Dil Araştırmaları Üzerine Bir Değerlendirme Denemesi

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Dil Araştırmaları Üzerine Bir Değerlendirme Denemesi

Dil araştırmalarının, Batı'da Aydınlanma sonrası dönemdeki madde/nesne
odaklı felsefi akımların da etkisiyle pozitivist bir zemine oturtulduğu
söylenebilir. Aguste Comte'un metafiziği araştırma alanının dışına
itmesiyle, ruh bilimi, toplum bilimi ve dil bilimi felsefenin gölgesinden de
sıyrılarak, seküler ve pozitivist bir görünüme kavuşur. Sigmund Freud, Emile
Durkheim ve Ferdinand de Saussure, bu üç alanın pozitivist öncüleri olurlar.
Bu üçlemenin arkasında, Descartes'ten Kant'a, Hegel'e, Nietzche'ye, Karl
Marks'a kadar kilisenin, sermayenin, burjuvanın ve diğer elitlerin kuyusunu
kazan filizoflar, Darwin gibi biyologlar yer almaktadır. 20. yüzyıl fizikte,
kimyada ve biyolojide yenilikler, devrimler ve ilklerle dolu bir yüzyıl
olur. Einstein, Newtonvari fizik anlayışını farklı bir boyuta taşır. Mantık
ve matematikte bilgisayar teknolojisinin de temelini hazırlayan çalışmalar
gerçekleşir. İki Dünya savaşı sonrası 1950'lerden itibaren bilim ve
teknoloji aynı kulvarda birbirini tetikleyerek hızlı bir gelişim gösterir.
Bilgisayar özellikle 1980'lerden sonra bireysel kullanıcılar arasında
yaygınlaşır.

Bu kısa tarihçeden de anlaşılacağı üzere, Thomas Kuhn'un deyişiyle bilimde
köklü paradigma değişimleri yaşanmasına rağmen aslında bugünün bilim
anlayışı, çoğunlukla tohumları yüz yüz elli yıl önce atılan bir felsefi
görüşün etkisinde atılımlarını sürdürmektedir. Tümüyle seküler ve
pozitivist, metafiziğe tamamen kapalı bir görünüm arzediyor. Dil araştırma
sonuçlarına baktığımızda bunun izlerini görmek mümkün:

Dilin kökeni, BBC ve National Geographic belgesellerinde, Scientific
American yayınlarında Darwinist bir bakışla ele alınıyor. Dört ayaklı bir
primat iken, ayağa kalkan homosapiens, beyinciğin üstündeki beynin hacim
olarak büyümesiyle serbest kalan ellerini kullanırken bu süreçte dile sahip
olmuştur. Jest ve mimik kuramı burada ön planda yer alıyor.
Harvard Üniversitesi' nden Steven Pinker bu evrimci görüşün bugün önde
gelenlerinden. Ona göre "dil organı, tıpkı göz gibi, önemli işlevleri yerine
getirmek için tasarlanan dil organın evrimsel uyum sonucunda ortaya
çıktmıştır."(1). Kimi araştırmacılar insanların ses çıkarmaları ile kuşların
ötmeleri arasında genetik bir ilişki olduğunu ileri sürüyor ve FoxP2 adlı
bir genin hem insanlarda, hem de kuşlarda sesletimi sağladığını düşünüyorlar
(2).

Bilişsel bilim araştırmacılarının özellikle zihin, beyin, düşünce, davranış
ve dil üzerindeki çalışmaları da seküler ve pozitivist bilim anlayışının
izlerini taşıyor. Bu araştırmacıların, İnsan yapımı bilgisayarlar ile insan
beyni arasında ilişkilendirmeler yapmaları kimi bilim insanları tarafınden
eleştirilmesine rağmen, onlar gelecekte insansı robotlar, robotsu insanlar
tasarlama yolunda emin adımlarla ilerlemeye devam ediyor. İnsan gibi
konuşan, anlayan, hatta duygusal tepkiler verebilen robot hayalleri
kuruyorlar. Bu konuda Honda şirketinin ASIMO adlı robotu örnek
gösterilebilir( 3). Tabii insanlar arası iletişimde de bilimsel ve teknolojik
yenilikler kendini gösteriyor. Bilgisayar ortamında bir dilden başka bir
dile çeviri yapan, uzun bir metnin özetini çıkaran programlar, yazım
denetimi programları, ses tanıma (4), çözümleme ve üretme, yazılı metni
sese, sesi yazıya çevirme, bütünce (corpus) programları bu uygulamalardan
bazıları.

