Dünden Bugüne

Hatice İntaç

Onursal Üye
Katılım
24 Mar 2008
Mesajlar
23
Tepkime puanı
0
Puanları
0
DÜNDEN BUGÜNE

Akşamın alaca rengi gecenin karanlığına yol alırken; radyonun klasik müzik kanalından yayılan eski bir şarkıyla düştüm geçmişin sisli yollarına. “Düş ben gibi böyle bir aşka sadakat ne imiş gör. Vuslat günü bekler iken firkat ne imiş gör” O günlerden bu günlere zaman mı geçti, biz mi geçtik,birlikte mi geçtik?. Nasıl geçtikse geçtik de ille ki anılarımızı da peşimizden sürükleyerek geçtik.Belki de ulaştığımız yerin ve zamanın hoşnutsuzluğudur anılarımızla avunmamızın müsebbibi.Kim bilir!.

Dünyada iklimler dahil, her şeyin değiştiği günlerdeyiz. Bu değişimde insan da en başta rolünü aldı. Esasen dünyayı değiştiren de insan değil midir? Doğanın değişmesi her ne kadar Tanrı’nın işiyse de –ki öyle bir kavram bile şüpheli- insanın bu değişimdeki rolü yadsınamayacak kadar büyük. Hor kullandığımız doğanın isyanı değil midir mesela yağmursuzluk, veya bir türlü gelmedi diye yakınırken aniden bastıran kış ve sel felaketlerine neden olan sağanak yağmur! Toprak ürün vermiyorsa eskisi gibi, bunun sebebi onu hor kullanmamız, bakımsızlık ve hep vermeden alma hırsımız değil midir? Kuşlar bile mevsimsiz göç yollarına düşmüşlerse yollarda telef olmayı av tacizlerine yeğ tutarak, bunun da suçlusu biziz. Tüm doğayı isyan ettirdik sonunda ve bunun sonuçlarına katlanmak da yine bize düştü. Hiç yakınmayalım yediğimiz her şey hormonlu; pazardan aldığımız domates, salatalık lezzetsiz diye. Hele kırlarda, bahçelerde artık kuş sesleri duyulmuyor diye hiç hayıflanmayalım. Çünkü her şey bizim eserimiz. Doğa gücendi, küstü, bizden illallah çekti.


Ya kendi aramızdaki ilişkilere ne oldu? Hani nerede o rafa kaldırdığımız komşuluklar, dostluklar? Yabancı mı geliyor artık kulağımıza bu kavramlar? O dereceye geldik mi sonunda? Tek tük kaldı artık yolda selamlaştığımız insanlar. Herkes bir yerlere koşuyor sanki , kimsenin kimseyi görecek hali yok.Nereye koşuyorlar o da mechul! Yardımlaşma yok, empati yok bir
“bana ne”ciliktir aldı başını gidiyor. Nostalji oldu artık bir akrabanın veya bir arkadaşın evinde karşılıklı oturup birer kahve içmek, sohbet etmek. Bu yüzden o zor günleri; savaş yıllarını bile özlüyoruz zaman zaman. Çünkü o zamanlarda dostluk, kardeşlik, ayni ideali paylaşma ve birlikte mücadele etme ruhu taşıyorduk.

Teknolojinin de bu bozulumdaki rolü büyük. Yararları her ne kadar sayılamayacak kadar çoksa, zararları da o kadar çok. Son otuz yılda başta ABD ve Avrupa’da olmak üzere yapılan araştırmalarda; elektromanyetik alanların çok sık etkisinde kalan insanlarda alzheimer , parkinson daha başka nörolojik hastalıkların normal yerlerde yaşayanlara göre arttığı; bir başka araştırmada (İsveç’te) cep telefonları ile yapılan iki dakikalık görüşmenin bile ciddi sorunlar yaratabileceği; kandaki zararlı toksinlerin ve proteinlerin beyine girmesini engelleyen savunma sistemini devre dışı bırakmaya yettiği; bunun da Alzheimer, Parkinson, multiple sclerosis gibi sinir sistemi hastalıkları oluşma riskini artırdığı ortaya konuldu. Bunları ve daha birçok olumsuzluklarını bilmek, teknolojinin hayatımıza sağladığı kolaylıklardan vazgeçip eskiye dönmek anlamına gelmese de onu bilinçli ve dozunda kullanmak gerekliliğini ikaz ediyor.


Bir zamanlar
“mektup” denilen bir haberleşme aracı vardı. Beklemek, ummak; sabır ve yaşama sevincini canlı tutan bir duyguydu mektup beklemek. Sevinirdik eskiden mektup dağıtan postacıları görünce. Şarkısı bile vardı, çocukların dilinden düşmeyen. Oysa şimdi nerdeyse ürküyoruz onlardan çünkü, sadece devlet dairelerinden, mahkemelerden gelen resmi evrakları dağıtıyor postacılar. Ya telefonlara ne demeli! Yolda, arabada, olmadık yerlerde aç cep telefonunu, istediğin kadar konuş. Bir dakikada işi bitir.Bir dakikada küs, barış, kavga et..Görüşmeye gerek yok ,telefonla her şey tamam.Aslında zararlı olan o değil bizleriz.Kolaya o kadar çabuk alışıyoruz ki neleri yitirdiğimizi anlayıp içimiz cızettiğinde geriye dönüş pek mümkün olmuyor. Sadece telefon olayı mı? Bilgisayar ve internet ondan da beter. Hele çocuklar ve gençler adeta bu olağanüstü mucizenin esiri. Karanlık odalarda oturup habire bir ekranla uğraşıyorlar. Gözleri bu yüzden erken bozuluyor. Sadece gözleri mi? Ayni pozisyonda oturmaktan vücut şekilleri dahi zamanla bozuluyor. Sağlıksız bir renk alıyor tenleri. Konuşma özürlü oluyorlar zamanla çünkü ekranda kısa cümlelerle çat” yapıyorlar. Hem de sözlüklerde hiç rastlanmayan, kendi icatları kelimelerle. Doğayla adeta küs gibiler. Neredeyse kuzunun keçinin ne olduğunu internetten öğrenecekler. Bu yüzden onlar için üzülüyorum. Koyun kuzu dedim de yıllar önceki bir olayı hatırladım. Olay da değil aslında. Komik bir anı! İstanbul’dayım. İyi görüştüğümüz bir komşumdayım. ilkokula giden kızları Fatma Nur okuldan yeni dönmüş, bir heyecanla annesinden kuzuyu yedirip yedirmediğini soruyor ve yedirmediğini öğrenince telaşla odasına koşuyor. Bunlar evde kuzu mu besliyorlar diye şaşırmış vaziyette tam sormaya hazırlanırken, Fatma Nur ağlayarak odadan fırlıyor ve yedirmediği için annesine sitem ederek kuzunun öldüğünü söylüyor. Telaşla kuzuya bakmaya koşarken annesi arkamdan gülerek sesleniyor kuzu muzu yok diye. Meğer sanal bir şeymiş o.Hala da tam neydi adı bilmiyorum. Küçücük sembol gibi bir şeydi hatırladığım kadarı ile.Oysa çık kırlara kuzunun hasını gör.. İşte; bunlardan mahrum oldukları; kendilerini bilgisayara, internete ve sanal şeylere mahkum ettikleri için üzülüyorum körpecik beyinlere ve çocuklara.

“Zaman sana uymasa sen zamana uy”
sözlerini bu bağlamda kabul etmek isyan ettiriyor beni; başka bir cümleye takılıyorum; “Herşeyin normali karar çoğu zarar” da karar kılıyor mantığım.
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Teşekkürler...Kaleminiz hiç susmasın....​

blume_wunderschoen1.gif
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst