Efsaneler

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Değirmenlik Köyünün Suyu (Gümüş Tas Efsanesi)

Derler ki Değirmenlik köyünün suyu Anadoldan (Anadolu) gelir. Yazın kar gibi soğuk kışın ılıktır. Bir zamanlar Anadolu'lu bir değirmenci kimine göre gezmeğe, Yeniceköylü Veli Dayı'ya göre ise değirmen taşı satmağa gelmiş. Yolu Değirmenlik'e ve o zamanın en meşhur değirmencisine düşmüş. Bakmış bir tahta tekne. Bir daha bakmış, dönüp dikkatlice bir daha. Değirmenci meraklanmış ve;

-Hayrola demiş , neye tekneye bakıp duruyon ?
-Benimdir bu tekne demiş öteki, ondan bakıyorum.
Beriki daha da meraklanmış, üstelik hayret etmiş.
-Yani senin mi demiş? Nerden nere senin oluyor? On beş senedir tekne orada duruyor?
-Ya senin mi? demiş öteki. Nerede kimde yaptırdın? Üstelik 15 senedir dedin, ben da onu kaybedeli tam 15 sene oluyor.
Yerli değirmenci artık kızmış; Be adam demiş, misafirsin diye yakınlık gösterdik, malımıza da sahip çıkacan?
-Yok demiş adam, hemen gızma. Bu tekne benimdir, inanmazsan ters çevir da bak. Tam ortada bir tappa var. Dikkat ettiysen teknenin altı oyuktur ve içinde da bu gadar altın vardır. Öteki tekneyi çevirince tappayı hayretle görmüş. Söküp altınları çıkarmışlar gerçekten o kadar. Yabancı altınları almış, öteki de baka kalmış. Tekneyi de alıp gidecek diye içini bir korku sarmış. Ama yabancı birkaç altın verdikten sonra;
-Tekne da yadigâr kalsın. Bizim yamak su arkının yanına bırakmışdı. Nasıl oldu da bunda bulundu ? Demek su yol yapmış buraya geliyor. Bak sen şu işe, kimsenin kısmetini kimse yeyemez, demiş ve çıkıp gitmiş.


Oğuz M. Yorgancıoğlu "Kıbrıs Türk Folkloru" (2000) Kitabı
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Akarsu Köyündeki Mağara

Akarsu Köyündeki Mağara

Bu hikâyeye dayanarak 1952 yılında köylülerden biri kazı yapmış, toprak seviyesinden bir metre kadar derinde bina temelleri, 3 metre derinde de kumtaşı kayaları üzerine oyulmuş düzgün mağralar bulmuştur. 1955'de yapılan başka bir kazıda ayni dolaylarda kıymetli birkaç altın eşya bulunmuştur.

Akarsu, Baf Kasabası'nın yedi mil kadar kuzey doğusunda bir karma köydür. Akarsu Köyünün girişinde Şinya (Meşe) Tepesi diye aniden yükselen bir tepe ve tepenin zirvesine yakın bir yerde bir insanın girmesini mümkün kılacak bir delik vardır. Ama delikten girer girmez bir köy halkını rahatlıkla barındırabilecek odalar ve dehlizler görülür. Yalnız bilinmez bir odası varmış bu çok odaların arasında. Anlatılanlara göre eskiden, denizden gelen korsanlar köyü basar, ele geçirebildikleri köylülerin eşyalarını alır, sonra da yaktıkları büyük bir ateşte kendilerini kızartıp afiyetle yerlermiş. Köy idaresi bakmış ki olacak gibi değil, bu mağrayı kazdırmış. Deniz kıyısını görebilecek bu tepeye bir de nöbetçi koydurmuş. Tehlikeyi görünce işaret verecek, köylü de mağaraya sığınacak. Böylece kurtulacakmış. Nitekim öyle de olmuş. Yabancılar kimseyi bulamayınca çekip girmişler, birda da gelmemişler. Böylece köy bu güne kadar yaşayabilmiş. Gizli odaya gelince; Orada canlı bir balık varmış. Kim onu elde ederse ölümsüzlüğe kavuşurmuş.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Anadolu Sahilinden Yüzüp Gelen Camızlar

Anadolu Sahilinden Yüzüp Gelen Camızlar

Eski ismiyle Gemikonağı, bugün Ksero köyünde bir çiftçi darı (mısır) ekermiş her yıl. Fakat her yılan tam olgunlaşma zamanı bilinmez hayvanlar tarafından yenir, yalnız sapları kalırmış. Adam da inek sahibi komşulardan şüphelenir onlarla kavga edermiş. Ama gerek adamın gerekse komşuların hayret ettiği şey basamakların denizden çıkması ve tekrar denizde kaybolmasıymış. Bir yıl adam gece oturup beklemeye başlamış. Gece yarısına doğru denizden gelen derin nefes almalar işitmiş. Bakmışki öküze benzer uzun boynuzlu hayvanlar. Fakat çokluk olmalarından kormuş. Hemen mahalleyi ayağa kaldırmış. Onlar da gelince bir tanesini yakalayıp boynuzlarına bir dabella asmışlar. Üstüne da "Bu hayvannara sahibolun, bir daha gelmesinner, yoksa hepsini yakalayıp bağlayacayık" diye. O günden sonra bir daha gelmemişler.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yedi Yılda Bir Açılan Mağara

Yedi Yılda Bir Açılan Mağara

Gizli hazineler bulmak, her devirde herkesin arzuladığı bir durum olmuştur. Çünkü kolayca zengin olacak, refaha kavuşacaktır. Bu sebeple köylerde devamlı kazı yapanlar, gizli hazine arayanlar vardır. Tabii bulanlar olduğu gibi bulamayanlar da çoktur. Ama Lemba köyünde yarı hayal, yarı gerçek bir hîkaye anlatılır.

Zengin ama içkici bir Türk, komşu köye gidip içmiş. Gece geç vakit köye dönerken yolu üstündeki kıraçta parıltılar görmüş. Yaklaşınca bir de ne görsün? Bir sürü ev eşyası. Tümü altından, pırıl pırıl.. Gözüne bir ekmek peneveti kestirmiş, sırtına vurduğu gibi gitmek islemiş. Ama mağara aniden kapanmış. Adam oturup beklemiş ağlamış, ama nafile. Aradan tam yedi sene geçmiş, ve yine ayni saatlerde mağara açılmış. Adam çıkmış, kurtulmuş. Çoluk çocuğuna kavuşmuş.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Beş Parmak Dağı İle İlgili Rivayet

Beş Parmak Dağı İle İlgili Rivayet

Rivayet ederler ki bir zamanlar Kıbrıs’ta güzeller güzeli bir kız varmış. Buna aşık iki de genç. Gençlerin biri her yönü ile iyi, dürüst,cesur, yakışıklı. Diğeri de tam aksi kötü kalbli kalleş. Kendine özgü güçlü yanları varmış. Ama kızı kim alacak? Konuşup anlaşmışlar ve bir bataklık kenarında dövüş yapmaya karar vermişler. Kararlaştırdıkları gün gelip çatmış, dövüş başlamış. Fakat kılıç kullanmakta ikisi de usta. Bir ara kötü huylu aşık iyi huylu olanı yaralamış. İyi huylusu yaralı arslanın yaptığı gibi daha da yırtıcı olmuş. Kendini yaralayanı bataklığın ortasına doğru sürmüş ve onu orada haklamış. Ama kendi de kan kaybettiği için mecalsiz düşmüş. Bataklık onuda içine çekmeğe başlamış. Başı gömüldüğü halde kılıcı tutan kolu hala havada imiş. Sonra kılıç elinden düşmüş. Bileğine kadar gömülünce taş kesilmiş ve ayni anda bataklık yükselip dağ olmuş. En üstte açılmış bir sağ elin sıralı beş parmağı açık seçik görülüyormuş. Güzellik için, sevgi için yapılan bu dövüş dünya durdukça unutulmasın diye.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Tumba Du Skuru (Tomb of Skuros)

Tumba Du Skuru (Tomb of Skuros)

1973 yılı ortalarında Barış gücü ne bağlı Kanadalı askerler Güzelyurt (Omorfo) nun Güney batısında bir höyük keşfettiler. Kazı yaptılar. Ortaya küp biçiminde bir "toplu mezar" çıktı. Oyuk şeklindeki mezarın yanlarında sıralı küçük gözler kazıImış ve içlerine cesetler konmuştur. Kazı esnasında bulunan iskeletlerin çocuk iskeleti olduğu görülmüştür.

Bu toplu mezar için söyle bir efsane anlatılır.

Arap ülkelerinden gelmiş çok iri yarı dev (esli bir arap varmış. Evi, bulunan mezarmış. Bu adam bu bölgeye yerleştikten sonra çevrede devamlı çocuklar kaybolmaktaymış. Durum fark edildiği zaman halk galeyana gelmiş. Onu öldürmek istemişler. Ama devi bir türlü bulamamışlar.

