Begendiğiniz köşe yazıları.

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Çıkış yolu

mehmetbedri.jpg


CHP ve MHP’nin, ama özellikle Kılıçdaroğlu’nun seçim kampanyalarında, AKP’ye karşı mücadelede üzerinde durdukları konular dikkatinizi çekti mi?

Türkiye’nin yüzyüze olduğu büyük sorunlar konusunda AKP’den farklı olarak söyleyecek sözleri yoktur. Sabah akşam dillerine doladıkları biricik konu, yolsuzluk ve hırsızlıklardır. İşte bu durumdaki Partiler, Erdoğan’ın en büyük şansı olmuşlardır.

Ekonomik olarak dünyanın en kırılgan ülkesiyiz. Suriye’de 130 bin komşumuzun-kardeşimizin canına mal olan iç savaşta taraf olmuşuz ve bütün komşularımızla ilişkilerimiz bozulmuş.

Türkiye, kendi elleriyle Irak’ın kuzeyinde bir kukla devletin kurulmasına yol açmış, aynı oyun şimdi de Suriye’nin kuzeyinde sahneleniyor.

Son oniki yıl içinde kabul edilen “Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri”, “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” ve “Büyükşehir Yasası” ile milli devletimizin altı oyulmuş.

Batı destekli bölücülük, 500 bin kişinin öleceği tehditleri ile özerklik ilanına hazırlanıyor.

Türkiye’nin Ortaçağ karanlığına gömülmesi yolunda tarikat ve cemaatlere yol verilmiş. Türban, elbirliği ile devlet kurumlarına ve okullara sokulmuş, laikliğin canına okunmuş.

Bütün bu gelişmelerin hepsinde CHP ve MHP, AKP ile birlikte olmuşlar. Ama şimdi “Hırsız var” diye tepinerek halktan oy alabileceklerini ve AKP’yi yıkabileceklerini sanıyorlar.

’Kırk katır, kırk satır’ demokrasisi

Türkiye’de sadece bir AKP sorunu yok, aynı zamanda bir de “majestelerinin muhalefeti” sorunu vardır.

Türkiye’nin bütün önemli sorunlarında, İktidar Partisi’nin söylediklerinden farklı bir tavrı olmayan partiler “muhalefet” olarak durdukça, Erdoğanlar orada oturmaya devam edeceklerdir.

Onun içindir ki sistem bütün gücüyle iktidarı ve muhalefetiyle mevcut Partilerin ayakta kalması için çalışıyor.

Onlarca televizyon ve gazetede; AKP, CHP; MHP ve BDP’den başka parti yoktur. Onların haberleri verilir. Mitingleri, temasları, açıklamaları görüntülü olarak halka izlettirilir. Programlarda bu partilerin temsilcileri konuşturulur.

Kamuoyu yoklamalarında sadece bu dört parti sorulur. Geri kalan bütün partiler “diğer” kategorisi içindedir. Hatta bazen “diğer” bile çok görülür. Onlar “kararsız” seçmendir ve dört parti arasında dağıtılır.

Seçmen böylece kırk katır ile kırk satır arasında tercihe zorlanır. Bunun adına da “demokrasi” denir.

’Oyları bölmeyelim’ tuzağı

CHP ve MHP’nin yıllardır, AKP’den kurtulmak isteyen halka hep aynı sözü söylemişlerdir: “Oyları bölmeyelim.”

Gerçekte en büyük tuzak, “oyları bölmeyelim” tuzağıdır.

Üzerinde biraz düşünüldüğü zaman bu “oyları bölmeyelim” sloganının esas sahibinin AKP olduğu görülecektir.

Çünkü bu anlayışın etkin olması sonucunda CHP ve MHP dışında, gerçek muhalefetin ortaya çıkması önlenmektedir.

Seçmen, CHP ve MHP’den başkasını görmeyince, “ehveni şer” diyerek AKP’ye destek sunmaya devam etmektedir. Çünkü AKP, bu partilerden farklı olarak “Koalisyonsuz Hükümet” sunma avantajına sahiptir.

Onun için “oyları bölmeyelim” sözü dönüp dolaşmakta ve AKP’ye yeniden verilen oya dönüşmektedir.

AKP nasıl gider?

Gerçekte ise AKP, oy oranı düştüğü zaman gidecektir. Haziran ayaklanması AKP döneminin bittiğini ilan etmiştir.

AKP’yi iktidar yapan Atlantik ötesindeki büyük ağabey dahil şimdi herkes, Erdoğan sonrasında kimin Türkiye’yi yöneteceği arayışına girmiştir.

Bu koşullarda, AKP’nin geçen yerel seçimlerde aldığı yüzde 38’in altına düşmesi demek, artık bu Parti’nin iktidar döneminin bitmesinden başka anlama gelmeyecektir.

Dolayısıyla oyların, AKP dışında hangi partiye verilmiş olursa olsun bu anlamda değişik bir sonucu olmayacaktır.

Yani AKP dışındaki Partilere verilen her oy, AKP’nin gidişine katkı sunacaktır.

Doğru oy

Ama AKP dışındaki Partilere verilen oyların şöyle bir anlamı vardır:

Gerçekten alternatif olacak bir programa verilen oylar, Türkiye’nin; AKP ile “majestelerinin muhalefeti” içinde çırpınmasına son verecek, Türkiye’nin önüne bir çıkış yolu koyacaktır.

Serbest Piyasa değil Halkçı Devletçi Ekonomi, AB kapısına bağlanmak yerine Bölge Merkezli Dış Politika, Batı destekli irtica ve bölücülüğe karşı kararlı tavır, vatanın bütünlüğü ve milli birliğin korunmasında devrimci tutum… Türkiye’nin ihtiyacı olan devrimci programın özeti budur.

“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganıyla son iki yılda milyonlar halinde alanlara çıkan halkımız da bu programı savunuyor. Aynı programı savunan İşçi Partisi’nin halk hareketine damgasını vuran siyasal parti haline gelmesinin açıklaması da buradadır.

30 Mart seçimlerinde, “Mustafa Kemal’in Askerleri”nin, gerek oy oranında sağlayacağı ilerleme, gerekse bazı yerlerde belediyeleri kazanması; Türkiye’nin önüne bir çıkış yolu koymak anlamına gelecektir. Türkiye’nin böyle bir aşamadan geçerek, Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerinde Milli Hükümet çözümüne ulaştığını göreceğiz.



Mehmet Bedri Gültekin

Aydınlık

http://www.ulusalbakis.com/cikis-yolu.html
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Açılım ve Yerel Seçim süreci!

b%C3%BClentesino%C4%9Flu.jpg


Erdoğan’ın seçim sürecinde kullandığı ana konu Paralel Devlet, Kılıçdaroğlu’nun kullandığı ana tema ise, yolsuzluk oldu.

Erdoğan tüm seçim süreçlerinde olduğu gibi, bu seçim sürecinde de, sahte milliyetçilik yaptığından, Açılım Sürecinden, yani bölünmeden hiç bahsetmiyor.

Sadece şehitler gelmiyor cümlesi ile yetiniyor.

Çünkü biliyor ki, açılım süreci milli iklimle çatışıyor.

Ne olduğu belli olmayan Açılım süreci, ne hikmetse, İşçi Partisinin dışında, bir de, yarım ağızla MHP tarafından ifade ediliyor.

Kılçdaroğlu, şu sıralarda ortada kalan Açılım Sürecine sahip çıkıyor.

Özetle, biri, sahte de olsa, milli bir çizgi izliyor, diğeri gayri milli bir çizgide yol alıyor.

Erdoğan milli oylara talip oluyor. Kılıçdaroğlu da gerici ve bölücü oylara talip oluyor.

Bir hedef koymaksızın, plan ve program belirtmeksizin, çözüm yollarını ifade etmeksizin bir seçim propagandası yürüyüp gidiyor.

Kılıçdaroğlu, daha büyük bir yanlışla, Erdoğan’ın kullanıp attığı Cemaat çaputuna sarılıyor.

Fethullah’dan medet umuyor. İttifak tekliflerini bu yolda değerlendiriyor.

Gelişen iç ve dış dinamikler, ülke savunmasını en üst düzeye çıkardığı bir dönemde, millici bir söylemin prim yapacağı bir ortamda, Batıcı, enternasyonal görünüm CHP için intihardır.

Batıcılık yaşadığımız tarihi süreçte, kan, gözyaşı ve gericiliktir.

Siyasi ve psikolojik duruma, doğru tanı koyamayan CHP kurmayları, CHP’yi bölücü Kürtlerin yanında gösteren bir profil çiziyor.

Sanki PKK ile resmi görüşmeleri Erdoğan değil de, Kılıçdaroğlu yapmış gibi…

Daha dün, silahlı kuvvetler, Suriye’de, Suriye ordusunun Bölücü Kürtlere ve El-Kaideye karşı yaptığı mücadele sırasında, uçağı düşürülüyor. Kılıçdaroğlu hemen Esad’ı suçlayan AKP’nin yanında yer alıyor.

Ertesi gün, yani bugün, yaptığı yanlışın büyüklüğünü anlıyor, düzeltme yapıyor.

Düzeltmeyi de, genel savaş karşıtlığı düzeyinde ifade ediyor. AKP’nin Suriye’de PYD’ye (aslında PKK’ya) yaptığı yardımı açık etmiyor.

CHP’nin elinde tutması gereken asıl koz; ne idüğü belirsiz Açılım Süreci iken, bu konuda muhalefet yapmayarak, AKP’ye inanılmaz bir yardım yapmış oluyor.

Ondan sonra da, oyları bölmeyelim diye terane tutturuyorlar.

Evet, hırsıza hırsız diyeceksin de, yok mu senin planın programın?

Özelleştirmelerin ortaya koyduğu işsizlik ne olacak? Özelleştirmeleri desteklemeye devam mı edeceksin?

Asıl büyük talan ve yolsuzluk özelleştirmelerde yapılmadı mı?

Açılım Sürecinin sonunda, geleceğimiz yerin bölünme olduğunu bilmiyor musunuz?

Özetle, CHP’nin yaptığı muhalefet, sadece MHP’nin işine geliyor. AKP’li seçmeni hiç ilgilendirmiyor.

Yerel seçimlerde, CHP bu yanlış duruşunun bedelini; MHP’nin gerisinde kalarak ödemesi hiç de sürpriz olmaz.

“Ya müzakere, ya savaş” çığlıklarının atıldığı yerde, bölünmeyi yok sayarak seçim yarışı yapmanın, hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

İç huzur olmadan aş da, iş de olmaz.


Bülent Esinoğlu
[email protected]

http://www.ulusalbakis.com/acilim-ve-yerel-secim-sureci.html
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Yılmaz Özdil: 25 Mart

Y%C4%B1lmaz-%C3%96zdil.jpg


Muhsin Yazıcıoğlu’nun kazayla ölmediğini, resmen öldürüldüğünü kanıtlayan suikast tapeleri çıkabilir.

Evdeki paralar sıfırla’nırken kaydedilmiş görüntüler yayınlanabilir.
Malezya’ya kaçırmak için uçağın kargosuna altın külçeleri yüklenirken çekilmiş fotoğraflar yayınlanabilir.
Apo’yla telefon konuşması…
Apo’yla buluşma olabilir.
Dolmabahçe’de baş başa neler yaşandı, nihayet açıklanabilir.
Uludere’de vur emrini kim verdi, kendi sesinden duyabiliriz.
Muta nikâhı servis edilebilir.
Bakan bey mesela, durup dururken çıktı ekrana, porno’dan bahsetti.
Evli kuma’dan bahsediliyor.
Gayrimeşru çocuktan bahsediliyor.

*

Hepsi ihtimal dahilinde.
Hepsi akla yatıyor.
Hiçbirine “imkânsız” denemiyor.
“Yapmaz öyle şey” denemiyor.
“O kadar da olmaz” denemiyor.
Hatta, tek tek değil, hepsini birden yapmış olması bile mümkün.

*

Terzi işi takım elbise gibi, hiç pot yapmadan omuzlarına oturuyor.

*

25 Mart, aslında budur.

*

En ağır suçların, en adi rezaletlerin bile, artık şaşırtıcı bulunmaması, toplum nazarında sürpriz olmamasıdır. “Eksiği yoktur, fazlası vardır, Allah bilir daha neler yapmıştır bunlar” duygusunun hâkim olmasıdır. Asrın memleketiyiz filan derken, memleketi ve milleti getirdikleri yerdir, 25 Mart.

http://www.ulusalbakis.com/yilmaz-ozdil-25-mart.html
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Seçimin kaybedenini açıklıyorum

