Ben Bir İtirafçıyım

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
BEN BİR İTİRAFÇIYIM

Ben A......., ...9.197. yılında Gaziantep'in bir ilçesinde doğdum. Babam emekli memur, annem ev kadını idi. Ailemin kalabalık olması nedeniyle maddi durumumuz çok kötüydü. Babam hayatında birkaç defa evlenmişti ve 10'dan fazla çocuğu vardı. Ben en küçükleriydim...

İlk eşi vefat etmişti, ikinci eşini çocuk olmayınca boşamış, sonra annemle, daha sonra bir başkasıyla evlenmişti. Benden büyük ağabey ve ablalarımın birkaç tanesi sadece ilkokula gitmiş ama bitirmeden ayrılmış, diğerleri ise hiç okula gitmemişti. Bense muhakkak okumak istiyordum.
Eskiden okula kayıt yaptırmak için öğretmenler ev ev gezer, yaşı gelenleri okula kaydederlerdi. Hiç unutmuyorum, yaşım geldiğinde öğretmenler kayıt için bizim eve geldiler. Babam çok zalim ve insafsız bir insandı. O gün gelen öğretmenleri küfürler yağdırarak evden kovdu. Çok üzülmüştüm ama babamdan korkumdan sesimi dahi çıkaramadım. Bu yüzden okula bir yıl geç gittim.
Babam gezici sağlık memuruydu. Eve her zaman gelmezdi. Annem elişi yaparak tarlaya, çapaya giderek bizi büyüttü. Okula öyle başladım.
İlkokul 2.sınıfı bitirip yaz tatiline girmiştik, babam eve geldiğinde artık okutamayacağını söyleyerek, beni bir matbaacının yanına işe verdi.
İşin ilk günü oradan kaçarak, ilçemizde dağların ve akarsuların birleştiği çok güzel bir yer var, oraya gittim. Akarsuyun başında saatlerce oturdum ve saatlerce ağladım. Parasızlığa, yoksulluğa lanetler yağdırdım. Ve o gün kendi kendime bir söz verdim.
Yaz tatilinde çok sıkı bir şekilde çalışacak, para biriktirip okul masraflarımı kendim karşılayacaktım. Bu benim hayatımın dönüm noktası oldu. O günü hiç bir zaman unutamam.
Ertesi gün hemen bir brikethaneye gittim ve çalışmak istediğimi söyledim. Ne iş verirlerse yapacaktım. Sadece okula devam etmek istiyordum. Patron bana "Sen daha çok küçüksün, bizim işimiz çok ağır, ama madem sen okumak için çalışmak istiyorsun, seni işe alıyorum." dedi.
O günden sonra orada ne iş varsa, kendime göre yapmaya başladım. Ne iş verirlerse yapıyordum. Sağ olsun, patron bazen haftalığımdan daha çok para verirdi. O yaz brikethanede çalıştım ve paramı biriktirdim. O zamandan hesap kitap işlerine başlamıştım. Şu kadar kitaba, şu kadar kaleme, şu önlüğe diyor, şu da harçlığım diyordum.
Okulların açılmasına bir hafta kalmıştı, patron beni yanına çağırdı. "A... eve git temizlen, üstünü değiştir gel" dedi. Sonra beni yanına alıp çarşıya götürdü. İtiraz etmeme rağmen okul için önlük, kitap, defter, ayakkabı vb bir sürü şey aldı. Bu şekilde çalışırsam hayatta her zaman başarılı olacağımı söyledi. Mutluluktan uçuyordum. Çalışmanın ne kadar güzel olduğunu anlamıştım.
O tarihten sonra ortaokul 3. sınıfı bitirinceye kadar yaz tatillerinde, hep o brikethanede çalıştım. Boş vakitlerimde bile, patrona yardıma giderdim. Çünkü bu insan bana, çalışma azmini, çalışma hırsını vermişti. Ve bende okuma isteğini güçlendirmiş, bana hep destek vermişti.
İlkokul son sınıfta basketbol takımının kaptanıydım. O yıl, okullararası yarışmalarda bizim okul ilçede şampiyon oldu. Ortaokulda yine basket takımına seçildim. Bizim okul bu kez hem ilçede, hem de Gaziantep'te yapılan okullar arası yarışmada birinci oldu ve ben bu takımın ilk 5 oyuncusu arasındaydım.
Yalnız bu kez derslerde zorlanmaya başlamıştım. Yarıyıl tatilinde 2 zayıfım geldi. Bu kez basketi bırakıp kendimi derslerime verdim. 2. yarıyıl takdir belgesiyle sınıfımı geçtim. Derslerime çok çalışıyordum. Ailem, öğretmenlerim, arkadaşlarım bendeki çalışma azmine şaşırıyorlardı.
Babamın iki evi vardı. Bir gün bizde, diğer gün öteki evde kalırdı. Bizde yattığı zamanlar, masraf olmasın diye elektriği erkenden söndürürdü. Ben de babamın bizde kalmadığı gecelerde sabaha kadar ders çalışırdım. Bu çalışma bana ortaokul 2. sınıfta okul birinciliği getirdi.
Hizmetle tanışmam: Okul birincisi olduğum zaman, herkesin davranışlarının değiştiğini farkettim. Öğretmenlerim, arkadaşlarım, ailem şimdi bana kıymet vermeye başlamışlardı. Bu günlerde ağabeyim beni, üniversiteli bir arkadaşı ile tanıştırdı. Bu kişi gayet kibar, efendi, düzgün giyimli, kültürlü biriydi. Bana "A..., sen çok zeki ve çalışkansın. Ben zeki insanları severim. Gel ben seni çalıştırayım, fen liselerine ve askeri okullara hazırlayayım." dedi.
Askeri okul deyince heyecanımı anlatamam. Çünkü askeriyeye karşı çocukluğumdan beri büyük ilgim vardı. Orada okuyabilmek benim en büyük hayalim, herşeyimdi. Askeri okula girebilmek için canımı bile verebilirdim. Ve bu üniversiteli ağabey, beni askeriyeye sokabileceğini söylemişti.
O günden sonra haftada 2 kez o insanların evine gitmeye başladım. Bu evde 6 kişi kalıyordu. Bana aşırı bir ilgi gösteriyorlardı. Daha sonra 3 öğrenci daha geldi. Hepimiz de değişik okulların birincileriydik. Bütün okul birincileri bir araya toplanmıştı.
Bize matematik, Türkçe ve sosyal bilgiler dersleri vermeye başladılar. Cumartesi ve pazar günlerimiz sabahtan akşama kadar orada geçiyordu. Sıkılmayalım diye bizlere nefis yemekler yaparlar, çaylar, pastalar hazırlarlar, video seyrettirirlerdi. Birlikte pikniğe gider, futbol oynar, bizleri memnun etmek ve ellerinde tutmak için her türlü aktiviteyi yaparlardı.
Biz kendilerine bunları karşılıksız niye yapıyorsunuz deyince "Allah rızası için yapıyoruz. Sizin gibi zeki öğrencilerin cahil insanların eline düşmemesi ve kendinizi daha iyi yetiştirmeniz için sizleri çalıştırıyoruz." derlerdi. Kendilerine hiç kimsenin yardım etmediğini, bu nedenle bizlerin çok şanslı olduğumuzu söylerlerdi.
Aradan 6-7 ay geçti. Artık 3. sınıfın sonlarına gelmiştik. Hep bu ağabeylerle birlikteydik.
Sınavlar yaklaşmıştı ama hiç problemimiz yoktu. Çok çalışıyordum. Ağabeylerin desteğiyle de daha iyi duruma gelmiştim. Onlara çok bağlıydım. Onların haberi olmadan hiçbir şey yapmazdık.
