Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Son Hititli

Çakmağının üzerine Büyük İskender’in yüzünü işletmek için yola çıktı. Döndüğünde kendini Athena’dan Herkül’e heykeller, Hitit tabletlerinden Roma’nın gözyaşı şişelerine kadar orijinalinden ayırt edilemeyen eserler üreten bir sanatçı olarak buldu. Yaptığı sikkelerin her biriyle, milyon Dolarlık vurgunlar yapmayı düşleyen define avcılarının kâbusu oldu. İşte hazineler diyarı olarak anılan Elmalı’da, “böyle şeyler yalnızca romanlarda olur” sözünü boşa çıkaran “Son Likyalı” Hamdi Usta’nın, böyle şeylerin yalnızca hayatın içinde olabileceği fikrine olan inancımızı sürdürmemizi sağlayan öyküsü…
Anadolu coğrafyası her yönüyle insanı çarpan öyküleri saklar koynunda. Eğer yeterince isterseniz siz de o öykülere karışıp on bin yıllık bir zaman tünelinde kaybolabilirsiniz. Geriye dönmek içinse kaybolurken bıraktığınız izlerinize ve belleğinize yeterince güvenmeniz gerekiyor. Bir başka deyişle, zaman ve mekânın ötesine geçip rengârenk kültürlerin ipliğiyle dokunmuş Anadolu kiliminin üzerinde zaman yolculuğu yapabilirsiniz demek istiyorum…
BU TOPRAKLARDA EDEBİYAT HAYATIN GERİSİNDEN GELİR
Siz de bunun olanaksız olduğunu düşünenlerdenseniz eğer, hala aramızda yaşayan Likya’nın son kahramanını tanımıyorsunuz demektir. O halde şimdi, Cüneyt Arkın’ın “Sıkı Dur Geliyorum” filminin o unutulmaz “Böyle şeyler yalnızca romanlarda olur canımın içi” repliğini boşa çıkaran bu öyküye kulak verin. Çünkü aslına bakarsanız böyle şeyler yalnızca hayatta olur. Bu yüzden komşusunun yaşamı Faust’un kaderinden daha dramatik, Kafka’nın metinlerinden daha karmaşık olan Anadolu halkı romana uzak durur. Çünkü bu topraklarda edebiyat her zaman hayatın gerisinden gelir…
Adı Hamdi Toşur. 39 Yaşında. Antalya Elmalı’da yaşıyor. Onun sıra dışı ama gerçek öyküsünü birkaç kez Elmalı’da duymuştum. Hatta bir ara kentin ana caddesi üzerindeki atölye olarak da kullandığı dükkânına uğramış, ancak akşamın geç saatinde kendisiyle görüşememiştik. Bakkal mıydı, tuhafiye mi anımsamıyorum, komşusuna bıraktığı dükkânının anahtarıyla kapı açılmış, bir sanat galerisini andıran mekânda adeta kaybolmuştuk…
ELMALILI HAMDİ’NİN BÜYÜK İSKENDER TUTKUSU
Hamdi Toşur, Elmalı’daki gençlerin pek çoğunun yaptığı gibi ‘sanat okulu’na, yani teknik liseye girdi. Elektrik bölümünü bitirdi. Ancak onun içinde başka duygular vardı. Binlerce yıllık kültürel ve manevi mirasın üzerinde kurulan Elmalı’nın, yalnızca bakmasını bilene gösterdiği derin yüzünü keşfetmişti belki de. Yaşıtları pop yıldızlarının, ünlü futbolcuların ve siyasilerin yaşamlarını ezberlerken Hamdi Büyük İskender’in yaşamını merak ediyordu. “Düşünce yapısı hoşuma gidiyordu. Tarihte yüzünü ilk resmettiren liderlerden biriymiş. Kendisinin gidemediği yerlere suretinin ulaşmasını istemiş” diye anlatıyor, Büyük İskender sevgisini:
‘ÇAKMAĞIMA İSKENDER’İN BAKIR RÖLYEFİNİ YAPTIRMAK İSTİYORDUM’
Sigara tiryakisiydim. Bir de Zippo çakmağım vardı. Çakmağımın üzerine Büyük İskender’in bakır rölyeften yüzünü yaptırmak istiyordum. Ama bunu yapacak kimseyi bulamadım. Bir gün Safranbolu’ya gezmeye gittim. Burada dolaşırken bakır rölyefler yapan bir usta ile karşılaştım. Bu ustaya derdimi anlattım ve ardından birkaç gün atölyesinde yerleri süpürdüm, getir götür işlerini yaptım. Ustam önce beni ciddiye almadı. Çakmağımın üstüne İskender rölyefi yaptırma hayalimi ciddiye almadı. Ama sonra baktı ki ben çok ciddiyim, bana rölyef yapmayı öğretmeyi kabul etti. Ancak renklendirme işini nasıl yapacağımı öğretmedi. Ben de ‘madem öğretmiyorsun, ben gidiyorum’ dedim. Sonra renklendirmeyi de öğretti. Çünkü ustama dedim ki, ‘sen ölünce bu işi yapacak olan kimse kalmayacak…”
USTAM ‘BÖYLE SAÇMA ŞEYLERLE UĞRAŞMA, KENDİNİ KURTAR’ DEDİ
Hamdi Toşur, Safranbolulu rölyef ustasından işi öğrendi ama bütün uğraşlarına rağmen hala küçücük çakmağın üzerine İskender’in suretini işlemeyi başaramamıştı. Çünkü Büyük İskender’in suretinin çakmağın üzerine işlenebilmesi için çok küçük bir parça üzerinde çalışılması gerekiyordu ve ustasına göre bu çok saçma bir fikirdi. “Ustam bana ‘böyle saçma şeylerle uğraşma, daha büyük şeyler yap. Gününü de kurtar, kendini de’ dedi. Daha büyük neler yapabileceğimi araştırırken, Antakya’da bu işlerle uğraşan bir usta olduğunu öğrendim ve onun yanına gittim. Alaylı bir ustaydı. Bronz, gümüş ve altından imitasyon heykeller yapıyordu. Onun yanında da 9 ay kadar çalıştım ve işi öğrendim. Ancak ustamın kalıpları daha gelip geçici işlere göreydi. Ustama, ‘daha çok ayrıntı yaparsak iyi olur’ dedim. Ustam önce ciddiye almadı ancak günün birinde ustamın da yardımıyla örnek bir çalışma yaptım. Yaptığım çalışmayı soğuması için öylece tezgâhın üstüne bıraktım. Dükkâna İsrailli bir müşteri geldi. İsrailli müşteri tezgâhın üstündeki işi görünce ‘how much’ dedi. Ustamla göz göze geldik o anda. Birbirimizin yüzüne baktık. Ustam, ‘kaç para diyelim’ der gibi işaret edince, ‘300 lira’ diyebildim. Çünkü onca gümüş kullanıp, üç gün de uğraşmıştım yapmak için. İsrailli müşteri ‘tamam, ancak bundan üç tane istiyorum’ dedi. İki saat içinde iki tane daha yapıp müşteriye verdik…”
yusufyavuzkj.jpg

Hamdi Toşur'un yaptığı Büyük İskender rölyefi
MEHMET USTA’NIN BİR YILLIK GÜMÜŞ STOĞU ERİYOR…
O günün ardından Hamdi Toşur atölyede gümüş ve bronzdan eski paralar yapmaya başladı. Şekeller, Roma paraları vs. Kendini öylesine kaptırmıştı ki, her gün yeni bir kalıp deniyor, eski uygarlıkların paralarına yeniden şekil veriyordu. Bir gün ustası “yeter artık yahu!” dedi. Çünkü atölyede eritilmemiş gümüş kalmamış, Hamdi Mehmet Usta’nın bir yıllık gümüş stokunu eritmişti!
ADANALI’NIN GÜMÜŞ KAŞIK TAKIMI ANTİK PARALARA DÖNÜŞTÜ
Atölyede gümüş kalmayınca Hamdi Toşur Adana’nın yolunu tuttu. Bulabildiği kadar gümüş alıp geri dönmek istiyordu: “Adanalı birinin gümüş çatal kaşık takımı varmış. ‘Bunları bana satar mısın?’ dedim. ‘Satarım’ dedi. Bu arada eriteceğim bir kaşıktan kaç tane gümüş para çıkartabilirim onu hesaplıyorum. Yaklaşık on tane çıkartırım diye düşündüm. Sonra bu kaşık ve çatalları da eritip kullandık. Günde yaklaşık yüz kadar eski para yapıyorduk. Bir gün ustama gümüşün üzerine bronz kaplama yaparak da eserler üretebileceğimizi söyledim…”
TIP ÖĞRENCİLERİ GİBİ ANATOMİ ÖĞRENDİ
Antik çağdan Osmanlı’ya eski paralar konusunda sayısız denemeler yapan Hamdi Toşur’un içindeki öğrenme tutkusu bitmek bilmiyordu. Antakya Harbiye’de heykel yapan bir usta olduğunu öğrenince onun yanına gitti. Sonra Sakarya’daki bir başka heykel ustasının yanına. Adeta bir tıp öğrencisi gibi önce anatomiyi öğrendi. Kaslar, ifadeler, mimikler. Teknik lisede öğrendiği çizim yeteneğinin de katkısıyla kendini giderek daha çok geliştiriyordu. Kalıplar yapmayı, Roma mumunu ve mumdan heykeller yapmayı öğrendi. Sonra memleketi olan Elmalı’ya döndü…
SOBA BORUSUNDAN SOĞUTMA, DOMUZ KILINDAN PARLATMA TEKNİĞİ
Ben bir Likyalıyım diye düşündüm ve Likya’ya ait neler yapabileceğimi araştırırken Likyalı ustaların geçmişte bu işleri nasıl yaptıklarını görünce onların yaptığı gibi çalışmanın daha iyi olacağına karar verdim. Biz bugün her türlü teknolojiden yararlanıyorduk ama eski ustalar bir iş için günlerce uğraşıyorlardı. Bizim yaptığımız paralar orijinallerinin canlılığını ve parlaklığını yansıtmıyordu. Ruhsuzdu. Bir gün ben de antik çağdaki ustaların kullandığı aletleri yapmaya başladım. Metal uçlar, soğutma teknikleri vs… O çağda işlenecek metali balmumunda soğutuyorlarmış. Bu, metale çok iyi bir canlılık ve parlaklı kazandırıyordu. Bir gün bol miktarda balmumu satın alıp eriterek bir soba borusunun içine doldurdum. İşlediğim sıcak gümüşü borunun üst tarafından atıyordum, metal yavaşça kendi olağanlığıyla aşağıya inerken tam kıvamında soğuyordu ve tam zamanında kalıba basıyordum. Böylece antik çağda üretilenler gibi bir sonuç çıktı ortaya. Metali nasıl parlattıklarını araştırırken de domuz kılından yapılmış fırçaların kullanıldığını öğrendim. Ben de öyle yaptım…”
ROMA DÖNEMİNİN GÖZYAŞI ŞİŞELERİ ELMALI’DA YENİDEN HAYAT BULDU
Antik sikkelerin tıpkıbasımında geçmişin ruhunu da yakalayan teknikler geliştiren Hamdi Toşur, öğrendiklerine yenilerini katmakta da gecikmiyordu. Bu kez hedefinde Antakya’da gördüğü mozaikler vardı. Kısa süre içinde mozaik yapmayı da öğrendi. Ardından da sıcak cam üfleme sanatını. Çam reçinesinden yapılan heykelleri de… Nerede eski kültürlerin ve sanatların izlerini yansıtan bir usta görse gidip buluyor, derdini anlatıyor ve belki de kendisinden sonra o işi yapacak kimsenin kalmayacağı o ustadan işin püf noktalarını öğreniyordu. Sıcak cam üfleme sanatını öğrendikten sonra antik çağın önemli eşyalarından biri kabul edilen minik gözyaşı şişeleri yapmaya başladı. Ancak gözyaşı şişelerinin eski çağlardaki gibi görünmesi için kendi olanaklarıyla kurduğu sistemlerle kimyasallar yerine kum püskürterek eskitme yöntemini geliştirdi.
yusufyavuz32%281%29.jpg

