Efsaneler

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Korfo Yılanı
Kıbrıs'ın pek çok bölgesinde yılanlarla ilgili hikâyeler anlatılır. Bu hikayelerden birini de Mehmetçikte (Galatya) tespit etlik. Korfo aslında bir bölgenin, bir meranın adı. O yılan orada görüldüğü için bu adla anılır.
Rivayete göre köylünün biri o bölgede hayvan otlatırken bir ıslık duymuş. Etrafa bakınırken yaklaşık bir metre boyunda kuyruğu kalın biten (gunduro) bir yılan görmüş. Ama bu yılan çok korkunç bir görünüşe sahipmiş. Çok yaşlı olduğu için bir inç kadar boynuzları ve boğumları arasında da tüyleri varmış. Onu gören adam korkudan hasta olmuş ve bir yıl iyinde ölmüş.
Kahvede rastlayıp sorduğumuz birkaç yaşlı, “yalandır öyle mahluk olamaz, belki de korkudan öyle böyük deler” diye izaha çalışmışlardır. Ancak yalnız Mehmetçik’te yaygın bir beddua cümlesi vardır ki gerçekten düşündürücüdür.
Kötülük yapanlara, başkasının canını yakanlara “Korfo yılanı yesin seni” diye beddua edilmesi uzak geçmişten gelen bir gerçeğin anısı olamaz mı?

Oğuz M. Yorgancıoğlu "Kıbrıs Türk Folkloru" (2000) Kitabı

Esirler Mağarası
Kıbrıs-Anadolu ilişkileri tarih boyunca hep var olmuştur. Bu eski çağlardan beri hep öyle olagelmiştir. 1914 -1918 Birinci Dünya Savaşı yıllarında da ayniyle devam etmiştir.
Süveyş Kanal Harekatı ile Çanakkale savaşlarında esir düşen Türk askerleri İngiliz Hükümetince Karaolos (bu günkü (Gülseren) kampına getirilmişlerdi. Onların kontrolü için de İngiliz askerlerinin yanında Doğuda isyana teşvik ettirilen Ermeniler de vardı. Anadaolu’daki yenilginin acısını, bu esirleri uçları kurşunlu kırbaçlarla döverek çıkarmaya çalışıyorlardı. Özellikle Atatürk'ün Trablus'a geçerken Mağusa Limanı’na uğrayacak gemide olduğu haberinin duyulması üzerine esirlerin galeyana gelip isyan edeceği korkusunu gündeme getirdi. Esirlere gözdağı vermek için güçlü kabul edilenler kırbaçtan geçirildi. Bunun üzerine 7-8 Türk esiri kaçıp dağlara sığındı. Bunların bir kısmı yakalandı. Üç tanesi ise Melunda köyü merasındaki ormana sığındı. Köyün bir kilometre kadar kuzey doğusunda yol kenarında, yoldan görünen ve fakat kuşku uyandırmayan bir oyuğa gizlendiler. Köylülerin bir kısmı bunları sakladı, yedirip içirdi. Ama bir buçuk yıl kadar sonra birilerinin ihbarı ile yakalandılar. Melundalı (bu günkü Mallıdağ) 80 yaşındaki Salih Bekçi olayı şöyle anlatıyor.
“Bubam çubanıdı. O merada davar güderdi. Bir gün Türk gaçakların bizim bölgeye geldikleri duyuldu. Zapdiyeler aradı bulamadı, gittiler. Soram, bir gün bu üç adamı gördü. Yeycek isdediller. O da götürdü. Haftada iki defa da gıyılmış tütün götürürdü. Ama saklandıkları yeri bilmezdi. Emniyet hasıl olunca galdıkları yeri gösterdiler. Üç gişiydiler Arif, Sabri, ve Musdafa. Bubamın adı da Musdafa’ydı deyi birbirlerini adaş deyi çığırıllardı. Sabri’nin adı o yıllarda doğan pek çok erkek çocuğa verilirdi. Arif ayağı yaralıkdı deyi toplardı da obir ikisinin yardımıyla yörürdü.”
-Peki kaldıkları mağrayı bilir misin? Bize gösterir misin?
-Neden göstermeyim? Uzakda da dağil. Yalnız aradan çok zaman geçdi. Derin bir mağara da değildi. Yıkıldı. Böyün yalınız bir oyuk galdı yerinde.. Salih dayı ile beraber köy yolundan araba ile zor da olsa ulaştık. Yolun solunda, yoldan 150 m. Kadar içerde bir oyuk gösterdi. Sarp bir yamaçta olan oyuğa zorlukla ulaşılır. Yakından bakınca birkaç yıl önce çökmüş mağranın görünüşü ile karşılaştık. Bir zamanlar üç cana koruma görevi yapan yer ömrünü doldurmuştu..

Oğuz M. Yorgancıoğlu "Kıbrıs Türk Folkloru" (2000) Kitabı

Dikilitaş ve Trulli Tepesi
Karpaz Bölgesinin önemli yerleşim birimlerinden biri de Mehmetçik (Galatya) köyüdür. Tarihi dönemlerden beri önemini ve fonksiyonunu hiç kaybetmemiştir. Bu sebeple gerek köy içinde, gerekse köy çevresinde pek çok mezar ve gömü bulunmuştur. Buna rağmen kazılamamış pekçok mezar vardır Bunların bir kısmı Kıbrıs'ta yaygın mezar yapım anlayışının dışındadır. Sekiz on metre yüksekliğinde ve yirmi-yirmibeş metre çapında yapay tepeler halindedirler.
Bu tepe mezarlardan biri de Mehmetçik gölünün kuzey doğusundaki Trulli Tepesi’dir. Bu tepe ile ilgili hikaye 1950’li yıllarda ortaya çıkmıştır. Ellerinde harita ile gelen birkaç İtalyan köye kadar ulaşırlar. Haritaya bakarak tepeyi de tespit ederler. Civarda rastladıkları bir köylüden tarlanın sahibini öğrenirler Ona ortaklık teklif ederler. Ancak henüz İngiliz dönemidir ve mezar kazmak şiddetle yasaktır. Tarla sahibi tepki gösterince İtalyanlar çekip giderler.
O günkü olayı yaşayanlardan biri İtalyanlardan sunu öğrenmiştir. Trulli adlı bu tepe, yığmadır. Yığmanın tam ortasında beş metre yüksekliğinde bir sütun (dikilitaş) vardır. Sütunun oturduğu kaide hükümdarın resmini taşır. Kaidenin tam altında da “yedi sekili" oyma basamaklı-merdivenli yolla ulaşılan iki oda vardır. Birinci odadan ikinciye geçen yol kapatılmıştır. Birinci odada Hükümdarın günlük eşyaları vardır. Ama ikinci oda Kıbrıs'ta gömülü üçüncü büyük hazinedir. İnanca göre en büyük gömü Afrodit Hazinesi, İkincisi Kurumanastır’daki Kıral Hazinesi, üçüncüsü de buradaki "altın araba, gümüş tekerlek" hazinesidir. İtalyanlara göre altın arabaya at koşuludur. Hükümdar arabada oturmaktadır. Ve bu arabanın tekerlekleri gümüştendir. Kendisi de bir mezar araştırmacısı olan ve adının açıklanmasını istemeyen anlatıcı,olayın gerisini şöyle tamamlıyor.
-Mezar kazmak, define aramak kanunen yasaktır. Ne İngiliz, ne Kıbrıs Cumhuriyeti dönemlerinde mezarı kasmak fırsatı bulamadım. 1963 olaylarından sonra Rum polisi Türk köylerine gelemez oldu. Bu yıllar içinde bölgeyi iyice inceledim. Elle kazılacak bir mezar değildi. Tarla sahibinden izin aldım. Hesapta o koca yığından beş-altı kamyon toprak alıp avlumu düzeltecektim. Bir buldozer sahibi ile anlaştım. Tümseği gayet dikkatli kazdı. Bahsedilen sutunu ve kaideyi bulduk. Kaide yüz okka kadar ağırdı ve üzerinde bir insan başı (portre) vardı. Buldozerci emeğine karşılık kaideyi aldı. Sonradan dediğine göre o kaideyi 75 K.L. sına satmış.
-Ancak ertesi gün tarla sahibi gelip durumu gördü. Yere devrilmiş sutunu görünce durumu anladı ve tarlaya girişimizi yasakladı. Kendi bulduğu başka bir buldozerci ve kardeşi ile kazmaya kalkıştı ve polise yakalandı. Sutun bu kazı esnasında kırılıp parçalandı. Polisin emriyle tüm tümsek dağıtılıp tarla dümdüz edildi. Nişanlar-izler kayboldu. O zamandan sonra da kimse orayı kazmaya cesaret edemedi. Trulli tepesi düz tarla oldu. O servet da olduğu yerde kaldı. Hala orada yatmaya devam ediyor.

Oğuz M. Yorgancıoğlu "Kıbrıs Türk Folkloru" (2000) Kitabı

Değirmiçam
Çınarlı (Bladan) köyünün bir diğer sembolü de Değirmiçam'dır. Köyün bir bucuk kilometre kadar kuzey batısındaki bu ağaç, doğa harikası bir çam ağacıdır. Son yıllarda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sınırları içindeki anıt ağaçlar listesine alınmıştır. Devletçe koruma altına alınıp çevresi demir parmaklıklarla örülmüştür. Ağacın çevresindeki parmaklıkta verilen bilgiye göre üç yüz yaşındadır. Ama yaş tespitini yapan Dr.Winney’e göre dört yüz yaşından daha yaşlıdır.
Adı, Türkçe konmuş ender ağaçlardandır. Geniş bir araziyi kaplamaktadır. Diğer çam ağaçları gibi yukarıya değil, enine büyümektedir. Güney doğu yönündeki ana dalı artık yükü çekemediği için eğilip toprağa değmiş, köylü değişi ile “deve gibi yere dizlemiştir”. Çevresi yuvarlak olduğu ve bir daireyi andırdığı için “Değirmiçam” adı verilmiştir.
1969 da yaptığım tesbitte, İngiliz İdaresi döneminde İngiliz askerlerinin Değirmicam’ı ziyaret ettikleri, kendilerince ibadette bulundukları ve ayrılırken de çamın dibine bozuk para attıklarını saptamıştım. Tabii bırakılan paralar köylülerce toplanıyordu. İngilizce bilen yaşlı bir köylü, niçin böyle davrandıklarını sorunca İngiliz askeri şu cevabı vermiş;
-Bu ağacın farklı olduğunu görmüyor musunuz? Bu ağacın kökü diğerlerinden farklı. Daha düz ve daha kalın. Kendi de yükseğe değil enine büyüyor. Öbürlerinden daha canlı ve daha yeşil. O halde bu ağaç kutsaldır. Askerin bu açıklaması kafalardaki bilgileri pekiştirmiş.
Çünkü o güne kadar, ne zaman başladığı belli olmayan bir uygulama varmış Değirmiçam 'da hala da sürüyor bu uygulama. Dalları kumaş parçalan ile dolu. Değirmiçama dilek ağacı olarak tapılıyor. Bir dileği olanlar Değirmiçam'a koşuyor. Yüzünü ağacın kalın gövdesine doğru dönüp üç kez Fatiha suresini okuyor. Sonra yüzünü meshediyor. Sonra dilekte bulunuyor. Sonra dileği unutulmasın diye ağacın dalına kumaş şeriti bağlıyor. Bir şeyi unutmasın diye parmağına iplik bağlanan insanlar gibi. Bu şeritler genellikle yerden yetişilebilecek dallara bağlanmış. Ama bununla yetinmeyenler de var. En üst dala (beş metre yüksekteki buruna) tırmanıp bağlayanlar da var. Belli ki dilekleri çok önemli, ille gerçekleşmesi isteniyor.
Ayni uygulama ilacı Bektaş-ı Veli ziyaretgahında tesbit edilmiştir. Orada bez şeritler meyveli bir dut ağacının dallarına bağlanır. İzleri şamanizme dayanan, doğaya tapma olayının Kıbrıs'taki devamı olarak kabul edilebilir.
1940’lı yıllarda yayılan bir rivayete göre bazı köylüler Değirmiçam’ın dallarında saçlarından asılı kesik bir kadın başı görmüşler. Korkularından köye koşup başkalarım da çağırmışlar. Ama beraber geldiklerinde birşey bulamamışlar.
Sayın Hüseyin Çınarlılıya göre adak adama alışkanlığı yaşlılara göre hep olagelmiş, nenelerinden hep öyle duymuşlar.

Oğuz M. Yorgancıoğlu "Kıbrıs Türk Folkloru" (2000) Kitabı


İncirli (Çınarlı) Mağara
Çınarlı (Bladan) köyünün bir önemli simgesi de "İncirli Mağara” dır. Bu mağara, Çınarlı köyünün kuzey doğusunda ve köye iki kilometre kadar mesafededir. Büyük bir kalker tepesinin tabanına yakın bir yerdedir. Mağaranın giriş yerinde kendiliğinden bitmiş bir incir ağacı vardır. Bu sebeple adı "İncirli Mağara" diye konmuştur.
Mağaranın giriş kapısı demir bir kafesle kapatılmış, kilitlenmiştir. Oraya küçük bir de jeneratör konmuştur. Gereği halinde çalıştırılıp içerisi aydınlatılmakta ve mağaranın içinin görülmesine imkan vermekledir. Anahtar köy muhtarındadır ve cüzi bir ücret karşılığı girilebilmektedir.
Bilgisine başvurulan köy sakini Hüseyin Çınarlılı’ya göre mağaranın geçmişi çok eskidir. Atalarımız da onu öyle bilmişler bize öyle aktarmışlardır diyor. Doğal bir mağra olan İncirli Mağara'nın giriş kapısı oldukça diktir. Ancak birkaç metre sonra bir adamın rahatça durabileceği yüksek ve geniş odalara ulaşılır. Bazan daralıp bazan genişleyerek bir kilometre kadar uzar. Ancak birkaç yüz metre kadar bir mesafesi ışıklandırılmıştır. Geçtiğimiz yıllarda biriki yerde çökmeler olmuş, ancak kayalar kenara çekilerek geçiş yolu açılmıştır.
Dört-beş yıl öncesine kadar, mağaranın tavanından çeşme gibi sular akardı. Bu da mağaranın içinde serinlik yaratıyordu. Kuraklık yüzünden sular çok azaldı, yalnız birkaç yerden damlar hale geldi.
Köyden mağaraya kadar olan yol, hem virajlı hem topraktır. Buna rağmen yabancı turistler mağaraya ilgi göstermektedirler. Eğer yol asfaltlanır ve uygun düzenlemeler yapılırsa köy için bir gelir kaynağı, ülke için de bir turistik tesis olabilir.

Oğuz M. Yorgancıoğlu "Kıbrıs Türk Folkloru" (2000) Kitabı

Tilki ile İlgili Rivayet
Kufez köyünde şöyle bir anlatım var. İşine gitmek için erken kalkan bir köylü sabah ezanı okunurken köyün kuzey kesimin deki "Salahor" mevkiine uzanmış. Adam küçük bir tepe üzerinde bir tilki görmüş. Tilki iki arka ayağı üzerinde oturmuş iki ön ayağını kaldırmış yüzünü de ezanın geldiği yöne doğru çevirmiş ezanı dinliyormuş.
Hergün, sabah ezanı esnasında işine giden adam, ayni sahneye çok kez tanık olmuş. Ezan bitince tilki dönüp ormana gidermiş.
O gün bugündür Kufez köyünde tilkiye "Peygamberin Köpeği" gözü ile bakılıyor ve “Eğer öğle olmasaydı, ezan okunurken selam vermezdi ' deniyor.

Oğuz M. Yorgancıoğlu "Kıbrıs Türk Folkloru" (2000) Kitabı
 
Üst