De*mi*ri ter*si*ne bü*ke*ce*ğim; zo*r’*u de*ne*ye*ce*ğim ve san*dık*lar açıl*ma*dan ana*liz ya*pa*ca*ğım!
Baş*lı*yo*rum…
Ön*ce ta*rih*sel bir tes*pit*te bu*lun*mak is*ti*yo*rum:
Şem*set*tin Gü*nal*tay (1883-1961) İt*ti*hat*çı*la*r’*ın İs*lam*cı ka*na*dı*na men*sup*tu. Meh*met Akif ve Eş*ref Edi*p’*le si*ya*sal İs*lam*cı çev*re*le*rin oku*du*ğu Se*bil ür-Re*şad der*gi*si*ni çı*ka*ran saç ayağından bi*riy*di. Aka*demis*yen*di; İs*tan*bul Da*rül*fü*nun ve ay*nı za*man*da dö*ne*min en yük*sek med*re*se*si sa*yı*lan Sü*ley*ma*ni*ye Med*re*se*si*’n*de öğ*ret*men*lik/ho*ca*lık yap*tı. 1924’te Da*rül*fü*nun İla*hi*yat Fa*kül*te*si*’n*de de*kan*lık yap*tı. Mil*let*ve*ki*li ol*du. Yir*mi yıl da Türk Ta*rih Ku*ru*mu başkan*lı*ğı yap*tı. Ve…
Tür*ki*ye 1950 ge*nel se*çi*mi*ne gi*der*ken, CHP, Ha*san Sa*ka ye*ri*ne Şem*set*tin Gü*nal*ta*y’*ı başbakan*lı*ğa ge*tir*di. Ta*rih 16 Ocak 1949.
Gü*nal*ta*y’*ın ni*ye baş*ba*kan*lı*ğa ge*ti*ril*di*ği sa*de*ce si*ya*sal kim*li*ğin*den de*ğil; ic*ra*at*la*rın*dan da bel*li ol*du. 8 Ha*zi*ran 1949’da mec*lis*te şu*nu di*ye*cek*ti: “İlk mek*tep*ler*de din ders*le*ri okut*tur*ma*ya baş*la*yan hü*kü*me*tin baş*ka*nı*yım; bu mem*le*ket*te Müs*lü*man*la*ra na*maz*la*rı*nı öğ*ret*mek, ölü*le*ri*ni yı*ka*mak için İmam Ha*tip kurs*la*rı açan bir hü*kü*me*tin baş*ka*nı*yım; bu mem*le*ket*te Müs*lü*man*lı*ğın yük*sek esas*la*rı*nı öğ*ret*mek için İla*hi*yat Fa*kül*te*si açan bir hü*kü*me*tin baş*ka*nı*yım.”
Çok par*ti*li ha*ya*tın baş*la*ma*sıy*la CHP, si*ya*set yap*mak için di*nin po*pü*ler*li*ğin*den fay*da*lan*ma/ya*rar*lan*ma rüz*ga*rı*na kap*tır*dı ken*di*ni. Ör*ne*ğin, se*çim*le*re iki ay ka*la tek*ke ve tür*be*le*rin ka*pa*tıl*ma*sı*na ait ka*nu*nu kal*dır*dı. Se*çim lis*te*sin*de DP’*den iki İla*hi*yat*çı aday var*ken CHP lis*te*sin*de dört İla*hi*yat*çı var*dı! Vs. So*nuç…
CHP, 14 Ma*yıs 1950 se*çim*le*ri*ni, İs*lam*cı çev*re*le*rin, “Tür*ki*ye*’nin ilk İs*lam*cı baş*ba*ka*nı*” de*dik*le*ri Gü*nal*ta*y’*a ve onun din*sel ağır*lık*lı ic*ra*at*la*rı*na rağ*men kay*bet*ti! Ya*ni, ma*sa ba*şın*da ha*zır*la*nan “si*ya*set mü*hen*dis*li*ği*” işe ya*ra*ma*mış*tı! Pe*ki…
CHP ne*den kay*bet*miş*ti? Me*se*le sa*de*ce din miy*di? So*ru bu*gü*ne de ışık tu*tu*yor.
Fa*kat, -yan*lış an*la*şıl*ma*mak için- ikin*ci bir tes*pit da*ha yap*ma*ma izin ve*ri*niz…
Din ge*ri*ci mi*dir
Tür*ki*ye*’de bel*li çev*re*ler*de “Os*man*lı*’yı din ge*ri*let*miş*ti*r” gi*bi bir yan*lış ka*bul var. İs*lam kül*tü*rü*nü ge*ri*ci*lik kay*na*ğı ola*rak ele alır*sak ken*di ta*ri*hi mi*ra*sı*mız*la ara*mı*za ko*puk*luk so*ka*rız. Os*man*lı top*lu*mu İs*lam yü*zün*den ge*ri kal*ma*mış*tır; Os*man*lı top*lu*mu*nu ge*ri bı*ra*kan un*sur*lar, ay*nı or*tam için*de di*ni de ge*ri bı*rak*mış*tır. Eğer di*ni ge*ri*ci*lik ne*de*ni ola*rak gö*rür*sek Fa*ra*bi*le*ri, İb*ni Si*na*la*rı, El Kin*di*le*ri, İbn Rüşt*le*ri na*sıl de*ğer*len*di*re*ce*ğiz? Os*man*lı*’nın ge*ri*le*me*sin*de din dı*şın*da çok fark*lı ne*den*ler var*dı. Eko*no*mi-po*li*tik te*mel*li dü*şün*me*me*mi*zin so*nu*cu*dur bu ka*ba an*la*yış.
Evet, bu*gün de Tür*ki*ye*’yi ge*ri*ci*leş*ti*ren si*ya*sal-eko*no*mik ya*pı di*ni de ge*ri*ci*leş*ti*ri*yor! İs*la*m’*ı ca*hi*li*ye dö*ne*mi*ne dö*nüş*tü*ren bu ge*ri*ci ya*pı*nın kod*la*rı*nı çöz*mek ge*re*ki*yor.
O hal*de -bu*gü*nü an*la*ma*mı*za ya*ra*ya*cak- so*ru şu*dur:
CHP, “İs*lam*cı Baş*ba*ka*na*” rağ*men 1950 se*çim*le*ri*ni ne*den kay*bet*ti?
Jan*dar*ma, Ku*r’*an kurs*la*rı*nı bas*tı vb ba*sit-sığ ya*lan*la*rı bı*ra*kı*nız; ger*çek*ler üze*rin*den tar*tı*şa*lım.
CHP’*nin kay*bet*me*sin*de 7 Ey*lül de*va*lü*as*yo*nu*nun et*ki*si yok mu?
Yo*ğun iş*siz*li*ğin et*ki*si yok mu?
Baş*ta Ka*ra*de*niz ol*mak üze*re aç*lık sı*nı*rı*na ge*len in*san*la*rın bü*yük bir iç göç ya*şa*ma*sı*nın et*ki*si yok mu?
Sa*vaş yor*gun*lu*ğu*nun et*ki*si yok mu?
Ya*ni ye*ni bir top*lum*sal ya*pı şe*kil*le*ni*yor*du. CHP bu*nu fark ede*me*di. Ör*ne*ğin par*ti*nin ida*ri ya*pı*la*rı*nı, yük*sek bü*rok*rat*la*rın, su*bay ya*kın*la*rı*nın ve ye*rel eş*ra*fın ini*si*ya*ti*fi*ne bı*ra*ka*rak, sos*yal ta*ba*nı*nı ge*niş*le*te*me*di; da*ralt*tı.
Ba*kı*nız:
CHP’*nin 1946-50 ara*sın*da ya*şa*dı*ğı ik*ti*sa*di kri*zin ben*ze*ri*ni, DP de 1957-60 ara*sın*da ya*şa*dı. Tek ör*nek*le ge*çe*yim; 1959’da yüz*de 208’lik enf*las*yon ora*nıy*la Tür*ki*ye, Bre*zil*ya*’nın ar*dın*dan dün*ya*nın en yük*sek enf*las*yo*na sa*hip ikin*ci ül*ke*siy*di. Ya*ni, 1960 as*ke*ri mü*da*ha*le*si ol*ma*say*dı, DP bü*yük ih*ti*mal*le ik*ti*dar*dan dü*şe*cek*ti. Di*n’*le fi*lan ala*ka*sı yok. Ay*rın*tı*ya gir*me*ye*yim, ge*le*lim bu*gü*ne…

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Odatv.com



http://www.odatv.com/n.php?n=secimin-kaybedenini-acikliyorum-2703141200
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

25 Mart gecesi neler yaşandı?

125_b.png



27 Mart 2014 PerşembeSüleyman ÖZIŞIK[email protected]Gördüğüm, konuştuğum herkes "'Erdoğan hakkındaki bomba kaset 25 Mart'ta yayınlanacak' iddiasını ilk olarak ortaya atan sendin. Kaset neden yayınlanmadı?" diye soruyor.

Hepsine tek tek cevap verdim, bir de buradan anlatayım.

Kasetteki konuşmaları dinleyen haber kaynağım, 25 Mart gecesi bana attığı bilgi notunda hem kasetin içeriğini, hem kimin internette servis edeceğini, hem de kasetin yayın saatini bana tüm ayrıntılarıyla anlattı.

Haber kaynağımın anlattığına göre kasette Başbakan Erdoğan, Abdullah Öcalan'ın özel bir jetle Oslo'ya götürülmesi için talimat veriyor. O görüşmede Öcalan da müzakere masasında yer alıyor. Ayrıca kasette Öcalan'a hapisten çıkacağı ve Güneydoğu'nun özerkliği ile ilgili garanti verildiği şeklinde diyaloglar var.

Yalnız 25 Mart akşamı sadece bir kaset yayına verilmeyecekti. Yani yayınlanacak bir kaset daha vardı.
O kasette ise Erdoğan'ın daha önceki seçimlerde nasıl hile yaptığına dair iddialar yer alıyor. Bu sandıklarda daha önce AK Parti lehine atılan oyların olduğu iddiası var. Bununla ilgili bir ses kaydı yer alıyor.
Aldığım bu bilgilerden sonra sosyal medyada kaseti yayınlayacak olan kişinin ismini vererek detayları paylaşmaya başladım.

Olan bundan sonra oldu!

Deşifre olduğunu anlayan şahıs çevresindeki herkesi sorgulamaya, kimin kendisini ihbar ettiğini bulmaya çalıştı. Haliyle kasetin yayınlanması sekteye uğradı.

Mesela her perşembe akşamı toplandıklarını ve yayına verilecek kasetlerle ilgili karar verdiklerini biliyorum.

Mesela, geçtiğimiz hafta Kahramanmaraş'taki ailesiyle helalleşmeye gittiğini biliyorum.

Mesela, kendisiyle bugüne kadar kader birliği yapan diğer cemaatçi arkadaşının olaylar tehlikeli boyuta gelince geri adım attığını ve "Ben ailemi riske atamam, benden buraya kadar" dediğini biliyorum.

Mesela, kasetleri yayına veren "Başçalan" ve "Anatolia" isimli hesapların bu şahıs tarafından idare edildiğini biliyorum.
Şunu özellikle belirtmem gerekiyor.

Kaseti izleyen haber kaynağım, bunun bir kara komplo olduğu konusunda kesin ve net konuşuyor. Herşeyin bir düzmece olduğunu ilk bakışta anladığını söylüyor.

Bu kasetin bir başka el tarafından yayına verilip verilmeyeceği konusunda bir fikrim yok. Şahsi fikrimi soracak olursanız, seçim yasakları başladığında bu kasetin yayınlanma ihtimali yüksek. Çünkü başından beri, "Seçim yasakları başlayıp, Erdoğan ekranda kendini savunamayacağı bir ortamda yayına verilmesi" konusunda görüş birliği olduğundan haberdarım.

Şundan eminim ki cemaatin son kozu bu kasetleri yaymak olmayacak. Seçim günü için başka bir plan devreye sokulmaya çalışılıyor.

Sayıları onbinleri bulan sahte polis kimlikleri bazı kişilere ulaştırılıyor. Bu kişilerin seçim gününde sandıklarda hile yapıldığı iddiasıyla baskınlar yapıp "Seçimde hile yapıldı" algısı üzerinden bir kaos ortamı yaratmaya çalıştığı yönünde ciddi kuşkular var.

Yazıcıoğlu konusuna gelince...

Yayınlanacak olan asıl kaset Yazıcıoğlu'nun ölümüyle ilgiliydi ancak o kasetin yayınlanmamasına karar verildi. Çünkü ne yapıldıysa Yazıcıoglu'nun öldürülmesi ile Hakan Fidan'ın MİT müsteşarı olduğu tarih denkleştirilemedi ve inandırıcığılı olmayacak olan bu kasetin yayınlanmamasına karar verildi.


http://www.internethaber.com/25-mart-gecesi-neler-yasandi-15800y.htm
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

ELAM'a teşekkür

ELAM Talat'ın konferans için bulunduğu mekana saldırıda bulunmamış olsaydı, kaç kişi bu konferanstan haberdar olacaktı?Teşekkür ederiz ELAM.
Bu sayede Kıbrıs'ta barışa doğru giden yolda, çözüm için çalışan bireylerin ve grupların, ne olursa olsun bu mücadeleden vazgeçmeyeceklerinden Güney'de ve Kuzey'de haberi olmayan kalmadı.
Medyanın eksik bıraktığı: Talat'ın orada neler söylediği ve karşıdan gelen yorumlar ile sorular da paylaşılmalıydı.
Talat'ın bu konudaki bilgilendirme misyonu dibine kadar gerçekleşmiş olacaktı.
ELAM Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanması gerektiğini ve Kıbrıs'ın bir Yunan adası olduğunu bağıradursun; bizim meclsimize kadar sızmış olan ülkücülerimiz de Kıbrıs'ın Türk adası olduğunu ve Türk kalacağını savunadursunlar, hep azınlıkta kalmaya mahkumdurlar.
Esasında, saldırgan ve öfkeli tutumları da bu azınlıkta oluşlarından ve seslerini yeterince kitlelere duyuramıyor oluşlarından kaynaklanıyordur.
***
Kıbrıs'ta çözüme ve barışa doğru giden yolu, yıllardır engelleyen ve tıkayanların kimler olduğunu çok tartıştık. Yıllardır ne bir ayrılık tam anlamı ile gerçek oldu, ne de bir çözüme izin verildi.
Karmaşık ve ne idüğü belirsiz bu ortamdan nemalananlar çok dikkat çekmeye, oynadıkları kozların modasının geçtiğinin konuşulmaya başladığı dönemdeyiz.
***
Eroğlu'nu takdir ettik: Rumlara mal etmeksizin ELAM'ın aşırı milliyetçi bir örgüt olduğunu söyleyerek, bu sesin azınlığı temsil ettiğini ifade etti bu defaki tepkisinde.
Talat'ı takdir ettik: Duygularını, saldırı anında olan bitenleri ajitasyona imkan vermeyecek şekilde dile getirdi.
Her ne kadar da bu saldırıyı olası bir referandumda yeniden pişirip kotaracaklarından eminsek de, 2003-2004 sürecinde bir otobüs dolusu AB yetkilsi, bizim tarafımızda düzenlenen yumurtalı ve domatesli saldırı da pişirilip önümüze kotarılacaktır.
Kıbrıs'ta hiçbirimiz yeterince masum değiliz.
Barış ortamının oluşması ve çözüme giden yolda yeterince istekli davranmayarak kılı kırk yardığımız açıktır.
Her zaman yazdığım kalıpla yazacak olursam: Bayrak ve minare aşkımızın bir çözüm ya da barış karşısında sona ermeyeceğini anlayamadık gitti...
***
Saldırının gerçekleştiği bilgisi bize ulaştıktan sonra sosyal medya üzerinden bunu politik araç olarak kullanarak, bu saldırının hepimize yapılmış olduğu, Rumların barışa bakışlarını gösteren tutumun buradan izlenebileceğini söyleyen Kıbrıslı Türkler vardı.
Duygularımıza yenik düşerek düşmanlığı artırıcı söylemlerde bulunmak bu güne kadar ne bireylere ne de toplumlara başarı sağlamamıştır.
Bu saldırı elbette çözüm yanlılarına, Talat'ın kişiliğinde gerçekleşmiştir. Yine de saldırıyı kimin yaptığı önemlidir.
Dikkate alımayacak serseri bir kurşun misali, Kıbrıslı kimliği ve Kıbrıs toplumunu temsil etmeyen bir azınlığın böylesi bir saldırıyı gerçekleştirmiş olması burada esastır.
Kıbrıs adasını Anavatan olarak belirlememiş, hala Anavatan olarak ada dışındaki bir yerleri adres göstermekte olan hiç bir kişi veya grubun adada kalıcı bir çözüm için söz söylemeye hakkı olmadığını bilecek ve anlayacak kadar uzun zamandır bu sorunu yaşamakta ve sorundan kaynaklanan sıkıntılarla boğuşmaktayız.
Bu noktada olgunlukla, barışı ve çözümü engelemekte olanların 1950'lerden bu yana kurgulanan senaryolardan çok değişik olmadığını görmek ve anlamak kaçınılmazdır.
Kıbrıslı halkın buna karşı uyanık olması ve gerekli tutumu gösterecek birlik ve bütünlüğü irade olarak ortaya koyması kaçınılmazdır.
Bu sebeple çözümü destekleyen tüm siyasi partilere, Talat'a ve diğer liderlere, bu uğurda destek vererek, dış güçler le pararlel yapılanmalarınsöz hakları varmış gibi davranmalarına engel olmak Kıbrıs'ı seven, Kıbrıs'ı vatan bilen veya Kıbrıslı olan herkesin tek yapması gerekendir.


http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/1/col/146/art/21341/PageName/KIBRIS_POSTASI
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

2023′e 10 Kala Başbakan’ın “İslam Cumhuriyeti” Projesi Belli Oldu:


Dursun ATILGAN
Köln, 30 Ekim 2013
2023′e 10 Kala Başbakan’ın “İslam Cumhuriyeti” Projesi Belli Oldu:
BAŞBAKAN, YURTTAŞ YERİNE DİNDAŞ KAVRAMINI GEÇERLİ KILMAK İSTİYOR…
AKP’nin Başbakanı Erdoğan’a, Van 100.Yıl Üniversitesi tarafından düzenlenen fahri doktora töreninde, bir grup izleyici “ODTÜ’ye aldırma Yüzüncü Yıl seninle” diye tezahüratta bulunmuş.(28 Ekim 2013 tarihli gazetelerden)
Başbakan, konuşmasında, Türklükle üstünlük taslayanların olduğunu belirterek, “Kardeşim sen ‘illâ Türk milleti’ olarak diye dayatırsan, öbürü de der ki ‘Hayır Kürt milleti’ der; öbürü çıkar ‘Hayır Lâz Milleti’ der. Niye bunu böyle diyorsun? Diyorlar ki, ‘Türk milleti hepsini kavrar’. Hayır, Türk milleti hepsini kavramaz. Millet hepsini kavrar” dedi. Erdoğan’a fahri doktora töreni sırasında bir grup “ODTÜ’ye aldırma Yüzüncü Yıl seninle” diye slogan attı”, deniyor haberde…
***
Öncelikle şu düşüncemizi hemen söyleyelim: Belliki, AKP’nin parti sözcüsü Hüseyin Çelik, memleketi(*) olan Van’daki üniversite yöneticilerine (belki de baskı yaparak) böyle bir “tören” düzenlenmesini ve (AKP Van örgütünden izleyiciler getirterek) ODTÜ’ye karşı, bir “sesli eylem” başlatılmasını organize etmiş olabilir…Ancak, böyle yapay törenlerin hiçbir kalıcı önemi yoktur…
Şimdi gelelim “Millet” konusuna:
Stalin’in hemşerisi olan AKP’nin Başbakanı (**)
1. Türk adına
2. Türkiye adına
3. Türk Milleti tanımına
4. Türkiye Cumhuriyeti adına
5. Atatürk adına karşı…
Karşı olmayı bir tarafa bırakınız, TÜRK adını tarihten silmek, TÜRKİYE’yi parçalamak, ÇAĞDAŞ CUMHURİYETİ İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürmek, ATATÜRK’ü unutturmak ve de YURTTAŞ yerine DİNDAŞ kavramını geçerli kılmak istiyor… “Müslüman Kardeşler” usulü bir çaba…
Başbakan’ın şu iddiasını yineleyelim:
“Diyorlarki, ‘Türk Milleti hepsini kavrar’. Hayır, Türk Milleti hepsini kavramaz. Millet hepsini kavrar.” Bu olağanüstü korkunç, tehlikeli, anayasal suç oluşturan cahilce iddia karşısında, insanın aklına milletvekili andı (yemini) ve bazı sorular geliyor:
Milletvekili seçilen herkes, mazbatasını aldıktan sonra, TBMM’ye gelerek Büyük Türk Milleti önünde namusu ve şerefi üzerine and içmek, yani yemin etmek zorundadır. Aksi taktirde, milletvekili olarak görev yapamaz.
Öncelikle yemin metnini anımsayalım:
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya
sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim’
Şimdi de sorular:
- Büyük Türk Milleti önünde içilen bu anda sadık kalınmadığı taktirde, uygulanacak yasal bir işlem yok mudur?
- AKP’nin TBMM’deki milletvekilleri arasında hiç mi TÜRK milletvekili yoktur?
- AKP’nin Türkiye çapındaki parti örgütü içinde hiç mi TÜRK yoktur..?
- Bunların tümü de Başbakan’la aynı fikirdeler midir; tarihî gerçekleri bilemeyecek kadar bilgi sahibi değiller midir; hangi ulusa/millete ait olduklarına Başbakan mı karar vermektedir..?
- Dünya yüzünde adsız bir millet var mıdır..?
Başbakan, bu söylemiyle, ettiği yeminin aksini yapmış ve resmen anayasal suç işlemiştir. Böyle bir kimsenin devlet yönetme ehliyeti olamaz.Bu Başbakan, göz göre göre Türkiye’yi bir kaos ortamına sürüklemektedir..?
Bu Başbakan, bizim Başbakanımız olamaz..!
Böyle yöneticiler, bizim yöneticilerimiz olamazlar..!
Bir anımsatma:
Müslümanlar, çocukları dillenmeye başlarken şu soruları sorarlar, yanıtlarını öğretirler:
Soru: Kimin milletindensin..?
Yanıt: Hz. İbrahim peygamberin milletindenim…
Soru: Kimin ümmetindensin..?
Yanıt: Hz. Muhammed’in ümmetindenim…
Bugünden itibaren, ” Kimin milletindensin..?” sorusunun yanıtı herhalde şöyle
olacaktır:
“Tayyip’in tarif ettiği millettenim…”
Başbakan her fırsatta “benim milletim” deyip duruyor, ama Türk Milleti’ni telâffuz etmiyor. Şimdi daha iyi anlaşılıyorki, “Yurttaşlarım” yerine “Dindaşlarım” demeye hazırlanıyor imam…
***
Son sorular:
Bu işlenen anayasal suç karşısında,
- Türkiye’de, Başbakan aleyhine bir iddianame hazırlayacak cesarete sahip Cumhuriyet savcıları yok mudur..?
- Bu gibi suçlar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın görev alanına girmiyor mu..?
- Suç duyurusunda bulunma ya da Anayasa Mahkemesi’ne başvurma cesaretine sahip, hiç mi Türk muhalefet partisi yok TBMM’de..?
- Suçluluğu kanıtlanamayan sayısız insana müebbet (ömür boyu) ceza yağdıran savcılar şimdi neredeler..?
Dursun ATILGAN
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı
(*): Said-i Nursî’nin müritlerinden olan Hüseyin Çelik, Van’ın Gürpınar ilçesinde doğmuştur…
(**): Stalin’in asıl adı Josef Wissarionowitsch Dschugaschwili olup, kökeni Gürcü’dür. Gürcistan’ın Gori kasabasında doğmuştur…



http://nacikaptan.com/?p=7753

 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Ergenekon kararı kadük mü oldu

Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi gerekçeli kararı 8 ayda yazmadı. ÖYM’leri kaldıran pakette, gerekçeli karar için 15 günlük süre şartının altının çizildi. Heyet, bu sürenin bittiği geçtiğimiz Cuma akşamı saat 17.00’de gerekçeli kararın yazıldığını, hafta sonu redaksiyonunun yapılmasından sonra gönderileceğini açıkladı.
HSYK, Pazar günü Ergenekon hakimlerinin her birini başka yerlere tayin etti. Cuma’dan bu yana 5 gün geçtiği halde karar henüz UYAP’a yüklenmedi, sanık ve avukatlarına da tebliğ edilmedi.
Bunun üzerine Avukatlar, Ergenekon kararının “kadük” olduğunu belirterek, HSYK’ya başvurdu. Gerçekten karar kadük müdür, değil midir, buna kim karar verecek, kadük sayılır veya sayılmazsa ne olacak?
Bu soruları HSYK yetkililerine sorduk. İşte cevapları:
-Daha önce başka mahkemelerin hakimleri de gerekçeli kararı yazmadan tayin oldu. Kararlarının “kadük” sayılması gerektiği gibi bir tartışma gündeme gelmedi. Giden hakimler, kararı yeni görev yerlerinde tamamladı. Şayet Ergenekon hakimleri de gerekçeli kararı tamamlamadıysa, gittikleri yerde yazmaya devam ederler.
-Bu tür ihtilaflara HSYK değil, usule ilişkin olduğundan Yargıtay bakar.
-Şayet Yargıtay, “Evet kadük sayılır” derse, dava bozulur, yargılama sıfırdan başlar. “Hayır” derse, temyiz incelemesini başlatır.
Hatırlanacağı gibi, Ergenekon hakimleri gerekçeli kararı tamamlamak için HSYK’dan ek süre istemiş, ancak HSYK reddetmişti. Bu red kararına ilişkin bir kulis bilgisi de aktaralım. Geçtiğimiz Perşembe günü yapılan toplantıda üyelerden 6’sı ek süre verilmesine karşı çıkarken, 1 üye, “Ek süre verelim” dedi.
Müyesser Yıldız
Odatv.com


http://odatv.com/n.php?n=ergenekon-karari-kaduk-mu-oldu--2603141200
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Erdoğan'ın çocuklarına karşı bizim çocuklarımız

30 Mart ye*rel se*çim de*ğer*len*dir*me*le*ri “kay*bet*ti*k” ve “za*fer ka*zan*dı*k” gi*bi ha*ta*lı
iki so*nuç ara*sı*na sı*kış*tı*rıl*dı.
“O*ku*ma*” ya*pıl*ma*dı*ğı*nı gö*rü*yo*rum. Ör*ne*ğin…
“Oy ve Öte*si Plat*for*mu*” sa*de*ce İs*tan*bu*l’*da 130 bin ki*şi top*la*dı.
Kim bu ço*cuk*lar:
Ge*zi di*re*niş*çi*le*ri!..
Ha*ni bun*lar “ya*kıp yık*ma*yı bi*lir*di!” Öy*le di*yor*du Baş*ba*kan Er*do*ğan!
Oy*sa Ge*zi di*re*niş*çi*le*ri ne*yi is*pat*la*dı:
De*mok*ra*si*den ya*na*lar…
San*dık*tan ya*na*lar…
Te*miz-ah*lak*lı bir se*çim*den ya*na*lar…
Oy’*un na*mu*sun*dan ya*na*lar…
Ne ol*du; Er*do*ğan uta*na*cak mı?
Hiç san*mam!..
Onun ço*cuk*la*rı*nı ta*nı*yo*ruz.
Bir de bi*zim yi*ğit-na*mus*lu ev*lat*la*rı*mız var; her fır*sat*ta yaz*mak is*ti*yo*rum on*la*rı…
Adı Gök*nur ÇE*RALP.
Gö*nül*lü san*dık gö*rev*li*si.
“Mü*şa*hit ola*rak ka*tıl*dı*ğım bu se*çim*ler*de gör*düm ki; ya*şa*dık*la*rı*mız ma*ale*sef ger*çek. Ko*nuş*tuk*la*rı*mız ger*çek, su*iis*ti*mal*ler ve yoz*laş*ma ger*çek…
Fa*kat… Yad*sı*nan o ‘di*re*ni*ş’ de ger*çek…
Kim*se ken*di*si*ni kan*dır*ma*sın, kö*tü*lük sa*çan herrr şey, her*kes ge*çe*cek.
Çün*kü de*di*ği*niz gi*bi ‘en*se*yi ka*rat*mak yok.’
Ben bu se*çim*den son*ra hiçççç ol*ma*dı*ğım ka*dar hırs*lan*dım!
Kur*tu*luş Sa*va*şı ga*zi*si bir de*de*nin to*ru*nu ol*mak*la, onun ru*hu*nu ya*şa*tı*yor ol*mak*la
gu*rur du*yu*yo*rum.
Ar*tık za*man, aya*ğa kal*kıp işe gi*riş*me za*ma*nı…”
SEÇİMİN GALİBİ BENİM
Adı Özlem ŞEHİRLİ.
Gönüllü sandık görevlisi.
“36 yaşındayım, bu zamana kadar 5-6 kere oy kullanmışımdır.
Ama hiç ‘oyuna sahip çıkmak’ nedir, nasıl olur düşünmemiştim.
Bu sefer harekete geçebileceğimi öğrendim Oy ve Ötesi sayesinde.
Dudullu taraflarında bir yer seçtim kendime.
Erenköy‘de evimin dibinde, ‘bildiğimin içinde olmak istemedim. ‘Yadırgananı, ‘korkulanı görmek istedim!
Konforumu bozup kendimi sınamak istedim; ne kadar sabırlıyım, ne kadar önyargılıyım, neyin farkındayım, neyin değilim.
Savaşa gider gibi gitmedim göreve… Sükunet içinde gittim…
Bağımsız aday müşahidi olarak girdim odaya ama iş görmeye başlayınca sandık kuruluna kaydım.
Bizim sandıkta kullanılan 300 oydan 236 AKP çıktı. Sekiz AKP taraftarının önünde açıp saydık oyları. Bir değil, sekiz kişilerdi. Sadece gençlik kollarından üç kişi vardı. Kavgaya dövüşe gelmemişlerdi, sadece takip ettiler. Benim o güne kadar yapmadığımı yapıyorlardı. Onlar için farklı bir durum yoktu, çünkü hep orada bulunmuşlardı…
Ama artık ‘gün döndü’…
Çünkü ben de oradaydım…
Bundan sonra da olacağım.
Gözüm açık, zihnim aydınlık, yüreğim barışık…
İşte bu yüzden… Bu seçimin galibi benim…”
Adı Şebnem MIK
Gönüllü sandık görevlisi
“Erenköy’ün nezih bir semtinde görevliydim.
Sadece Oy ve Ötesi‘nden aldığım bilgiler, okuduğum dokümanlar, biraz da iş hayatımın verdiği tecrübelerden -övünmek gibi olmasın- sandığın tüm işini ben yaptım.
Ne oluyorsa o sandıkta oluyor. Seçimlerde hile o odada oluyor; o odada hangi parti güçlü bilgili, ve sandık başkanı hangi partiye yakınsa -ne yemin ederlerse etsin- o odadan istediğini çıkarır.
Evet, gözleyenler var; ama ne gözlendiklerini bilmiyorlar. CHP kalesi olan Kadıköy’de bile ne gözlendiğini bilen sadece AKP’liler…
Bu iş ‘laik Türk kadınıyım’ deyip başörtülü oy kullananlara kınayarak bakan bilmiş teyzelerle olmaz.
Evet ben de Atatürkçüyüm, bak sandığa gittim, iş yaptım.
Gerçekten hakkını korumak, gerçekten işini bilmek bilgi ile olur, önyargı ile değil… Hele öfke ile hiç değil…
Sadece konuşmanın bir şey olmadığını anladım. Madem vicdanım var ve vicdanın kazanmasını istiyorum; vicdansızlığa, haksızlığa karşı, taşın altına elimi koyarak bir vatandaş olarak yürüyeceğim…”
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ



Odatv.com



http://www.odatv.com/n.php?n=erdoganin-cocuklarina-karsi-bizim-cocuklarimiz-0304141200
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Atatürk’ün Fabrikaları / Sinan MEYDAN



ATATÜRK’ÜN FABRİKALARI -1-
1923-1944 arasında kurulan fabrikaların öyküsü


2hrr.jpg
Osmanlı Devleti, 16. yüzyıldan itibaren bilimsel ve kültürel bakımdan bir hayli geri kalmış, Batı’nın yaptığı gibi bilgi üretip bu bilgi ile teknolojik gelişimini sağlayamamış; makine yapıp, fabrika kuramamıştır.

Fabrika kurmak istediğinde makineleri ve o makineleri kullanacak teknik elemanları dışarıdan getirmiştir. Ancak teknik elemanlar ülkelerine döndüklerinde makineler de susmuştur. Sanayi Devrimi’yle makineli üretime (markentalizm) geçen Avrupa, ekonomik olarak her geçen gün biraz daha gelişirken Osmanlı Devleti elle üretime (manifaktur) devam ettiği için her geçen gün ekonomik olarak biraz daha zayıflamıştır. Çünkü makine kol gücünü yenmiş, elle üretilen Osmanlı malları makine ile üretilen Avrupa mallarıyla rekabet edemez hale gelmiştir.

Tarım devrimini yapamayan Osmanlı doğal olarak Sanayi devrimini de yapamamıştır. Öyle ki Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kalan sadece dört önemli fabrika vardır: Hereke İpek Dokuma, Feshane Yün İplik, Bakırköy Bez ve Beykoz Deri fabrikası...

Şevket Süreyya Aydemir’in ifadeleriyle: “Türkiye’de o sırada fabrika denebilecek ve çoğu da yıpranmışlıktan veya sahipsizlikten faaliyetini durdurmuş ancak 10-15 müessese vardı... Daha doğrusu Cumhuriyet kurulduğu zaman adına Batı manasıyla fabrika denebilecek müesseseler yoktu. Adlarına pek de fabrika denilemeyecek olmakla beraber İstanbul ve İzmir bölgesinde yalnız 6 yünlü mensucat müessesesi vardı.”

1915 istatistiklerine göre Osmanlı Devleti’nde 10 işçiden fazla işçi çalıştıran 282 işyeri vardır ve bunların 165-170 kadarı İstanbul ve çevresinde, 60 kadarı İzmir’de, geri kalanı Bursa, Manisa, İzmit ve Adana’dadır. Bu nedenle Kurtuluş Savaşına katkıları söz konusu değildir. Bu 282 sanayi kuruluşundan %85’i yabancıların, %15’i Türklerin elindedir.

1923 yılında Bursa’da sadece 832 ipek işçisi vardır. 1923’te ülkenin 50.000 ton olan şeker ihtiyacının tamamı dışarıdan karşılanmaktadır. Yılda 4 milyon kilo deri ithal edilmektedir. 1923’te Türkiye’de sadece 7000 iğlik harap durumda pamuk işletmesi vardır. Sanayi işletmelerinin sadece %4,32’sinde motor kullanılmaktadır.

Sanayi istatistiklerine göre 1923 yılına kadar açılmış olan ülke genelindeki irili ufaklı bütün fabrikaların sayısı 386 iken, 1923-1933 arasında açılan ülke genelindeki irili ufaklı bütün fabrikaların sayısı 1087’dir. I. Sanayi Planı’nın yürürlüğe girdiği 1934-1938 arasında açılan fabrikalarla ülke genelindeki fabrika sayısı 2000’i geçmiştir. 1927 yılı genel istatistiklerine göre Türkiye’de 65.245 büyük küçük, motorlu motorsuz sanayi kurumu vardır.

1927 yılında 17 milyon değerinde olan mili sanayi imalatının toplamı 1933’te 120 milyon liralık artışla 137 milyona çıkmıştır. Bu yükseliş, 1933-1938 arasında da artarak devam etmiştir. 1913’te Osmanlı Devleti sınırları içindeki toplam sanayi işçisi sayısı 16.975’tir. Kurtuluş Savaşı sırasında 1921’de Anadolu’da yapılan sanayi sayımı sırasında bütün esnaf dükkânları da dâhil 33.085 kuruluşta 76.216 işçi sayılmıştır. Beher işletmeye 2-3 işçi düşmektedir. 1927’de Türkiye Cumhuriyeti’ndeki işçi sayısı büyük bir artışla 256.855’e yükselmiştir.

Atatürk’ün fabrikalarına geçmeden önce Atatürk’ün fabrikalara verdiği önemden biraz daha söz edelim... Atatürk, Türkiye’nin dört bir yanına fabrikalar yapılmasını istemiştir. Örneğin, Bursa’da kurulan bir dokuma şirketinin yaptıracağı fabrikanın temel atma töreninde 1 Ekim 1925 tarihinde yaptığı konuşmada Bursa’da fabrikaların çoğalmasını, hiç olmazsa türbelerin sayısına ulaşmasını temenni etmiştir:

“Bursa’da bir dokumacılık şirketi kurulduğunu memnunlukla öğrenmiştim. Bugün bu şirkete ait fabrikanın kararını uygulamaya koyması töreninde bulunmak fırsatını sevinçle karşıladım. Bursa başlı başına bir sanat memleketi olmaya pek kabiliyetlidir. Onun için çok temenni ederim, Bursa’da her şeye ait fabrikalar çoğalsın, hiç olmazsa türbelerin sayısına ulaşsın. Bilindiği gibi bireysel girişimlerin başarılı olması, zor şartlara katlanılması meselesidir. Büyük işler, önemli girişimcilerimizin çalışmalarıyla sağlanabilir. Sayın Bursalıların ufak, büyük sermayeleri bir araya getirerek bu güzel memleketin verimlerinden olabildiğince yararlanacağı hakkındaki kanaatim çok kuvvetlidir.”

Atatürk’ün fabrikalara büyük önem vermesinin temel nedeni aslında sanayiye, özellikle de ağır sanayiye önem vermesidir. Şu sözler Atatürk’e aittir:

“Endüstrileşmek, en büyük millî davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayi kuracağız ve işleteceğiz..” “Sanayi fabrikalarına ve maden sanayine yönelmiş genel ilgi teşebbüsü sağlayacak çare ve tedbirleri bulmak değişmez ve hayati ihtiyaçlarımızdandır.”

“Sanayideki teşebbüsler, teşvik edecek ve cesaret verecek mahiyettedir. Fakat memleketin ağır sanayisinin kurulması bitmedikçe her nokta-i nazardan yürek istirahatı duymamıza imkân yoktur. Bu sebeple memleketin sanayi teçhizatını tamamlamak için büyük gayret ve dikkatinizi çekmeyi yerinde buluyorum.”

“Ülkenin en belli eksikliğini giderecek olan bu fabrikaları çok geçmeden kurup işletmek hükümetimizin en önde göreceği işlerden olacaktır.”

“Memlekette sanayiye rağbet artmaktadır. Sanayi ve Maden Bankası’nın kudretini artırdığımız takdirde sanayi erbabı daha ziyade himaye görecektir.”


8 Ocak 1934’te Ekonomi Bakanı Celal Bayar, bütün gazetecilerin temsilcilerini kabul ederek bir basın toplantısı yapmıştır. Ülkenin sadece bir tarım ülkesi olarak kalamayacağını, mutlaka sanayileşmesi gerektiğini belirterek Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın ilkelerini özetlemiştir: Kurulacak fabrikaları ve işletmeleri, işletilecek madenleri, çalıştırılacak işçilerin sayısını ve bütün bu yatırımların kaça mal olacağını açıklamıştır. Ayrıca yeri belirlenmiş fabrikaların adlarını vermiştir. Buna göre en büyük fabrika Kayseri’de kurulacaktı. Sanayileşme için gerekli mühendis ve teknisyenler yurt dışında yetiştirilecekti. O güne kadar yurt dışına gönderilenlere o gün 50 öğrenci daha eklenmiştir.

warning.gif
Image resized to : 60 % of its original size [ 820 x 491 ]
8vxk.jpg


warning.gif
Image resized to : 60 % of its original size [ 820 x 502 ]
q76i.jpg


warning.gif
Image resized to : 60 % of its original size [ 820 x 428 ]
olz6.jpg


warning.gif
Image resized to : 60 % of its original size [ 820 x 496 ]
2wrr.jpg


warning.gif
Image resized to : 60 % of its original size [ 820 x 409 ]
of7b.jpg


Gelecek ay: Cumhuriyet döneminde kurulan başlıca fabrikalar

 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

ATATÜRK’ÜN FABRİKALARI -2-
1923-1944 arasında kurulan fabrikaların öyküsü

2hrr.jpg
Geçen ay haşladığımız; geri kalmış Osmanlı Devleti sanayisinin gelişmiş Batı ülkeleri ile ilişkisinin incelendiği ve Cumhuriyet dönemi ile başlayan dev sanayi atılımının anlatıldığı yazı dizimizi bu ay tamamlıyoruz.

Genç Cumhuriyetin 1923-1938 yılları arasında Türkiye’de kurduğu belli başlı askeri ve sivil fabrikalar şunlardır:

1. Ankara Fişek Fabrikası (1924)
2. Gölcük Tersanesi (1924)
3. Şakir Zümre Fabrikası (1925)
4. Eskişehir Hava Tamirhanesi (1925)
5. Alpullu Şeker Fabrikası (1926)
6. Uşak Şeker Fabrikası (1926)
7. Kayseri Uçak Fabrikası (1926)
8. Kırıkkale Mühimmat Fabrikası (1927)
9. Bünyan Dokuma Fabrikası (1927)
10. Eskişehir Kiremit Fabrikası (1927)
11. Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası (1928)
12. Ankara Çimento Fabrikası (1928)
13. Ankara Havagazı Fabrikası (1929)
14. İstanbul Otomobil (Ford) Montaj Fabrikası (1929’da anlaşma onaylandı)
15. Kayaş Kapsül Fabrikası (1930)
16. Nuri Killigil Tabanca, Havan ve Mühimmat Üretim Tesisleri (1930)
17. Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası (1931)
18. Eskişehir Şeker Fabrikası (1934)
19. Turhal Şeker Fabrikaları (1934)
20. Konya Ereğlisi Bez Fabrikası (1934)
21. Bakırköy Bez fabrikası (1934)
22. Bursa Süt Fabrikası (1934)
23. İzmit Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası (1934 temel atma)
24. Zonguldak Antrasit Fabrikası (1934 temel atma)
25. Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası (1934)
26. Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1934)
27. İsparta Gülyağı Fabrikası (1934)
28. Ankara. Konya, Eskişehir ve Sivas Buğday Siloları (1934 meclis onayı)
29. Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası (1935)
30. Kayseri Bez Fabrikası (1934 temel atma)
31. Nazilli Basma Fabrikası (1935 temel atma)
32. Bursa Merinos Fabrikası (1935 temel atma)
33. Gemlik Suni İpek Fabrikası (1935 temel atma)
34. Keçiborlu-Kükürt Fabrikası (1935)
35. Ankara Çubuk Barajı (1936)
36. Zonguldak Taş kömürü fabrikası (1936)
37. Barut. Tüfek ve Top Fabrikaları (1936)
38. Nuri Demirağ Uçak Fabrikası (1936)
39. Malatya Sigara Fabrikası (1936)
40. Bitlis Sigara Fabrikası (1936)
41. Malatya Bez Fabrikası ( 1937 temel atma)
42. İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası (1934 temel atma)
43. Karabük Demir Çelik Fabrikası (1937 temel atma)
44. Divriği Demir Ocakları (1938)
45. İzmir’de klor fabrikası (1938 temel atma)
46. Sivas Çimento Fabrikası (1938 temel atma)

warning.gif
Image resized to : 62 % of its original size [ 800 x 441 ]
alvr.jpg


Bu fabrikaların büyük bir bölümü devlet işletmesidir. 1933-1939 arasında Türkiye’deki devlet işletmelerinin sayısı 36’dan 111’e çıkmıştır. Türkiye’de 1946’dan sonra ABD’nin liberal politikalarına ağırlık verilmesine karşın 1954’te hala Türkiye’nin sanayi kapasitesinin %32’si devlet sektörünün kontrolündedir.

Sümerbank, Atatürk’ün öldüğü 1938 yılında toplam sermayesi 46.474 milyon TL (1933’te bu rakam 9.2 milyondu) değerinde fabrikalara sahiptir. 13.643 milyon TL değerinde fabrika da yapım aşamasındadır.

Bütün bu fabrikalar ve diğer sanayi kuruluşları sayesinde Türkiye’de 1929-1938 arasında ağır sanayi üretimi % 152 artarken toplam sanayi üretimi % 80 artış göstermiştir. Artış kömürde % 100, kromda % 600, diğer madenlerde % 200 olurken, demir üretimi sıfırdan 180.000 tona çıkmış, şeker üretimi 200 misli artmıştır. 1926’da başlayan şeker üretimi 1927-1930 arasında 5.162 tondan 95.192 tona çıkmıştır.

warning.gif
Image resized to : 62 % of its original size [ 800 x 565 ]
9cmj.jpg


Tekstil sanayi ülkenin tekstil ihtiyacının %80’ini karşılar duruma gelmiştir. Tekstil ürünleri ithalatı 1927’de 51.1 milyon Türk lirasından 1939’da 11.9 milyon Türk lirasına düşmüştür. 1924-1929 arasında pamuk ürünleri üretimi 70 tondan 3.773 tona, yün 400 tondan 763 tona, ipek 2 tondan 31 tona çıkmıştır.

Türkiye artık bakır ve bakır bileşikleri ithal etmekten kurtularak bu cevherleri ihraç etmeye başlamıştır. Kromda % 600 gibi olağanüstü bir artış sağlayan Türkiye dünyada krom üreticisi ve ihracatçısı ülkeler içinde Güney Rodezya’dan sonra ikinci sıraya yükselmiştir.

Fabrikalarını kuran, madenlerini işleyen, üreten, satan ve kazanan Türkiye, emperyalist büyük güçleri rahatsız etmeye başlamıştır.

warning.gif
Image resized to : 62 % of its original size [ 800 x 488 ]
k9dz.jpg


Akl-ı Kemal’in şekillendirdiği Kemalist Ekonomi Modeli’nin en somut göstergesi hiç kuşkusuz çok kısa bir sürede kurulan bu fabrikalardır. Genç Cumhuriyet, silah ve cephane fabrikalarından, uçak ve motor fabrikalarına, demir çelik fabrikalarından şişe cam fabrikalarına, şeker fabrikalarından dokuma fabrikalarına, kükürt, klor fabrikalarından süt fabrikalarına kadar birçok farklı alanda onlarca büyük, yüzlerce orta ve binlerce küçük ölçekli sanayi tesisi ve fabrika kurmuştur. Öyle ki, daha Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın uygulanmaya konulmadığı 1923-1933 arasında ülke genelindeki irili ufaklı toplam fabrika sayısı 1087’ye ulaşmıştır.

Halkçı ve eşitlikçi Kemalist Ekonomi Modeli, ekonomik kalkınmayı ülke geneline yaymak istemiş, bu nedenle sanayi planlaması yaparken sadece Batı’daki büyük kentleri değil, Orta ve Doğu Anadolu’daki adeta kaderine terk edilmiş küçük kentleri de dikkate almıştır. Bu doğrultuda Ankara’dan İstanbul’a, İzmir’den İzmit’e, Konya’dan Zonguldak’a, Bursa’dan Malatya'ya, Isparta’dan Eskişehir’e, Bitlis’ten Kırıkkale’ye kadar Türkiye’nin birçok farklı bölgesinde ve birçok farklı il ve ilçesinde fabrikalar kurulmuştur.

Aslında Atatürk, Osmanlı Devleti döneminde adeta unutulmuş, neredeyse hiçbir yatının yapılmamış, kaderine terk edilmiş Doğu Anadolu’ya yatırım yapmak istemiştir. Örneğin 1937 Doğu gezisinde yanındaki Sabiha Gökçen’e gelecekte nasıl bir Doğu görmek istediğini anlatırken, “...Geçtiğimiz yerlerde fabrikaları görmek istiyorum...” demiştir.

Ancak bu yatırımlardan önce bölgedeki güvenlik sorunlarının önlenmesi, etnik ve dinsel kışkırtmalara dayalı isyanların bastırılması, sağlık ve eğitim sorunlarının belli oranda çözülmesi ve hepsinden önemlisi bölgede toprak reformu yapılması gerekmiştir. Genç Cumhuriyet 1923’ten itibaren öncelikle bu konularla uğraşmıştır. Ancak, Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın hazırlandığı 1930’lu yıllarda Doğu Anadolu’da etnik ve dinsel kökenli Kürtçü aşiret isyanlarının artması nedeniyle maalesef bölgeye büyük fabrikalar kurulamamıştır.

Kemalist Ekonomi Modeli’nin Halkçı niteliğinin en açık şekilde görülebildiği yerlerden biri devlet fabrikalarıdır. Atatürk’ün fabrikaları, sadece üretim yapılan birer sanayi kuruluşu değil, aynı zamanda eğitim, bilim, sanat ve spor yapılan birer kültür kurumu, birer üniversitedir, çünkü Atatürk’ün fabrikaları birer sosyal fabrikadır.

Atatürk’ün bütün bu fabrikalarına ne mi oldu? Neredeyse hepsi haraç mezat satıldı, satılıyor!

Not: Bu konunun ayrıntıları için bkz. Sinan Meydan, AKL-l KEMAL, “Atatürk’ün Akıllı Projeleri”, C3, İnkılap Kitabeyi, İstanbul, 2012.

 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Ergenekon

Tayyip Erdoğan “ben bu davanın savcısıyım” dedi.
*
Zekeriya Öz’ün altına kendi makam aracını verdi.
*
Hapse sokan savcıları terfi ettirdiler, beraat veren hâkimleri sürdüler.
*
Doğu Perinçek’i tutukladılar. Tuncay Özkan’ı tutukladılar. Tayyip Erdoğan’ı üç kuruş’a mahkûm eden avukat Kemal Kerinçsiz’i içeri tıktılar. 83 yaşındaki İlhan Selçuk’a örgüt lideri dediler. Ne zaman AKP kapatma davasıyla ilgili gelişme olsa, hemen Ergenekon’dan birilerini hapse attılar, gündemi değiştirdiler. Kuddusi Okkır’ın tedavisini engellediler, öldürdüler; Ergenekon’un kasası ilan etmişlerdi, cenaze aracının parasını bile haberi takip eden gazeteciler ödedi. Paşaları tutukladılar, Türkiye bağırsaklarını temizliyor dediler. 27 defa hacca gidip, zimmetine para geçirmekten suçlu bulunan hoca’larına af çıkardılar. Atatürk’ü dinsiz, sarhoş, kalpsiz, bencil, psikolojik bunalımda gösteren Mustafa belgeselini ayakta alkışladılar, gazetelerinde pohpohladılar. CIA ajanı Graham Fuller’in, AKP’ye övgüler düzüp, Kemalizm’i yerden yere vurduğu Yeni Türkiye Cumhuriyeti isimli kitabını, yere göğe sığdıramadılar, televizyonlarında ballandıra ballandıra reklamını yaptılar. Seçimde parmak boyasını kaldırdılar, mezarlardan seçmen fışkırttılar, yaşayanlar buhar oldu, ölüler seçmen oldu. Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun evini bastılar. Kimlerin evinin basılacağını, henüz evler basılmadan önce TRT’den yayınladılar. Tayyip Erdoğan, bunlar daha işin başı, daha neler gelecek dedi. Nereden biliyordu nelerin geleceğini? Sahte haham’ı TRT’ye çıkardılar, genelkurmay başkanlarına çeteci dedirttiler. Yandaş gazetelerin manşetlerinde idam sehpaları kurdular, haysiyet cellatlığı yaptılar, köşe yazılarında tutuklanacakların listelerini yayınladılar, Nazi Almanyası’ndaki gibi, adeta kapıları işaretlediler. En iyi hangi gazeteciler küfür ediyorsa, o gazetecileri makam uçağına aldılar. PKK itirafçılarına itibarlı adam muamelesi yaptılar, PKK kurşunuyla tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş, övünç madalyalı albay Abdülkerim Kırca, canına kıydı. Sigaya çekilen Profesör Uçkun Geray, öldü. Gözaltına alınan Erhan Göksel, öldü. Mustafa Balbay’ı tutukladılar, 4 sene 9 ay yatırdılar. Profesör Haberal’ı tutukladılar, 4 sene 4 ay yatırdılar. Profesör Fatih Hilmioğlu, sağlıklıydı, içeri attılar, kanser edip, bıraktılar. Profesör Türkan Saylan’ın evini bastılar, fahişe bile dediler, rahmetli oldu, cenazesine çiçek bile göndermediler. Boş lav silahlarıyla Kardak kahramanlarını hapse tıktılar. Fethullah Gülen’i bitirme planını bizzat kendileri hazırladığı halde, sanki hiç haberleri yokmuş gibi, The Taraf’a manşet yaptırdılar. Yarbay Ali Tatar kafasına sıktı; intihar değildir, Ergenekon öldürmüştür dediler. Aşçı yakaladılar, suikastçı dediler. Bülent Arınç’a suikast yalanı icat ettiler, bu yalanı kozmik oda’nın kapısını kırmak için levye olarak kullandılar. Bülent Arınç, bu suikastı küçümseyenler ahmaktır dedi. Deniz Feneri kepazeliğini örttüler, sanıkları tanık yaptılar, savcıları sanık yaptılar. Bizim patrona, can sıkıcı yayınlar yapmasın diye bir milyar dolar giydirdiler. TSK cami bombalayacak dediler. Sahte cd’leri, bavul’ları alkışladılar, pırıl pırıl subayları hapse attılar, ordudan attılar. Dinciler ordudan atılırken şerh koydular, Atatürkçüler ordudan atılırken şerh merh koymadılar. Subayların eşlerine bile iftira attılar, albay Berk Erden’i öldürdüler. Öldüremediklerini casus ilan ettiler. Başsavcı İlhan Cihaner’i tutukladılar, Cinderella’yı Buggs Bunny’i bile gözaltına aldılar. Artık biz fişliyoruz dediler. Bize oy vermeyenlerin kanı bozuk dediler. Bizim gibi düşünmeyenler, iki cihanda lekeli dediler. 23 Nisan’da koltuğa oturtulan çocuğa, ister asarsın ister kesersin dediler. PKK’yla masaya oturduğumuzu iddia edenler, şerefsizdi... Baykal kasetle infaz edilirken, ağızları kulaklarındaydı. Hanefi Avcı’ya sahip çıkmadılar. Tayyip Erdoğan’ı görünce ayağa kalkmayan Engin Alan’ı Silivri’ye gönderdiler. Teğmen’e sehven yüklenmesine, Soner Yalçın’ın Nedim Şener’in Ahmet Şık’ın tutuklanmasına göz yumdular. Kaşif Kozinoğlu’nun şüpheli ölümüne bi kına yakmadıkları kaldı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteri düştü, öldüğünden emin olana kadar, başka tarafta aradılar. Hizbullahçıları sokağa bıraktılar. İzmir belediye başkanına 400 sene istediler. Adana belediye başkanını MHP’ye geçince hapse tıktılar. Fenerbahçe’yi ele geçirmek için, Aziz Yıldırım’ı tutukladılar. Kendi siyasi çıkarları için, insanlarımızı Mavi Marmara’ya doldurup, ölüme gönderdiler. Kafa kesen, yürek söken şeriatçı teröristlere kucak açtılar, üs kurdular. Cumhuriyetin tek taş pırlantalarını sattılar, saman ithal ettiler. Bu memleketin derelerini savunan öğretmen Metin Lokumcu’yu biber gazıyla öldürdüler. Çağla bademler büyüsün de badem olsun diye, üniversite sınavına şifre koydular, biz tatmin olduk dediler. Şemdin Sakık’ı tanık yaptılar. İlker Başbuğ’u terörist diye müebbete mahkûm ettiler. Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları topluca istifa etti, bizim Necdetimiz var dediler, sucuk hediye ettiler. Uludere’yi bombaladılar. Madımak’ı zamanaşımına uğrattılar, milletimize hayırlı olsun dediler. Hazreti Muhammed’e nüfus kâğıdı çıkarıp, Tayyip’i peygamberimizin oğlu ilan ettiler. Başbakanımız bizim için ikinci peygamber gibidir dediler. Başbakanımız Allah’ın bütün vasıflarını kendisinde toplamış liderdir dediler. 19 Mayıs’ı yasakladılar. Atatürk ilkelerini ders kitaplarından çıkardılar. Atatürk anıtına çelenk koymak kabahat oldu, ceza yazdılar. Sonra, Atatürk suç oldu, posterine-çıkartmasına trafik cezası yazdılar. Nutuk suç delili oldu. Bayrak suç delili oldu. Atatürkçülere terörist holigan dediler. İki ayyaş dediler. Andımızı yasakladılar. Şehitlere bi kaç Mehmet dediler. Apo, Nevruz’da ulusa sesleniş konuşması yaptı. TC kaldırıldı. Türk yok dediler. Halka gavat dediler. İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’ı meslekten atmaya, hapse tıkmaya çalıştılar. Merdan Yanardağ’ı tutukladılar. Ethem’in suratına ateş ettiler. Ali İsmail’i sopalarla döve döve katlettiler. Polisi seri katil yaptılar, Abdullah’ı, Ahmet’i öldürdüler. Van münüts şovunda, çocukları nasıl öldürdüğünüzü biliyoruz, siz öldürmeyi iyi bilirsiniz diye bağırıyordu... Çocuk öldürdüler, Berkin’e kıydılar.
*
Derken... Ayakkabı kutusu bi yakalandı kardeşim. Paraları sıfırla bi duyuldu.
*
Savcı Tayyip Erdoğan, avukat oldu.
*
“Bunların hepsini Pensilvanya yaptı.
Benim hiç haberim yoktu.
Kendi kendimin beraatını talep ediyorum”
filan!


http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25988866.asp
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Hırsıza oy veren de hırsızdır

İki gün önce Arap gazetelerinde bir haber, fetva verilmiş cihat nikahı diye, bir Arap kızı da Allah’a daha yakın olmak için bu fetvayla Suriye’ye gidiyor ve 1000 Nusra militanıyla yatıyor ve Nusra lideriyle uzunca bir süre beraber oluyor ve Nusra lideriyle İsrail’e gittiklerini İsrail’den istihbaratı saldırı planlarını nasıl görüştüklerini anlatıyor.
Türkiye’de İslamcı yandaş yazarlar uzun süre Nusra’ya destek verdiler, şu anda hangi İslamcı gruplar hangileriyle beraber son bildirilerini, durumları nedir bilmiyorum, ancak kaç aydır cemaatin İsrail’le ilişkisini yazıyorlar, şimdi, Nusra’nın (El-Kaide’nin) İsraill’e ilişkisi açık seçik ortada.
MİT’in Hakan Fidan’ın da ağzından Nusra’ya lojistik destek verildiğini işittiğimize göre, durum şu, İsrail hem cemaati hem Tayyip’in şürekasını parmağında oynatıp Suriye’de müslümanı müslümana kırdırıyor.
Reklamcılığın iki büyük çağı var, ilk reklam çağında esas olan ‘ürün’ün kendisiydi, yani sattığınız mal neyse onu gösterir ona odaklanırdınız, diyelim traş bıçağının kendisine...
Reklamcılar şimdi çoktan ‘imaj’ çağına girdiklerini söylüyorlar ve ürünün ne olduğunu hiç önemli değil, onu nasıl gerçekte olmayan özellikleriyle büyüleyip çarpıcı şaşırtıcı ‘takdim edip’ tanıttıklarını anlatıyor.
İslamcı ideolojinin tek ve vazgeçilmez kutsal ürünü, İslam, Kur’an. Yani İslam’ın beş şartı.
Şimdi onlar da ‘imaj’ çağına girdi, Kur’an’ın, emirlerin, kardeşliğin, merhametin kendisini tamamen ortadan kaldırdılar.. İmaj çağı için, Osmanlı Barışı, Diktatörlere Karşı, Mazlumdan Yana gibi bir çok manşetle Suriye’de müslüman kardeşlerinin kafalarını kesmeye başladılar.
İşin arkasında El Kaide’nin insanlık dışı vahşeti var, bu vahşeti örgütleyen İsrail dostları var, bu yeni medya tanıtım çağında, bunların hepsini unutun...
Artık bir kutsal inançları bir imanları yok, ama görüyorsunuz, bütün bu dindışı ahlakdışı insanlıkdışı vahşetlerine rağmen korkunç bir ‘cesaretleri’ var..
Bu neyin cesareti?
Osmanlı’da bilimin sanatın birkaç kırıntısı kalmışsa onu da Selçuklu İmparatorluğu’na borçludur. Kösedağ Savaşı’nda Moğollar yanlarına hristiyan Ermeni ve Gürcüleri alıp Selçuklu’yu bitirirler ve İran ve Anadolu topraklarında asırlarca süren yokluk, fetret, açlık çöküş, cehalet dönemi başlar.
Birkaç yüzyıl sonra Fatih’in Uzun Hasan’ı (Otlukbeli) yenmesi Trabzon’u alması, Safaviler’e karşı bitmez iç karışıklıklar ve seferlere rağmen, tarihçilerin görüşü, Anadolu’da bu Kösedağ savaşının bir sonucu olarak Cumhuriyet’e kadar bir huzur bir düzen kurulamaz.
BU İMAJI KİM KAZANDIRDI
Yabancılarla işbirliği yapanlar bir bağımsız ülke kuramaz, bir bağımsız toprak parçasında hep birlikte yaşamak istiyorsanız, yabancı tahakküme hep birlikte karşı koyacaksınız.
Kösedağ savaşından sonra Anadolu defalarca Haçlısına, Rus’una İngilizine karşı yani yabancı tahakkümüne karşı koyup bağımsızlık rüştünü ispatlamıştır.
Şimdi sanki yeniden başa döndük sanki Anadolu bir Kösedağ savaşı süreci yaşıyor, yabancılarla işbirlikçiler Anadolu’yu yine ‘paramparça’ ve bitmek bilmez bir kara cehaletin içine sürükledi, bile..
Herşey ‘imaj’ mı demiştik, yabancı işbirlikçilerle güçlenip onlardan silah alıp kırkbine yakın insanımızı öldüren etnik milliyetçiler’in sitelerine bakıyorum, Che’yi kapak yapmışlar.
Ürünleri, kırkbin insan öldürmek, ama imajları ‘Che’. İslamcılar nasıl Allah’ı dini unutup İsrail’le Amerika’yla tezgah ilişkilerini bir imaj yaratarak halktan gizlemeye çalışıyorlarsa, onlar da etnik vahşetlerini sol tarihin kahraman isimleriyle gizlemeye çalışıyor.
Oysa bir kapak fotoğrafı arıyorlarsa, Sırp katil kasaplardan Miloseviç gibi biri, ürününüze daha uygun, üstelik o da kendini sosyalist görüyordu.
Ve bir seçim sonucu değerlendirmesi olarak, işbirlikçinin İslamcısı işbirlikçinin etnik milliyetçisi kolkola, bayram ediyorlar, ülkemiz, hiçliğin yokluğun ve cehaletin uçurumların girdabında...
An itibariyle milyonlarca İslamcı genç milyonlarca etnik milliyetçi genç, bu ‘imaj’ın büyüsüne kapılmış çoktan yeminli adanmış gözükara gözleri başka hiçbir şey görmez militanları olmuşlar bile..
Seçim sonuçlarına baktığımızda bu ‘imajın’ ne kadar büyük devasa işler gördüğü ortada, sorumuz şudur, bu katillere kasaplara hırsızlara, kendi halkına katliam yapanlara, müslüman öldürenlere, bu ‘imaj’ı kim kazandırdı?
MİLYONLARCA ÇOCUK KANDIRILDI
Hadi onlarca irili ufaklı İslamcı yandaş kanalı geçin, açın son on yılın NTV, CNN, Habertürk yayınlarına bakın, sunucularına, tartışma konularına, takdim ettikleri insanlara, işledikleri konulara, aralıksız onlarca yıl el birliğiyle çalışıp çabalayıp bu akılalmaz insanlıkdışı ‘imajı’ Türkiye halkına kabul ettirip, sandıkta da karşılığını yüzde yüz bir galibiyetle aldılar, hepsine aferin, Ciner’ini Şahenk’i havai fişeklerle kutlayalım..
Algı ve imaj üzerine birkaç laf daha söyleyelim..
Yetmez ama evet anayasa referandumunu düşünün, Hrant’ı öldürüp katilin arkasına Türk bayrağı asıp bir ‘imaj’ yarattılar, Ergenekon-Balyoz iftiraları, yerlerden silah fışkırıyor, gecekondularda silah depoları bulunuyor, hepsi yalan, hepsi iftira... Ancak bu iftira ve itham ve tezgahlar toplumda büyük bir ‘algı’ oluşturdu, ve hepsi bir akılalmaz ‘tezgah’ ‘kumpastı’
Milyonlarca tertemiz yeniyetme genç de bu algının sarhoşluğuyla gidip cemaatin cahil ve işbirlikçi ve ajan savcı hakimlerini iktidara taşıyan bu anayasaya hiç düşünmeksizin ‘evet’ mührünü bastı, yüzlerce gazete ve TV toplumun kan damarlarına bu yalanları uyuşturucu gibi şırınga edip uyutup karşılığını aldı..
Bu kandırılmış aldatılmış milyonlarca çocuk bugün o kadar üzgün, ki, neye uğradıklarını şaşırmış vaziyetteler. Muhteşem bir hayalkırıklığı yaşıyorlar, kendilerini suçluyor kendilerini haksızca yiyip bitiriyorlar, buna nasıl alet olduk diye..
Bir büyük ‘kumpas’a nasıl alet edilip kurban olarak kullanıldıklarını öğrenip şok’e oldular ve büyük bir pişmanlık içinde bugün kıvranıyorlar..
Bir imaj algı tezgahıyla o temiz çocukları, anayasada evet mührüne basmaları için, liberalleri TV’leri hep birlikte sinsice kullandı..
Şimdi o yetmez ama evet anayasasına oy verme gafletinde bulunmuş milyonlarca genç çocuk, sanki bu günahı kendileri işlemiş gibi, kendilerini aşağılıyorlar.
Hep birlikte gördük yaşadık o tertemiz çocukların bir ülke bir insanlık hevesleri iştahları coşkuları nasıl çarçur edildi nasıl gaddarca acımasızca kirletildi..
Sarıgül imaj algı çalışması da aynı şekilde, yeni yetme yüzbinlerce genç çocuğu havaya soktu, gaz verdi, heyecan verdi ve şimdi o çocuklar da mutsuz, iştahları kapalı ve kendilerini aldatılmış hissediyorlar..
Dikkat edin, toplumda hevesi kırılmış, hayalleriyle oynanmış, coşkuları sökülmüş, neşeleri alınmış milyonlarca genç’i, gerçekte şok’a sokup mahveden, işte bu liberallerin ve TV’lerin yalandan sahtekarca algı-imaj çalışmaları, insanların duygu düşünceleri vicdanları kalpleriyle ahlaksızca oynamaları..
Soralım, siyasi sosyal insanlık hevesleri ütopyaları paramparça olup dağılmış bu milyonlarca genç’i kim kurban etti, bu sahtekar dümen tezgah imaj çalışmalarının değirmenine kimler buğday taşıdı..
Ve şimdi hayatlarının ilk delikanlı çağlarında ilk siyasi deneyim safhasında hayallerini gaddarca kullanıp oynayan bu milyonlarca genç’i yeniden neşeye oyuna hayata kim nasıl kazanacak?
İlk gençlik yıllarında uyuşturucu çetelerine karışmış binlerce çocuk üzerine araştırma yapıldı..
Sonuç, bu çocuklar uyuşturucu işine girdi, uyuşturucu kullandı sattı diye bu çocuklar artık öldü bitti koptu hayattan düştü diye bir sonuç yok.
Bu çocukların yüzde seksen gibi büyük kısmı, yirmili yaşlara gelince, kendilerine hiçbir sosyal yardım rehabilitasyon çalışması uzanmadığı halde, kendi kendilerine bir soru soruyorlar, ben hayatın neresindeyim, bu adamlarla ne yapıyorum, hayatımın bundan sonrasına ne kararlar almalıyım..
Evet, kendilerine uzanan bir arkadaş eli sosyal yardım eli olmadığı halde, uyuşturucu çetelerinde hayata başlamış gençlerin yüzde sekseni, kendilerine bu ‘hayati’ ‘karar verici’ soruları soruyorlar, mutlu olun insan bu..
Hatta ileriki hayatlarında uyuşturucu çetesi gibi sert yapılar içinde bulunmuş olmanın kazandırdığı çok değerli deneyimlerin sahibi olmakla, iş ve yarış ortamlarında daha önde daha cevval oluyorlar..
Ülkemizde bu uyuşturucu algı imaj trafiğini yıllarca yöneten bu liberal ağbiler ve bu büyük TV’ler, bilsinler ki, bu gençlerin yüzde doksanı çoktan kendine sert sorular sordu, nerde ve kimler tarafından hangi cicili sloganlarla aldatıldıkların şahit oldular ve şimdi hepsi sizden iğreniyor..
Gençler kandırıldıkları o an kendilerine o soruları soracak gücü kendilerinde buldular, bir seçim sonucu olarak en çok buna sevinmeliyiz..
Ancak, istisnalar da var, mesela, onlarca liberalinden her biri, diyelim Mehmet Altan, otuz yıl ekranda ‘evrensel hukuk’ dedi, bu ülkede ‘evrensel hukuk’ lafını milyonlarca kez kullanan tek isimdir, ama Abant Toplantısı’nda ama Cemaat TV’lerinde bu evrensel hukuku gidip, çağdışı cemaate, Amerika’nın istihbarat oyuncağına güle oynaya kahkahalar eşliğinde sinsice teslim ettiler...
Yetmedi, ortaya çıkan hukuk devlet felaketine rağmen, kendine o gençler gibi, ben nerdeyim, ne yaptım, hayatının neresindeyim, diye bir soru sormadı, tam tersine, imaj ve algı çalışmasına kaldığı yerden devam ediyor, bugünlerde kendine yeni bir slogan bulmuş: Demokrat...
Hırsızların ve katillerin şampiyon ilan edildiği bu sandık sonuçlarından sonra hala bu uyuşturucu algı imaj trafiğini yürütenlere inanan gençler çıkar mı, bilmiyorum?
Ancak hala bu uyuşturucu çetesine kananlar olursa… Bu saf temiz kandırılmış tazecik gençleri, önceki kandırılmış tecrübeleriyle uyaracak milyonlarca genç var artık yanımızda.
Bu uyuşturucu imaj algı şarlatanlığına karşı duracak dalgasını geçecek hiç ciddiye almayacak, milyonlarca genç, şu on yılda çok şey gördüler, kendilerine çok hayati çok sağlam kararlı sorular sordular ve çok çabuk büyüdüler, çok erkenden büyük derin tecrübe sahibi oldular, bunu da bir seçim sonucu olarak ülkemizin kazanç hanesine mutlulukla yazıyoruz.
Nihat Genç

Odatv.com


http://www.odatv.com/n.php?n=hirsiza-oy-veren-de-hirsizdir-0604141200
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Erdoğan'ın kaçak günleri

Başbakan Erdoğan, yerel seçim sonuçlarına itiraz eden muhalefeti “yenilgiye doymayan pehlivan”a benzetti. Erdoğan, 25 yıl önce Beyoğlu’nda neler yaşadığını anımsıyor mu? İçki masasına oturan, kumarhanecilerle sohbet eden Erdoğan, neden hapse girdiğini unuttu mu? Kendini hapisten bir birahaneci kurtarmadı mı?
Erdoğan kayıplara karıştığı geçmişini unutturabilir mi? Biz unutmadık. Bakın neler yaşadı neler…
Yerel se*çim so*nuç*la*rı*na iti*raz eden mu*ha*le*fe*ti Er*zu*rum*lu Tey*yo Peh*li*va*n‘*a ben*ze*ten Baş*ba*kan Er*do*ğan “ye*nil*me*ye doy*maz*mış, bun*la*rın du*ru*mu böy*le*” de*di. Tey*yo, peh*li*van*lı*ğıy*la de*ğil pa*lav*ra*cı*lı*ğıy*la meş*hur*dur ama şim*di Er*do*ğa*n’*ın gaf*la*rı*na gir*me*ye*lim…
Er*do*ğa*n’*a gö*re se*çim*le*re iti*raz et*mek “mil*li ira*de*ye ta*ham*mül*süz*lü*k”.
Pe*ki…
Ge*lin si*zi 25 yıl ön*ce*si*ne gö*tü*re*yim…
Yıl 1989…
Er*do*ğan, Re*fah Par*ti*si*’n*den Be*yoğ*lu Be*le*di*ye Baş*kan ada*yı ol*du. Hem de par*ti yö*ne*ti*mi*nin iti*raz*la*rı*na rağ*men. İs*tan*bul İl Baş*ka*nı ve Mer*kez Ka*rar Yö*ne*tim Ku*ru*lu Üye*si olan Er*do*ğa*n’*ın bir il*çe aday*lı*ğın*da ıs*rar et*me*si du*dak*la*rın bü*kül*me*si*ne ne*den ol*muş*tu.
Hat*ta ki*mi par*ti*li*ler, Er*do*ğa*n’*ın kos*ko*ca il baş*kan*lı*ğı*nı bı*ra*kıp Be*yoğ*lu*’n*dan aday ol*ma*sı*nı “rant ge*lir*le*ri*ne*” bağ*la*mış*tı!
Er*do*ğan ise “Ka*sım*pa*şa ço*cu*ğu*” ola*rak Be*yoğ*lu*’na hiz*met et*mek is*te*di*ği*ni söy*lü*yor*du.
So*nun*da il baş*ka*nı Er*do*ğan, Be*yoğ*lu*’n*dan aday ol*du!..
YAZININ DEVAMI İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN
Odatv.com


http://www.odatv.com/n.php?n=erdoganin-kacak-gunleri-0604141200
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

28 Şubat ve milliyetçiler!

28 Şubat sürecinde, aslında tamamen milli olan Anadolu sermayesinin ‘Yeşil sermaye’ diye suçlanması ve İstanbul sermayesinin, sahtekârca laiklik kalkanına sığınmasına da tepki duyuyordu halk. O İstanbul sermayesi ki Yunanistan’ın Pontus rüyasına zemin oluşturacak Venizelos gemisinin Karadeniz turuna destek vermiş ve Boğazlar’ın uluslararası bir komisyon tarafından yönetilmesini önerebilmişti. O İstanbul sermayesi ki Güneydoğu için Bask modelini önerebilmişti. TÜSİAD, Kıbrıs’ta taviz vermiyor diye Denktaş’ı suçluyor, Kürtlere otonomiyi savunuyordu. Erdoğan, sonunda, dış çevrelerden aldığı destekle İstanbul sermayesi demek olan TÜSİAD’ı arkasına almayı başardı. Halk, bunlara önem vermiyor, ‘Hedefime ulaşmak için gerekirse papaz kıyafeti bile giyerim’ diyen Erdoğan’ın bu ülke için en iyisini yapacağına dair bir inanç geliştiriyordu. Halkın bir ümide ihtiyacı vardı, onu da Erdoğan’da buldu. İşte yüzde 34 oyun hikayesi kısaca buydu. Erdoğan, papaz kıyafetini çoktan giymiş, ancak muhafazakar kitle, bunun köprüyü geçene kadar yapılan bir iş olduğuna inandırılmıştı.” (7 Kasım 2002)


Evet daha ortada hiçbir darbe, muhtıra soruşturması yokken bizim ortaya koyduğumuz görüş buydu. Aslında 28 Şubat sürecinde de bu tutum içindeydik. Fakat basındaki koro o kadar yüksek ses çıkarıyordu ki sesimiz duyulmuyordu bile..
Peki milliyetçiler genel olarak ne yapıyordu o zamanlar? Onu da hatırlayalım:
“Türk Kurtuluş Savaşı, dünya tarihine ’Türk Milliyetçilerinin zaferi’ olarak geçti. Türk Milliyetçiliği, 1944 yılına kadar, devletin temel politikası olma özelliğini korudu. Daha sonra budanmaya başlanan milliyetçilik, dernek faaliyetlerine dönüştü. Demokrat Parti ve Adalet Partisi, yabancı sermaye ve teknoloji ile bütünleşmiş İstanbul sermayesinin ve onların Anadolu’daki temsilcilerinin teşkilatlandırdığı veya iskeletini oluşturduğu bir yapı içindeydi. Bu yapıdan, milli devlet yükselemezdi.

MHP, işte böyle bir yapı değişikliği içinde doğdu. MHP, söylem olarak Kuvayı Milliye veya Müdafai Hukuk’un devamı gibiydi, ancak taban olarak gençliğe, yani henüz ekonomik özgürlüğünü kazanmamış bir kitleye dayanıyordu. 12 Eylül’den sonra MHP ezilince, artık yetişkin olan gençlerin bir kısmı ANAP ve DYP teşkilatlarının kurucusu oldu. Yani bu gençler, Özal ile başlayan ekonomik yapıdaki hızlı değişimin aleti oldu. Ülkücüler, ekonomik bir alt yapıya dayanmadıkları için ancak düzenle bütünleştikleri oranda, kendi paçalarını kurtarabiliyor; tabii bu andan itibaren de etkisizleşiyor, pasifleşiyor ve ülkülerini kaybediyordu. Halbuki Ülkücüler Türk milletinin tek güven kaynağıdır ve halende bu konuda tektir.
Atatürk'ten sonra bu millete enbüyük iyiliği dokunan şahıs, ülkücü gençliğin yetişmesinde büyük emekleri geçen kişi büyük Türk milliyetçisi merhum Alparslan Türkeş'tir.
Fakat sonunda, diğer siyasi partilerin başlattığı yozlaşma, o kadar görünür hale geldi ki, Türk halkı, 1999 seçimlerinde artık yaşları 40’ı geçmiş olan ülkücü kadrolara bir şans vermek istedi. Bu şans iyi kullanılabilseydi, gerisi gelecekti.
Türk Milliyetçileri, küreselleştirme politikaları sonucu işsizleştirilen, fakirleştirilen, milli ve dini kimliğinden koparılarak kişiliksizleştirilmek istenen kitlelere dayanmak zorundaydı.
Refah hareketi, bu boşluğu iyi değerlendirdi ve onlara dayanarak gücünü yükseltti. Sonunda, Refah hareketinin içinden gelen AKP, Anadolu sermayesi ile birlikte İstanbul sermayesini de arkasına aldığı gibi hem köylü, hem işçi, hem de esnaf arasında kısa zamanda örgütlendi. Şimdi bu zeminin taleplerinin aksine, Türkiye’yi Türk devleti olmaktan çıkarmaya çalıştıkları gibi sadece etnik unsurlara dayanan bir siyaset geliştiriyorlar.
İşte bu ortamda, Türk Milliyetçileri, Türk halkına dayanarak, meslek gruplarına göre örgütlenerek, Anadolu sermayesini ve İstanbul sermayesinden Türklüğe ve Cumhuriyete ihanet edemeyecek olanları arkasına almalıdır. İcraat yapmak için illa da siyasi iktidarı ele geçirmek gerekmiyor.”
(22 Eylül 2003)


Peki sonuç ne oldu? Milliyetçilerin bir kısmı da AKP içinde eridi gitti. Geriye dönüp baktıklarında, milliyetçilerin kontrol altında tutulduklarını görmeleri gerekmiyor mu artık?

Arslan Bulut / YENİÇAĞ GAZETESİ
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Özür Dileriz: Balkondan değil Mars’tan Bakıyormuşsunuz

6 Ocak tarihinde soL gazetesinde yayımlanan “Aydınlık’taki savrulma” başlıklı yazının içerdiği iddialara yanıt olan dünkü yazımız yeni tartışmaların önünü açtı.

10 Ocak 2014 Cuma 13:51

ozur_dileriz_balkondan_degil_marstan_bakiyormussunuz_h20783.jpg
9 Ocak sabahı soL Portal’da Can Soyer’in “Güniz Sokaktaki balkon” yazısını okuduk. Aynı tarihte yine soL gazetesinde Sait Munzur imzalı karikatür de Aydınlıkçılara ve Silivri’deki diğer yurtseverlere ilişkin benzer ithamları sürdürmüş. Salih Memecan bayağılığını aratmayan bir kompozisyonla Tayyip Erdoğan’la yurtseverler arasında ittifak portesi çizmiş. Haşmetlilerimiz büyük burunlarından önlerini göremez vaziyette, ancak biz sabırla hakikati aramaya devam edelim. Yazıların linklerini ve karikatürü bu metnin sonunda bulabilirsiniz.

Karşılıklı savları sunmak zaman zaman sonu gelmez döngüler yaratır ki bu çoğu zaman gelişimin önünü açacak şekilde faydalıdır. Bu sefer tartışmaya yepyeni bir boyut katmıyoruz, daha doğrusu katamıyoruz. Soyer’in yazısından da Munzur’un çizgilerinden de anlaşılıyor ki dile getirdiklerimiz ya anlaşılmamış, ya görmezden gelinmiş ya da işe geldiği gibi yontulmuş. TKP çevresi kendisine hayali bir AKP müttefiki yaratıp onunla mücadele etmek adına yurtseverlere çamur attıkça kendini itibarsızlaştırmaya devam ediyor, edecek. Tabi biz bu arada egemenlerle göğüs göğse çarpışmaya devam edeceğiz.

Bunları ortaya koymakla yetinelim:

1- “Külyutmaz Okur’un, Aydınlık’ın son süreçte AKP karşıtı bir profil vermemek için çaba harcayıp harcamadığı sorusuna/yorumuna” cevap veremediğimiz dile getirilmiş. Söz konusu yazının baştan sona gerçekten okunduğu konusunda şüpheliyiz. Aydınlık’ın aynı sayısından Tayyip Erdoğan’ın BOP eşbaşkanlığı ve Ergenekon tertibindeki rolüne değinen haberden bahsetmiştik. Ülkenin dört bir yanında başını çektiğimiz “Hükümet İstifa” eylemlerinden dem vurmuştuk. İşine geldiğini görmek böyle bir şey olsa gerek, devrimcilere yakışmıyor. Soyer’in gözüne inen kibir perdesini tatmin edecek tek şey sanırım Aydınlıkçıların noter tasdikli bir belgeyle hala hükümet karşıtı olduğuna ilişkin açıklama yapması. Önderliği yıllardır kapatıldığı zindanlardan AKP iktidarına kafa tutmuş bir harekete yöneltilen bu itham devrimciliği tekeline aldığını sanan şımarık bir halet-i ruhiyenin yansıması, geçiyoruz.

2- Sosyalizmi tarih dışı ele aldıkları tezimize ilişkin şu sözler dile getirilmiş: “Sosyalizm, bizler tarafından tarih dışı olarak ele alınmadığı gibi, bizzat içerisinden geçmekte olduğumuz tarihsel dönemin tek ve en gerçekçi kurtuluş alternatifi olarak güçlendirilmektedir.” Söylediniz ve oldu, öyle mi? Toplumsal pratikte karşılığını gösteriniz. Yazdığımız, söylediğimiz her söz maddi dünyanın esiridir. Bir an için maddi dünyaya dönelim: Cumhuriyet tarihinin en büyük düzmece operasyonu Ulusal bir cephe inşa etmeye koyulanlara yapıldı. Çünkü sistemin önündeki hedef ve program Cumhuriyet’i yıkmaktı. 60 yıldır aşındırılan laiklik, kamuculuk ve bağımsızlık toptan imha sürecine dahil edilmişti. Egemen sınıflar nereden saldırıyorsa cephe oradan kurulur.

3- “Kapitalizmi ilga edecek bir sosyalist devrim tahayyülüne sahip olmayı bir eleştiri konusu yapmayı becerip, hatta sosyalizme değil dönüştürülmüş bir kapitalizme ihtiyacımız olduğunu” iddia ediyormuşuz. İhtiyaç kavramı, yine tahlili tarih dışına çıkararak ele alınıyor. Osmanlı’da mültezimlerin vergi zulmü altında ezilen Anadolu köylüsünün de ihtiyacı kuşkusuz eşitlik, özgürlük ve refahtı. Dilerseniz “sabit fikriniz”le zamanda geri dönüp 19. yy Osmanlı’sında sosyalizmi kurmayı deneyebilirsiniz. Ya da Nazi Almanyasında faşizme karşı konumlananların müşterek programını kenara itip “şimdi sosyalizmi kurma zamanı” diyebilirsiniz. Mühim olan içiniz rahat olsun, sosyalistliğinize halel gelmesin.

Ancak, küçük ve orta ölçekli meta üreticisinin – ara katmanların programıyla örtüşen ve aydınlanmacı küçük burjuva radikalizminin siyasal-kültürel talepleriyle birleşmiş ulusal cephenin emperyalist – gerici – neoliberal ittifakı kuşatan stratejisini “kapitalizm iyidir” düsturu olarak yorumlamak daha önce söylediğimiz gibi içeriğinden ayrıştırılmış bir sözcük olarak “sosyalizm”e bağlılığa işaret ediyor.

4- Soyer, Türk bayrağını ele almalarının TKP’nin nesnelliğe boyun eğmesi olarak yorumlanamayacağını söylüyor. Maalesef, değişen nesnelliğe göre atik bir konumlanma gerçekleştirmediniz. Halk o bayrağı çoktan eline almıştı. Cumhuriyet mitinglerinde, 2012 19 Mayıs’ında, Ulus’ta gazlı 29 Ekim’de Amerikancı gericiliğe isyan sembolü olarak Türk bayrağını açmıştı. En iyi ihtimalle zaten var olan bir nesnelliği geç fark ettiniz diyelim.

5- Cephe politikasının eleştirisi olarak İlker Başbuğ nezdinde TSK subayları, Cindoruk ve Demirel gibi isimlerden bahsedilmiş. Şunu anlamadan geçmemek gerek: AKP yalnızca Türkiye’nin sol-özgürlükçü birikimine, işçi sınıfının kazanımlarına ve hatta Atatürk cumhuriyetine saldırmıyor. 60’lardan gelen ithal-ikameci, üniter yapıcı siyaset geleneğini de tasfiye ediyor çünkü emperyalizm artık bunlarla çalışabilecek durumda değil. Hukuku tamamen yıkan, hırsızlık rejimini daha da alenileştiren bir AKP iktidarına ihtiyaç var. Hal böyle olunca egemen sınıfların iktidarını temsil eden dar elitin dışladığı kesimler emperyalizmin güdümünden özerkleşen, en azından sistem hukukunun uygulandığı, hırsızlık rejiminin kurumsallaşmadığı bir düzlem arıyorlar. Geçmişteki çatışmalara rağmen, sizin dileklerinizden bağımsız olarak, AKP-Cemaat hattının karşısında konumlanıp, maddi olarak varlık sergiliyorlar.
Olgulara bakmadan bu tip süreçleri anlamlandırmanın imkanı yoktur. Örneğin 70’lerde Apoculara karşı şehitler vermiş Aydınlık hareketi, 90 başlarında Kürt sorununun, Körfez harekatı öncesinde, ABD insiyatifine geçmemesi için soruna müdahil olmaktan ve PKK’yı uyarmaktan imtina etmemiş, onları Türkiye’nin birliğinden yana tavır almaya çağırmıştır.

Cephe size benzemeyenlerle müşterekler üzerinden ortak düşmana karşı kurulandır. Müştereklere sahip çıkan, ortak düşmana karşı savaşmak isteyen çekim merkezine gelir. Sadece size benzeyenlerle, aynı jargonu konuşanlarla, “çok şükür bugün de sosyalist kaldık” iç rahatlatmalarıyla-takıntılarıyla cephe kuramazsınız. Ya da kurmuşsunuzdur, adı cephedir. Başına da afili ve kocaman bir “SOL” yapıştırmışsınızdır. Çok esaslı devrimcilik.
Kendinizden eminseniz durduğunuz çizgiye kim geliyorsa AKP-Cemaat iktidarı hattının karşısına yığılmış bir güç olarak sevk ve idare etmek zorundasınız.

6- Soyer, “gerçeklikle-hayal arasında salınan bir vicdan mastürbasyonu” ifademi cinsiyetçi bir alay olarak görmüş. Anlayamadım. Mastürbasyon ataerkil düzende erkek dominasyonunu veya beceriksizliğini ifade eden bir kategori midir? Farklı sözcüklerle tekrar ifade edelim: Türkiye devriminin yoluna ilişkin strateji tartışmalarında mesele hakikati aramaktır. Kendimizi iyi hissetmemizi sağlayacak ön kabullere tutunmak aynı zamanda bizi bu hakikatten alıkoyuyorsa kaçınılmaz olan şey bir yandan gerçeği isteyen bir yandan tutamağından kopamayan nafile çabadır ve vicdanı sahte yollardan doyurmaya hizmet eder.

Uğur Aytaç
ulusalkanal.com.tr

Söz konusu Karikatür ve yazılar:



Sol Haber Portalında yer alan yazıyı okumak için tıklayınız:


Yazarımızın önceki yazısını okumak için tıklayınız:


Sol Haber Portalında yer alan yazıyı okumak için tıklayınız:


http://www.ulusalkanal.com.tr/gunde...dan-degil-marstan-bakiyormussunuz-h20783.html
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Açtıkları yolda boğulacaklar

09 Nisan 2014, 01:17

canatakl.jpg
Can Ataklı

İyi akşamlar sevgili izleyiciler; uzun seçim molasından sonra yeniden açılan Meclis’in ilk gününde ne yazık ki çok tatsız bir olay yaşadık. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yumruklu saldırıya uğraması neresinden bakarsanız bakın çok vahimdir, şiddetle kınanmalıdır.

Öncelikle saldırıyı yüzündeki bir şişlikle ve muhtemelen birkaç sürecek ağrılı bir dönemle atlatacak olan Kemal Kılıçdaroğlu’na geçmiş olsun dileklerimi iletmek isterim.

Saldırganın yakalanması, kimliğinin ve sabıkalarının ortaya çıkarılması bir yana, üzerinde çok durulması ve endişe edilmesi gereken bir olaydır bu.

Meclis’in kuralları

Birincisi Meclis’in güvenliği demek ki şiddetle tartışılmaya muhtaçtır. Özellikle grup toplantılarının yapıldığı Salı günleri Meclis’in yolgeçen hanına döndüğü anlaşılıyor. Bunda iktidar partisinin rolü çok büyük. AKP Grup toplantılarını uzunca bir süredir amigoların tribünleri yönettiği bir stat haline getiren AKP yönetiminin tavrı nedeniyle Salı günleri Meclis’e girip çıkanların niteliği sorgulanamaz hale gelmiş belli ki. AKP bu çığırı 2007 seçimlerinden sonra açtı.

Meclis’in bir özelliği vardır. Genel Kurul salonuna ziyaretçi olarak girenler hiçbir şekilde yüksek sesle konuşamaz, Meclis çalışmalarına sözlü müdahalede bulunamaz, beğenilerini alkışla, tezahüratla belirtemez, beğenmediklerini de protesto edemez. Meclis Genel Kurulu’nun yasayla belirlenmiş bu kuralları teamül olarak partilerin grup toplantılarında da uygulanırdı.

AKP teamülü bozdu

Bunu bozan AKP oldu. AKP Grup toplantı salonunun seyirci bölümünü dolduranlar 2007’den sonra önce Genel Başkanın konuşmalarını alkışlamaya başladı. Sonra bu alkışlar giderek tezahürata dönüştü. O sıralarda meclis başkanı olan Bülent Arınç AKP toplantılarında amigolar eşliğinde başlatılan bu gösterilere önce tepki göstermiş ve bu tür gösterilerin yerinin meclis olmadığını söyleyerek önlem alacağını açıklamıştı. Ancak muhtemelen her zamanki gibi Başbakan Erdoğan’dan azar işitti ve konuyu bir daha dilden dudağa getirmedi.

Sonuçta Salı günleri giderek sadece AKP’nin değil diğer partilerin de amigolarının grup salonlarını doldurduğu ve her salondan değişik tezahüratların yükseldiği bir gün haline geldi.

Meclis güvenliği laçka

Şimdi diyeceksiniz ki Kılıçdaroğlu’nun saldırıya uğraması ile bunun ilgisi ne? İlgisi var. Meclis sıkı güvenlik önlemleriyle korunur. Giren çıkan çok sıkı aramalardan geçirilir, kimlik tespitleri yapılır, gelen kişinin kimi ziyaret edeceği öğrenilir ve o kişiye de haber verilir.

Ancak Salı günleri grup salonları bir tür tribünü andırdığından, gelenlerin denetimleri normal günlere göre belli ki biraz daha gevşiyor. Çünkü gelenler herhangi bir milletvekilini ziyaret etmek için değil grup toplantılarını izlemek için ve genellikle gruplar halinde geliyor. Bu da Meclis güvenliği için bir zafiyet yaratmış oluyor.

Nitekim bugün Kılıçdaroğlu’na yumruk sallayan saldırgan ve yanındakiler de muhtemelen grup toplantısı izlemek üzere topluca geldiler ve güvenlik önlemlerine fazla takılmadan içeri girmeyi başardılar. İçeri girebildikten sonrası kolay. Meclis koridorunda bir parti genel başkanının saldırıya uğrayacağı pek tahmin edilmediğinden, liderleri korumakla görevli güvenlik görevlilerinin de çok tetikte olmamaları garipsenecek bir durum değil.

Saldırganın garipliği

Ama beklenmeyen oldu ve Kemal Kılıçdaroğlu yumruklu saldırıya uğradı. Tabii burada saldırganın kimliği de önemli. İlk gelen bilgilerde Kılıçdaroğlu’na saldıran kişinin bir CHP’li olduğu ve seçim sonuçlarından rahatsızlık duyarak sorumlu olarak gördüğü Genel başkana saldırdığı ileri sürülmüştü. Ancak gerçek kısa sürede ortaya çıktı. Saldırgan Erzurumlu ve Alperen üyesi. Alperenlerin BBP ile organik ilişkileri olduğu biliniyor. BBP bu seçimlerde AKP’den yana tavır koymuştu. Tıpkı muhalefet gibi onlar da “oyların bölünmemesi” gerektiğine inananlardandı.

Her olayda varlar

Alperenler sayıca çok olmamalarına rağmen kimi önemli olaylarda ortaya çıkıyorlar. Hırant Dink cinayetinde de Aleperenlerin parmağı vardı hatırlarsanız. Yine bazı hristiyan din adamlarına yönelik saldırılarda da Alperenlerin rolü biliniyor.

Peki bu olay neyin nesi? Yakalanan saldırgan Kılıçdaroğlu’na saldırıyı önceden planladığını ve fırsat kolladığını söylemiş. Amaç ne peki?
Bunu şu anda bilmiyoruz. Ancak yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi ülkede gerginlik yaratmak, güvensiz bir ortam oluşturmak böylelikle kamuoyunda bir korku ve dehşet saçmak amacıyla karışıklıklar çıkarmaya çalışıldığını düşünmek hiç de saçma değil herhalde.

Amaç halkı sokağa dökmek

Bakın sevgili izleyiciler, Başbakan bugünkü grup toplantısında da tekrarladı, CHP’nin seçim hilelerini bahane ederek halkı sokağa dökmek istediğini ileri sürdü. Sizlere dün de söyledim, ne CHP’nin ne de AKP muhaliflerinin sokağa dökülmek gibi bir niyetleri yok, hatta tam tersine bu tuzaklara düşmemek için de büyük özen gösteriyorlar. Halkı sokağa dökmeye çalışan bizzat AKP. Seçim akşamından bu yana öyle provokatif işler yapıyorlar ki, halkın sokağa nasıl dökülmediğine de şaşıyorlar sonra. Örneğin Ankara’da Melih Gökçek çok çabaladı halk sokağa dökülsün diye. Hatta seçim gecesi çıktığı bir ekranda CHP’lilerin sokaklara koştuğunu bile söylemekten çekinmedi, oysa böyle bir şey yoktu.

