklifini kabul etmemiş olsaydı, bugün Türkiye bir de ‘Ermeni’ ve ‘Rum’ isyanları ile karşı karşı kalacaktı.
Zamanında, Türkiye üzerine uyguladıkları ‘psikolojik savaş’ ile insanların bilinçaltlarına ‘mayınlar’ döşeyenler, şimdi ‘karşılığını almanın’ mutluluğu içerisinde ellerini ovuşturuyorlar.
Ermeni soykırım iddialarının tanınması için lobi faaliyetleri yürüten Prof. Dr. Halil Berktay, gelinen noktayı aynen şu cümle ile özetliyor:
- “Erdoğan’ın yaptığı açıklama, resmi ideolojinin Türkiye’nin üzerinden kalktığını gösteriyor. Ortaya AB taraftarı olan ılımlı bir İslam çıktı. Bu, dünyanın hiçbir yerinde yok. Bu demeç, Türkiye’deki bütün mevzileri değiştirdi.”
‘Oturduğu makamı’ hiçe sayarak, ‘milli güvenliğe’ ilişkin politikaları bile, sıradan bir ‘siyasi istismar malzemesi’ haline getiren Tayyip Erdoğan, ‘çok tehlikeli’ bir mayının üzerinde yürüyor.
Mayın, her an patlayabilir.

İsrafil K.KUMBASAR
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Sorularla mayın meselesi???

Sorularla mayın meselesi
1) Akdeniz Bölgesinde birinci sınıf tarım arazilerini çok katlı yapılaşmaya açan devlet zihniyeti ile Suriye sınırındaki stratejik mayınlı araziyi İsrailli firmaya “Tarım yapılacak” bahanesi ile açan devlet zihniyeti arasında nasıl bir ironi var?
2)1954 yılında bölge halkından istimlak edilerek kamulaştırılan mayınlı arazi tekrar bölge halkına neden verilmiyor?
3) Mayınlı arazileri temizleyecek olan şirketin gizli amacı oradaki petrolü de çıkarmak olabilir mi?
4) 510 Kilometrekarelik mayınlı arazinin temizlenme işini üstlenmek isteyen İsrail firması neden tarım yapılacak diyor da “belki petrol de çıkarabilirim” demiyor?
5) Şu anda petrol arama ve çıkarma ruhsatı olan TPAO’ya ait olan bu arazinin sadece 18 kilometrekaresinde günlük 2000 varil ham petrol çıkarılıyor. Daha önce engellenen ama her an gündeme tekrar gelmesi beklenilen “Petrol Kanunu” tekrar çıkarsa, TPAO’nun elindeki bu ruhsatı iptal edilebilir mi?
6) Günlük 2000 varil
üretim olan mayınlı arazilerdeki petrol kapasitesi arttırılamaz mı?
7) Bu mayınlı arazinin altında kaç yıllık ve ne kadarlık petrol rezervi tahmin ediliyor?
8) 1997’de OTTAWA Sözleşmesine neden ABD, İsrail, ve Çin imza atmadı ?
9 ) Bu mayınlı arazinin temizlenme işi için ne kadar para harcamak gerekiyor?
10) 2001 yılında TSK’ya devredilen mayın temizleme hadisesini TSK neden bu kadar uzattı?
11) TSK 2001’den bu yana madem “mayınlı arazileri temizlemedi”, neden NATO’ya ( Namso) havale etti ?
12) TSK neden hükümete bu kadar stratejik bir sınır meselesinde “yabancılara temizletmeyin” demedi?
13) Akçakale - Nusaybin sınır kapısının yer değiştirilmesi hadisesi üzerine 200 dönümlük mayınlı arazi nasıl 26 günde mayınlardan temizlendi?
14) Bugüne kadar mayınlı arazi yüzünden ölen kaç vatandaşımız var?
15 ) Bugüne kadar mayınlı arazi yüzünden kaç vatandaşımız sakat kaldı?
16) Mayınlı arazilerden elde edilecek para “tarım yapılırsa” ne kadar?
17) Mayınlı arazilerden elde edilebilecek petrol geliri ne kadar?





Nuriye Atabey
 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Bu sorulara doğru veya doğruya yakın tahminler ile cevap verdiğimiz zaman ülkemizde geleceğimize ve ülkemize ihanet etmemiş kalmayacak gibi gözüküyor.
 
Üst