Dilin kuralları yönelik incelemeler de, filolojik (betik bilimi) yöntemlerin
ötesinde bir seyir izlemekte. Dil kullanımları çoğu kez matematik ve mantık
önermeleriyle ifade ediliyor. Bu noktada Chomsky'nin "Bir dil, her biri
sonlu uzunlukta ve sonlu bir üyeler kümesinde oluşturulan (sonlu ya da
sonsuz) cümleler kümesidir. " dil tanımının öncül bir yeri olduğu
söylenebilir( 5). Ancak bu kullanım örneklerinin İngiliz dilinde yoğunlaşması
ayrı bir eleştiri konusu.
Anlam bilimi de bu mantıkçı yaklaşımdan nasibini alıyor. Katz ve Fodor'un
anlam yaklaşımı bunu yansıtıyor. Mantıkçı yaklaşımda Russell'ın,
Wittgenstein'ı n, Frege'in, Carnap'ın izlerini görmek mümkün. Ses bilgisi
incelemeleri, fizik ve tıptaki gelişmelerle birlikte düşünülebilir. Sesin
niteliği, beynin ses organlarıyla olan ilişkileri bu gelişmeler ışığında dil
biliminde önemli ilerlemelere yol açmıştır. Dil bozukluklarını n tedavisi,
kimi zaman psikolojik terapi süreçleriyle, kimi zaman da cerrahi
müdahelelerle sağlanabilmektedir.

Bilim görünür olanı (fenomenleri) inceleyerek görünmeyen (metafizik) alan
üzerine bilgi edinmemize bir basamak olur mu? Bu belki de ayrıca
tartışılması gereken bir nokta. Ancak bugünden bakıldığında görünen o ki,
dil bilimi; fizik, biyoloji ve kimya gibi pozitif bilimler ile mühendislik
ve tıp gibi uygulamalı bilimler arasında gidip gelen, her birinden katkı
alan, her birine katkıda bulunan bir bilim dalı haline gelmiştir.

Peki, Türkiye'de durum nasıl? Elbette övünülecek gelişmeler var, bilgisayar
uygumalarında yazım denetiminden, ses tanımaya, üretmeye ve çözümlemeye
kadar Türkçe desteği olan programlar mevcut. Dil bilimi alanında yurt
dışında araştırmalar yapıp Türkiye'de eğitim, öğretim ve araştırma
faaliyetleri yürüten bilim insanlarımız var. Yine de dil bilimi
araştırmalarının Dünya'daki seyrine göre, bizdeki çalışmaların hızı düşük
kalıyor. Çoğu kez filolojik (betik bilimi) çalışmaların gölgesinde bir seyir
izliyor. Bu, aslında herkesin malumu. Türk Dil Bilimi derneği adlı önerimin
de arkasında yatan sebep bu. Bu ülkede helva yapacak denli, yağ da, şeker
de, un da var...İnsan kaynaklarımız yeterli ama nedense bir araya
geldiğimizde ortaya bir ürün çıkarmada zorluklar yaşıyoruz. Bireysel
çabaların ötesine geçmiyor, atılımlarımız. Dil bilimi araştırmaları,
filolojik çalışmalardan farklı olarak çoğunlukla bir takımı oyununa ihtiyaç
duyuyor. Toplum olarak takım oyununa pek de uygun bir kültürel alt yapımız
yok. Zaman yönetimimiz zayıf. Ve tabii sizlerin de bildiği pekçok sebep
helva yapma yollarımızı tıkayıp duruyor.

Öğrenci profili açısında da durum pek farklı değil. Çoktan seçmeli
sınavlardan geçerek her sorunun yalnızca tek bir doğru cevabı olduğu
vehmiyle, farklı durumların farklı sonuçları, hatta aynı durumun birden
fazla sonucu ya da cevabı olabileceğini anlamakta güçlük çekiyorlar. Evrimci
bilim anlayışından dem vurduğumuzda, biz maymundan gelmedik, kutsal
kitabımız öyle yazıyor, din bunu emrediyor tepkileriyle karşılaşıyoruz.
Sonra takısız tamlama mı, sıfat tamlaması mı, isim mi ad mı, zamir mi adıl
mı gibi takıntılarımız var. Erginci misiniz, Tekinci misiniz, Gencancı
mısıniz, Banguoğlucu musunuz...hem hepsiyim, hem hiçbiriyim diyebilme
cesaretini gösterdiğinizde, öğrenci ille de şucu olun, kafamız karışıyor,
diye tutturuyor. Tabii suç öğrencide değil, onların öğretmenlerinde diyecek
olsam, o öğretmenleri de bizler yetiştiriyoruz... yumurta tavuk paradoksuna
düşüyoruz.
Öyleyse bu doğruları kim, nerede, ne zaman ve nasıl verecek; bilimsel
düşünmenin temelini atacak; sorgulayan, analitik düşünebilen, yorum yapan
öğrenciler yetiştirecek? Dil araştırmalarının geleceği bu sorunun cevabında
yatıyor olmalı.

Sözün özü acizane benim bütün paylaşımlarım; bu açmazları açma yolunda
çorbada tuzu olmak, yarınlara daha umutla bakmak adına...

Dr. Mustafa Altun

ALINTI : www.dilbilimi.net
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst