Erken Seçim Çığırtkanlarına !

Makbule ÖTÜKEN

Onursal Üye
Katılım
24 Kas 2008
Mesajlar
532
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ERKEN SEÇİM ÇIĞIRTKANLARINA !

Bir kere seçim; maskaralık yapmak değildir. Bir ülkede her gün “hadi erken seçime gidelim” demekle, erken seçim olmaz.

Erken seçimin hem kendine özgü koşulları vardır, hem de ülkeyi gereksiz yere istikrarsızlaştıran bir söylem biçimidir.

Olacak şey değil, nedense bizim ülkemizde, hep böyle yapılır. Seçimin hemen arkasından ‘erken seçim’ talepleri başlar. Mevcut hükümetin halk iradesini temsil etmediği iddiası pişirilip, pişirilip halkın önüne konur.

Peki; Hükümet eden siyasi parti halk iradesini temsil etmiyorsa, muhalefet partileri halkın iradesini temsil eder mi? Bunun dayanağı nedir?

Temsili demokrasilerin kendine göre kuralları ve işleyiş biçimleri vardır. Bu kural ve mekanizmalar da anayasa ve yasalarla belirlenir.

O nedenle, yeni bir seçim yapılıp sonuçlar ortaya çıkıncaya kadar sadece iktidar değil, muhalefet de belli oranlarda halkın iradesini temsil etmeye devam eder.

Neymiş efendim; iktidar partisi, iktidara gelirken seçim sürecinde başka şeyler söylemiş de, iktidar koltuğuna oturunca başka şeyler yapmış. Halka verdiği sözleri tutmamış.

CTP; iktidara gelirken halka verdiği sözleri tuttuğunu iddia edebilir mi?

Aslında mantık olarak doğru! Her şeyi dört dörtlük olan oturmuş ülkelerde, siyasi partilerin seçim meydanlarında söyledikleri, halka verilen bir nevi teminattır.

Bir İngiliz siyaset uzmanı; Ortadoğu ülkelerindeki siyasi anlayışlarla ilgili şu saptamalarda bulunmuştu. “Orta Doğu ülkelerindeki siyaset adamları, seçim meydanlarında yaptıkları vaatleri, köprüyü geçtikten sonra, köprünün gerisinde bırakırlar.” Yani bu yaklaşım, Arab’ın “mafiş kurban” anlamına da gelebilir.

Ancak son zamanlarda özellikle AB ülkelerinde yaşanan ekonomik krizde de görüldüğü gibi; kriz yaşayan ülkelerdeki iktidarların seçim öncesinde yaptıkları vaatlerle, iktidar koltuklarında krize karşı almak zorunda kaldıkları acıtıcı önlemlerin bir birine tezat teşkil ettiği de akıldan çıkarılmamalıdır.

İktidarlar halka verdikleri sözleri tutmak kadar, ülkenin sosyo-ekonomik koşullarının gerektirdiği önlemleri de almakla mükelleftirler.

Demek ki artık, siyasal literatürden popülizm kavramını söküp atmak gerekir.

Siyasi partiler halktan destek ve yetki talebinde bulunurken, hem gerçekçi olmalı hem de ortaya koydukları program ve projelerin ekonomik maliyeti sağlam temelleri oturtulmalı.

“İktidara gelirsek, şunu yapacağız, bunu yapacağız” diyerek bol keseden atmak kolay. Zor olan neyi, hangi kaynaklara dayanarak ya da yaratacağınız kaynakların nerelerden temin edileceğini ortaya koyabilmektir.

Artık, ulaştığımız inişli çıkışlı bir global süreçte, alabildiğine rekabetin oluşturduğu ekonomik piyasalarda ve bir ülkede yaşanan ekonomik krizin tüm ülkeleri etkilemekte olduğu bir dünyada, hiçbir siyasi iktidarın ne kadar gerçekçi olursa olsun, uzun vadeli programlarını uygulayabileceğinin hiçbir teminatı da yoktur.

Nerede kaldı ki; ülkemiz hala haksız ambargolarla boğuşurken, bütçemizin önemli bir kısmının Türkiye’nin yardım ve karşılıksız kredilerinden oluştuğu gerçeğini de unutmamamız lazım.

“Kendi kendimizi yönetmek istiyoruz. Kendi ekonomik programlarımızı kendimiz yapalım” demek kolay. Aslında doğrusu da bu! Ancak yönetmek de, ekonomik programlar da gelip gelip kaynağa ve paraya dayanan uygulamalardır.

Eğer bir yerlerden kaynak sağlayarak kamu hizmetlerini ve diğer hizmetleri yürütüyorsanız, kaynak aldığınız ülke veya finansal kurumla, kendi programlarınızı uyumlaştırmanız gerekir. Zaten yıllardır yapılan da bundan ibarettir. Yapılan mali protokoller bir müzakere sürecinden geçilerek karara bağlanır.

Ha; “Türkiye parayı versin, biz istediğimizi yapalım, gelen kaynakları istediğimiz şekilde harcayalım” deniyorsa ve “kendi kendimizi yönetmekten” murat edilen de buysa, o başka mesele!

Aslında bana kalırsa; iktidardan önce; böyle bir denetim mekanizmasını muhalefetin istemesi gerek!

Hem her sıkıştıkça, Anavatanın kapısını çalacaksınız; hem de “Türkiye neden işlerimize karışıyor” diyerek bağırıp çağıracaksanız, böyle bir örneği hiçbir ülkede bulamazsınız.

“Çözüm ve AB” diyerek yanıp tutuşuyoruz ne var ki; burada ekonomik krize giren, Yunanistan, İtalya, Portekiz, Macaristan, İspanya hatta Güney Kıbrıs; İMF; AB Merkez Bankası ve benzer kuruluşlardan aldığı krediler karşılığında bu kurumların önlerine koydukları ekonomik program ve önlemleri alma taahhüdü altına girerler.

Ancak; krizdeki söz konusu hiçbir ülkede siyasi partiler; “AB bizi yok ediyor, işimize karışıyor, İMF bizi batırıyor” şeklinde çığırtkanlık yapmazlar. Tam tersi; iktidarın aldığı acıtıcı önlemlere ve reçetelere destek verirler.

Uzağa gitmeyelim. Güney Kıbrıs’ta muhalefet partileri; hükümetin aldığı önlemlere öncülük ettiler. Sendikalarsa; göstermelik eylemlerin ötesine geçmediler. Neden çünkü işler daha kötüye giderse AB’nin destek programına bağlanma tehlikeleri var. Güneyde herkes bunun bilincinde ve bu bilinçle davranışlar sergiliyorlar!

Peki ya bizde?

Bizdeki ‘evlere şenlik’ siyasi manzarayı ve ‘erken seçim’ tam tamlarını da yarına irdeleyelim, isterseniz!
 
Üst