Ancak kendileri ile ilgili hiçbir şey bilmiyorduk. Bizim her şeyimizle ilgileniyorlardı. Hatta sınavlara giriş formlarını bile onlar alıp dolduruyorlardı. Sınavlarda, devlet parasız yatılı, kurumlar ve fen lisesi sınavlarına girdim. DPY(Devlet Parasız Yatılı) ve kurumları kazandım. Fen lisesi sınavlarında hasta olduğum için kazanamadım. Ama benim için bu önemli değildi. Çünkü benim asıl hedefim askeri okullardı. O nedenle, DPY'yı ve kurumları hiç düşünmedim. Zaten ağabeyler de oraya gitmemi istemediler.
Ortaokulu da birincilikle bitirmiştim. Arkadaşlarımdan birisi imam-hatip, diğeri merkez ortaokulu, bense okuduğum okulun birincisiydim. Ağabeyler bizim üzerimize titriyorlar, bir dediğimizi iki etmiyorlardı.
Sıra askeri okul sınavlarına gelmişti ve ben İstanbul'a ağabeyimin yanına geldim. Deniz Harp Okulu sınavlarına girecektim. Ağabeyim, İstanbul'da tekstille uğraşıyordu. İlçemizde ağabeylerle görüşmeden acele gitmek zorunda kalmıştım. Benim İstanbul'daki adresimi bilmiyorlardı. Ben heyecanla sınavlara hazırlanıyordum ve kazanacağımdan emindim.
Burada bir kez daha şaşkınlığa uğradım. Zira ilçemizdeki ağabeyler ertesi gün eve gelip beni buldular. Beni sınavdan önce gezmeye götürmeye geldiklerini söylediler. Adresi nasıl bulduklarını bilmiyordum. Ama onları gördüğüme sevinmiştim. Bana Sultanahmet'i, Ayasofya'yı gezdirdiler. Sonra hiç unutmuyorum. Beni Sultanahmet Camii'nin penceresine götürdüler. Bir oda büyüklüğünde olan pencerenin kenarına oturduk. Sınav için biraz ders çalışmamız gerektiğini söylediler.
Ben çok çalıştığımı söyledimse de bir soru kağıdı çıkararak, onları çözmemi istediler. Ve orada beni tam 3 saat çalıştırıp adeta imtihan ettiler.
Ertesi gün sınava girdim. 120 soru vardı. Bütün soruları çözdüm. Soruları çözerken ben bu soruları daha önce bir yerde çözdüm diyordum. Adeta otomatik olarak bütün soruları cevapladım. O küçücük kafamda hiçbir zaman bu soruları bir gün önce çözdüğümü düşünemedim.
Sınavı kazanmıştım, fakat amcamın karıştığı bir olaydan dolayı sabıkası olduğu için Deniz Harp Okulu'na giremedim. Adeta yıkıldım, bittim. Ve amcamı hiçbir zaman affetmedim. Ata ocağına onun yüzünden girememiştim.
İlçemize döndüğümde hizmetli ağabeyler peşimi bırakmadılar. Beni ve bahsettiğim arkadaşlarımı İzmir'e götürüp en iyi okullarda okutacaklarını söylediler. Türkiye'nin en süper lisesi olan Atatürk Lisesi'ne kaydımız yapılacaktı ve yüzme havuzlu, kapalı spor salonlu, jimnastik salonlu bir yurtta kalacaktık. Ayrıca Türkiye'nin en parlak ve süper dershanesine ücretsiz gidecektik.
Bizlere anlatılan şeylerin cazibesine kapılıp, ailelerimizin onayını almadan yola çıktık. İzmir'e gittiğimizde gördüklerimiz tam bir felaketti. Yurt eski bir binadan bozmaydı, yeni yapılıyordu. Her taraf toz ve kir içerisindeydi. Bitirilmesi için bizim de işçiler gibi çalışmamız gerekiyordu.
Kaydım çoktan, uzakta ve hiç kaliteli olmayan bir liseye yaptırılmıştı bile. Artık güler yüzlü, kibar ağabeyler gerçek yüzlerini ortaya çıkarmışlardı. Tam bir bozgun yaşıyorduk. Ama dönüşümüz imkânsızdı. Çünkü gelirken kimsenin sözünü dinlememiştim. Ve İzmir'i onlara öyle bir anlatmıştım ki dönersem herkesin benimle alay edeceğini düşünüyordum. Gururum, dönmemi engelledi. Mecburen o köhne okulda okumak zorunda kaldım.
İzmir'e gelmeden bizim bütün ihtiyaçlarımızı karşılayacaklarını söylemişlerdi. Bize esnaflardan toplanan ve esnaf himmeti denilen paradan burs bağlayacaklardı. Ama burs vermediler.
Benim ailemin maddi durumu kötü olduğu için, evden para gelmiyordu. Zaten onların rızalarını almadan gelmiştim. Bir defasında ablam elişi, dantel yaparak biriktirdiği 18.500 TL'yi zarfa koyup göndermişti. O gün bu parayı aldım ve odama çıktım ve akşama kadar ağladım. Çoğumuz böylesine çaresiz, odalarımızda saatlerce ağlardık.
Bizler böylesine zor geçinirken, bizleri mecburen Zaman ve Sızıntı gibi cemaatin yayınlarına abone yaparlardı. Bazı arkadaşları 2 abone olmaya zorluyorlardı. Yurtlarda ve evlerde kalan herkesin bir görevi vardı Zaman Gazetesi, Sızıntı Dergisi sorumluları gibi, böylece öğrencileri meşgul ediyor, aktif hale getiriyorlardı. Onlara kazandırdıkları her abone için "ahirette sana şu kadar huri verilecek ve sevap yazılacak" diyerek çalışmaları, gazete ve dergilerin tirajlarının arttırılması sağlanırdı. Böylece memleketten bin bir zorlukla gelen öğrenci harçlıkları cemaatin gazete ve dergi tirajlarını arttırmak için kullanılıyordu.
İzmir'de bu düşüncelerle ilk birkaç ay çok kötü geçti. Ama daha sonra bize anlatılan hizmetin özellikleri ve gelecekteki güzel dünya görüşleriyle etkilenmeye başladık. Artık biz de hizmetin bir askeri olmuştuk. Ne emredilirse asker onu yapardı, buna mecburdu, çünkü bu Allah rızasını içeriyordu.
Ben İzmir'in bir ilçesine ilk sokulan öğrenciydim ve görevim seçilen okulda eli yüzü düzgün, zeki, çalışkan ve kapasiteli öğrencilerle arkadaş olup onları dershaneye (hizmet evlerine) götürmekti. Bu iş için ben seçilmiştim ve güya beni Allah seçmişti. Çünkü Allah bana bir kapasite vermişti ve ben bu kapasiteyi burada hizmet için kullanacaktım.
Benim durumum diğer arkadaşlarımdan çok daha zordu. Çünkü okulum yurda çok uzaktı ve hem de bütün gündü. Yani sabah gider, akşam yurda dönerdim. Yarım saat yol sürerdi. Yurtta döğüş kavga zorla yemek yer ardından akşam namazı kılardım. Sonra ebvabin namazı, ardından yatsı namazı sonra ders sohbeti, saat 23.00 olurdu. Sonra ders çalışmaya başlardım. Yurtta ders çalışmak için bir salon vardı. Çoğu zaman, salonda ders çalışırken uyuyakalırdım.
Çoğu zaman elimdeki notlar sağa sola dağılmış vaziyette, bir bakarım yurt belletmeni beni sabah namazına kaldırırdı. Üstüm açık olduğu için çok üşürdüm. Bir de zorla sabahları buz gibi suyla abdest alırdık. Bir defasında abdest almak istemedim. Belletmen zorla beni suyun altına soktu. Ondan sonra hasta oldum, sinüzit oldum. Ama yurdun koşulları böyleydi. Çok zaman bir odaya çekilir, saatlerce ağlardım. Diğer çocuklar da benim gibiydi. Evden, anne, babadan uzak bir sürü çocuk burada, sevgiden, şefkatten uzak, katı bir disiplinle yaşıyorduk.
Bizleri öylesine korkutup etkilemişlerdi ki hizmet ruhu ve Allah korkusu ile bu olumsuzluklara boyun eğiyorduk. Çoğu zaman uykusuz olduğum için ranzanın altına saklanırdım, orada uyurdum. Buz gibi betonun üzerinde... Diğerleri benden biraz daha şanslıydılar. En azından onların okulları yakındı. Yarım günlük okullara gidiyorlardı.
Benim bu sefaletim 1 yıl sürdü. Bu koşullarda beş parasız yaşıyordum. Ailem bana para gönderemiyordu. Çok iyi hatırlıyorum, okul pantolonunu tam bir yıl hiç çıkarmadan giydim. Sadece ayda bir ya da iki ayda bir yıkamak için çıkarır, sonra gece gündüz onu giyerdim.
Kravatımı çıkarmaya vaktim yoktu. Zaten çıkarmak da istemezdim, çünkü bir kravatım vardı, kaybetmek istemiyordum.
Bütün bu olumsuz koşullara rağmen, sevap kazanıyorsunuz diyerek bizleri kandırıyor, avutuyorlardı. Bizler de inanarak, Allah rızası ve hizmet için her şeye katlanıyorduk.
Ayrılmayı aklımıza bile getiremezdik. Allah tarafından büyük bir cezaya çarptırılma korkusu içimize işlemişti. Bu öyle bir korkudur ki bugün 22 yaşındayım, evliyim, çocuğum var ama hala o korkuları içimden atamadım. İnsanın içinde sanki bir şeyler kıpırdıyor. Her an kötü bir şey olacakmış gibi bir şeyler bekliyorsun...
Yurtlarda bir günlük program şöyledir:
Sabah namazı ile kalkılır. Namazdan sonra tesbihat vardır. Bu bazen uzun, bazen de kısa yapılır. Kısa tesbihat ve dua yarım saat sürer. Sabah namazından sonraki gün aydınlanıncaya kadar geçen süre kerahat vaktidir. Bu vakitte kesinlikle uyunmaz, yasaktır. İbadetle geçirilir, risaleler okunur. Eğer bu saatlerde uyunursa insanın akıl sağlığının bozulacağı ve bir daha düzelmeyeceği bizlere söylenmiştir. Güneş doğduğu noktadan bir mızrak boyu yükselinceye kadar tesbihat yapılır.
Okula gidilir. Okulun bitiş saatinden 20 dakika sonra bütün öğrenciler yurtta olmak zorundadır. Yol ne kadar sürüyorsa önceden tesbit edilir ve her öğrenci 5–6 dakika dahi gecikse azarlanır ve dosyasına işlenir.
Öğle yemeğinden sonra öğle namazı kılınır. Sonra tesbihat yapılır. Yurda döndükten sonra ev imamından izinsiz dışarı çıkılamaz. Bakkala gitmeye bile izin verilmez. İkindi namazından sonra yine tesbihat yapılır. Güneş batmaya doğru kızıllık zamanı yine kerahat vaktidir. Uyunmaz, istirahat edilmez, ibadetle geçirilir. Akşam namazı ve tesbihattan sonra, ikinci bir namaz kılınır, buna ebvabin namazı denir. Bu namaz 2, 4, 6 rekat olabilir. Öğrenciler bunu kendiler tayin ederler. Ama bütün bu ibadetler kayda geçirilir. O nedenle de çocuklar başarılı olabilmek için dualarını, tesbihatlarını, ibadetlerini sürekli uzatırlar. Böylece en başarılı öğrenciler seçilir.
Yatsı namazı ve tesbihattan sonra ev imamının sohbeti vardır. Sohbetten sonra nur risaleleri ve F.Gülen'in kitapları okunur. F.Gülen'in kasetleri izlenir. Haftada en az 3 kaset video izlenir. Bu kasetler Gülen'in biz öğrenciler için özel olarak hazırlanmış kasetleridir. Bunların içinde hizmetin gerçek amacı, gelecekte yapılacak faaliyetler, öğrencilere düşen görevler tüm açıklığı ile anlatılır. İslam’ın nasıl yeniden yönetime hâkim olacağı, özlenen şer-i düzenin topluma faydaları ve benzeri hedefler tekrar tekrar izlenir. Ya da hocanın yeni çıkan bir kitabı sayfa sayfa okunur. Ev imamı tarafından yorumlanır.
Hepsinden sonra sınav yapılır. Mecburi yarışmalar düzenlenir ve kazananlara ödüller verilir. Bu ödüller de yine hocanın başka bir kitabı olur. Veya hafta sonu geziye götürülür. En büyük ödülse F.Gülen'in sohbetine katılmakla da dua listesine girmektir. En etkili ödül bunlardır. Gezilerde bir diğer semte, bir başka şehre gidilebilir. Her tarafta cemaatin yurtları, evleri olduğu için, serrehber ödül kazanan öğrenciye hemen ilde veya ilçede yer bulur. Gidilen yerlerde yine hizmetin öğrencileri ile birlikte olunur. Sohbetleri yapılır.
Her gece muhakkak kaset, sohbet, risale ya da kitap okunur, izlenir. Yatsı namazından sonra da teheccüd namazı kılınır. Sonra yatılır. Sabah namazından bir, iki saat önce, gecenin karanlığında, imam, öğrencileri, (yurtta veya evlerde) evin bütün cemaatini tevcih namazı için uyandırır. Duruma göre 2, 4, 6 rekât namaz kılınır. Bu gece namazında kimi oturup ağlar, dua eder, sonra yatılır. Ve sabah namazına kalkılır. Böylece öğrencilerin 24 saatlerini ibadetle geçirmeleri sağlanır.
Namazların dışında pazartesi ve perşembe günleri oruç tutulur. Gece sahura kalkılır. Ramazan haricinde tutulan bu oruçlara, özellikle üç aylarda daha bir dikkat edilir. Bütün zamanımızı alan bu ibadetler dışında, eğer zaman kalırsa, vakit bulunursa öğrenciler derslerine çalışır.
Cemaatin özel olarak tutulmuş, geniş mobilyalı evlerinde de aynı çalışma düzeni vardır. Ancak bu faaliyetler yeni gelen öğrencilerden başlangıçta tamamen gizlenir. Evler çok güzel döşenmiş, her türlü imkânı olan evlerdir. Genellikle okul etraflarında lise, ortaokul, üniversite çevresinde tutulur. Evler yıllık kiralanır. Dikkat çekmemek için uzun süre kalınmaz. Kiralar yüksektir. Mesela 1995 yılında, İstanbul'da boğazda arkadaşlar evde kalıyordu. Evin her türlü ihtiyacı ev imamı tarafından karşılanıyordu. Kira çok yüksekti. Ayrıca öğrencilere 5 milyon TL cep harçlığı olarak veriliyordu. Paralar özel olarak kapalı zarf içinde verilirdi. Birbirlerinden haberleri olmazdı. Ayrıca mezuniyetten sonra öğrencilere işiniz hazır denirdi.
Ben ev imamı olarak görev yaptığım İzmir'in bir ilçesinde lüks bir evde kaldım. Ev imamlığı cemaat için çok önemlidir. Sürekli çalışırlar. Ev imamı olan öğrenciler sürekli olarak toplantı halindedirler. Toplantılar dikkat çekmemek için insanların uykuda olduğu zamanlarda yapılır. Sıkı istişare içindedirler. Güncel konular, sorunlar değerlendirilir. Eve gelen öğrenciler kıvama gelmişse onların planlaması yapılır. Zaman Gazetesinin promosyonu için çalışılır. Her evin imamı cemaatin yayınlarına abone bulmak konusunda yarış içindedirler. Mesela bir tanesi "100 tane Zaman Gazetesi için abone bulacağım" der. Ve bunu gerçekleştirmek artık onun en büyük amacıdır. Ev imamlarının bütün zamanı hizmet için harcanır. Kendisi için zaman ayıramaz, ayırırsa dışlanır. Bu da bizler için en büyük cezadır. Bizler hem asıl amacımız olan İslami yaşam için gereken ibadeti hem de derslerimizi başarmak zorundaydık. Ben çok iyi bir şakirt olmuştum. Ama zorlanıyordum. Okul hayatım karmaşıklıklar içerisinde geçiyordu. Kadınlarla konuşmak, kızlarla konuşmak yasaktı, günahtı. Ben de kızlarla katiyen konuşmuyordum. Çalışkan olduğum için kızlar bana soru sorarlar, yapamadıkları ödevleri bana getirirlerdi. Ben de onları yanımdan kovardım. Kalplerini kırardım.
Kadın hocalarımızın yüzüne bakmazdık, bakamazdık. Çünkü günahtı. Hizmette kadına bakış çok kötü idi. Kadınlarla konuşmak haramdı. Bir başka kadının elini sıkmak, ateşte kızarmış demir parçasını sıkmaktan daha kötü bir şeydi. Öbür dünyada başımıza gelecekler anlatılarak bizlere telkinler yapılıyordu. Kadınların dünyanın en kötü mahlûkları ve şeytanın bir eşi oldukları söylenirdi. Bizleri o kadar kadından uzaklaştırdılar ki anlatamam... Sadece annelerimize sarılabilir, öpüşebilirmişiz. Öyle ki kendi öz ablama bile sarılamazdım. Çok sevdiğim öz yeğenlerime, ağabeyimin, ablamın çocuklarına sarılamaz, onları öpemezdim. Onlarla oturmak, ellerini sıkmak bir odada yalnız kalmak günahtı ve haramdı. Bizlere bunu öylesine aşıladılar ki inanması güç. Çok zaman yeğenim, okuldan eve gidince dayıcığım diye yanıma gelir, sarılmak isterdi. Onu azarlayarak, yanımdan uzaklaştırırdım. Şu anda o günlerde yaptıklarıma inanamıyor, tiksinti duyuyorum. Ama bize öğretilenler buydu ve resmen beyinlerimiz yıkanıyordu. Hâlbuki ben memlekette böyle bir öğrenci değildim. Ortaokuldayken hocalarım beni çok severlerdi. Kız arkadaşlarım vardı. Ama İzmir'de bambaşka biri olmuştum. Cemaat beni 180 derece döndürmüştü.
Hizmet o kadar tezatlarla doludur ki bunlar saymakla bitmez. Son zamanlarda hizmet için kadının eli tutulabilirmiş, hizmet için günaha girilebilirmiş gibi söylemler duyuyoruz. Hizmet acaba modernleşiyor mu? Yoksa bunların hepsi göstermelik birer davranış mı, tedbir mi? Eskiden coca-cola içmek haramdı. Sana domuz yağından yapılıyor deniyordu, haramdı. Şimdi bunlar için serbest diyorlar. Bunların hepsinin birer tedbir yani takiyye olduğu muhakkak...
Bizim zamanımızda ağabeyler öğrenci kapmak için öğrencinin evine tanışma yemeğine gittiklerinde, şayet evin reisi içki içiyorsa, ağabey de ona eşlik ediyordu. Bir defasında arkadaşımın evine gitmiştik. O arkadaşım babasından korkusundan banyoda namaz kılıyordu. Yemekte içki de vardı. Yanımızdaki ağabey, arkadaşımın babasına katılmak için orada içki de içti. Gözlerime inanamadım. Daha sonra kendisine sorduğumda "hizmet için" dediğini hatırlıyorum.
Yani dışarıya karşı, bize öğretilen yanlış ve bağnaz fikirler, davranışlar kesinlikle gösterilmezdi. Cemaat hakkında son derece ılımlı, hoş, modern bir izlenim edinirsiniz. Oysa içeride, bizler için, tamamen günah ve haram üzerine bir dünya kurulmuştur.
Daha önce, dershaneden, yani ortaokuldayken ağabeylerin bizleri çalıştırdıkları ışık evlerinden söz etmiştim. Benim görevim bu eve yeni öğrenciler getirmekti. Bizim okulla ilgili evin imamı, tarih öğretmenliğinde okuyan F.G. adında bir ağabeydi. Evde 6,7 kişi kalıyordu. Ben iyi öğrencileri seçerek bu eve getiriyordum. Ondan sonraki iş F. ağabeye kalıyordu. Aynı bizim ilçemizde yapılanlar şimdi bu öğrencilere yapılıyordu.
Aradaki fark şuydu. Bizlerin 8, 9 ay hiçbir şeyden haberimiz olmadı. Ne Fethullah Hoca, ne Zaman Gazetesi, ne Sızıntı ilgili bir şey duymayıp görmemiştik. İzmir'deki evlerde daha kısa zamanda öğrencilere hizmet anlatmaya başlanıyordu. 2,3 aydan sonra, F. Hoca'nın özel kasetleri birlikte izleniyor, sohbetler yapılıyor ve lise öğrencileri büyük bir merak ve heyecanla anlatılanlara inanıyorlardı. Sonra namaz kılmaya başlanıyor, S. Nursi ve F. Hoca'nın öğretileri ile bunların da beyinleri yıkanmaya başlanıyordu.
Yeni öğrencilerin kazanılması: Cemaatin asıl hedefi zeki, çalışkan, zengin öğrencileri kendi dünyalarına çekip onlardan ileride maddi manevi çıkar sağlamak, onları cemaatin amaçları için kullanmaktır. Asıl öğrenci kaynağı ortaokul dönemidir. Çünkü bu çağda çocuklar boş bir teyp kaseti gibidirler, denirdi. Bunlara ne söylenirse aynen kafasına yerleşir ve orada bir iz bırakır. Körpe beyinler böylece yalan yanlış bir sürü şeyle doldurulur. İçlerinden en süperleri seçilerek, başka illere burslu öğrenci olarak okutulmaya gönderilir. Biz de bunlardan sadece bir kaçı idik.
Cemaat öğrencileri kandırırken çok farklı ve sempatik davranırdı. Ya çocukları oyun, eğlence, spor gibi aktivitelerle ya da orta3 sonu sınavlarına çalıştırarak çok yakın dostluklar kurarlardı.
Ben iki yönde de aktif rol oynardım. Yani hem öğrenci konumunda oldum, hem de öğretmen olarak çalışma yaptım. Benim de talebelerim vardı. Bana uygulanan taktikleri, ben de onlara uygulardım.
Hizmetteki taktikler hiç değişmez. Bu, yıllardan beri böyle süregelmiştir. Ortaokul döneminde çocuğa hizmet anlatılmaz. Çocuğa, ilgili ağabeyler kendilerini öyle sevdirirler ki çocuk artık ağabeylerin kaldığı bu evi (dershaneyi-ışık evlerini) kendi evi gibi kabullenir. Oraya bağlanır. İşte bu zamandan sonra iş çorap söküğü gibi devam eder. Bu söküğün sonucunda, çocuk pasif halden aktif hale geçer. Bu olay da 3 ya da 9 ay sürer. Benimki 8 ay sürmüştü.
Aktifleşen çocuk okulundaki ve sınıfındaki çalışkan öğrencileri dershaneye getirmeye başlar. Orada ona ders aktarılmaya başlanır. Çay, bisküvi ikram edilir. Ve böylece oyun yeniden başlar. Ben okulda çok başarılı idim. Zaten buradaki dersler bana hafif geliyordu. Çocuklar benden bir şeyler öğrenmek için geliyorlar, ben de en başarılılarını eve getiriyordum. Daha sonra birlikte ders çalışıyor, yemek yiyor, çay içiyorduk. Sonra da çay Ülkersiz olmaz der, muhakkak Ülker bisküvilerini çıkarırdık. Bu arada kafa karıştırmak, onları bazı konularda yönlendirebilmek için mesela, "Bu kâinatı kim yaratmış, niçin, neden, nasıl" gibi sorularla onları yavaş yavaş bir manevi âleme götürürdük. Giderek hepsi bu manevi âlemde bir görev alabilmek, Allah'ın bu hizmetine girebilmek için çaba harcar duruma gelirlerdi. Tabii bunlar öylesine incelikle yapılırdı ki çocuklar bu sohbetlere çok ilgi duyarlardı.
Kim bilir kaç tane çocuğu da bu korkunç çembere ben kattım. Şimdi çok üzülüyorum. O nedenle de bütün gerçekleri kamuoyuna anlatarak bir bakıma günah çıkarıyorum. Bundan sonra, küçücük çocukları bu cemaatin elinden kurtarmak için yetkilileri, medyayı, ana babaları göreve çağırıyorum.
Benim bu çocuklara ve gençlere söylemem gereken gerçekler var. Lütfen bunlara kanmayın. Çünkü sizleri sadece kendi amaçları için kullanmak üzere yetiştiriyorlar. Burslu okutacağız diyerek başka illere gönderiyorlar, ailenizden ayırarak yalnız dünyalarınızda sizleri istediğiniz gibi eğitiyorlar.
Bizler bunları adım adım yaşadık. Şu an 22 yaşındayım, ama kendimi 60-70 yaşlarında ihtiyar ve çok yorgun hissediyorum.
Onlar çok tehlikeli ve çok sinsidirler. Tüm denenmiş yöntemleri ile içinize şeriat düşüncesini yerleştirirler. Arap kültürünü yavaş yavaş damarlarınıza şırınga ederler. Bir gün bakarsınız ki tüm sahip olduğunuz değerleriniz değişmiş, kendi ailenize, yakınlarınıza ve toplumunuza düşman, İslam devleti aşkıyla yanan, bunun için ölmeyi bile göze alan bir şakirt olmuşsunuz.
Cemaatten ayrılma: Benim cemaatten ayrılış nedenim, bu cemaatin hak cemaati olmadığı kanısına geç de olsa varmış olmamdan kaynaklandı. Beni cemaatten soğutan ilk olay, cemaatin sadece maddiyata dayandığı görüşüne varmamdı.
Çocukluğumdan beri sevdiğim, saydığım, birbirimiz için canımızı dahi verebileceğimiz bir arkadaşım vardı. Yalçın E.... Birlikte büyüdük.
Ben İzmir'e gittikten sonra sıkı bir şakirt olmuştum. Şakirt, cemaate giren, kurallarına uyan ve cemaatin verdiği hizmetleri yapan öğrencilere verilen addır. Yani Kuran talebesidir. Risale-i Nur talebesi de denir.
Yalçın'ın durumu biraz daha farklıydı. Dersleri zayıftı. Ben de onun ahiretinin kurtulması için İzmir'e gelmesini sağladım. Tabii bu kolay olmadı. Çünkü, hizmet, çalışkan, zeki insanları kabul ediyordu. Bu arkadaşımın ne parası ne de çalışkanlığı vardı. Ayrıca biraz haylazlıkları, içki, kumar gibi alışkanlıkları vardı. Ama İzmir'e geldikten sonra o kadar değişti ve düzenli bir öğrenci oldu ki... Bütün kötü huylarını bıraktı ve çok iyi bir şakirt oldu. Fakat derslerini daha düzeltememişti.
Yılsonu 4 zayıf getirince onu hemen gözünün yaşına bakmadan ilçemize geri postaladılar. Çünkü cemaatte kalmak için ya çok çalışkan ya da paralı ve zengin olmak gerekiyordu.
Yalçın böyle bir durumu kabullenemedi, namazı bıraktı, kendini içkiye verdi. Benim o güzel arkadaşımı mahvettiler, topluma zararlı bir hale getirdiler. Kendi amaçlarına uymayan öğrencileri acımasızca bir kenara atmaları beni o zaman çok etkilemişti. Hizmetten ilk soğumam o zaman oldu.
İzmir'de ikinci yılda burslu olduğum için çok fazla sıkıntı çekmedim. Burada 3 yılım geçmişti. Üniversite sınavları gelip çatmıştı. Ben Hukuk Fakültesi'ni istiyordum. İdealim buydu. Kazanacağımdan da emindim. Ağabeyler de emindiler. Fakat tercihleri bizim için ağabeyler yaparlardı.. Yani kendileri bizleri istedikleri fakülteye gönderiyorlardı. Nerede, hangi fakültede bir şakirt eksiği varsa oraya bizden kuvvetli inancı olan öğrencileri gönderirlerdi. Bana başka bir yeri önerdiler. Ben ısrarla Hukuk Fakültesi'ni çok istediğimi söyledim.
Tercihlerimi kendim yaparak ilk 6 tercihim olarak İstanbul Hukuk Fakültesi'ni belirttim. Son gün, ağabey bana ilk tercih için Ankara Hukuku da yaz dedi. Ve kodunu yazdırdı. Sınav sonuçları açıklandığında hayal kırıklığı içinde .....İşletme Fakültesi'ni kazandığımı gördüm. Ve yıkıldım. 480 puanım vardı. Hukuk Fakültesi'ni muhakkak kazanmıştım. Hiç istemediğim bir yeri nasıl kazanmıştım? Oysa ben böyle bir tercih yapmamıştım. Sonradan öğrendim ki ağabeylerin yazdırdığı kod numarası o fakültenindi. Ağabeylere itiraz etmek mümkün olmadığı için........'ye gitmek zorunda kaldım. Benim orada gerekli olduğumu, hizmet için bunun çok önemli olduğunu söyleyerek beni inandırdılar. Nitekim orada hizmete kazandırdığım çok kişi oldu.
Ama ilk aylarda maddi sıkıntı başgösterdi. .... küçücük bir ildi. Hizmet burada bana burs da ayarlayamadı. İlk 4 ayı çok büyük parasızlık ve güçlük içinde geçirdim. Bunun böyle devam etmeyeceğini anlayınca pazarcılık yapmaya başladım. Fakat evdeki öğrencilerin ihlâsını kırıyor diye bu işi bana bıraktırttılar.
Ben bu şekilde parasız devam edemeyeceğimi söyleyince ticaretteki başarımı da dikkate alarak bana Zaman Gazetesi'nde kaset satma görevi verdiler. İlk girdiğimde 30 adet kaset vardı. 4 ay bu işi yaptım, aynı zamanda fakülteye devam ediyordum. Bu süre içinde sadece ekmek ve zeytin yedim.
Kasetler F. Hoca'nın vaaz ve ilahi kasetleri idi. Hizmet için bu işi yapıyordum. 4 ay sonra çok iyi çalışmayla 30 kaseti 2550 kaset yaptım. Kaset başına prim alıyordum. Bu sefer de primimi fazla görerek, işi bıraktırdılar.
Bu çok zoruma gitmişti. Kendi emeğimizle kazandığımız parayı dahi almamıza mani oluyorlar, bu parayı herhangi bir şekilde hizmet için kullanacaklarını söyleyerek bize vermiyorlardı. Hizmet bizlere verdiği sözleri yerine getirmemişti. Zaten ta başından beri bizleri kandırdılar, hep yalan söyleyerek bizi kullandılar, sonra da işleri bitince bizleri bir kenara attılar.
Benim gibi daha nicelerini hala kandırıyorlar, kendi çıkarları uğruna hiç acımadan insanı harcıyorlar. Genç nesillerin beyinlerini alt üst ediyorlar. Kendi atalarına düşman ediyorlar.
Ben A... ........ Hizmet adına çok şey kaybettim. Hocalarımı, dostlarımı ve en önemlisi benliğimi aldılar. Sonra beni yüzüstü bıraktılar. Çünkü beni kullanacakları kadar kullanmışlardı. Artık işlerine yaramıyordum. Zengin değildim, para veremiyordum. Birkaç gün terminalde sandalyelerin üzerinde yattım. Niğde'nin o soğuk kışında az daha intiharı bile düşünmeye başlamıştım. Daha sonra kendimi toparladım. Hırslandım. İlk okuma azmimi, zorluklarımı düşündüm. Ben neleri başarmıştım. Ve bu kötü günleri yenmeye yemin ettim.
Çünkü ben yüce bir milletin evladıydım, ulu önderimiz bu ülkeyi en kötü günlerinden bugünlere getirmişti. Benim yapacağım bir milleti değil, kendimi kurtarmaktı. Sonra da gençlerimizin beyinlerine giren, onları kendi ailelerinden, atalarından, bütün değerlerinden uzaklaştıran bu cemaatle mücadele edecektim. Gerçekleri herkese açıklayacak ve Hizmet denilen şeyin Türkiye için ne kadar tehlikeli olduğunu, hedeflerini, ideallerindeki şeriat devletini, bildiğim bütün gerçekleri dile getirerek açıklayacaktım.
Bu düşüncelerle tekrar ayağa kalktım. Beş kuruşum yoktu. Ama kazanma azmimi, kendime güvenimi tekrar hatırlamıştım. Yine çok iyi bildiğim pazarcılığa başladım. Penye tişört alarak, bunları az bir karla pazarlıyordum. Sonra tişörtleri ...........'den almaya, toptancılık yapmaya başladım. Çünkü ..........'den penyeleri çok ucuza alıyor, .....'de satıyordum. Kısa zamanda kendimi toparladım. 5 ay sonra bu konuda .........'de 1 numara olmuştum. Kazancım çok iyi idi.
Ancak hizmet yanıma gelmekte gecikmedi. Güya .........'deki ağabeylere merkez çok kızmış, beni kaybettikleri için onlara sert tepkiler gelmişti. Birgün .......... il imamı yanıma geldi. "Sen bizim en önemli şakirtimizsin. Seni üzdük. Kusura bakma. Aramıza döneceksin. Sen ticarette çok iyisin. Bundan sonra ne istersen vereceğiz. Para, kadro,.. ne istersen....Önce şunu da düşün, burada sevap kazanacaksın. Allah rızasını unutma." dedi. Zaman Gazetesi'nin reklam müdürlüğünü verdiler.
Tekrar ticarete döndüm. Bana kötü davranan ağabeylerin hatası olarak kabul ettim. İşime dört elle sarıldım. Bu arada maddi durumumu düzeltince, yine benim gibi, şakirdiye olan (nurcu) bir kızla evlenmek üzere hazırlıklar yapıyordum. O da hizmetteydi. Namazlı, abdestli bir kızdı. Fakat ne yazık ki bir darbe de ondan yedim. Epey bir paramı alarak başka birisiyle evlendi, gitti.
Pazarcılık yaptığım zaman çok iyi çalışarak o zamanın parası ile 300.000 TL biriktirmiştim. Daha sonra cemaate tekrar girince, hizmetten bir ağabeye ortak çalışmak üzere bu parayı verdim. Bu ağabey bir dershane imamı idi. Ona çok güveniyordum. Fakat ne yazık ki bu ağabey elimizdeki bütün malları satarak benim haberim olmadan paraya çevirmiş, sonra da bütün parayı harcamış. Kazandığım bütün param böylece gitti.
Bu arada Zaman Gazetesi'nde reklâm işlerinde çalışmaya başlamıştım.
...........'de reklam olayı o zamanlar hiç yoktu. Ben esnaf çevremi reklâma alıştırarak, gazeteye büyük çapta reklâm almaya başladım. Gazeteye getirdiğim reklâm üzerinden %20 prim alıyordum. Sadece ........ Halı Fabrikası'ndan 3 milyonluk anlaşma yapmıştım. Giderek anlaşmalar çoğaldı. Ve ne yazık ki hizmet baktı ki burada çok para var .......... İmamı olan Ş. ağabey beni kadro dışı bıraktı. Gerekçe de şuydu: Hizmette kimse bu kadar para kazanmıyor. Bu dinen caiz değil....
Ve neticede kendi emeğimle kazandığım hiçbir primi vermediler. İşten çıkardılar. Beş parasız kaldım. 2500 lira bulup ekmek alamadığım günler oldu. Cemaate, şakirtlere ve bizi bunların eline düşürüp de ilgilenmeyen herkese lanetler yağdırdım.
Bu olaydan sonra bırakın hizmeti, namazı dahi bıraktım. Cuma'ya dahi gitmiyordum. Yemin ettim, ahdettim. Hani nerede bu cemaatin dürüstlüğü, güvenilirliği, ihlâsı? Nerede? İnsanın ahiretini kurtaracak tek cemaat güye buydu. Hani nerede? Bırakın ahiretimizi, dünyamızı kararttılar...
Şu an İstanbul'un çok gelişmiş iş merkezlerinde neler olduğunu yakından biliyorum. Özel geceler, toplantılar, sohbetler yapılıyor. Bizim eski ağabeylerden biri çok büyük servet edindi. "Elimizin altında şu kadar muhtaç öğrenci var" deyip, inançlı esnafları çok güzel sömürüyorlar. Onlardan büyük paralar topluyorlar. Bu paralardan büyük şirket sahibi olan semt imamları var.
Aslına bakarsak günümüzde hiçbir cemaat, hiçbir tarikat Allah adına hiçbir şey yapmıyor. Onların tek gayesi, dini istismar ederek, çıkarcılık yapmak, halkın manevi desteğini de alarak kurulu düzeni yıkmak ve şeriatı getirmektir. Ben 7 yıl boyunca bunu gördüm, bunu yaşadım.
Tarikatlar hakkında da kesin konuşuyorum. Çünkü hizmetteki buhranlı günlerimde Nakşibendî tarikatına girdim. Daha sonra bir başkasına başladım. Buralarda inanılmaz sapıklıklar gördüm. Burada Allah'ın peygamberini tanımıyorlardı. Kendi şeyhlerine yalvarıyorlardı. Ben 3 ay tarikatta kaldım bir defa olsun "Allahım bana yardım et, sana şükürler olsun" gibi bir dua duymadım. Sadece o zamanki kendi şeyhleri olan Abdurrahim Reyhan hazretlerinden yardım istiyorlardı dualarında. Bu Abdürrahim Efendi'nin belirli bölgelerde vekilleri vardı. Ben ilk kez Tarsus'ta Orhan Efendi'den el aldım. Bu Orhan Efendi bayanlarla çok uğraşıyordu. Onları çok etkiliyordu. Dini kullanarak onları sömürüyordu. Evli bir kadını kocasından ayırıp, 2 hanımı olduğu halde kendi nikâhına aldı.
Fethullah Hoca'nın cennetinde kadına yer yoktu. Burada ise, kadınların biri şeyhin sakalını siliyor, biri ayaklarını yıkıyor, birisi tükürdüğü mendili alıp, yüzüne gözüne sürüyordu. Gerek Fethullahçılarda gördüğüm din adına yapılan sahtekârlıklar, gerekse diğer tarikatlardaki saçmalıkları gördükten sonra, dinden o kadar soğudum ki bütün hepsinden nefret ettim, bizleri bu yola sürükleyenlere lanetler yağdırdım.
Cemaatten ayrıldıktan sonra, vicdanen huzursuzluk duyduğum birçok olay vardır. Cemaatte bizlere hak, hukuk, adalet, dürüstlük gibi ahlaki kavramları kafalarımıza yerleştirmişlerdi. Fakat bunların hiçbirine artık inanmıyorum.
Örneğin lisedeyken, şakirt bir hocamız vardı. Edebiyat dersine geliyordu. Bize o kadar toleranslı davranıyordu ki biz dersten hiç çalışmadan beleş geçiyorduk.
Ama diğer arkadaşlar çok ders çalışsa da, onlara sırf cemaatin dışında oldukları için zayıf not verirdi, sınıfta bırakırdı. Hatta öğretmenden soruları alırdım, hizmete sokmayı düşündüğümüz çocuklara verirdim. Yazılı kâğıtlarını hocayla ben okurdum ve ismi Devrim gibi sol görüşlü öğrencileri seçer, onlara zayıf verdirirdim.
Üniversitede de aynı olurdu. .......... Üniversitesi'nde, yine bazı hocalarımız şakirtti. Okulda bizi tanımamazlıktan gelirlerdi. Oysa akşam onların evlerine giderdik. Sınav kâğıtlarını birlikte okur cemaat dışındakilere hep zayıf not verdirirdim. Bu hocalar öğrencileri bizden sorar, kağıdını çok da iyi yazsa, iyi not vermezlerdi. Yani onların hakkını yerdik. Hakka, hukuka aykırı hareket ederdik. Bu olaylar şimdi beni vicdanen çok rahatsız ediyor. Kaç öğrenci bu nedenle hala mezun olamadı. Bunun sorumlusu ben ve cemaattir şüphesiz....
Ancak zaten yurtlarda ders çalışacak zamanımız olamazdı. Bizim için bütün ders S. Nursi'nin risaleleri ve Fethullah Hoca'nın kitapları ve kasetleri idi. Yurtta beş vakit namazla birlikte S. Nursi ile F. Gülen'in eserlerini okur, onlardan sınava çekilirdik. Normal ders çalışmaya ne zamanımız vardı ne de bizden bu derslere çalışmamız isteniyordu. Önceleri hergün saatlerce bir ağabey tarafından okunan S. Nursi'nin eserlerini hiç anlamadan dinlerdik. Bilindiği gibi bu eserler Arapça ve Farsça yazılmış ağır eserlerdi. Hiçbir şey anlamazdık. Fakat hergün okutulan metinler ve dinlenilen kasetler giderek bizlerde bir alışkanlık yapardı. Sonunda imtihan edildiğimiz için, hepimiz bu eserleri ezberlemeye başladık.
Yeni öğrencilerin kazanılması: Cemaatin asıl hedefi zeki, çalışkan, zengin öğrencileri dünyasına alıp onlardan maddi ve manevi yardım beklemektir. Hizmetin öğrenci kazandığı asıl yer ortaokul dönemidir. Bu dönemde öğrenciler seçilir, tabii, okul birincileri ve takdir alanlar...
Üniversitede ise şöyle öğrenci kapardık. Kayıt zamanı okul önüne giderdik. Öğrenci taşradan gelmiştir, hiç bir şey bilmiyordur. Biz ona orada yardımcı oluruz. Kayıt olmasını sağlarız. Otelde kalıyorsa evimize götürürüz, misafir ederiz. Öğrenci bu durumdan çok hoşlanır ve bizimle kalmaya başlar.
Askeriyeye bakış ve önemi: Hizmet askeriyeye çok büyük önem vermektedir... Şu anda hizmetin ana hedefi askeriyedir. Bu kurumu da ele geçirirlerse Türkiye çok kötü bir kaosun içine sürüklenecektir. Hizmet bugün eğitim kurumunu ele geçirmiştir ve sırada askeriye vardır.
Hizmet devamlı olarak, uygun kişiliğe, asker kişiliğine sahip sır vermeyen elemanları seçer ve eliyle askeriyenin içine koyar. Bunlardan biri de bendim. Ancak birkaç arkadaşımız daha sonra askeri okullarda farkedilerek, okuldan uzaklaştırıldılar. Hemen hepsinin başına aynı şey geldi. Bizleri, askeri okullarda kendimizi belli etmememiz için özel olarak eğitirlerdi. Mesela gözlerimizle namaz kılardık. Dışarıya bir şey belli etmemeye çalışırdık. Ama demek ki bir süre sonra durum anlaşılıyor. Bu çocukların gelecekleri karardı, çok zor durumda kaldılar.
Ne yazık ki, Anadolu'nun çalışkan, zeki çocukları böylesine zehirlenerek, bu tür cemaat ve tarikatların elinde, kendi amaçları için kullanılıyor. Bütün bunların önlenmesi gerek.
Cemaate girmeden önce tam bir Atatürk hayranıydım. İlkokul ve ortaokuldaki hocalarım bana Atatürk'ü çok sevdirmişlerdi. Askeri okula gitmemin ana nedeni de Atatürk hayranlığımdandı. Fakat cemaate girdikten sonra sadece benim değil, tüm arkadaşların fikrini çeldiler. Çünkü bize Atatürk'ü o kadar kötülediler ki giderek hepimiz birer Atatürk düşmanı kesildik. Artık ondan nefret ediyorduk. Onun deccal olduğunu söylüyorlardı. Sohbetlerde onun adını anmak yoktu. Sadece malum zat denirdi. Çok affedersiniz "necis, hayvan (domuz)" diye anılırdı.
Bizleri Atatürk'ten soğutmak için şu yolu seçerlerdi. Atatürk'ün yaptığı devrimlerin kötülüğünü söylerlerdi. "Gece âlim olarak yattık, sabah cahil olarak kalktık" diyerek harf devrimini anlatırlardı. O dönemde camilerin kapatıldığını, analarımızın bacılarımızın başörtüsünün çıkarıldığını, Kuran-ı Kerim'lerin yakıldığını, dünyanın en büyük devleti iken, en küçük devleti olduğumuzu söylerler ve bunun tek sorumlusunun da Atatürk olduğunu belirtirlerdi. Sarığın yerini şapkanın, şalvarın yerini pantalonun almasını eleştirirlerdi. Kısacası Atatürk bizleri dinden ve dinin gerektirdiği yaşamdan kopararak topluca cehenneme göndermişti.
Atatürk'ün (onların ifadesi ile) affedersiniz böğüre böğüre öldüğünü, toprağın onu kabul etmediğini ve böylece Anıtkabir'de yerin 69 metre altına atıldığını söylerlerdi. Milli zaferlerin kazanılmasında Atatürk'ün bir payının olmadığını, Kazım Karabekir'in ondan üstün olduğunu anlatırlardı.
Hizmet içinin gerçek öğretileri buydu. Ama dışarıda entellektüel görünmeye çalışılır, pantolon giyilir, kravat takılırdı. Evlerde şalvar giyer, sarık takarlardı. Yani dışarıda tedbir uygulanırdı. Tedbir, hizmetin dışındakilere, hizmete bir zarar gelmesin diye uygulanan müeyyideleri idi. Aynen dışarıdakiler gibi yaşanırdı. Atatürkçü gib davranırlardı.
Oysa hizmetin asıl amacı Atatürk ilke ve inkilaplarını yıkmak ve şeriatı bu memlekette tekrar ihdas etmekti. Bizler için yapılan sohbet toplantılarında Fethullah Hoca'nın özel kasetleri dinletilirdi. Bu kasetlerde cemaatin gerçek bakışı, Atatürk'le ilgili çok olumsuz ifadeler yer alıyordu. İzmir'de çok defalar bu tür konuşmaları, kasetleri sohbetlerde dinledim. Dışarıya karşı Hoca ne kadar farklı görünüyor. Oysa içlerinde hep bunun sevdasıyla yanıp tutuşuyorlar.
Ama şimdi inanıyorum ki emellerine hiçbir zaman kavuşamayacaklar. Bizlerin küçük beyinlerine yerleştirdikleri yanlış ve haince fikilerin, biz Türk gençlerini nasıl bir yola sürüklediği ortada... Bunun için tüm gerçekleri kamuoyuna anlatmaya karar verdik. İlgili makamların bunlara mani olmaları okullardaki ve yurtlardaki faaliyetleri çok sıkı denetim altına almaları gerek... Aksi halde bizler gibi pek çok çocuğun buralarda zehirlenmeleri kaçınılmaz olur.
Cemaatin örgütlenmesi:
Cemaat çok ciddi bir şekilde örgütlenmiştir:
1- F.Gülen (fikir babası Said Nursi ve risaleler)
İlahiyat fakültesi mezunu özel olarak seçilmiş öğrencilere ders verir. Bunlar gelecekte düşünülen şer'i düzenin şeyhülislamlarıdır. Din bilginleri ve fetva adamları bu gruptan seçilir.
2. A TAKIMI
a-) Bölge imamları (Büyük şehirlerde, örneğin, İstanbul'da nüfus çok olduğundan burası bölgelere ayrılmıştır. Her bölgeden sorumlu bir bölge imamı atanır.)
b-) İl imamları (Normal büyüklükteki illerde A Takımına karşı sorumlu olarak il imamları vardır. Niğde, Bursa, Bayburt il imamları gibi...)
c-) F. Gülen'in çeşitli konulardaki danışmanları (medya sorumlusu, danışman H. Gülerce gibi)
A TAKIMININ GÖREVLERİ
1- Cemaatin hem içte hem de dışta uygulayacağı genel politikaları, çeşitli konularda yapılacak istişare toplantıları sonucunda belirlemek.
2- Tespit edilen bu politikaların nasıl uygulanacağı konusunda organizasyonlar yapmak.
3- İstişare toplantıları sonucunda alınan kararlarda, aşağıya yani cemaate gerekli açıklamayı yapmak, bilgi taşımak.
4- Cemaatte olanı biteni istişare kuruluna, yani A Takımının gündemine getirmek.
3. CEMAAT
1. Esnaf İmamları: Statü olarak, 4–5 kadar evden sorumlu olan İmamlar imamı ile aynıdır. Çalışmaları arasında, cemaatte bulunan esnafları örgütlemek, onların hizmetle olan bağlarını sıkı tutmak, yenilerin cemaate kazandırılması konusunda bilgilendirmek, organizasyonlar yapmak. Her ay birtakım sohbet ve yemekli toplantılar yaparak yeni esnafa cemaati tanıtmak, cemaate dâhil olduklarında hem maddi, hem de manevi olarak çok fazla kazanımları olacağı konusunda onları ikna etmek, etkilemek. Cemaate katılan her yeni esnaf sayesinde, himmet toplantılarına katılacak esnaf sayısı arttırılır ve böylece himmet adına toplanan para miktarında büyük bir artış olur.
2. İmamlar imamı (Semt imamı) : 4,5 kadar evden sorumludur. Kendine bağlı bu evlerde kalan öğrencilerin öğrenim, burs durumlarını dikkatle izler. Her öğrenci ile ilgili hazırlanan bilgiler, rapor halinde bu imama gelir. Ayrıca Zaman Gazetesi, Sızıntı, Yeni Ümit gibi yayınların aboneliğini dikkatle izler. Ayrıca, bu kişinin asıl görevi evlerin kurulmasının asıl amacı olan ortaokul ve lise öğrencilerine yönelik yapılan hizmetleri denetlemek, organizasyon konusunda ev imamına yardımcı olmak, yukarıdan iletilen emirleri aşağıya bildirmek ve bu evlerdeki tüm çalışmaların özetini kendisinden bir üst olan bölge imamına rapor halinde sunmaktır.
3. Ev İmamı: Bu kişi evdeki ortalama 6-7 bireyden sorumludur. Bir aile reisi gibi evin karar organıdır. İmamlar imamına karşı sorumludur. Yukarıdan alınmış kararları evde uygulamakla yükümlüdür. Bunun yanında asıl görevi ortaokul ve lise hizmetinin il organizatörü ve ilk denetleyicisidir.
Yoğunluğuna göre ve genelde kendisine yardımcı olmak üzere imamlar imamı tarafından bir yardımcı tesbit edilir. Bu temsilci imamın olmadığı hallerde tüm görev ve yetkilerine sahiptir.
4. Ortaokul sorumlusu (Ortaokul ağabeyi) : Cemaatin bu denli hızla büyümesinin bir bakıma nedeni, asıl etkinlik alanı olan ortaokul seviyesindeki çalışmalarıdır. Yani çok itaatkâr olan ve sağlam şakirtler yetiştirmede önemli yaşlar ortaokul yaşlarıdır. Özellikle ortaokul 2. ve 3. sınıflarda hizmet çok iyi yürütülür. Çünkü bu yaşlarda bir çocuğubazı şeylere inandırmak çok kolaydır. Cemaatin deyimi ile kişinin doğasının oluşmaya başladığı bu dönemde, cemaate kazandırılan bireyler, cemaatin asıl yükünü omuzlayan, tam itaatkar bireylerdir.
5.Lise Sorumlusu (Lise Ağabeyi) : Ortaokul sorumlusu gibidir. Liselerin 1. ve 2. sınıfları ile ilgilenir. Bu dönemde lise 3 hizmeti ile, daha çok üniversiteye hazırlanan dershanelerdeki imam düzeyindeki görevli sorumludur. Bu hizmet genelde öğretmen ve bu kişi ile birlikte yürütülür. Bu hizmetin asıl denetleyicisidir.
Ortaokul ve lise ağabeyleri evde kalan diğer öğrencileri, a-) Zaman Gazetesi sorumlusu
b-) Sızıntı Dergisi sorumlusu
c-) Kaset sorumlusu olarak görevlendirirler. Bu yayınların tirajının sürekli olarak artmasını sağlarlar. Bu ana görevlerinden biridir.
6.Serrehber: Genelde dershanedeki hizmet bakımından en üst düzeydeki öğretmendir. Yoğunluğuna göre 1 veya 2 yardımcısı olabilir.
Görevleri: a-) Dershaneye gelen öğrencilerle yakından ilgilenir. Bu öğrenciler 2 gruba ayrılır. - Ehli hizmet olanlar- Ehli dünya olanlar.
Ehli hizmet olan cemaat bireyleri, serrehber tarafından düzgün bir biçimde sınıftaki diğer öğrenciler hakkında gerekli olan ön bilgilerin hazırlanması amacıyla sınıflara yerleştirilir. Bu kişiler o sınıfın sorumlusu olurlar. Bunlara sınıf imamı denir. Bu kişi yaptığı tüm çalışmalarda serrehbere sorumludur.
b-) O dershaneden üniversiteyi kazanmış olan öğrencileri, kazandıkları illere, rehber öğretmen gözetiminde göndermek ve bunun organizasyonunu yapmak.
c-) Bu öğrenciler hakkında hazırlanmış olan özel dosyaları, üniversiteyi kazandıkları illere göndermek, onların barınma ve burs ihtiyacını karşılamak.
d-) Eldeki verilere göre söz konusu kişinin, hizmeti ne kadar benimsediği ve yeni yerde hangi hizmetlerde kullanılacağına ilişkin özel ve gizli referans mektubunu hazırlamak. (Bu mektuplar, öğrencinin gittiği okulla ilgili olan dershaneye veya yurt sorumlusuna oradaki görevli serrehbere) gönderilir.
Görüldüğü üzere cemaatte tam bir askeri disiplin vardır. Sorumluluklar ve görevler kesin olarak belirtilmiştir. Hiç kimse bunların dışına çıkamaz ve herşey, her hareket kaydedilir. Cemaate alınan öğrencinin, tüm özellikleri, yaklaşımları, bütün bir gün içindeki davranış ve tutumları kaydedilir ve haftasonu rapor halinde bir üst görevliye verilir. Çok yakın iki arkadaş bile birbirlerini denetlerler ve yanlış bir tutum olduğu takdirde hemen rapor ederler.
Bütün bu görevler Allah adına yapıldığı ve hizmetin aksaması halinde ahiret azabının korkunç olacağı kişilerin beyinlerine öylesine yerleştirilmiştir kihiç kimse bunların dışına çıkamaz. Öğrenci yerine getirdiği her görev için özel olarak seçildiğini, cemaatin üstlendiği şeriat düzenini yeniden kurmak için kendisine verilen bu kutsal vazifeyi en iyi şekilde başarması gerektiğini bilir.
Cemaate giren öğrenciler, artık kendilerini buraya adamış olurlar.
Kendilerine verilen bilgi ve görev ne olursa olsun, onlara inanmak ve gereğini yerine getirmek zorundadırlar. Bu kararlar, ailesinin, devletinin, ülkesinin zararına da olsa... Çünkü cemaatin kutsal değerleri herşeyin üzerindedir.
Zaten bu türlü cemaat ve tarikatların en büyük zararı da buradadır. Birey kendi kişiliğini kaybetmekte, cemaatin müridi olarak aynı görüş ve değerleri benimseyerek adeta robotlaşmaktadır.

ALINTIDIR
 
Üst