Bizim Ayılar Sizin Amerikalıları Çok Severler

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
Muzaffer İzgü’nün, “Bizim Ayılar Amerikalıları Çok Sever” adlı eserinden bir öykü:

Telsizler hemen çalıştı:
“Konuk, ayı avlamak istiyormuş!”
Konuk ki ne konuk, en büyük devletin en büyüklerinden… O büyük devletle öyle sıkı fıkıyız ki, kardeşten öte. Ne buyurursa o büyük devlet,biz hemen yerine getiririz, bir dediklerini iki etmeyiz; babamız, ağabeyimiz gibi bir devlet işte.
Bu koskoca dost devletin, koskoca büyüğü, ayı avlamak isteyecek de biz bunun umruna bakmayacağız ha? Hem de adamın istediği ne ki, biz ki onlara neler vermişiz, üsler vermişiz, madenler vermişiz, istemiş asker bile vermişiz, şimdi adamcağız ayı avlamak istemiş, bir ayıyı çok göreceğiz ha!...

Görmeyeceğiz!...
Görmeyeceğiz de, bu ayı avlama işi gezi programında yoktu.
Hani çok içten dostlar olur ya, birden aklına gelir, isteyiverir, sizin içtenliğinize güvenerek. E, pekiyi, yabancı büyük böyle düşünmüşse, “N’olacak, benim nazımı çekerler, şunun şurasında istediğim ayı avı, gösterirler ormanı, ben de bir iki saat avlanıveririm” demişse?

İyi de ayı nerede var, hangi ormanda?
Telsizler ötüyor,telefonlar konuşuyor:
-Yabancı büyük yakın yerde olsun istiyormuş.
-Eyvah, demek Bolu ormanlarında istemiyor.
-Beyefendi, Bolu ormanlarında ayı var mı ki?
-Yahu baksana adam yakın yer istiyormuş, şimdi onu uçağa, helikoptere bindirip taa Karadeniz ormanlarına gönderemeyiz ki!
-Hay Allah, nereden aklına esmiş ülkemizde ayı avlamak?
-Galiba çok ayı olduğu kanaatinde.
-Hıışt aman, dinleniyoruz… Evet beyefendi, anlıyorum beyefendi, araştırma aralıksız sürüyor beyefendi. baş üstüne beyefendi.
Evet, araştırma aralıksız sürüyor. Yabancı devlet büyüğü yarın sabah gün doğarken başlayacakmış ayı avına, dört saat süreyle avlanacakmış.
Yani sabah altıyla on arası… Bu durumda önümüzde on iki saat var. Bu on iki saat içerisinde yabancı büyüğe uygun bir orman ve ayılar!...
Telsizin ucundan sesler dökülüyor:
“Yabancı büyük on birde bir brifingde olacaktır…”

İşte bu olmadı. Niçin olmadı? Şundan olmadı. Yabancı büyüğü hangi araç bir saat içinde ormandan alıp başkente ulaştıracak? Böyle bir araç var mı? En yakın ormanlar gerçi Bolu ormanları, ama bakalım yabancı konuk, ormandan helikopterin kalkacağı yere gelinceye dek, sonra başkentte brifingin yapılacağı yere ulaşıncaya dek bu bir saatlik zaman yeter mi?
“Uf amma da zor iş ha!...

Bu sözü ufak tefek bir adam söyledi. Ufak tefek ama, yaptığı iş çok büyük, tüm gezi programını uygulayan o, hem de dakikası dakikasına. Çünkü yabancı devlet büyüğünün bir saniyesi bile değerli. Dört saat ayı avlayacağım, demişse, bu dört saat bir dakika eksik olamaz. Dört saatte bu iş biter, yabancı devlet büyüğü başka bir işin peşine düşer.