Gösterilerden nemalanıyorlar

Neden böyle? Çünkü AKP masum ve demokratik olsa bile sokaklardaki protesto gösterilerini önce şiddetle, vahşetle bastırdıktan sonra bunu kendi kitlesi üzerinde çok etkili bir propaganda aracı olarak kullanabiliyor, bunu başardılar açıkçası. Şimdi çok nemalandıkları bu hareketlerin sürekli olmasını istiyor, diliyor ve hatta tahrik ediyorlar ki, bir yandan mağduriyet edebiyatı yapsınlar bir yandan da sanki ülkeyi kendilerinden başka seven yokmuş gibi davranabilsinler. Ama olmuyor işte. Ülkenin aklı başında insanları AKP’nin kaba tahriklere kapılıp da sokaklara dökülmüyor.

Meclis’teki bu saldırının arkasındaki gerçek hemen ortaya çıkarılmalı ve eğer varsa önümüzdeki günlerde düzenlenmesi düşünülen tezgâhların önüne geçilmelidir. CHP’ye düşen görev budur.

Günün ikinci büyük olayı

Gelelim günün diğer önemli gelişmesine… Sevgili izleyiciler, bu sabah Türkiye’de yeni bir dönemin başladığının ilk sinyallerini alarak uyandık. Bu sabah önce Adana’da sonra Ankara’da bir dizi operasyon yapıldı. Operasyonun hedefinde bu kez polisler vardı. Öyle sanıyorum ki başbakan’ın “inlerine gireceğiz” diye söz ettiği cemaat operasyonu resmen başladı.

Aslında bu operasyonlar hiçbirimiz için şaşırtıcı değil. Hatta öyle ki bundan sonra olacakları tahmin etmek bile zor değil.

Önce bir köşede küçük bir operasyon başlatılır. Sonra bu operasyonlarda ele geçen bazı belgelerden hareketle iş büyütülür. Derken ortaya çok kapsamlı bir suç planı çıkarılır. Birkaç hafta sonra bir bakarız ki yüzlerce kişi tutuklanmış, dalga dalga sürdürülen yeni operasyonlarda adlarını bildiğimiz nice ünlü kişi hakkında davalar açılmış.

Bu operasyonlar sürerken ekranlarda “yasaldı, değildi, hukuka uyuldu, uyulmadı, tezgahtı gerçekti” türü tartışmalar yaşanır.

5 yıldır anlatıyorum

Sevgili izleyiciler, 5 yıl önceki Ergenekon operasyonları başladığından bu yana ekranlarda, gazete sayfalarında, halk toplantılarında, konferans ve panellerde iktidarın kendine muhalif ve tehdit-tehlike olarak gördüğü herkese karşı bir yıldırma-sindirme operasyonu başlattığını, düzmece belgelerle, oluşturulmuş dijital verilerle, gizli tanıklarla, sahte evrakla saldırdığını, insanların küçük düşürüldüğünü, itibarlarının yerle bir edildiğini, karalandığını anlatmaya çalışıyorum.

Bunları yapanların kim olduğunu biliyorduk. “Dokunan yanar” sözü bir tahmin değil gerçekti. O zamanlardan beri “Bu tür oyunları oynuyorsunuz ama hukuk ve demokrasi dışına çıkarak yürüttüğünüz bu operasyonlar yol olur, gün gelir aynısı size karşı da yapılır” diyordum.

Şimdi her şey gerçek

İşte şimdi başlarına geliyor. Zamanında bu ülkenin vatanseverlerine, aydınlarına, akademisyenlerine, gazetecilerine, yazarlarına, sanatçılarına, askerlerine yapılanlar şimdi yapanların başına geliyor.

Ama arada bir fark var. Daha önce yapılan her şey düzmeceydi, sahteydi, oyundu. Oysa şimdi her şey gerçek.
İktidar zamanında tehdit ve tehlike olarak gördüğü herkese, elinde tuttuğu maşa ile saldırırken, şimdi o maşa iktidara batmaya başladığı için, aynı akıbete uğruyor.

Şimdi göreceksiniz, ülkenin en kıymetli evlatlarına en kötü en pis en rezil operasyonları reva görenler, kendi açtıkları yolun akıntısına kapılarak bertaraf olacaklardır.

Bu kez hukuka uyulmalı

Burada tek umudum ve dileğim, bu sefer eskisi gibi sahteciliğe, ahlaksızlığa sapılmadan, hukuk ve yasalar neyi emrediyorsa o yolda gidilmesi ve Türkiye’nin geleceğini çalmaya kalkanlardan en ağır biçimde hesap sorulmasıdır, sorulabilmesidir.
Ve tabii en önemlisi, iktidar da, daha önce maşa kullanarak yaptıklarının hesabını vermelidir, verecektir. Bugün hala gücü elinde tutarak pis işlerini yaptırdığı kesimlerden kurtulmak için operasyon başlatan iktidar, bilmelidir ki, o pis işler kendi emriyle, kendi denetiminde yapılmıştır ve sorumluluğu çok ağırdır.

Asıl patrona da sıra gelecek


İktidar, hepimiz adına pis işleri yapanlardan hesap sorsun. Bize düşen ise sabırla beklemek, önce hiçbir ahlaki, vicdani kaygıya kapılmadan Türkiye’nin en kıymetli insanlarına hayatı zindan edenlerin tasfiyesini ibretle izlemek, ama ondan sonra bütün bunları yaptıran gerçek patrondan hesap sormaktır.

Sevgili izleyiciler, artık tüp macundan çıktı. Bugün iktidar kendi çıkarı için pis işlerini yaptırdığı kirli bir örgütten kurtulmak için bir tasfiye hareketi yapacaktır, ancak onlar da biliyor ki tarihin akışını değiştirmek, gerçekleri sonsuza kadar saklamak ve işlenen günahların sorumluluğundan kurtulmak mümkün değildir.

Gün gelecek, o kirli örgüt tasfiye edildikten, etkisiz hale getirildikten sonra Türkiye’ye yapılan bütün kötülüklerin asıl sorumluları da bu halka hesap verecektir.

Kimse son seçim sonuçlarına bakarak umutsuzluğa karamsarlığa kapılmasın. O hesabın sorulacağı günler hiç de uzak değildir. Bunu bilelim, bunun yarattığı ivme ile bekleyelim ve mutlu sona ulaşalım.

Bugün de süremizin sonuna geldik. Yarın aynı saatte yine birlikte olmak dileğiyle hoşça kalın.

CAN ATAKLI İLE GÜNÜN YORUMU. 8.4.2014.SALI.

http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/actiklari-yolda-bogulacaklar-makale,2331.html
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Talat'a da mı inanmadınız?

Mustafa Akıncı’nın ikinci tura kalması, “çözümcüler” ifadesine et kemik giydirdi ve Akıncı çözümcünün sözlük anlamı oldu sanki. Şimdiye kadar nerelerde olduklarını anlayamadığım bir kısım, Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nu çözümsüzlüğün, Akıncı’yı çözümün lideri olarak lanse edip, “korku, bölünmüşlük, düşmanlık, ırkçılık üzerine kuran zihniyete karşı barış, demokrasi, insan hakları ve Birleşik Federal Kıbrıs siyasetini savunan toplumun aydınlık yüzü” ifadeleriyle desteklerini ortaya koydu.

Oysa Akıncı dün çıkan bir politikacı değil. Bu ülke siyasetinin içinde olan, 1987-2001 yılları arasında Toplumcu Kurtuluş Partisi başkanlığı (TKP) yapmış biri. Uzun yıllar Amerika’da yaşadığı için lambadan çıkan cin muamelesi yapılması doğal, doğal olmasına ancak Kıbrıs sorununu çözeceğini düşünmek akıllara zarar.

Niye mi? Kıbrıs sorununun çözümü Kıbrıs Türkünün Cumhurbaşkanlarına değil, Rum kesimine ve büyük güçlere bağlı da ondan… Akıncı’nın bu sorunu şıp diye çözeceğini düşünmenin, bırakın rahmetli kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’a, İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a, bugünkü Cumhurbaşkanımız Derviş Eroğlu’na haksızlık olmasını, Rum kesiminin kırmızı çizgilerinden bihaber olmak anlamına geldiğini de bilmiyor bu kişiler. Hadi kendi partisi propaganda amaçlı çözümü kullansın, ki gayet doğal. Peki sanki de hazırda bekletirlermiş gibi bir anda sosyal medyaya logolu destek broşürleri süren CTP’ye ne demeli...

Uğradıkları hezimetten olsa gerek, partilerinin eski başkanı olan ikinci Cumhurbaşkanının Eylül 2008'den Ocak 2010'a kadar iki lider arasında 60 görüşme gerçekleştirdiğini, 1 Temmuz 2008 tarihinde, kurulacak yönetimin "tek egemenlik ve tek yurttaşlık" prensibine dayalı olması konusunda mutabakata vardıklarını, mutabakatların ortak açıklamayla deklare edilmesinin kararlaştırıldığını, Hristofyas’ın ortak açıklamadan kaçtığını unutmuş görünüyorlar.

Veya daha da kötüsü Mehmet Ali Talat’ın Kıbrıs sorununun çözümü yönünde gerekli adımları atmadığını düşünmeleri. Cumhurbaşkanlığı Seçimini ilk turda yüzde 55.6’lık bir oy oranı ile kazanan Talat’ın… Tüm bu minvaller ışığında CTP’nin, Akıncı’yı destelemesi bana göre partinin geleceği ve önümüzdeki seçimlerde alacağı oy için hayati, kritik bir eşik.

* * * * *​
Talat Hristofyas görüşmelerinin ilkinde ben de ara bölgedeydim. Açıklamaları bugün gibi kulağımdadır. Yoldaşlar yılsonuna sorunu çözecek, kahveler içilecekti. Hatta Özcan Özcanhan ağabeyimiz “Kahveler nasıl olacak” diye sorduğunda “Kıbrıs kahvesi” cevabı geldi liderlerden. O denli eminlerdi yılsonuna kadar bu sorunun çözüleceğinden… Ne de olsa çözümü candan isteyen iki yoldaş vardı masada!

Heyhat; Aradan geçen zaman, “Rumlar uzlaşmaz” tezinin haklılığını bir kez daha teslim etti ve Talat’ı Denktaş çizgisine getirdi. Hatırlayalım; Hristofyas, Talat’ı “Ankara’nın elini öperek lider oldu ve Kıbrıslılıktan uzaklaştı… Talat önce Kıbrıslıydı, sonra Kıbrıslı Türk, şimdi de Türk oldu” sözleriyle eleştirmiş, Talat da, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünden Hristofyas’ın sorumlu olduğunu söyleyerek, “şimdi de yavuz hırsız rolünü oynuyor. Halbuki çözümsüzlüğün sorumlusu odur. Annan Planı’na ‘evet’ deseydi Kıbrıs sorunu bitecekti.Bunun günahını kiliseye gitse de silemez… Hristofyas öncelikle kendisi Kıbrıslı olmayı bilsin ve Kıbrıs Rum tarafının çıkarlarının egemen olacağı bir çözüm peşinde koşmasın” demişti.

* * * * *​
Mustafa Akıncı’nın Kıbrıs sorununu çözeceği vaadinde bulunması gayet doğal.
Her adayın-samimi,yapay- çeşitli vaatlerle yüreklerde yer bulma derdinde olduğunu bildiğimiz için en ütopik vaatler bile acayip gelmiyor gelmesine de, tuhaflık, yıllardır süren müzakerelerden sonuç alınamamasının suçunu bugüne kadar gelmiş geçmiş liderlere yüklemekte; Denktaş’ı, Talat’ı ve Eroğlu’nu çözümsüzlük yanlısı olarak göstermekte. İşte esas konu bu; Masaya oturmamak için ne kadar bahane varsa hepsini ortaya koyan Anastasiadis’le nasıl bir çözüm olabileceği çok açıkken, Don Kişot aramak, seçimi karikatürize etmekten başka bir şey değil.

Özetle; Çözüm isteyen lider” rolünün altının neden bu kadar güçlü bir biçimde çizildiğini tartışacak değiliz ancak bu sorunu çözecek olanların Kıbrıslı Türk liderler değil, büyük güçler ve Rum tarafı olduğunu ısrarla tartışabiliriz, hem de argümanlarıyla...


Yürdagül ATUN
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Bazı UBP'lileri Tarih Yazacak

Bazı UBP'lileri Tarih Yazacak
Seçimin ikinci turuna saatler kaldı.

Peşinen söyleyelim, kimsenin inancı, kararı hiçbir şekilde horlanamaz, halkın iradesine de kimse bir şey diyemez, sandıktan ne çıkarsa amenna.

Kendi adımıza bir başka gerçeğin daha altını çizelim: Siyasi konularda ahkam kesecek durumumuz yoktur ve onu işin ehline bırakıyoruz ancak altı çizilmesi gereken bir hususu da belirtmeden geçmeyelim; Oy, kişisel değil, toplumsal bir sorumluluktur. Kişiler, “bana şunu verirse, bana şunu yaparsa” veya “beni kızdırdıydı, bana şunu dediydi” diye değil, topluma katacaklarını ve kaybettireceklerini hesap ederek oy vermek zorunda, bazı UBP’lilerin yaptığı gibi değil.

UBP ile geçmişte TKP, bugün TDP olan partinin görüşleri arasında dünyalar kadar fark var. Hatta ortaya sağdan soldan bir iki parti bile girebilir, o denli uzaklar birbirinden. Ne var ki, kader ağlarını ördü ve UBP içinden Cumhurbaşkanına diş bileyerek, oylarını Kudret Özersay’a tevdi eden bu kişiler Akıncı ve Derviş Eroğlu arasında kalakaldı. Akıncı cephesinde de olayın farklı versiyonu yaşandı. Kıbrıslılığı ari bir ırk olarak tanımlayıp, Türkiye’den gelenleri paçavra yerine bile koymayan ve her fırsatta aşağılamaktan çekinmeyen nefret/ırkçı ekolün temsilcileri bir anda sus pus olmakta kalmadı, Türkiyelilerle canım cicim havalarına girdi ve “Gel, kuyumu kazsan da, dirliğimi, düzenimi bozacak olsan da gel... Yeter ki diğer aday ağzının payını alsın” düşüncesinin hakim olduğu bu seçim, Makyavelli’ye bile parmak ısırtacak kıvama geldi.

Nitekim hayra alamet değil bu... Hem de, hiç kimse için. Dün aynı fikir etrafında birleşip, görüşleri doğrultusunda siyaset yapanların bugün kişisel nedenlerle günahlarını bile vermeyecekleri, itikadi ayrılıkların kapanmasının mümkün olmadığı adaylara, kıymetli iradelerini altın tepside sunmaları kimsenin değirmenine su taşımayacağı gibi, kafaları duvarlara vurduracak.

Özellikle de kurultay döneminden kalan “hıncın” rövanşını almak isteyenlerin kafalarını...

Kişisel kinle, düşüncelerinden, hayat felsefelerinden, siyasi görüşlerinden çok uzak bir adaya destek vermelerinin vicdanlarda ve uslarda hiçbir karşılığı olmadığı gibi, tarihi bir hataya imza atmak olduğunu vurgulamak durumundayız. Kilit kavramının “intikam” olduğu bir seçimden çıkacak sonuç bir süreliğine yürekleri rahatlatabilir, peki gerçeklerle yüzleşince ne olacak? Bu ters motivasyonlarınızın sadece, öfkenizle sandığa gömeceğiniz adayda mı silinmeyen izler bırakabileceğini düşünüyorsunuz?

Başta söyledim; Kimse kimsenin özgür iradesine karışamaz, her vatandaş kendi düşüncesini temsil eden adayı destekleyer ancak birilerine ders vermek adına ideallerden, ideolojilerden, savunulan değerlerden, siyasi görüşten fersah fersah uzakta olan bir adayın ekmeğine yağ sürerse tarih bunları affetmez.
Ve atalar sözüdür; Öfkeyle kalkan zararla oturur.


Yürdagül ATUN
 
Üst