Dedikodu
Bilge, karşısında duran iki adamı ilgiyle süzerek, "Sorun nedir?" diye
sormuş. Adamlardan biri diğerine işaret ederek,"O, yaptığı dedikodularla
sadece benim şöhretimi mahvetmekle kalmadı, bu köydeki pek çok
insanın da canını yaktı!" demiş.
Öteki hemen atılmış: "Üzgünüm... Böyle olsun istememiştim.
Tüm söylediklerimi geri alıyorum."
"Yaa... bunun gerçekten her şeyi düzelteceğini mi sanıyorsun?" diye söze
katılmış bilge, "Yarın köy meydanına kuş tüyü yastığınla gel."
"Nasıl yani?..."
"Dediğimi yaparsan anlayacaksın."
Ertesi gün köy meydanında buluşmuşlar. Bilge, adamın eline bir makas
vermiş ve yastığı kesip içindeki tüyleri boşaltmasını söylemiş. Yastıktan
boşalan tüyler rüzgârla birlikte etrafa savrulunca, "Şimdi," demiş
bilge, "Bunların hepsini toplayıp bana getir."
Adam saşkınlıkla, "Ama bu mümkün değil!" diye cevap
vermiş. "Baksanıza, duvarların ardındaki bahçelere kadar savruldular.
Öyle geniş bir alana yayıldılar ki, bunların hepsini toplamak imkânsız..."
"Tıpkı başkalarının hakkında sarf ettiğin sözler gibi"demiş bilge, "Yaptığın
dedikoduların nerelere, ne kadar uzak mesafelere kadar gittiğini ve
nelere sebep olduğunu bilebilir misin, söylesene?..."
Üniversitedeki psikoloji hocamız ilginç bir egzersiz yaptırtmıştı bize.
Aramızdan seçtiği on kişiyi sıraya dizdikten sonra, sıranın başındaki
arkadaşımızın kulağına bir şeyler fısıldadı. O da dönüp bunları yanındakine
fısıldadı. Bu böylece tekrarlanıp bittiğinde, hocamız onuncu kişiye ne
duyduğunu sordu. Ortaya çıkan sonuç düşündürücüydü. Zira, sıranın
başındakine söylenen cümlelerle, sıranın sonundakinin ağzından dökülen
cümleler arasında dağlar kadar fark vardı...
Bilim adamlarına göre, taş devrindeki atalarımızdan miras kalan ve
sohbetlerimizin üçte ikisini kapsayan dedikodu yapma alışkanlığımızın çok
önemli fonksiyonları varmış. Dr. Jean-Noel Kapferer'in ifadesiyle, "Bir
toplumun arzularını, korkularını ve obsesyonlarını ortaya çıkaran"
dedikodu, genelde toplumun; özelde mensubu olduğumuz iş ve sosyal
çevrelerin kurallarını anlamamıza ve aktarmamıza, dolayısıyla da hangi
hareketlerimizin kabul görüp hangilerinin eleştiriyle karşılanacağını
öğrenmemize yarıyormuş. Yerimizi belirleyip aidiyet duygumuzu
pekiştiriyormuş. Ve duygularımızı ifade etmemizi kolaylaştırdığı için
psikolojik bir rahatlama sağlıyormuş.
Öte yandan, dedikodunun kalpleri kırıp ilişkileri mahvettiğini; insanların
şerefiyle oynayıp isimlerini lekelediğini, hatta toplumları bile ileri
gitmekten alıkoyabildiğini hepimiz biliyoruz. Öyleyse, çizgiyi nerede
çekmeliyiz? İnsan doğasının bir parçası olduğu bilimsel araştırmalarla
ispatlanan bu hareketi hangi ölçülere göre gemlemeliyiz?
"Genellikle dedikodu yapmak başkalarını suçlamak, bazen de onları taklit
etmek içindir" diyor Krishnamurti, "Bu; heyecan aramak için kendi dışına
çıkmayı isteyen fevkalade yüzeysel bir zihni gösterir... Gelecek sefere
dedikodu yapmaya kalkıştığınızda kendinizi yakalayın. Eğer
söylediklerinizin farkında olursanız, hakkınızda pek çok şey
keşfedeceksiniz. Başkalarına duyduğunuz merak duygusunu bahane
ederek bu hareketinizi örtbas etmeye çalışmayın."
Evet, üstadın dediği gibi neyi niçin söylediğimizi tahlil edebilirsek, bu bize
değer yargılarımız; öz sevgimiz ve güvenimiz hakkında önemli ipuçları
verecektir. Dedikodu yapmak bazen çok eğlenceli oluyorsa da, başkaları
hakkında söylediğimiz doğru-yanlış her sözün asla farkına
varamayacağımız boyutlara ulaşacağını unutmamalıyız. Kendimizi
rahatlatmak için başkalarının yaşamlarıyla oynamaya hakkımız var mı?
Vicdanınız bu soruya nasıl yanıt veriyor?...