Gerçi bu program uygulayıcısı ufak tefek adamın buyruğunda her şey, her şeyi bir telefonla hal yol eder. Ama iş orman ve ayı olunca çok zor. Yabancı devlet büyüğü desin ki, “Ben falanca müzeyi görmek istiyorum,” isterse program dışı olsun, isterse gece yarısı olsun, toplarsın gece yarısı müze görevlilerini, dizersin kapıya,
“Buyrun sayın konuğumuz, müze buyruğunuzda,” dersin.
Ama orman öyle mi ya, ayı öyle mi ya? Başkentin dibinde orman nerede, ayı nerede?
“Yani bu yabancı devlet büyüğünün bizimle olan içtenliği de çok fazla hani.”
Bunu kim dedi, kim?
Kim diyebilir kolay mı bu sözleri etmek? Bu çok büyük ülkenin çok büyük adamı ayda yılda bir kez gelmiş ülkene, hem övünmelisin, hem sevinmelisin senin konuğun oluyor diye.
Seviniyoruz, televizyonda büyükler çıkıyor,
“Yaa bakın bize kimler geldi,” diyorlar.
Televizyonun mikrofonu vatandaşa uzanıyor, vatandaş da, “Ya ya, başka yere gitmemiş de bize gelmiş,” diyor.
E pekiyi, ufak tefek adam ne yapıyor, boş mu duruyor? Ne boş durması, kafasını patlatırcasına, beynini yırtarcasına düşünüyor, ne yapmalı, nasıl yapmalı?
-Acaba sayın konuk üç saat avlansa?
-Hayır olmaz, madem dört saat demiş, olmaz.
-Pekiyi, biraz daha konuk olduğu saraydan erken alınsa?
-Hayır olmaz, her şey konuğun isteğine göre düzenlenecektir.
-İyi de sabaha dek başkent yakınında bir orman düzenleyemez ki…
Bunu kim demiş? Hiç kimse.
-Arkadaşlar, akıl akıldan üstündür, bunun için bir ayı toplantısı düzenleyelim. Çok ivedi, tarıma, turizme, içişlerine bakan bakanlıklardan birer temsilcinin katılacağı bir toplantı yapalım. Ama çok ivedi, hemen…

Evet, öyle ya, akıl akıldan üstündür ki ne üstündür. Toplantıya son anda yetişen eğitim bakanlığının temsilcisi,
-Efendim, sayın konuğu başkent çevresinde biraz gezdirdikten sonra orman diye hayvanat bahçesine sokalım. Bu arada hayvanat bahçesindeki ayıları da ilgililer inlerinden çıkarıp bahçeye salsınlar, yabancı büyük orada bir iki ayı vursun. Gerçi ayılar vurulmuş olacak, ama böyle bir günde iki ayının sözümü olur. Giden ayının yerine yenisi gelir, ama yabancı konuğu bir darıltırsak?...
-Ya beyefendi, gerçekten darıltırsak çok ayıp olur, ama yabancı konuğu aldatırsak ayıp olmaz mı? Ya oranın hayvanat bahçesi olduğunu anlarsa?
-Efendim, ben sayın yabancı konuğun ülkesinde çok kaldım, bu ülkenin insanları biraz şeydirler, anlamazlar.

Yani “saftırlar” mı demek istiyordu eğitim bakanlığının temsilcisi? Bu ne küstahlık! Küstahlık ya! Anladı eğitim bakanlığının temsilcisi hemen düzeltti:
-Şey demek istedim efendim, yani işin o denli farkına varamayabilir sayın yabancı konuk.
-Evet, dedi ufak tefek adam, “ayıları hayvanat bahçesinden ayarlamak” çok güzel bir fikir, ama av olayı hayvanat bahçesinin içinde olmaz. Bir ucundan bir ucu ne ki, küçücük yer, hemen fark eder.
Tarım bakanlığı temsilcisi,
-Beyefendi, sayın yabancı konuğa daha önceden söylenebilir, biz ulus olarak ayılara çok meraklıyızdır, bu yüzden özel ayı avlanma sahalarımız vardır, diye.
-Ama efendim, dedi ufak tefek adam; ayı avlama sahası başkentin göbeğinde olmaz ya. Demez mi bu adam sonra, ben gördüm amma, bunlar gibi ayıya meraklı ulus görmedim, başkentin göbeğinde ayılar oturuyor, demez mi? Hiç akla uygun değil, ama buradan yola çıkarak başka şeyler yapabiliriz.
-Evet beyefendi, dedi turizm bakanlığı temsilcisi; biz ayıları bulduktan sonra gerisi kolay, alır götürürüz ayıları Sincan Dağlarına, şurada hemen, yakıncacık, bekleriz yabancı konuğu, yabancı konuk yaklaşınca, ayı bakıcıları ayıları salarlar dağa, o da pat küt avlar.
-Çok güzel, dedi ufak tefek adam, “Bravo!”
Ufak tefek adam yerinden kalktı, turizm bakanlığı temsilcisinin elini sıktı. “Bu ne büyük bir buluş” diyerekten.
Saniyesinde telefon öttü:

-Aluuu, buyrun, burası hayvanat bahçesi, ben bekçi Ali.
-Kaç ayı var orada?
-Ne bileyim beyim, siz hangi ayıları sorarsınız, buradakilerini mi gerçeklerini mi?
-Sen bana müdürünü ver, müdür yardımcısını ver.
-Yok beyim yok, hepsi evlerine gittiler.
Her şey ufak tefek adamın buyruğunda değil mi? Çok değil yirmi dakika sonra hayvanat bahçesinin müdürü toplantıya katılıyordu, azıcık da içkili olarak, polis bir içki evinden alıp getirmişti hayvanat bahçesi müdürünü. Hayvanat bahçesindeki hayvanların sayısını tam olarak bilmiyordu.
Ufak tefek adam, hayvanat bahçesi müdürünü çok kötü haşladı:

-Nasıl bahçenizdeki ayıların sayısını bilmezsiniz beyefendi? Bir müdür ayısının sayısını bilmeli. Ne biçim müdürsünüz siz?
-Nurettin Bey bilir efendim, ayılar onun bölümünde, ayılardan o sorumlu.
Nurettin Bey değil, ayıların bakıcısı Suphi bile getirilmişti ekipler arabasıyla on beş dakikanın içerisinde. İkisi de televizyonda o büyük aşk dizisini izlerken evlerinden alınıp getirilmişlerdi.
-Dört ayı, dedi bakıcı Suphi…
-Ne?... dedi ufak tefek adam, salt dört tane mi?
-Dört tane beyefendi, onunda ikisi hasta.
-Ne???
Ufak tefek adam saçını başını yoluyordu.
-Kala kala o koca hayvanat bahçesi iki ayıya mı kaldı?
-Öbür ikisi de çok yaşlı zaten beyefendi.
Şap diye ufak tefek adam dizine vuruverdi.
-Yani bir kamyona falan atsak, şuracıktaki Sincan Dağlarına götüremez miyiz?
Bakıcı bir şey anlamamıştı. Beş saniye içinde anlattı müdürü ona ayıların niçin Sincan Dağlarına götürüleceğini.

-Haaa, dedi bakıcı Suphi. Sonra da, cık, etti. “Götürsek bile bu ayılar lök gibi oturdukları yerden kalkmazlar beyim. Yani neydi o yabancı adamın adı, çok ayıp olur vallaha, demez mi sonra bana hasta ayıları getirmişler, diye.”
-Sus sen!
-Sustum beyim.
Ufak tefek adam bağırıyordu:
-Ne işe yararsınız ha siz, ne işe yararsınız?
Suphi duramadı, yine konuştu:
-Beyim, daha önceden böyle bir numara çekeceğinizi bana söyleseydiniz ben şimdiye dek ühüüü ne ayılar…”
-Suus! Diye bağırdı ufak tefek adam, ama birden seviniverdi. Evet, ayı oynatıcılarından sağlayabiliriz, evet, hemen, şimdi… Şimdi içişlerinin temsilcisi hemen şimdi, anlıyor musunuz, bulabildiğinizce ayı, çok ayı, başkentte kaç ayı varsa istiyorum.

Ufak tefek adam değil, devlet be, devlet istiyordu bu ayıları. Kocaman yabancı devletle olan ilişkilerin daha da gelişmesi ve iyileşmesi için bu ayıları devlet istiyordu.
Pekiyi devlet istedi miydi? Ühüüü yaratırdı!...
Yarattı da…

Tastamam yirmi iki tane ayı, bakıcılarıyla birlikte bir karakolun bahçesinde hazırdı.
-A be sürecek misiniz be bizi pulis bey, ne yaptık biz be?
-E be ayıların şansıdır zaten oraya buraya sürülmek, görürsün tombul, az sonra çıkaracaklar bizi başkent sınırlarından dışarı.
Olacak şey değil, devlet, ayılara ve ayıcılara karşı hiç bu denli insancıl yaklaşmamıştı. Bir polis çikolata dağıtıyor ayılar yesin diye. Bir polis kebap ekmek dağıtıyor ayıcılar yesin diye.
-A be tombul, var bu işte bir iş, yoksa yarın ayılar günü mü ha?
-Yuk be, devlet büyüğümüz bizi gürmüştür düşünde…
Polis bazı ayıların ellerine tutuşturuyordu çikolataları. Ayılar çok mutlu, çikolatalarını yiyorlar. Ayıcılar kebaplarını çiğniyorlar.
O da nesi, haydi her ayıya birer çikolata daha.
-Gerçekten gürmüştür büyüğümüz ayıları düşünde. Demiş herkese yararım dokunuyor, varsın ayılara da dokunsun, yesinler çikolataları bana dua etsinler.
-Lan Ümer, ayı bilir dua etmesini?
-Eder lan, eder.
Bir başka polis memuru açıklama yaptı:
-Arkadaşlar, bu ayılardan üçü beşi ölecek…”
Yirmi iki ayıcının yirmi ikisinin boğazında kalıverdi kebaplar…
-Ah! dedi biri. Biliyordum be zaten bu işin sonunda bir iş olduğunu, devlet çikolata veriyorsa, bunun sonunda…
-Devlet ölen ayının parasını da verecek.
Ayıcı Yaşar:
-E verilen para çok da olsa bari pulis bey, dedi. Böyle bir ayı kolay kolay yetişmiyor bu zamanda…
-Devlet en yüksek ücreti ödeyecek. Ayısı ölmeyenler de birer günlük para alacaklar, onlara verilen para da dolgun olacak.
Kimi anlamadı, kimi anladı. Anlayanlar, anlamayanlara anlattılar. Ama hala anlamayan vardı:
-E be ister yabancı büyük ayı uynasın önünde, amma niye ister Sincan Dağlarında?
-Ulan salak, ayının oynamasını istemiyor, ayı avına çıkıyor. Yani adam kendini ormanda sanacak, bu ayıları da orman ayısı…
-Hı, anladım, aldatacağız be yabancı konuğu, şimdi anladım. Pekiyi hiç ayı oynamayacak mı?
-Çüş!...

