Bir Gazi'nin umut öyküsü…

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Bir Gazi'nin umut öyküsü…

12.12.2011
"İnsan hayatını iki kapılı bir hanın arasındaki uzun ve ince bir yola benzetmişti Aşık Veysel. Hangi noktasında olduğumuzu bilmeden yaşadığımız ince çizgili bir yol. Bu yol bazen kopma noktasına kadar gelebilen bir yoldu. İşte koptu kopacak dediğim o an 29 Temmuz 1993 sabahıydı. O gün, yani mayının gözlerimi aldığı gün, iki kapılı hanın hem sonunda hem de başında olduğumun farkında bile değildim. Kapının biri kapanıyor, diğeri sürprizlerle dolu bir biçimde açılıyordu."
Bu sözlerle başlıyor "Gözlerimi İstiyorum" adlı kitabına Gazi Hüseyin Özlük. 1993 yılının 29 Temmuz sabahına uyandığında, gökyüzünü son kez gördüğünü bilmiyordu elbet. O günden sonra, "kapanan kapıları", yeniden ve yeniden açmayı başarabilecek kadar güçlü olduğunu da…
Terör malulü Gazi Hüseyin Özlük, mayın patlaması sonucunda iki gözünü, sol elinin dört parmağını ve işitme yeteneğinin yüzde ellisini kaybetmiş. Kaybetmiş ama acıyla geçen ilk yılların ardından hayata sımsıkı tutunmayı da bilmiş. İki albüm, üç kitap çıkarmış. Yetmemiş "Gaziler Korosu" kurulmasına ön ayak olmuş, hem yurt içinde hem de çeşitli ülkelerde konserler vermiş. Aynı zamanda heykel de yapıyor Hüseyin Özlük. Heykelleri pek çok yerde sergileniyor. Geleceğe dair çeşitli projeleri var. Aşağıda onun öyküsü yer alıyor. Sadece gazi ve engellilere değil, okuyan herkese azmin ve umudun gücünü göstermek için…
1969 yılında Kırıkkale'de dünyaya gelen Hüseyin Özlük, lise eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarında müzik eğitimine başlamış. Eniştesinin yanında kalarak eğitimini sürdüren Özlük, burada altı-yedi ay müzik eğitimi aldıktan sonra, eniştesinin tayini çıktığı için eğitimini tamamlamadan okulundan ayrılmış.
Daha sonra Jandarma Okullar Komutanlığının uzman jandarma çavuşluk sınavına girmiş ve 1991 yılında ilk görev yeri olan Şırnak'a gitmiş. Foça Komando Okulunda aldığı bomba tahrip eğitiminin ardından yeni görev yerini bekleyen Hüseyin Özlük, bu arada bir de "Ayşegül" ile nişanlanmış... Gerisini kendisinden dinleyelim:
"Yeni birliğim 5'nci Jandarma Komando Tabur Komutanlığı idi. Oradan da aynı birliğe bağlı Şırnak Beytüşşebap ilçesi Çaman Ayvalı'da bulunan 2'nci Komando Bölüğü'ne gönderildim. (…) Bulunduğumuz bölgede askerî personel ev bulamıyor, o yüzden hiçbiri eşini getiremiyordu. Ama ben bir ev bulmuştum. Düğünü yapıp Ayşegül'ü yanıma getirecektim. Kiraladığım yeşil boyalı iki katlı ev derenin kenarındaydı. Küçücük de olsa Ret Tepesinden görünüyordu. Eğer çatışma çıkarsa, pusu yerinden evimi kontrol edebilecektim. Ben izindeyken arkadaşım İsmail eşyaları getirip yerleştirecekti. İzne ayrılmama dört gün kalmıştı. Gittiğimde düğünümü yapacaktım. Annemler düğün hazırlıklarını hemen hemen tamamlamışlardı, bütün gözler beni bekliyordu. Ayrıca astsubay okulunun da sınavını kazanmıştım. Gidip orada eğitime başlayacaktım."
28 Temmuz 1993 gecesi terör örgütünün havan mermileri ve uzun menzilli silahlarla yaptıkları saldırı sabaha kadar sürdü. Teröristler, kendilerini takip eden askerî birliklere hem zayiat verdirmek hem de hızlarını yavaşlatmak için patikalara tuzaklı mayınlar döşemişti. 29 Temmuz sabahında bölük komutanı, Hüseyin'e yanındaki korucu timiyle birlikte mayınları temizleme ve teröristlerle sıcak temas emrini verdi.
O, bu görevi yerine getirmeye çalışırken, diğer timde yer alan Hakan Astsubay ve altı asker kayalıklarda mevzilenmişler ve iki mayınlı saha arasında sıkışıp kalmışlardı. İşin kötü yanı Hüseyin de mayınlı araziye girmişti. Bir yandan dikkat edilecek, diğer yandan mayınlar tespit edilecekti. Önce ilk mayını, daha sonra da ikincisini işaretledi. İçinden "inşallah başka mayın yoktur" diye geçirirken, bubi tuzaklı bir diğer mayını fark etti. Tam da o anda teröristlerin roket saldırısı başladı. Roketin hemen ardından da onlarca silahtan çıkan mermi yağmuru…
Dünya gözüyle son gördüğüm…
Bir an önce mayınların olduğu yere doğru süründü ve ilk iki mayını etkisiz hale getirdi Hüseyin… Üçüncüyü de etkisiz hale getirecekti ama başının üzerinden geçen mermiler rahat çalışmasını engelliyordu. Hemen tahrip kalıbını hazırlamaya başladı, ama onun yerini tespit eden teröristler mermi yağmurunu hızlandırmıştı. Tahrip kalıbını mayının üzerine koydu ve…
Her şey bir anda olmuştu. O bir anda olanları "Sanki demirden bir el yüzümü kavrayıp var gücüyle sıkıyor, parçalamaya uğraşıyordu. Vücudum hissizleşmişti. Çatışmalarda defalarca gördüğüm olay artık benim başıma gelmişti. Demek vurulmak ve yaralanmak böyle oluyordu. Etrafımdaki ayak seslerini hissedebiliyor, ama ne görebiliyor ne de duyabiliyordum. Artık kapkara bir dünya vardı. Dünya gözüyle son gördüğüm üzerinde 'elli' yazan sarı renkli mayın ve sarı renkli tahrip kalıbıydı." diye anlatıyor sonradan.
Önce Diyarbakır'da sonra GATA'da devam eden iki yıllık zorlu tedavi süreci başlıyor Hüseyin için. Başlangıçta bir küskünlük, bir isyan dönemi… Hiçbir şeyi göremiyor olmak katlanılmaz geliyor. O kadar ki çok sevdiği, evlilik hazırlıkları yaptığı nişanlısı ile evlenmekten bile vazgeçiyor. Ama nişanlısı da inatçı, onu bırakmamak için diretiyor ve nihayet evleniyorlar.
Körlüğü kabul etmek…

h1.jpg


Yeni yaşantısına uyum sağlamak önceleri hiç de kolay olmuyor. Hiç dışarı çıkmıyor, kimselerle konuşmuyor. Sonraları bunun etrafındakilere üzüntü vermekten başka bir işe yaramadığını da fark ediyor. Bu durumu şöyle anlatıyor:

"İnsanın bir başkasına muhtaç olması çok kötü... Bu muhtaçlığı kırmak için bir şeyler yapmalıydım. Özgürlüğümü kazanmalıydım. Bunun için adım atmaya karar verdim. Ailemin bütün karşı çıkmalarına rağmen görme engellilerin kullandığı bastonu aldım ve kimseye haber vermeden, tek başıma otobüse binerek Kızılay'a gittim. Ondan sonra da beni kimse içerde tutamadı. Eğer o bastonu almamış olsaydım, işte o zaman körlük beni yenmiş olacaktı. Ben, bastonu kullanarak körlüğü yendiğimi düşünüyorum. Çünkü bastonu kabul etmek, körlüğü kabul etmekti. Körlüğü kabul etmek, hayatın bu şekilde yaşama mücadelesi ile geçtiğini insanlara anlatabilmekti. Nitekim de öyle oldu. "
Daha sonraki günlerde yaşama dört elle sarılmayı görev biliyor Gazi Hüseyin… Hem de pek çok insana örnek olacak biçimde. Önce, ilk kızı Bengisu dünyaya geliyor. Kızının doğumu, onun da adeta yeniden doğmasına neden oluyor. Hatta kızının doğumundan sonra bir arkadaşının "Aramıza hoş geldin" demesini unutamıyor: "Demek ki iki yıldan beri avare avare gezdiğimin farkındaydılar ve artık bundan sonra yine hayata dört elle bağlanacağımın farkına vardılar."
Öyle de oluyor. Önce görme engelliler için olan bilgisayar programını öğreniyor Hüseyin Özlük. Görme engelli olmanın, bilgisayar kullanmaya engel olmadığını ispatlarcasına.
"Aykut Engüçlü isminde görme engelli bir arkadaşımız var. İngiltere'de bu eğitimi almış. Ben de bilgisayar kullanmak istediğimden kendisiyle temas kurdum. O dönem kurs alan üç görme engelliden birisi oldum. Hatta daha sonra Rehabilitasyon Merkezinde tanıtımını yaptık, oradaki gazi arkadaşlarımız da eğitim aldı ve böylece bilgisayar kullanmayı öğrendi."
Görme engellilerin oynadıkları "goal ball" isimli spora merak salıyor daha sonra. Diğer görme engelli gazilerle birlikte bir takım kuruyor adı; TSK Karagücü. Kurdukları goal ball takımı ile spor federasyonuna başvuruyorlar ve karşılaşmalara çıkıyorlar. Bu sporu o kadar severek yapıyor ki bir süre sonra milli takım kaptanlığına seçiliyor Hüseyin. Kanada başta olmak üzere pek çok ülkede Türkiye'yi temsil etmenin mutluluğunu yaşıyor.
Öte yandan ikinci kızı İnci'nin dünyaya gelişi de aileyi bir kez daha sevince boğuyor.
Kitaplar, albümler, heykeller…