Hamdi Toşur'un yapmış olduğu gözyaşı şişesi
HAMDİ USTA’NIN FİLM SÜTÜDYOLARINDAN DİZİ SETLERİNE…
Hamdi’nin yaptığı gözyaşı şilelerini görenler 2 bin yıl öncekilerden ayırt etmekte zorlanıyordu. Artık o Hamdi Usta’ydı. Ama her şeyin ötesinde Anadolu’nun hamuruyla yoğrulmuş iyi bir sanatkârdı. Yaptığı işler kâh film stüdyolarında kullanılıyor kimi zaman da milyonları ekranlara kilitleyen ünlü dizilerin setlerinde tarihi dekorlara dönüşüyordu. Akdağ’ın koynunda çıkan kalkedon taşlarından benzersiz takılar yapıyor, Kızlarsivrisi’nin eteklerinden çobanların topladığı bitkilerden ‘mür yağı’ çıkartıyor, Likya’nın dününü bugüne bağlayan ruh köprüsünün bir ucundan diğerine adeta aşkla gidip geliyordu. Amerikalı bir müşterisi kendisi için antik çağ savaşçılarının zırhını istediğinde de, meraklı bir Türk altına Türkçe “İskender” yazdırarak Büyük İskender rölyefi istediğinde de büyük incelikle yapıyordu. Ürettikçe üzerinde yaşadığı coğrafyanın derinliklerini, sırlarını öğreniyor, öğrendikçe de şaşkınlığı da hayranlığı da artıyordu. Antik savaşçıların zırhına başlık yaparken Dirmilli keçi çanı ustalarının aslında binlerce yıl önce başlık yapan ustalarla aynı yöntemi kullandıklarını keşfediyor, başlık için atkuyruğu ararken geçmişte bölgede yetişen atların bugün nasıl tükendiğini öğreniyor, üzülüyordu.
HERKÜL MÜ HERMES Mİ BİLMEZDİM, YAŞAYARAK ÖĞRENİYORUM
Arkeolojiden anlamam. Bir heykel gördüğümde Herkül mü Hermes mi ayırt edemezdim. Ama gördüğüm bir objeyi kafamda canlandırmaya başlıyorum. Yaparak öğreniyorum. Kimi insan yatağa uzandığında para düşünür, kimisi kadın kız düşünür. Ben de yatağa uzandığımda uykuya dalmadan önce gözümün önünde antik çağın objeleri dolaşır durur. Kendimi o dönemin savaşlarının içine girip çıkarken bulurum. Yaptığım işleri eline alan birisinin bunun antik çağdan kalma mı, yoksa imitasyon mu olduğunu ayırt edememesi benim için en büyük tatmin kaynağı. Bazen örnekler almak için müzelere gittiğim oluyor. ‘Ne yapacaksın’ sorusuyla karşılaşıyorum. İstediğim görsel malzemeleri temin etmekte zorlanıyorum. Çoğu zaman kendi ülkemde, burnumuzun dibindeki müzeden benim edinemediğim görsel malzemeleri, yurtdışındaki müşterilerimden istiyorum ve istemediğim kadar gönderiyorlar. Bu beni çok üzüyor. Biz kendi müzelerimizde bir fotoğraf bile çekemiyoruz ama Hermes’in kanatları dünyaca ünlü bir ayakkabı markasının, Çıralı’daki Yanartaş efsanesinde geçen kanatlı at Pegasus da büyük bir petrol şirketinin simgesi olmuş.”
DEFİNECİLER ARTIK ‘BUNU HAMDİ USTA MI YAPTI’ DİYE KORKUYOR
Hamdi Usta’nın tarih ve kültürle biçimlenen Elmalı’da kendi yaptığı işi anlatabilmesi hiç de kolay olmaz. Çünkü ünlü Elmalı hazinesinin de bulunduğu yer olan bölge define avcılığının da merkezlerinden biri olur. Hamdi Usta’ya göre bu iş iki ucu da keskin bıçağa benzer ve gerçeğinin 2 milyon Dolara alıcı bulduğu bir dekadrahmi ya da tetradrahmi’yi, yüzde 99.9 benzerlikte yapabilen bir usta için Elmalı’da bu işler hiç de kolay değildir: “Yaptığım işleri orijinalinden ayırt etmek uzmanlık gerektirir. Üretim aşamasında organik malzemeler kullandığım için karbon testine bile tabii tutulsa, günümüze ait petrogaz veya cila gibi bir kalıntı bulamazlar. Ancak atom ağırlığını ölçerek ayırt edilebilir ve bunun için de parayı parçalamaları gerekir. O zaman da büyük bir risk var, ya para gerçekse? Milyon dolarlık bir antika parayı parçalama riski göze alınır gibi değildir. Bir gün birisi benim yaptığım eserlerden birini Elmalı Müzesi’ne götürüp, ‘tarlamda buldum’ diye satmaya kalkmış. Müze yetkilileri bunu görünce ‘Hamdi Usta gerçekten güzel yapmış’ demişler. Adam kıpkırmızı olmuş ve ardına dönmüş. Ben yaptığım her işe bana ait olduğunu belirten küçük bir işaret koyuyorum. Müzeyle aramızda 100 metre var ve benden yüz liraya aldığı bir eseri müzeye satmaya kalkanlar çıkıyordu. Ancak tabiri caizse şimdilerde eskisi gibi kıçları yemiyor. Bir gün sigara almak için markete girdim. Bozuk paraların arasında cebimde kendi yaptığım imitasyon sikkeler vardı, marketçi bunları görünce güldü. ‘Bana birini verirsen dükkânı sana veririm’ dedi. Market sahibine bu paraların imitasyon olduğunu, böyle şeylerle karşılaşırsa aldanmamaları gerektiğini söyledim. Ancak son zamanlarda beni en çok sevindiren şeylerden biri de bu bölgede tarihi eser kaçakçılığı yapanlar bir eser satın aldıklarında ‘acaba bunu Hamdi Usta yapmış olabilir mi?’ diye soruyorlarmış.
BU İŞ BİR CANİNİN ELİNE SİHAL VERMEK GİBİ
Atölyeyi ilk açtığım yıllarda insanlar beni tanımıyorlardı ve kimi ahlaksız tekliflerle geldikleri oluyordu. Bu konuda önlemler aldık ve giderek gelmemeye başladılar. Benden bir ürün alacak köylüyü dolandıracaklar. Traktörünü, tarlasını takasını sattıracaklar. Bu işlerle uğraştıkça giderek insan sarrafı oluyorsun. Ustam bana ‘oğlum, dükkâna heykel almaya gelen biri olduğunda önce ayakkabılarına bak. Çünkü 30 liralık ayakkabı giyen birinin heykelle işi olmaz’ derdi. Bu niyetlerle gelenleri giderek temizledik. O tarzda birisi gelse hemen anlarım ve önüme milyarları koysalar hiçbir şey satmam. Bu işin en önemli yanı ahlaki sorumluluğu. Düşünebiliyor musunuz, kötü niyetli birine 20 tane para verseniz bütün Elmalı’yı dolandırabilir. Bu, bir caninin eline silah vermek gibi. Elmalı hazinesinin imitasyonunun yapılması bir zamanlar tabuydu. Ama şimdi bu tabuyu yıkmış da olduk. İnsanlar buna sahip olmak istiyorlardı ama herkese yetecek kadar hazine yoktu. Bir başka açıdan bakarsak, bu paraların imitasyonlarına sahip olanlar, ellerine dekadrahmileri alınca içlerinde bir çeşit tatmin yaşıyorlar. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bu konuda aldığım izinler çerçevesinde ve ticari olarak kayıt altına alınan, faturası, kaydı olan ürünler yapıyorum. Bölgenin de reklâmı yapılmış oluyor.”
sikke1.jpg

Hamdi Toşur'un yapmış olduğu siikkeler
JANDARMA VE POLİSTE ARKEOLOJİ BİLEN UZMANLAR ÇALIŞMALI
Hamdi Usta, artık bölgedeki kaçak definecilerin korkulu rüyası olmaya başlamış, zengin olma hayaliyle tarihi ve kültürel mirası yağmalayanların elinden satın alanlar hep “acaba bu imitasyon olabilir mi?” diye sormaya başlanmıştır. Ancak Hamdi Usta’nın canını sıkan başka bir durum daha vardır ki bu da zurnanın zırt dediği yeri işaret eder: “Benim en muzdarip olduğum konulardan biri de jandarma ve polisin içinde arkeolojiden anlayan birilerinin olmaması. Diyelim ki ben bir ürün yaptım ve arabamla buradan Antalya’ya götürüyorum. Yolda jandarma arabayı durduruyor. Heykeli görünce jandarmaya derdimi anlatana kadar akla karayı seçiyorum. Bir iki geceyi karakolda geçirdiğim de oldu. Oysa jandarmanın içinde arkeolojiden anlayan birileri olsa bu sorunlar ortadan kalkar. Babam her zaman bu işleri yaptığım için başıma kötü bir şeyler gelecek diye endişe ederdi. Ben de ‘Baba, dinimizin ve yasalarımızın yasakladığı hiçbir şey yapmıyorum’ diye onu rahatlatmaya çalışırdım. Ama derdimi anlatana kadar kelepçeleniyordum. Çok sayıda işsiz arkeologumuz var. Bunları polis ve jandarmanın içinde istihdam edilmesi yararlı olur.”
‘OĞLUM ANTİN KUNTİN ÇIPLAK KARI KIZ YAPMA ALLAH GÜNAH YAZAR’
Elmalı’nın geleneksel yapısına son yıllarda modern yaşamın eklediği çözülmeyi de kattığınıza, genç yaşta kendini geliştiren Hamdi Usta’nın ailesine de kendini anlatması bir hayli zor olur: “Anneme arkadaşları benim ne iş yaptığımı sorduklarında söyleyecek bir şey bulamamış. Ben de ‘antik kuntik işlerle uğraşıyor dersin anne’ diyerek espriye vurdum. Onun derdi oğlunun taksici, şoför ya da öğretmen gibi herkesin anlayabileceği bir mesleğinin olması. Ama sonraları annem benim yaptığım işleri ilk gösterdiğim eksperim oldu adeta. Onun beğendiği bir iş çok sevilip hemen alıcı bulurken, dudak büktüğü bir işin hiç beğenilmediğini gördüm. Önceleri babam da bu işi yapmamı istemiyordu. Atölyeye geldiğinde bana “oğlum antin kuntin işlerle uğraşıp durma. Çıplak karı kız yapıyorsun, adamın çükü filan görünüyor. Yapma oğlum, Allah günah yazar’ derdi. Döktüğüm antik paraları eline alır bakardı, ‘lan oğlum, geçmez paralarla uğraşıyorsun, bari bir çeyrek meyrek dök’ derdi. Benim müşterilerim genelde yurt dışından. Yaptığım heykelleri de hep düşük fiyata almayı isteyenler var. Yunanistan’dan bir müşterim vardı, benim bin 500 lira fiyat söylediğim heykele bin lira vermek istedi, satmadım. Bir gün babam hastalandı. Ameliyat olması gerekti ama paramız yoktu. Ameliyat için 8 bin lira gerekiyor. Yunanistan’daki müşterimi aradım. Heykelleri istediği fiyattan vereceğimi söyledim. Sekiz heykeli kargoya verdim ve parasını havale etmesini istedim ve o 8 bin lirayı ödedim. Ameliyattan çıkınca babam ‘paramız yoktu nasıl oldu bu’ diye sorunca, ‘o beğenmediğin heykelleri sattım, onların parasıyla ödedim baba’ dedim. Babam iyileşince evde, ‘çocuğun heykellerine dikkat edin. Atölyeyi arada süpürüverin, çoluk çocuğa dikkat edin, içeri girmesin’ demeye başladı. Zamanla o da kabullendi yani…”
yusufyavuzkjkll.jpg

‘BENİM SONUM DA SON HİTİTLİ NECİP USTA GİBİ OLACAK…’
Genç yaşına rağmen 300’den fazla heykel, binlerce takı, rölyefler, mozaikler, cam tasarımları ve taş tabletlerden oluşan bir iki müzeyi dolduracak kadar sanat eseri biriktirmiş Hamdi Usta. Elmalı’nın tek büyük caddesinin üzerinde bulunan atölye ve dükkânında her daim tarih ve sanat kokan sohbetler sürüp gidiyor. Üretmekten ve ürettiklerinin beğenilmesinden mutlu. Doğup büyüdüğü toprakların tanıtımına ve derinliğinin anlaşılmasına katkı sağladığı için de gururlu. Ancak geleceğe yönelik ne düşündüğünü sorduğumda, her daim ezberleri bozan bir coğrafya olan Anadolu bilgeliğiyle bir yanıt veriyor: “Ben geleceğe yönelik bir şey düşünmüyorum. Yapabildiğim kadar yapmaya çalışacağım bu işleri. Denizli Tavas’ta Hitit geleneğiyle terrakotalar yapan ve ‘son Hititli’ olarak anılan bir Necip Usta vardı. Necip Savcı. Medet köyünde yaşıyordu ve yaptığı resimli seramikler muazzamdı. Dünyada tekti. 2010 yılında yokluk içinde öldü. Şimdi çocukları onun işini sürdürüyorlar ama onun üslubunu yakalamak kolay değil. Ben de sonumun Necip Usta gibi olacağını düşünüyorum. Yeni birilerinin yetişmesi de zor ama ben bunu da önemsemiyorum. Ben nasıl binlerce yıl sonra bir şekilde bu yola düştüysem, şimdi kimse ilgilenmese bile bin yıl sonra da birileri de benim yaptıklarımı fark eder ve kendi zamanına taşır.”
DİYELİM Kİ PARAYI YAPTIK FERRARİ’Yİ ÇEKTİK; SONRA NE OLACAK?
Sıkıntılı günlerinde kendi kendine “acaba kamyon şoförü mü olsaydım?” diye sorduğunu söylüyor Hamdi Usta. Ancak yaptığı işin ve taşıdığı sorumluluğun öylesine farkında ki, bu işi bir vefa borcu gibi gördüğünü söylüyor. İçinden geçilen dönemin ruhuna inat onun döneceği yerler köşeli olmaktan çok, derin ve ruhsal kıvrımlar taşıyor: “Bazı arkadaşlarım bana ‘bir memur maaşı 2 bin lira. Birkaç para yap, kendini de kurtar bizi de’ diye takılıyorlar. Ben de onlara diyorum ki, ‘diyelim ki birkaç para yaptım ve çektik Ferrarileri. Sonra ne olacak, yerine ne koyacağız? Olay bu değil çünkü. Benim çok paramın olmasına gerek yok. Dostlarımla sohbet edebileyim, iyi yaşayayım yeter. Bugün yiyeceğim yemeğin parası çıksın, ayakkabı alacaksam bunun parası çıksın yeter…”
Yusuf Yavuz
Odatv.com


http://www.odatv.com/n.php?n=son-hititli-0301141200
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Dış mihrakların büyüğü heybede Erdoğan Davutoğlu Lahey'e doğru

Esad kazandı derken aslında belirtmiştik; Esad kazandı, Tayyip kaybetti.
Yani tüm bu Emevi Camii’nde namaz kılma hikayeleri ters tepti.
ABD ve İsrail’in gazıyla Esad’ı devirelim derken, başlarına uluslararası bir davayı sarma durumundalar.
Yenilginin faturası birilerine kesilmek üzere.
Sınırdaki illerde kurulan ve asker tarafından gizlenen kamplarda desteklenen ve silah yardımı yapılan ÖSO gibi oluşumların ötesinde, El Kaide türevlerine fazlasıyla arka çıkılması giderek bardağı taşırdı.
Bir de olayların doğrudan savcılık soruşturmalarına yansıması, yani devletin resmi belgelerine girmesi açık kanıt niteliği kazandı.
Son yakalanan silah yüklü tır bunun somut örneği.
Ama sadece o da değil.
Kamplarda kalan Suriyeli miiltan ve komutanlarının çeşitli tarihlerdeki itiraf niteliğindeki beyanatları zaten gazete ve TV’lerde haber olarak yer alıyordu.
Suriye de, yakaladığı selefi/vahabi El Kaide/El Nusra/Irak Şam İslam Devleti militanlarının itiraflarını ve ölü ele geçen Türk vatandaşı El Kaidecilerin kimliklerini her fırsatta yayınlıyordu.
Dış basında pek çok kez gündeme gelen iddialara göre bu militanlar Türk Devleti’nin koordinasyonu ile Suriye topraklarına sokuluyordu.
İskenderun limanına gelen silah yüklü gemiler, Katar ve Suudi Arabistan’dan maaşlı, Libya, Tunus, Yemen, Afganistan, Çeçenistan vesaire ülkelerden gelen El Kaideci militanların katar katar Suriye’ye gönderilmesi, tüm bunların gözler önünde cereyan etmesi bilinen bir gerçek.
28 Mayıs 2013’te Adana’daki El Kaide operasyonunda ele geçen ve sarin gazı olduğu ileri sürülen kimyasal silahların savcılık iddianamesine yansıması önemli bir olaydı.
Zaten Rusya bunun üzerine acilen BM Güvenlik Konseyi’nde suç duyurusunda bulunmuştu.
Savcının 132 sayfalık iddianamesinde şu ifadeler çok açık:
“Ahrar-ı Şam ve El Nusrah/Nusra Cephesi'ne bağlı mensuplarca kullanıldığı anlaşıldığından, El Kaide terör örgütü ile kimyasal silahlar/kimyasal maddeler aralarındaki bağlantı görülmektedir.”
Zaten BM Suriye Bağımsız Soruşturma Müfettişi Carla Del Ponte de, kimyasal saldırılarla ilgili olarak El Nursa teröristlerini suçlamış ve Esad yönetimini aklamıştı.
7 Kasım 2013’te Adana’da bir uyuşturucu ihbarı sonrası yapılan operasyonda, bir tırda 1200 adet roket başlığı bulunması yine sorulara yol açmıştı.
Son olarak Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde MİT’e ait olduğu Valilik yazısıyla belgelenen bir tır konvoyunun silah ve mühimmat yüklü olduğunun ortaya çıkması zaten sıcak suları iyice ısıttı.
ABD ve İsrail’in hedefindeki İHH ve MİT’in Suriye’deki militanlara silah göndermesi ve bunun net bir şekilde belgelenmesi önemli bir gelişme.
SUÇ DUYURULARI YAĞIYOR
Zaten bu yönde resmi girişimler de başladı.
Şam yönetimi 30 Aralık’ta, teröristlerin Suriye’ye girmesini destekleyen ve onlara silah yardımı yapan Türkiye ve diğer ülkelerin sorumlu tutulması için BM Güvenlik Konseyi’ne resmi başvuruda bulundu.
Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Beşar Caferi başvurudan sonra şunları söyledi,
“Türkiye hükümeti, Bab El Havva, Fauz, Ayn El Bayda,Hırbet El Coz, Reyhanlı, Gazali ve Atima bölgelerinden sistematik olarak terörist ve silah geçişlerini sağlıyor. Türkler, Suriye halkına, devlet kurumlarına ve altyapı tesislerine her gün terör saldırısı yapan grupları destekliyor. Teröristler, hastane, okul, Müslüman ve Hıristiyanların kutsal ibadet mekânları, diplomatik temsilcilikler ve hatta okuldaki ve okul araçlarındaki çocuklara bile saldırmaktan çekinmiyor”.
Suriye Daimi Temsilcisi Caferi, mektubun ekine Türkiye-Suriye sınırını geçen 546 Yemenli teröristin ismi kayıtlı bir liste koydu.
Bundan önce de Cenevre -2 konferansı için uzlaşan ABD ve Rusya, Türkiye’yi El Kaide unsurlarına destek vermemesi yönünde defalarca uyardı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) tarafından yayınlanan geçen yıl yayınlanan raporda, radikal İslami grupların Suriye’ye Türkiye üzerinden giriş yaptıkları ve bu gruplara Türkiye tarafından silah ve taktiksel destek verildiği açık bir şekilde ifade edildi.
Hollanda’da da muhalefetteki aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) Suriye'deki "terörist örgütleri desteklemekle" suçladığı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında, Lahey’de bulunan Uluslar arası Savaş Suçları Mahkemesi’nce soruşturma açılmasını istedi.
Son darbe de Suriye muhalefetinden geldi.
Suriye Ulusal Koordinasyon Komitesi’nin (NCC) ülke dışındaki lideri Heysem Menna, 11 insan hakları örgütünün, Türkiye'yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) ''teröre destek vermek ve terör gruplarıyla işbirliği yapmak'' suçlamasıyla şikayete hazırlandığını açıkladı.
Menna, bazılarına kendisinin de üye olduğu bu örgütlerin Türkiye'yi, Suriyeli olmayan kendi ifadesiyle ''terörist'' grupların Suriye'ye girişine kolaylık sağlamak, bunlarla işbirliği yapmak ve bu grupların Türkiye sınırları içinde eğitim görmesine izin vermekle suçladıklarını belirtiyor.
Global Network for Rights and Development / Haklar ve Kalkınma için Küresel Ağ (GNRD) , International Coalition Against War Criminals / Savaş Suçlularına Karşı Uluslararası Koalisyon (ICAWC), Arab Commission for Human Rights / İnsan Hakları Arap Komisyonu (ACHR) adlı örgütlerin de bu 11 yapı arasında bulunduğunu kaydeden Menna'ya göre, Türkiye'den bazı insan hakları grupları da suç duyurusuna destek veriyor.
Bizce bu işin varacağı yer, Türk hükümetine yönelik Uluslar arası Savaş Suçları Mahkemesi’nde kapsamlı bir dava açılmasıdır.
Bu davanın yapı taşları her geçen gün ve her yönden pey der pey oluşturulmakta.
Yani içerdeki ayakkabı kutusu operasyonuna dış mihrak diyen Başbakan, asıl dış mihrakı pek yakında görebilir.
Hüseyin Vodinalı

Odatv.com


http://www.odatv.com/n.php?n=dis-mihraklarin-buyugu-heybede-0401141200
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
Bu kez ayakkabı kutusu olmasın toprağa gömüp define haritası yapın

CHP milletvekili Emine Ülker Tarhan, son günlerde yaşanan yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla ilgili açıklama yaptı. Tarhan ekonomide yaklaşan felakeye dikkat çekti.
İşte Tarhan'ın o açıklaması:
Patlak veren yolsuzluk, rüşvet ve kara para trafiğinin rezilliğini gizlemeye yeminli, sağırmışız gibi kendini yırtarcasına komplo diye bağıran paralı asker güruhunun çığlıkları ve zam yağmuru ile yeni bir yıla girmiş bulunduk. Hükümete göre vergileri faiz lobisi artırdı, dövizi yükselten uluslararası güç odakları. Zavallı hükümet, nerdeyse “zamlar da komplo ürünü, ben yapmadım, çeteler yaptı” diyecek. “Boşalan kasaları ve ayakkabı kutularını yeniden doldurmak gerek” diyemeyeceğine göre ne diyecek. Aman bu kez çil çil para destelerini ayakkabı kutularına değil, tulum içinde gömüp, bir de define haritası yapsınlar ki sağlam olsun!..
Ülkenin dönüştürüldüğü trajikomik durumdan sıyrılıp gerçekçi bir değerlendirme yapılırsa, asıl zam dalgasının yerel seçimlerden sonra geleceği öngörülmelidir. İktidarın ekonomi politiği iflas etmiştir. Toplumun yüzde 90’ı borçludur. Ekonomik zihin dünyalarında kara para transferi, rüşvet ve imar rantından başka bir şey olmayanların sıcak para üzerine inşa ettikleri politika çökmüştür. Ama asıl vahimi geçmişte, çok zor koşullar altında geliştirme başarısı gösterdiğimiz üretim refleksimizin kırılmış olmasıdır. Ağustos böceği gibi çalıp söylenenler için artık zor zamanlar yakındır.
Aylar önce, yıl sonu itibari ile rakam da vererek dövizin daha fazla yükselmeyeceğini deklere eden Merkez Bankası başkanının sözünün aksine, Türk lirası olağanüstü değer kaybetmiştir. Başta reel sektörün döviz cinsi borçları ve kamu borçları ekonomi için büyük tehdit oluşturmaktadır.
Merkez Bankası Başkanı'nın ileriye yönelik döviz fiyatı deklarasyonu önemli bir açıklamadır. Ne meteorolojik hava tahminidir, ne bir Tahtakale spekülasyonudur ve ne de bir fal bakıcılığıdır. İşgal ve temsil edilen kurum gereği ciddi bir ifadedir. Devlet ciddiyetine güvenenler bu açıklama üzerine ticari yol haritalarını belirlemişler, borçlanarak, gelecek kurgusu yapmışlardır. Trajikomik dedik ya o başkan hala oturmaktadır o koltukta. Oysa yaptığı yenir yutulur değil, öngörüsü yanlışsa bir skandal, şayet o da döviz lobisi ile birlikte hükümete komplo kuranlardansa o da ayrı skandal. Sahi niye oturmakta ki hala o koltukta?
Emine Ülker Tarhan
Odatv.com


http://www.odatv.com/n.php?n=bu-kez...praga-gomup-define-haritasi-yapin--0201141200
 

Yunus Gök (Embesil)

Yasaklı Üye
Katılım
9 Haz 2011
Mesajlar
9,160
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
Zile/Sivas/Türkiye
ÖZELLEŞTİRMELERİN TÜRKİYE’YE VERMEDİĞİ ZARAR YOK

Cihan Dura
28.11.2013
ozellestirme-haritasi.jpg
Bana“AKP’nin ekonomik programı kısaca nedir” diye sorsalar, yanıtım şu olurdu: Satmak, ne varsa satmak, her şeyi satıp savurmak!... Örnek mi? o kadar çok ki: Halkın malı olan dev ku*rum*lar, sa*na*yi te*sis*le*ri, li*man*lar, köp*rü*ler, ka*mu bi*na*la*rı ve ar*sa*la*rı…TÜRK TE*LE*KOM, TÜP*RAŞ, ER*DE*MİR, TE*KEL, SE*KA ve PET*KİM gi*bi büyük sa*na*yi te*sis*le*ri, 200’e yakın ka*mu te*si*si, 2.600’den fazla ar*sa, bi*na ve loj*man… Ve sa*tı*lan*la*rın ço*ğu AKP ik*ti*da*rı*na ya*kın yer*li sermaye ile ya*ban*cı şirketler ta*ra*fın*dan ka*pı*şıl*dı.
Peki, bütün bu savurganlık ne için? Sadece 43 milyar dolar için!... 11 yılda satılanlar bunlar…, elde edilen ise sadece 43 milyar dolar!... Oysa bir ihracat seferberliği, bunun en az iki katını kazandırabilirdi devlete, katma değer olarak, vergi olarak… Tembel işi, kısır görüşlülük bu işte… Kifayetsizlerin işi ancak bu kadar olur. Öte yandan 1986 yılına kıyaslarsak, özelleştirme geliri 53,4 milyar dolardır. Bu rakamlara bakınca, Özelleştirmelerin yüzde 80’den fazlasının, AKP döneminde yapılmış olduğunu acıyla görüyoruz.

Son elde kalanlar ise, kurbanlık koyun gibi sıralarını bekliyor: Bugün itibariyle özelleştirme programında 21 kuruluş bulunuyor. Bu kuruluşların 10'unda kamu payı yüzde 50'nin üzerinde... Ayrıca 795 taşınmaz, 38 tesis, 2 liman, 8 otoyol, 2 boğaz köprüsü ile şans oyunları lisans hakkı var. Somut örnekler de vereyim: THY var… Milli Piyango, REYTEK Tütün Sanayi ve Ticaret AŞ'de bulunan yüzde 48 oranında kamu hissesi, enerji dağıtım şebekelerinin özelleştirilmesi var! TCDD’nin özelleştirilmesi çalışmaları da hızlandırıldı. Sonra Türk Şeker'e ait Kırşehir, Nevşehir, Ankara, Erzurum, Muş, Balıkesir ve Tokat'taki bazı taşınmazlar, kamuya ait sosyal tesisler var.
Velhasıl AKP iktidarı, hayırsız bir evlat gibi, ata mirasını, kime olursa olsun, satmaya, elden çıkarmaya doymuyor. Doğru dürüst ekonomik hesap yapmıyor, bugün ve yarın doğacak olumsuz etkileri düşünmüyor. İktidarı, kamu malını hesapsızca satmak üzerine kurulu!
‘***’
Temmuz 2013… Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Dicle Elektrik Dağıtım AŞ ve Dicle Elektrik Perakende Satış AŞ’nin devir teslim töreninde yaptığı konuşmada, özelleştirmelerin “fayda”larını sıralıyorhttp://cihandura.com/#_edn1: “Her şeyden önce yatırımın yükünü artık özel sektör çekecek. Dolayısıyla devletin geliri daha çok eğitime, sağlığa, altyapıya gidecek. Yani bir anlamda devletin finansman yükünü özel sektör üstlenmiş olacak. Ayrıca tüketici açısından çok faydaları var. Ben inanıyorum ki yapılacak bu yatırımlarla ve kayıp kaçağın da azaltılmasıyla bölgede hem sanayicimiz hem de hemşerilerimiz rahatlayacak. Hizmetin kalitesi artacak. Dolayısıyla tüketicimiz, milletimiz, devletimiz, sanayicimiz kazanacak. Bu nedenle dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesine bir reform olarak bakıyoruz.”
Oysa, özelleştirmeler asla toplumun, kamunun, Türk milletinin lehine bir politika ve uygulama değildir. Özelleştirme Batı’nın dayatmasıdır, emperyalizmin dayatmasıdır. İç bedhahların, aymazların işbirliği ile uygulamaya konulmuştur. Halkımızın 90 yıllık birikimi, bu yoldan, iç ve dış bedhahlarca paylaşılmıştır, paylaşılmaya da devam ediyor.
Gerçekte özelleştirmenin çok sayıda ve son derecede olumsuz etkileri vardır. Bunları önceki yazılarımda ortaya koydum, sık sık dönüşler yaptım, hatırlattım. Toplam 26 gözleme -özelleştirme vakasına- dayanarak belirlediğim bu zarar ve sakıncalar başlık olarak şunlardır[ii]:
-Arsa spekülasyonu. -Beşerî sermaye kaybı. -Borçların kamunun üzerine yıkılması. -Dış bağımlılığın artması. -Döviz kaybı. -Ekonomik yolsuzluk (hortumlama, soygun, rant yaratma, kayırma). -Gelir kaybı. -Görevi ihmal. -Görevi kötüye kullanma. -Haksız rekabete yol açma.-Halkı kandırma. -Halkın malının sermaye kesimine aktarılması. -Hukuk ihlali (usulsüzlük, usulsüz işlem, sözleşmeye uyulmaması). -İşsizliği artırma. -Kamu kaynaklarına zarar verme (halkın malını gasp, devlet malını çarçur etme). -Kamunun borç yükünü artırma. -Kamu kaynaklarını peşkeş çekme . -Kartel oluşturma. -Pahalılığa yol açma. -Sermaye stoku kaybı. -Taahhüdlere uymama. -Tarıma darbe (hayvancılığa darbe. Ulusal güvenliğin tehlikeye atılması). -Ulusal kaynakların ya da piyasanın yabancıların eline geçmesine sebep olma. -Üretim kaybı (üretimi durdurma). -Vergi kaybı. -Zarara yol açma.
‘***’
Araştırma sonuçlarına daha sonra kaleme aldığım yazılarımda başka gözlemlerimi, başka kanıtları ekledim. Son aylarda, savımı destekleyici pek çok yeni olay yer almaya devam etti medyada. Bunlardan bazılarını da bu yazımda sunuyorum.
1) Kârlı İşletmeler Üstüne Para Verilerek, Borçları Kamuya Yıkılarak Özelleştirildi: Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ (TEDAŞ) özelleştirilirken, bakın neler oldu: Satılan tesislerin devir işlemleri sırasında usule aykırı işlemler yapıldı. Hesap oyunları ve muhasebe manevralarıyla TEDAŞ 10 dağıtım şirketi; kasasında ve banka hesaplarında “unutulan” paralarla, alacakları ve banka hesapları ile, stoklarıyla birlikte satıldı, borçları ise TEDAŞ’a devredildi. Bu yolla devlet 3 milyar 892 milyon TL zarara uğratıldı.
“Peşkeşçi”ler sonunda uyanmış veya tepkilerden ürkmüş olmalı ki, ihale şartnamelerini alelacele değiştirdiler. Bundan sonraki özelleştirmelerde şirketlerin kasalarında bırakılan paralar TEDAŞ’ın borçlarına sayılacak. TBMM KİT Komisyonu, bugüne kadarki paraların özelleştirilen şirketleri alanlara kâr kalmaması için Başbakanlık Teftiş Kurulu’na başvurmuş[iii]. Bu satırları içi sızlayarak okuyan okurum, muhtemelen şöyle mırıldanacak: Özelleştirilecek ne kaldı ki… Bağdat harap olduktan sonra!
2) Taahhüdüne Uymayıp Özelleştirme Bedelini Ödemeyene Göz Yumuldu: Balıkesir’deki SEKA fabrikası Türkiye’nin en büyük kâğıt üretim tesisi iken, 2003 yılında 1,1 milyon dolar karşılığında Albayrak Grubu’na satıldı. Ne var ki SEKA fabrikasının özelleştirme parasının, aradan geçen 10 yılda ödenip ödenmediği hep tartışıldı. Gerçeği Maliye Bakanı’nın yaptığı bir açıklamadan öğreniyoruz: Albayraklar, borcun 794 bin dolarlık son büyük bölümünü tam 9 yıl sonra 2012’de yatırdı, hiçbir taksiti ödemedi. Mahkemece verilen özelleştirilmenin iptali kararı ise yapılan yasa değişikliği sayesinde uygulanmadı[iv]. Kıyağın boyutlarını görebiliyor musunuz?
3) İşçiler Kapının Önüne Kondu, Gayrimenkuller Hukuka Aykırı Olarak Satışa Çıkarıldı: -1995’de 75 bin kişinin çalıştığı Türk Telekom’da özelleştirmenin yapıldığı 2005 yılına kadar personel sayısı 52 bine indirildi. Özelleştirmenin ardından personel kaybı daha da hızlandı. 2012 sonu itibariyle çalışan sayısı sadece 24 bindir. Oysa özelleştirmeden önce Türk Telekom Yönetim Kurulu Başkanı “biz elimizde işten çıkarma planı ile gelmiyoruz. Hiç kimseyi işten çıkartacak değiliz” demişti.
-Türk Telekom Gaziantep’te ve diğer bazı illerde tasarrufunda bulunan gayrimenkulleri satıyor. Oysa, bu satışlar imtiyaz sözleşmesine aykırı. Çünkü Türk Telekom özelleştirmesi bir varlık satışı değildi, bir imtiyaz sözleşmesiyle gerçekleşmişti. Devir sözleşmesi ne arsaların üzerine bina inşa edilmesine, ne de arsaların satılmasına izin veriyordu[v].
4) Anayasa Mahkemesi AKP’nin hukuka aykırı özelleştirmelerini iptal etti: 8 Ekim 2013… Danıştay 13. Dairesi’nin, bazı özelleştirme uygulamalarını durduran kararlarının, Bakanlar Kurulu kararıyla “bypass” edilmesine ilişkin yasal düzenleme, Anayasa Mahkemesi’nce iptal edildi. Seydişehir Eti Alüminyum, Kuşadası Limanı, TÜPRAŞ, SEKA Balıkesir, Çeşme Limanı özelleştirilmesi işlemlerini iptal eden yargı kararlarını kaldıran Bakanlar Kurulu kararı boşa çıkmış oldu.
5) Ekonomimiz Özelleştirme Yoluyla İşgale Uğruyor: -Enerji ve maden işçileri Muğla’daki Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santralleri ile kömür ocaklarının özelleştirilmesini protesto ederek direnişe geçiyor. Direniş çadırı kuran işçilere, Maden-İş sendikası Yatağan Şube Başkanı Süleyman Girgin hitap ediyor[vi]: “Türk istiklal ve Cumhuriyet’ine kast eden düşmanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlıklarını özelleştirme yalanı ile ele geçirmektedir. Böylece Kurtuluş Savaşı’nda yapamadıklarını şimdi işbirlikçileri aracılığı ile yapmaktadırlar. Bu anlamda ülkemizde özelleştirme, silahsız bir işgale, ekonomik bir soykırıma dönüşmüştür. Özelleştirme kesinlikle halkımızın çıkarları için yapılmıyor. Batı’ya verilen taahhütler gereği, Batı istediği için yapılıyor.”
-Petrol-İş Sendikası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Jeofizik Mühendisleri Odası, Petrol Mühendisleri Odası ile Türkiye Petrol Jeologları Derneği TBMM’de görüşülmeye başlanan Türk Petrol Yasa Tasarısı’nı Meclis önünde protesto etti ve TPAO halkındır, özelleştirilemez”, “TPAO çokuluslu tekellerin insafına terk edilemez yazılı pankart açtı.
6) Diğerleri: -Daha önce Sami Ofer’in 3.5 milyar Euro’ya ihalesini aldığı Galataport bu kez, yalnızca birkaç dakika süren ihale sonunda 702 milyon dolara Doğuş Holding kazandı. Bu satış, basında “yerli peşkeş” olarak nitelendi. “İstanbulun en gözde mekânlarından olan bu yeri 702 milyon dolara satmak vatana ihanet midir, değil midir” diye soranlar oldu[vii].
-Özelleştirmeler maden işletmelerinde iş kazalarını artırdı. TMMOB’a bağlı Maden Mühendisleri Odası’na göre “kamu madenciliğinin küçültülmesi ile birlikte iş kazalarında artışlar yaşandı[viii].
‘***’
AKP iktidara geldiği 2002 sonlarından bugüne özelleştirmelere büyük bir hız vermiştir. Bu uygulama AKP iktidarının Türk milletine attığı en büyük kazıklardan biri olmuştur. Cumhuriyet’in 90 yıllık birikimi elden çıkarılmakla kalmamış, kayıp sadece trilyonlar değerindeki sabit sermeyenin el değiştirmesi olmamış, özelleştirmelerle gerek ekonomiye gerek topluma çok büyük zararlar verilmiştir. Yukarda somut örneklerin kanıtladığı gibi devlet, dolayısıyla halkımız birçok şekillerde soyulmuş, halk düşmanları zengin edilmiştir. Ekonomi çökertilmiş, dış bağımlılık artmıştır. Hak ve hukuk ayaklar altına alınmış, devlet düzeni bozulmuştur. Bütün bu zarar ve kayıpların hesabı yapılmadan özelleştirmelere devam edilmesi ise, ayrı bir trajedidir.

http://cihandura.com/#_ednref1 Milli Gazete, 26.7.2013.
[ii] Cihan Dura, “Özelleştirme Değil, Pandora’nın Kutusu”, http://cihandura.com/ekonomi-yazilari/184-oezelletrme-del-pandoranin-kutusu.html (4.10.2013).
[iii] TEDAŞ’la ilgili gözlemleri Fırat Kozok’un yazılarından derledim: Cumhuriyet, 5.5.2013, 7.5.2013, 17.7.2013.
[iv] http://telgrafhane.org/maliye-bakani-yandasa-kiyak-ozellestirmeyi-itiraf-etti/ (23.5.2013).
[v] Türk Telekom’la ilgili gözlemleri Aydınlık (24.5.2013, 2. 9. 2013) gazetesinden derledim.
[vi] Behiye Yaraşçı, “Yatağan’da Özelleştirmeye Karşı Direniş Çadırı Kuruldu”, Aydınlık, 18.9.2013.
[vii] Akın Aydın, Yeni Mesaj, 24.5.2013.
[viii] Aydınlık, 8.9.2013.


http://www.cihandura.com/ekonomi-yazilari/285-oezelletrmelern-tuerkyeye-vermed-zarar-yok.html
 
Üst