NOT: Bu efsane bazı yönlerden "Dev Taşı" Efsanesini hatırlatır. İlişkili de olabilir. Çünkü ayni bölgededir.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Abi Deresindeki Çift Başlı Yılan

Abi Deresindeki Çift Başlı Yılan

Baf kazasına bağlı Lemba köyü ile Akarsu köyü arasında yolun ikinci milinde Abi Deresi üzerinde iki kemeri taş bir köprü, kemerlerin birinde de çift başlı bir yılan resmi vardır.

Anlatılanlara göre aşağı yukarı 200 yıl kadar önce köprü inşa edileceğinde, yapıldığı yer çok sık ağaç ve bitkilerle kaplıymış. Çünkü Abi Deresi yaz kış akıyormuş. Bu, üç değirmenlik kadar bir su imiş. Ağaçları kesmeğe çalışan işçiler bir ıslık sesi duymuşlar. Ardından bir daha, sağa sola bakınmışlar kimse yok. Gene işe koyulmuşlar. Gene aynı ıslıklar içlerinden biri ses tanımış.

- Bu yılan ıslığıdır, demiş, dikkatli olun!

Herkes dikkat kesilmiş korkuyla etrafı gözlemiş araştırmışlar. Ama gene de görememişler. Ustabaşı;

- Yılansa nerede demiş, gösterin,

Islığı tanıyan işçi,

- Yılandır usta demiş, hem de çift. İridirler de heralde. Çünkü çok keskin ıslık çalıyorlar.
- Peki ama nerede? Gösterin demiş ustabaşı.
- Göremiyorum ama bu ağaçların içinde demiş işçi.
- Her taraf ağaç, demiş ustabaşı, her taraf ağaç. Derenin en sığ yeri burası. Köprüyü ancak buraya yapabiliriz. Bir çare gösterde rahat çalışalım.
- Burayı ateşleyerek? Demiş işçi
- Delimisin demiş ustabaşı., yangın olur sonra, nasıl söndürürüz_
- O halde başka çare? Evet başka çare.

Onlar böyle konuşup dururken beş-altı metre uzaklarında dalların kımıldadığını fark etmişler. Ve ayni ıslıkların tekrarı. İrkilip gerilemişler diğer işçiler toplanmış. Ellerinde kazma kürekler. Hep ayni meşenin dalı sallanıyormuş. Bağlı bir heyecanın çektiği hissini veren bir sallanış. Cesaretlenen birkaç kişi yaklaşmışlar birde ne görsünler. İki buçuk üç metre boyunda yılan. Vücudun ön tarafında otuz kırk santim uzunluğundaki uçlarda iki müthiş baş yeri ağaca takılmış geçemiyor. Hepsi birden vura vura öldürmüşler. Köprü tamamlanınca da boyuna ve kalınlığına uyan yılan resmini kemerin birine çimentolu harç ile yapmışlar.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bendaşino Yılanı

Bendaşino Yılanı

Bir zamannar bir ilan varıdı. Bu ilan beş başlıydı. O bölgede yaşayan herkese zararı tokanacak gadar böyüdü. Ejderha oldu. Elinden ne uçan gurultulurdu ne gaçan. Çünkü gözlerinde büyü gibi bir guvvet varıdı. Avcıların attığı gurşunnarın bile yolunu değişdirirdi. Bütün köylüler birleştikleri halde ona bir şey yapamamışlar. En sonunda düşünüp daşınmışlar ne yapabilirler deye. Ve şu garara varmışlar. Beş dane tulum bulacaklar. Bu tulumlara şarap dolduracaklar. Tulumları da öyle yan yana goyacaklar ki beş baş da ayni anda içebilsin. İçip Sarhoş olunca da onu öldürsünner. Öyle da yapmışlar. Etrafda su olamyan bir yere tulumları yerleştirmişler. Günün sıcak bir satında avlanıp garnını doyurdukdan sonra susamış. Yakınlardaki şarap kokusunu alınca da oraya yönelmiş. Günün sıcak bir satında avlanıp garnını doyurdukdan sonra suamış. Yakınlardaki şarap kokusunu alınca da oraya yönelmiş. Beş tuluma birden her biri daldırıp içmeye başlamış. Kana kana hepsini içince ne yaptığını bilmez olmuş. O mıknatıs gücü da etkisini kaybetmiş. Bunun üzerine bir çuban tüfeğini alıp üzerine yönelmiş. Her atışta bir başını vuruyormuş. Yılan can acısıyla geleni görmüş, avcı ona son ateşi açarken o da avcıyı sokmuş. İkisi da son nefeslerini vermişler. Halk böylece bir beladan gurtulmuş. Yılanın yaşadığı dereye, bu olayı ebediyen hatırlansın diye Bendaşino deresi denmiş. Etrafına zarar verenlere, doyumsuz insannara da "yılandır beş başlı" sıfatını yakıştırmışlar. O gün bugündür bu tiplere "beş başlı yılan" denir olmuş.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Fırın (Dorum) Taşı

Fırın (Dorum) Taşı

Kufes köyünden Artemi (Arıdamı) giden yolun ikinci milinde, yol kenarında biri büyük biri küçük iki kaya var. Bu kayaların tepeleri ile altıları geniş, ortaları inceltilmiştir. Bu kayalar için şöyle bir efsane anlatılır.

Vaktiyle Artemili bir deveci varmış. Sırada gitmediği için (dorumuna) devesine çok kötü davranırmış, onu dövermiş. Deve bunları unutmaz içine atarmış. Öyle bir an gelmiş ki deveyi "Deve kini" tutmuş. Sahibine karşılık vermiş. Korkuya kapılan deveci kurtulmak için yüksek bir kayaya çıkmış. Deve salyalar saçarak kayaya tos vurmaya başlamış. Deveci bakmış ki kurtuluş yok, çareyi hemen yanı başındaki daha yüksek kayaya çıkmakla bulmuş. Ama deve günlerce oradan ayrılmamış. Deveci parlak düğmeli yeşil kebesini çıkarıp dorumun üstüne atmış. Deve onu çiğnerken kaçmağa başlamış. Deve durumu farkedince peşine düşmüş. Köy girişinde adamı yakalamış. Ayaklarının altına almış.
Dorumun kişnemesinden bütün köy halkı gelmiş. Ama adamın ancak ölüsünü alabilmişler.

NOT: 1977’de yol inşaatı için yapılan çalışmalardan sonra yağan yağmur sularının toprakları sürüklemekle yol kenarında kilden oyulmuş biri kırık, biri sağlam iki deve ayağı bulunmuştur.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Dev Taşı

Dev Taşı

Söylentilere göre bundan senelerce önce Kıbrıs'ta bir dev yaşarmış. Bu dev etrafa dehşet saçıyor, önüne çıkan herşeyi yakıp yıkıyor ve insanları da yiyormuş. İnsanlar bu mahluktan korktuktan ve ondan korunmak istedikleri için yapmadıkları kalmamış.. Evlerini yıktığından sığınaklar yapmışlar. Fakat devin bastığı yerler çöktüğü için bunlardan da faydalanamamışlar. En nihayet kendilerini kadere bırakmışlar. Tanrılarına dua ederek yaşantılarına devam ediyorlarmış.

Zaman böyle geçe dursun, dev karnını insanlarla doyuruyormuş. Bir gün bu dev Solya yakınlarında bulunan Aybifan köyüne gelmiş. Orada loğusa bir anne ile yeni doğurduğu yavrusunu kaçırmaya başlamış. Bu olayı uzaktan seyreden o devrin peygamberi Tanrıya dua etmeye başlamış.”Ey Allahım bu zavallıların ne günahı var? Onları kurtaracak kudrete yalnız sen sahipsin. Bu koca yaratığa öyle bir şey yap ki olduğu yerde kalsın. Bir daha etrafına zararı tokunmasın” demiş. Bu sözlerden sonra etraf aydınlanmış gökyüzü açılmış ve göz kamaştırıcı bir ışık devin üzerine gelmiş. Işıktan kaçmağa çalışan devin fesi uçup bir kaya üzerine oturmuş, elleri gevşiyerek anne ile yavru kurtulmuş ve devin yüzü fesine baka baka taş olmuş.

