Filistin Dosyası (Dosya No:3)

Levent Akıncı

Onursal Üye
Katılım
12 Eyl 2008
Mesajlar
49
Tepkime puanı
0
Puanları
0
FİLİSTİN DOSYASI (Dosya No:3)

Tarihi Bakış

M.Ö 12.yy.da Girit adasından çıkan Filisti’lerin yeni bir yurt edinmek maksadına dayanan ve Akdeniz deki gemilerle yaptıkları göçleri; Kenan ülkesinin şimdiki Gazze, Hayfa, Tel-Aviv ve Kudüs bölgelerini yurt edinmeleri ve zamanla bölgedeki Arap kavimlerinin dilini kabul edip Araplaşmaları ile son bulur. Antik Yunan dilinde Filistilerin adına bu yerleşim bölgesi bundan böyle Filistin adı ile anılmaya başlar. Bölgedeki Şeria nehri ve su kaynaklarının bol oluşu bu yeni Akdenizli kavmin bölgeye yerleşiminde etkili olsa da gelecekteki kötü talihini değiştirmeye yetmeyecektir. Tarihi açıklamamızın içeriği Filistinlilerin Arap olmadıklarına dayanmaktadır geçmiş yıllardaki ve günümüzdeki Arap ülkelerinin Filistin sorununa yaklaşımı bu tezimizi de kanıtlar niteliktedir. Arap ülkeleri Filistin politikalarını sanki Filistinlilerin Arap olmadıklarını gizliden biliyormuşçasına belirlemektedirler.

Filistinlilerin Şansı

Filistinlilerin yerleşim için seçtikleri bölge eski Kenan bölgesidir ve İsrail oğullarının Arz-ı mevut kabul ettikleri bölgeyi kapsamaktadır. Dünya hâkimiyetine oynamış İngiliz ve Amerikan yönetimlerini yıllardır yönlendiren Yahudilerin bu toprakları antik çağlarda bölgeye gelen yabancılara peşkeş çekmeleri elbette beklenemezdi ve sonuç olarak bu şekilde gerçekleşmiştir. Filistinlilerin yer seçimi Yahudi yerleşim bölgeleri yerine Suriye, Mısır veya Türkiye sınırları içerisinde yer alsaydı Ortadoğu haritasını çizenler İslam dünyasını bölmek, kendilerine bu bölgede üs ve yandaş sağlamak maksadı ile bu misafirlere yer bulmakla birlikte adını da Filistin koymaktan çekinmeyeceklerdi. Filistinlilerin asırlar öncesi yaptıkları yer seçimi ile yaptıkları bu hataya daha sonra İslam’ı seçmeleri ile ikincil bir hata da eklenince gelecekte -bir mucize olmadığı takdirde- bu kötü talihi değiştirecek bir unsur görülmemektedir.

İngilizlerin ve ABD’nin Filistin Politikaları

Birinci Dünya savaşından sonra Çizilen Ortadoğu haritasında gerçeklikten çok Batılı çıkarlarının ağırlığı rol oynamıştır. Arap toplumunun birbirlerine karşı iki yüzlülükleri, ihanetleri ve çıkarları da bugünkü sorunların kaynağını oluşturmaktadır. Batılı emperyalist zihniyet bunu çok iyi değerlendirmiş, çıkarları için gerekli olan böl ve hükmet düşüncesini cetvel ile sınırlar çizerek gerçekleştirmiştir. İslam’ın ulvi düşün sisteminde yer almayan emirlikler, şeyhlikler, krallıklar, sultanlıklar bu günkü Ortadoğu coğrafyasında sadece kendi çıkarlarını düşünen Arap düşünce yapısının sınırları ile gerçekleştirilmişlerdir. Bu gün bir Arap ülkesinin adındaki emirlik, krallık, sultanlık sıfatlarının kimlere, nasıl hizmet ettiğini bilmeyenimiz yoktur. Aramco denilen petrol şirketi Arap-Amerikan company(şirketi) kelimelerinden türetildiğine göre ilişki ağı Filistin ve Filistinlilerin çok ötesindedir. Buradan hareketle Ürdün Krallığının haritadaki coğrafyası ile tarihinden verilecek örnekler, çıkar peşinde koşanların hedeflerini açıklayacaktır.

Filistin sorunu için açıklanacak birçok konuda bu harita başvuru kaynağınız olacağı için önemlidir. Birinci dünya savaşı sonunda Osmanlı hâkimiyetinden çıkan Ürdün 1920 yılında İngiliz mandası altına girdi. Osmanlıya ihanetleriyle ünlü Şerif Hüseyin’e vaat edilen topraklar-bu topraklar arasında Arabistan ve Filistin de vardır- yerine Akdeniz’e çıkışı olmayan Ürdün bırakılmış, Filistin verilmemiş, Ürdün’deki Arap çoğunluğun içinde %25 oranında Filistinli azınlık bırakılmıştır. İngiliz manda idaresinin Ürdün’e refah ve mutluluk vereceğini sananlar ileride sorunlara sahip ülkeleri ile baş başa kalacaklardır. İngiliz politikaları bu yönüyle ibret vericidir. İngilizlerin Lawrens kanalı ile Şerif Hüseyin gibi hainlere akıttığı altınların iç yüzünü anlamak için kâhin olmaya gerek yoktur.
Filistin topraklarının İsrail’e bırakılması Arz-ı Mevut’un(Vaat edilmiş Topraklar)gerçekleştirilmesi için gerekliydi. Dünyanın dört bir tarafına dağılmış Yahudilerin Filistin topraklarına toplanması 19. ve 20. Asır başlarında İngiltere’yi idare eden Yahudilerin planıydı şimdi ABD’ni idare eden Yahudilerin planı oldu. Batılılar kendi din kardeşine ve velinimetine (Osmanlı) ihanet edenlerin bir gün kendilerine de ihanet edeceklerini bilmeyecek kadar saf değildirler. Bu nedenle vaat edilenlere ihtiyatla yaklaşmak yerinde bir davranış olacaktır ama Arap Şerif Hüseyinlerin akıl sağlıkları bu konuda yetersizdir. Sonuçta bu gün Filistin bir hap gibi yutulacak parçalar halinde, bitkin, verimsiz, savunmasızdır. Kendi Arap soydaşlarının dahi ihanetlerini sineye çekerek Batı Şeria’dan(West Bank) ve deniz kıyısındaki Gazze’den oluşan Filistin (haritaya bakınız) İsrail ile baş başa bırakılmıştır. Ortadoğu da sayısız çıkar ve işbirlikleri olan ABD, İngiltere ve kısmen Fransa’nın Birleşmiş Milletlerde veto yetkisi olduğu sürece Filistinliler lehine bir şeyler yapılması saf dillilik olur.
Ortadoğu’daki politika ABD’nin nüfusunun %3 ünü temsil eden Yahudilerin kontrolündeki CFR’nin politikaları olduğu gerçeğinden bakarsak sürekli dengesizlik konumu (Halkları baskı altında tutacak yapay krizler yaratmak) Filistin Bölgesinin kalıcı sorunu haline getirilmiştir. Düzelmeyen bu sorun nedeni ile Filistin halkı baskı altındadır, kendi kaderini tayin edemeyecek kadar yorgun ve yıpranmış halde kalmıştır.
Orta doğu’nun bir devlet eli ile kontrol edilmesini herhangi bir Arap devleti ile yapmayacak kadar akıllı olmayı ancak Yahudi şirketlerin kontrolündeki ABD başarabilmiştir. Ortadoğu’nun güçlü bir Yahudi devleti ile kontrol edilmesi için Yahudi İsrail devletinin seçilmesi bir rastlantı değildir. Çözüm için umutların belirdiği bir ortamda meşrulaşmış Filistin Kurtuluş Örgütü gibi bir terör örgütünün yanına yeni bir Hamas terör örgütünün katılması çok anlamlıdır çünkü başlangıçta İsrail ve ABD Hamas’ı desteklemişlerdir. Tek elden FKÖ aracılığı ile yönlendirilebilecek milli bir kurtuluş hareketi yeniden çift başlı, kavgalı, bilinmeyen geleceğe yöneltilmiştir. İşte sürekli dengesizlik konumu, Hamas aracılığı ile İslam dünyasının kendisi tarafından ama bilinmeyen el ve yöntemlerle Filistin’e ayrı bir sorun olarak ortaya çıkarılmıştır. Hamas’ı terörist ilan eden ABD/AB yardımlarını direkt FKÖ’ne vermeye başlayınca bu siyaset Filistin’deki yeni kamplaşmaların tetikleyicisi olmuştur.