Polis üçüncü çikolataları dağıtıyordu, bir yandan da son buyruğunu veriyordu.
-Arkadaşlar, sizler sakın ha, görünmeyeceksiniz, kayaların ardına inip saklanacaksınız. Benim öksürüğümü duyar duymaz, kimin yanına sayın büyükle yaklaşmışsak o ayısını salacak. Bana bakın, kurşun bir yerinizi sıyırsa bile ses çıkarmak, orada olduğunuzu belli etmek yok. Haydin bakalım, şimdi ayılarınızla birlikte kamyona!...
Ayılar, kamyona binerlerken bile türlü numaralarını göstererek polisten çikolata istiyorlardı. Ayıların hepsi bindirildi kamyona, ayıcılarda.
Sincan Dağlarında tüm ayıcılar ve ayılar ayrı ayrı kayaların ardına yerleştirildikten sonra telsizler öttü:
-Her şey hazır, av alanı yirmi iki ayıyla buyruğunuzdadır!...
Helikopter Sincan Dağlarının yakınındaki bir düzlüğe indi. Ayının biri homurdandı, yani “geliyor” dedi.
Oysa ayı demedi bunu, Ayıcı Yaşar dedi. Başka bir ayı homurdaya homurdaya yanıt verdi. Ayıcı Yaşar çok kızdı:
-Sus be tombul, duymayacağım hem öksürüğü, hem de diyecek yabancı konuk bu nasıl dağ ayıynan dolu, homur homur.
Paaat…

-Ayh, dedi Ayıcı Yaşar, gitti bir cancağızım ayı.
Ama homurtu yok!
-Yok be tombul, korkma, yabancı konuk tüfeğini dener.
O gün yabancı konuk bir tane bile ayı vuramadı, daha doğrusu vurmadı.
Öksürük sinyalleri zamanında mı alınmadı, yo alındı. Pekiyi ayılar zamanında mı salınmadı, yo salındı.
Öksürük sinyalini alan ayıcı ayının burnundan zinciri çözer çözmez salıyordu ayıyı. Ama ayı onca polisi bir arada görünce başlıyordu tefsiz mefsiz göbek atmaya. Acaba bir çikolata daha yiyebilir miyim, diye.
Yabancı konuk belki de yaşamında ilk kez görüyordu avlayacağı ayının kıvıra kıvıra göbek atarak yaklaştığını.
-Olmaz, diyordu İngilizce, olamaz! Yahu bu sizin ayılar!...”
Öhhöööö, bir öksürük…

Haydi, bu bozayı da oynuyor. Hem de ne oynama, omuzlarını titrete titrete yabancı konuğa yaklaşıyordu:
-Vurun sayın konuk, vurun…
-Nasıl vururum yahu, şuna bak, hayvanın bir gülmesi eksik.
Ah namussuz ayılar, hani bir tanesi göbek atmasa ya, hadi göbeği bırak, geldiği gibi çekip gitse ya, sanki onlarda avcı, düşüyorlar sayın yabancı konuğun ardına, yabancı konuk önde yirmi iki ayı ardında. Bir de ayıcı Rüstem pat diye düşmez mi sayın konuğun önüne, aştan çıkan nane çöpü gibi.
Ulan aman… Hiç ayıcı mayıcı denir mi?
-Köylü efendim, köylü, oduncu bir köylü…
-Haa, köylü… Beni tanıdın mı köylü?
Ayıcı Rüstem ne desin? Arkadan işaret ettiler.
-Hiç tanımaz olur muyum beyim. Ühüüü dünya tanıyor sizi.
Orada olanlar çok memnun oldular bu sözden, alkışladılar ayıcı Rüstem’i köylü niyetine.

Ayılardan biri alkışı duyunca kendine sandı, iki kez üst üste yabancı konuğun önünde tombalak attı. Yabancı konuk küçük dilini yuttu. Köylüye sordu:
-Bu sizin ayılar niçin böyle?
Rüstem yine ne söyleyeceğini bilemedi, arkadan işaret mişaret, Rüstem sıkındı mıkındı, patlar gibi konuştu:

-Bizim ayılar siz Amerikalıları çok severler.”
 

Dr.Yalnızefe

Dost Üyeler
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,339
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Bizim Ayılar Sizin Amerikalıları Çok Severler

Süper bir yazıı...
Hatta harika ötesi...:)
Sadece ben geç görmüşüm buna üzüldüm..
 

Lefkoşalı

Dost Üyeler
Katılım
29 Nis 2009
Mesajlar
57
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Bizim Ayılar Sizin Amerikalıları Çok Severler

Çok Hoş Bir Yazı
 
Üst