Bu taş hala daha Aybifan denen bu köyde durup açıkça görülüyormuş.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Mart Dokuzu

Mart Dokuzu

Anlatılanlara göre Larnaka kazasına bağlı Alaminyo köyünün beyi yılda bir kez oda her Mart ayının dokuzunda şölen tertip eder, halkını tıka basa doyururmuş. Çünkü geldikleri ülkede adetleri böyleymiş. Bey olmuş ama şölen günü unutulmamış. Alaminyo (Boğaziçi) ve civardaki Türk köylerinde her Martın dokuzunda "iki elleri kanda olsa'' her işi bırakır, ailece kıra yıkar, yeyip içerler. Halen kuzeye geçip Boğaziçine yerleşenler ayni alışkanlığı devam ettiriyorlar. Bu güne de "Mart dokuzu" diyorlar.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Tilki ile İlgili Rivayet

Tilki ile İlgili Rivayet

Kufez köyünde şöyle bir anlatım var. İşine gitmek için erken kalkan bir köylü sabah ezanı okunurken köyün kuzey kesimin deki "Salahor" mevkiine uzanmış. Adam küçük bir tepe üzerinde bir tilki görmüş. Tilki iki arka ayağı üzerinde oturmuş iki ön ayağını kaldırmış yüzünü de ezanın geldiği yöne doğru çevirmiş ezanı dinliyormuş.

Hergün, sabah ezanı esnasında işine giden adam, ayni sahneye çok kez tanık olmuş. Ezan bitince tilki dönüp ormana gidermiş.

O gün bugündür Kufez köyünde tilkiye "Peygamberin Köpeği" gözü ile bakılıyor ve “Eğer öğle olmasaydı, ezan okunurken selam vermezdi ' deniyor.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Gavur Daşı

Gavur Daşı

Baf ile Limasol ana yolu üzerinde, eski Baf-Kukla köyü yakınındaki deniz kenarından ana karadan kopmuş, birincisi büyük, ikincisi daha küçük iki kaya parçası vardır. Bunların adı Rumcada “Betra du Romyu”, Türkçede de “Gavur Daşı” olarak bilinir. Mitolojiye göre burası, denize köpüklerinden güzellik tanrıçası “AFRODİT” in doğduğu yerdir. Ancak halk arasında başka söylenişi de vardır. Türklerin adayı fethi sırasında Baf idaresi teslim olduğu halde, iki rum teslim olmamış ve kılıçları ile dövüşmeğe bu kayaların üzerinde devam etmişler. Tabii sonunda da ölmüşler. O gün bugündür, buraya “Gavur Daşı” denilir olmuştur.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Çan (Gambana) Tepesi

Çan (Gambana) Tepesi

Beşparmak Sıra Dağları, Kıbrıs’ın ortasından Zafer (Ayandreya) Burnu’na doğru giderek azalan bir yükselti ile uzanır. Bu sıradağların, Büyükkonuk ile Yedikonuk bölümünde kule gibi iki sivri tepe vardır. Aralarında yaklaşık bir kilo-metrelik bir mesafe bulunur. Karşılıklı olan tarafları dikeye yakın bir özellik gösterir. Ancak Büyükkonuk tarafındaki tepenin üzerinde çok iri bir kaya ile, bu kayanın üzerine oturduğu daha küçük iki kaya bulunur. Bu kayaların arası oyuktur.

Rüzgar kuzeyden estiği zaman hava dağ yamacı boyunca yükselir ve bu oyukların içinden geçer. Geçerken de kesik kesik sesler çıkarır. Bu ses karşı tepenin düz yüzeyine çarpıp geri döner.
-dan.!.dan. !dan..!diye yankılanır. Öyle duyulur. Bu sebeple bu tepe “Çan tepesi" diye bilinir.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İncirli (Çınarlı) Mağara

İncirli (Çınarlı) Mağara

Çınarlı (Bladan) köyünün bir önemli simgesi de "İncirli Mağara” dır. Bu mağara, Çınarlı köyünün kuzey doğusunda ve köye iki kilometre kadar mesafededir. Büyük bir kalker tepesinin tabanına yakın bir yerdedir. Mağaranın giriş yerinde kendiliğinden bitmiş bir incir ağacı vardır. Bu sebeple adı "İncirli Mağara" diye konmuştur.

Mağaranın giriş kapısı demir bir kafesle kapatılmış, kilitlenmiştir. Oraya küçük bir de jeneratör konmuştur. Gereği halinde çalıştırılıp içerisi aydınlatılmakta ve mağaranın içinin görülmesine imkan vermekledir. Anahtar köy muhtarındadır ve cüzi bir ücret karşılığı girilebilmektedir.

Bilgisine başvurulan köy sakini Hüseyin Çınarlılı’ya göre mağaranın geçmişi çok eskidir. Atalarımız da onu öyle bilmişler bize öyle aktarmışlardır diyor. Doğal bir mağra olan İncirli Mağara'nın giriş kapısı oldukça diktir. Ancak birkaç metre sonra bir adamın rahatça durabileceği yüksek ve geniş odalara ulaşılır. Bazan daralıp bazan genişleyerek bir kilometre kadar uzar. Ancak birkaç yüz metre kadar bir mesafesi ışıklandırılmıştır. Geçtiğimiz yıllarda biriki yerde çökmeler olmuş, ancak kayalar kenara çekilerek geçiş yolu açılmıştır.