h2.jpg


Gazi Hüseyin Özlük, yaşama öyle bir tutunuyor ki içinde bulunduğu faaliyetlerin ardı arkası kesilmiyor. Önce tek elle bile olsa yeniden saz çalmaya başlıyor. Yetmiyor, bir gaziler korosunun oluşturulması için ön ayak oluyor. Diğer gazilerin de katılımı ile oluşturulan "TSK Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi Gazi Halk Müziği Korosu", sadece Rehabilitasyon Merkezinde değil, çeşitli şehirlerde pek çok konser veriyor.
Daha sonra Turhan Ataş isimli arkadaşıyla "Gönül Gözüyle" isimli bir albüm yaparak gelirinin büyük bölümünü Mehmetçik Vakfına bağışlıyor. Ardından tek başına çıkardığı ikinci albüm geliyor: "Kutsal Özlem: Geleceğe Umut"
Bu arada yine boş durmuyor üç kitap yazıyor: "Şehit Mektupları", "Çanakkale 1915" ve başından geçenleri aktardığı "Gözlerimi İstiyorum"
Son yıllarda heykeltıraşlığa merak salmış Hüseyin Özlük. Bu merakı da sadece ilgi düzeyinde kalmıyor elbette:

"Çanakkale Savaşı benim için özel olarak da önemli bir savaştır. Çünkü dedem orada gazi oldu. Diğer dedem de şehit olmuş. Zamanında Çanakkale'ye gidemedim, sonradan görme engelli olarak gittim. Ama o zaman da fazla bir şey anlamadım. Çanakkale'den döndükten sonra küçük kabartma bir harita aldım ve orayı detaylı olarak incelemeye başladım. Küçük bir harita olduğu için pek bir şey bulamadım üzerinde. Ben de bunun üzerine bir arkadaşımdan da yardım alarak Çanakkale Savaşının kabartma haritasını yapmaya çalıştım. Çanakkale Savaşının taşınabilir yedi metrekarelik bir maketini yaptım. Küçük heykel askerlerle, gemilerle, toplarla da donattım. Çanakkale Savaşının gezici olan ilk büyük canlandırma maketini yaptım. Hatta Çanakkale İl Jandarma Komutanlığına bir tane hediye ettim hala orada duruyor. Daha sonra sergi oluşturduk. Şimdi de Kurtuluş Savaşı sergisi yapmaya çalışıyorum, o biraz daha zahmetli. Aslında heykel olayı oradan çıktı. Haritacılıkla başlayan heykelcilik ortaya çıktı. Tabii heykelin tamamını ben yapmıyorum. İki heykeltıraş arkadaşım var onlardan da yardım alıyorum. Kızılcahamam'da, Kalecik'te, Erzurum'da, Kıbrıs'ta gönderdiğim heykeller var."

Bu vatana hala borcum var

O kadar hayat dolu ki Hüseyin Özlük, bütün bu bitmek bilmeyen üretme coşkusu, karşısındaki insanlara da bulaşıyor:
"İlk başlarda ben de bunları başarabilir miyim diye kendi kendime soruyordum. Hem sevdiğiniz insanların desteklemesi, hem de ruhunuzda taşıdığınız mücadele gücünüz ile pek çok şey başarılabiliyor. Bütün bunları neden yaptın derseniz, çünkü ben kendimi insanlara kanıtlamak zorundaydım. Engelli bir insanın bunları nasıl başarabileceğini diğer insanlara göstermek gerekiyordu. Ben çok titiz çalışan bir insanım ve tiziz yapılan işleri, sadece gören insanların ya da eli kolu tutan insanların değil, çeşitli uzuvlarını kaybeden insanların da yapabileceğini göstermek istedim. Şu anda bizim için mücadele eden askerlere bir borcum var onu halen ödemiş değilim. Gözlerimi feda ettim, ama sonuçta ben bu ülkenin toprağıyla suyuyla ve ekmeği ile büyüdüm. O yüzden hala borcum var. Bu borç gözlerini feda etmekle ödenmiyor. Belki çocuklarını vatana ve milletine bağlı insanlar olarak yetiştirerek ödenebilir veya başka faydalı işler yaparak ödenebilir. İnsanların da bu konuda duyarlı olmasını isterim. "


http://www.mehmetcik.org.tr/duyurular_16.html
 
Üst