Dört-beş yıl öncesine kadar, mağaranın tavanından çeşme gibi sular akardı. Bu da mağaranın içinde serinlik yaratıyordu. Kuraklık yüzünden sular çok azaldı, yalnız birkaç yerden damlar hale geldi.

Köyden mağaraya kadar olan yol, hem virajlı hem topraktır. Buna rağmen yabancı turistler mağaraya ilgi göstermektedirler. Eğer yol asfaltlanır ve uygun düzenlemeler yapılırsa köy için bir gelir kaynağı, ülke için de bir turistik tesis olabilir.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Değirmiçam

Değirmiçam

Çınarlı (Bladan) köyünün bir diğer sembolü de Değirmiçam'dır. Köyün bir bucuk kilometre kadar kuzey batısındaki bu ağaç, doğa harikası bir çam ağacıdır. Son yıllarda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sınırları içindeki anıt ağaçlar listesine alınmıştır. Devletçe koruma altına alınıp çevresi demir parmaklıklarla örülmüştür. Ağacın çevresindeki parmaklıkta verilen bilgiye göre üç yüz yaşındadır. Ama yaş tespitini yapan Dr.Winney’e göre dört yüz yaşından daha yaşlıdır.

Adı, Türkçe konmuş ender ağaçlardandır. Geniş bir araziyi kaplamaktadır. Diğer çam ağaçları gibi yukarıya değil, enine büyümektedir. Güney doğu yönündeki ana dalı artık yükü çekemediği için eğilip toprağa değmiş, köylü değişi ile “deve gibi yere dizlemiştir”. Çevresi yuvarlak olduğu ve bir daireyi andırdığı için “Değirmiçam” adı verilmiştir.

1969 da yaptığım tesbitte, İngiliz İdaresi döneminde İngiliz askerlerinin Değirmicam’ı ziyaret ettikleri, kendilerince ibadette bulundukları ve ayrılırken de çamın dibine bozuk para attıklarını saptamıştım. Tabii bırakılan paralar köylülerce toplanıyordu. İngilizce bilen yaşlı bir köylü, niçin böyle davrandıklarını sorunca İngiliz askeri şu cevabı vermiş;
-Bu ağacın farklı olduğunu görmüyor musunuz? Bu ağacın kökü diğerlerinden farklı. Daha düz ve daha kalın. Kendi de yükseğe değil enine büyüyor. Öbürlerinden daha canlı ve daha yeşil. O halde bu ağaç kutsaldır. Askerin bu açıklaması kafalardaki bilgileri pekiştirmiş.

Çünkü o güne kadar, ne zaman başladığı belli olmayan bir uygulama varmış Değirmiçam 'da hala da sürüyor bu uygulama. Dalları kumaş parçalan ile dolu. Değirmiçama dilek ağacı olarak tapılıyor. Bir dileği olanlar Değirmiçam'a koşuyor. Yüzünü ağacın kalın gövdesine doğru dönüp üç kez Fatiha suresini okuyor. Sonra yüzünü meshediyor. Sonra dilekte bulunuyor. Sonra dileği unutulmasın diye ağacın dalına kumaş şeriti bağlıyor. Bir şeyi unutmasın diye parmağına iplik bağlanan insanlar gibi. Bu şeritler genellikle yerden yetişilebilecek dallara bağlanmış. Ama bununla yetinmeyenler de var. En üst dala (beş metre yüksekteki buruna) tırmanıp bağlayanlar da var. Belli ki dilekleri çok önemli, ille gerçekleşmesi isteniyor.

Ayni uygulama ilacı Bektaş-ı Veli ziyaretgahında tesbit edilmiştir. Orada bez şeritler meyveli bir dut ağacının dallarına bağlanır. İzleri şamanizme dayanan, doğaya tapma olayının Kıbrıs'taki devamı olarak kabul edilebilir.

1940’lı yıllarda yayılan bir rivayete göre bazı köylüler Değirmiçam’ın dallarında saçlarından asılı kesik bir kadın başı görmüşler. Korkularından köye koşup başkalarım da çağırmışlar. Ama beraber geldiklerinde birşey bulamamışlar.

Sayın Hüseyin Çınarlılıya göre adak adama alışkanlığı yaşlılara göre hep olagelmiş, nenelerinden hep öyle duymuşlar.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Dikilitaş ve Trulli Tepesi

Dikilitaş ve Trulli Tepesi

Karpaz Bölgesinin önemli yerleşim birimlerinden biri de Mehmetçik (Galatya) köyüdür. Tarihi dönemlerden beri önemini ve fonksiyonunu hiç kaybetmemiştir. Bu sebeple gerek köy içinde, gerekse köy çevresinde pek çok mezar ve gömü bulunmuştur. Buna rağmen kazılamamış pekçok mezar vardır Bunların bir kısmı Kıbrıs'ta yaygın mezar yapım anlayışının dışındadır. Sekiz on metre yüksekliğinde ve yirmi-yirmibeş metre çapında yapay tepeler halindedirler.

Bu tepe mezarlardan biri de Mehmetçik gölünün kuzey doğusundaki Trulli Tepesi’dir. Bu tepe ile ilgili hikaye 1950’li yıllarda ortaya çıkmıştır. Ellerinde harita ile gelen birkaç İtalyan köye kadar ulaşırlar. Haritaya bakarak tepeyi de tespit ederler. Civarda rastladıkları bir köylüden tarlanın sahibini öğrenirler Ona ortaklık teklif ederler. Ancak henüz İngiliz dönemidir ve mezar kazmak şiddetle yasaktır. Tarla sahibi tepki gösterince İtalyanlar çekip giderler.

O günkü olayı yaşayanlardan biri İtalyanlardan sunu öğrenmiştir. Trulli adlı bu tepe, yığmadır. Yığmanın tam ortasında beş metre yüksekliğinde bir sütun (dikilitaş) vardır. Sütunun oturduğu kaide hükümdarın resmini taşır. Kaidenin tam altında da “yedi sekili" oyma basamaklı-merdivenli yolla ulaşılan iki oda vardır. Birinci odadan ikinciye geçen yol kapatılmıştır. Birinci odada Hükümdarın günlük eşyaları vardır. Ama ikinci oda Kıbrıs'ta gömülü üçüncü büyük hazinedir. İnanca göre en büyük gömü Afrodit Hazinesi, İkincisi Kurumanastır’daki Kıral Hazinesi, üçüncüsü de buradaki "altın araba, gümüş tekerlek" hazinesidir. İtalyanlara göre altın arabaya at koşuludur. Hükümdar arabada oturmaktadır. Ve bu arabanın tekerlekleri gümüştendir. Kendisi de bir mezar araştırmacısı olan ve adının açıklanmasını istemeyen anlatıcı,olayın gerisini şöyle tamamlıyor.

-Mezar kazmak, define aramak kanunen yasaktır. Ne İngiliz, ne Kıbrıs Cumhuriyeti dönemlerinde mezarı kasmak fırsatı bulamadım. 1963 olaylarından sonra Rum polisi Türk köylerine gelemez oldu. Bu yıllar içinde bölgeyi iyice inceledim. Elle kazılacak bir mezar değildi. Tarla sahibinden izin aldım. Hesapta o koca yığından beş-altı kamyon toprak alıp avlumu düzeltecektim. Bir buldozer sahibi ile anlaştım. Tümseği gayet dikkatli kazdı. Bahsedilen sutunu ve kaideyi bulduk. Kaide yüz okka kadar ağırdı ve üzerinde bir insan başı (portre) vardı. Buldozerci emeğine karşılık kaideyi aldı. Sonradan dediğine göre o kaideyi 75 K.L. sına satmış.

-Ancak ertesi gün tarla sahibi gelip durumu gördü. Yere devrilmiş sutunu görünce durumu anladı ve tarlaya girişimizi yasakladı. Kendi bulduğu başka bir buldozerci ve kardeşi ile kazmaya kalkıştı ve polise yakalandı. Sutun bu kazı esnasında kırılıp parçalandı. Polisin emriyle tüm tümsek dağıtılıp tarla dümdüz edildi. Nişanlar-izler kayboldu. O zamandan sonra da kimse orayı kazmaya cesaret edemedi. Trulli tepesi düz tarla oldu. O servet da olduğu yerde kaldı. Hala orada yatmaya devam ediyor.
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Esirler Mağarası

Esirler Mağarası

Kıbrıs-Anadolu ilişkileri tarih boyunca hep var olmuştur. Bu eski çağlardan beri hep öyle olagelmiştir. 1914 -1918 Birinci Dünya Savaşı yıllarında da ayniyle devam etmiştir.

Süveyş Kanal Harekatı ile Çanakkale savaşlarında esir düşen Türk askerleri İngiliz Hükümetince Karaolos (bu günkü (Gülseren) kampına getirilmişlerdi. Onların kontrolü için de İngiliz askerlerinin yanında Doğuda isyana teşvik ettirilen Ermeniler de vardı. Anadaolu’daki yenilginin acısını, bu esirleri uçları kurşunlu kırbaçlarla döverek çıkarmaya çalışıyorlardı. Özellikle Atatürk'ün Trablus'a geçerken Mağusa Limanı’na uğrayacak gemide olduğu haberinin duyulması üzerine esirlerin galeyana gelip isyan edeceği korkusunu gündeme getirdi. Esirlere gözdağı vermek için güçlü kabul edilenler kırbaçtan geçirildi. Bunun üzerine 7-8 Türk esiri kaçıp dağlara sığındı. Bunların bir kısmı yakalandı. Üç tanesi ise Melunda köyü merasındaki ormana sığındı. Köyün bir kilometre kadar kuzey doğusunda yol kenarında, yoldan görünen ve fakat kuşku uyandırmayan bir oyuğa gizlendiler. Köylülerin bir kısmı bunları sakladı, yedirip içirdi. Ama bir buçuk yıl kadar sonra birilerinin ihbarı ile yakalandılar. Melundalı (bu günkü Mallıdağ) 80 yaşındaki Salih Bekçi olayı şöyle anlatıyor.

“Bubam çubanıdı. O merada davar güderdi. Bir gün Türk gaçakların bizim bölgeye geldikleri duyuldu. Zapdiyeler aradı bulamadı, gittiler. Soram, bir gün bu üç adamı gördü. Yeycek isdediller. O da götürdü. Haftada iki defa da gıyılmış tütün götürürdü. Ama saklandıkları yeri bilmezdi. Emniyet hasıl olunca galdıkları yeri gösterdiler. Üç gişiydiler Arif, Sabri, ve Musdafa. Bubamın adı da Musdafa’ydı deyi birbirlerini adaş deyi çığırıllardı. Sabri’nin adı o yıllarda doğan pek çok erkek çocuğa verilirdi. Arif ayağı yaralıkdı deyi toplardı da obir ikisinin yardımıyla yörürdü.”

-Peki kaldıkları mağrayı bilir misin? Bize gösterir misin?

-Neden göstermeyim? Uzakda da dağil. Yalnız aradan çok zaman geçdi. Derin bir mağara da değildi. Yıkıldı. Böyün yalınız bir oyuk galdı yerinde.. Salih dayı ile beraber köy yolundan araba ile zor da olsa ulaştık. Yolun solunda, yoldan 150 m. Kadar içerde bir oyuk gösterdi. Sarp bir yamaçta olan oyuğa zorlukla ulaşılır. Yakından bakınca birkaç yıl önce çökmüş mağranın görünüşü ile karşılaştık. Bir zamanlar üç cana koruma görevi yapan yer ömrünü doldurmuştu..
 

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Korfo Yılanı

Korfo Yılanı

Kıbrıs'ın pek çok bölgesinde yılanlarla ilgili hikâyeler anlatılır. Bu hikayelerden birini de Mehmetçikte (Galatya) tespit etlik. Korfo aslında bir bölgenin, bir meranın adı. O yılan orada görüldüğü için bu adla anılır.

Rivayete göre köylünün biri o bölgede hayvan otlatırken bir ıslık duymuş. Etrafa bakınırken yaklaşık bir metre boyunda kuyruğu kalın biten (gunduro) bir yılan görmüş. Ama bu yılan çok korkunç bir görünüşe sahipmiş. Çok yaşlı olduğu için bir inç kadar boynuzları ve boğumları arasında da tüyleri varmış. Onu gören adam korkudan hasta olmuş ve bir yıl iyinde ölmüş.

Kahvede rastlayıp sorduğumuz birkaç yaşlı, “yalandır öyle mahluk olamaz, belki de korkudan öyle böyük deler” diye izaha çalışmışlardır. Ancak yalnız Mehmetçik’te yaygın bir beddua cümlesi vardır ki gerçekten düşündürücüdür.

Kötülük yapanlara, başkasının canını yakanlara “Korfo yılanı yesin seni” diye beddua edilmesi uzak geçmişten gelen bir gerçeğin anısı olamaz mı?
 

Dr.Yalnızefe

Dost Üyeler
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,339
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Gerçekten çok güzel bir derleme...
Eline sağlık...
 
Üst