Arap Ülkelerinin Filistin Politikaları

Sovyet imparatorluğunun parçalanmasına kadar iki başlı olan evrensel politika güdümü altında tam altı kez İsrail ile savaşan Arap ittifakı, her savaşın sonunda İsrail’in topraklarını daha fazla büyüttüğünün gerçeği ile karşı karşıya kalmıştır. Aslında bu Sovyet duvarının yakın bir zamanda yıkılacağının göstergesiydi sonunda da böyle neticelendi.
Zaman içerisinde saman alevi gibi yanıp sönen Arap karşı çıkışları İsrail devleti için tehlike oluşturmamaktadır. Irak’ın iki kez ABD tarafından işgale uğramasına, binlerce Arap soydaşlarının katline bırakın kınamayı aksine alkış tutan Arap dünyasının aczinden elbette dünya ders çıkarmalıdır. İsrail artık ABD sermayesi ile Ortadoğu’nun en büyük askeri güçlerinden birisidir, Petro dolarlarla ilgili, çıkarcı ve ikiyüzlü Arap aklı artık İsrail ile baş edemez. Yapılan 6 savaş, İsrail güçleri -bu gücün asli unsuru akıldır- tarafından üstün kuvvetteki Arap ordularına karşı kazanılmıştır. Eldeki kuvvetin imkân ve kabiliyetlerini analiz etme yetisi Araplardan çok İsrail tarafından yapılınca savaşın her zaman İsrail tarafından kazanılması kimseyi şaşırtmamalıdır. Altı gün savaşında, çok üstün Mısır Hava Kuvvetlerinin İsrail tarafından yapılan baskınla etkisiz hale getirilmesi sonucu hava hâkimiyeti elde edilerek savaş kazanılmış, Batı Şeria ve Gazze’deki Filistin toprakları İsrail’e kazandırılmıştır. Aslında tanrının verdiği akıl Arap ordularını perişan etmiştir.
Ürdün: ‘’1967 savaşı öncesi toplam rakamı 1.300.000’e ulaşan Filistinli mültecilerin yarısı Ürdün’e sığınmıştı. Ürdün ise ekonomik açıdan zayıftı ve bu kadar mülteciyi kontrol edecek bir güçten uzaktı. Ayrıca Ürdün, buradaki Filistinlileri kendi beşinci kolları olarak gören Nasır gibi güçlerden çekiniyordu. 1967 Savaşı’nın ardından Arafat, büyük bir yekûna ulaşan Filistinlilerden de güç alarak İsrail’e karşı düzenleyeceği operasyonlar için üs olarak Ürdün’ü seçti. Nüfusunun önemli bir kısmını Filistinlilerin oluşturması nedeniyle FKÖ’nün Ürdün’de etkinliğini artırması Kral Hüseyin’i tedirgin etti. Kral Hüseyin’in Arafat’a tedirginliğini belirtmesine rağmen Arafat’ın buna aldırış etmemesi üzerine Filistinlilerle Kral Hüseyin’in kuvvetleri arasında tarihe Kara Eylül olarak geçecek çatışmalar başladı. İsrail’in desteğini alan Kral Hüseyin’in 7 Haziran 1970’de Amman yakınlarındaki Zerka Mülteci Kampı’na saldırmak suretiyle başlattığı ve binlerce Filistinlinin öldürüldüğü askeri harekâtla Arafat’ın kontrolü altındaki Fedailer Ürdün’den çıkarıldı. Kara Eylül olaylarının ardından Arap ülkeleri Ürdün ile ilişkilerini keserek bu ülkeyi Filistin hareketini bitirmekle suçladılar. Bu durumdan en çok faydalanan taraf ise tabi olarak İsrail’di. Zira her iki savaşta da düşmanı olan Arap devletleri bu kez birbirlerine düşmüştü.’’ (Türkçe Bilgi ansiklopedisinden alıntıdır). Anlaşıldığı gibi samimiyetten uzak, ikiyüzlü politikaya Irak’ın bu günkü düştüğü durumla ilişkili olarak pek şaşırmamak gerekir. Ürdün Filistin sorununun devamından yanadır çünkü çözülmüş bir Filistin sorununun en zor durumda bırakacağı Arap devletinin başında yer almaktadır. Topraklarında yaşayan %25 Filistinlinin Şeria (Ürdün nehri)) nehrine yakın şehirlerde yaşaması (Haritaya bakınız) ve bunların ayrılıkçı istekleri nedeniyle toprak kaybı ile karşılaşacak olması en büyük korkusudur. Bu korkunun giderilmesi için bir Arap devleti (Ürdün) İsrail ile bu yönde bir anlaşma yapmaktan çekinmeyecektir aksi takdirde Ürdün tarihe gömülür.
Suriye: Golan tepelerini Altı Gün savaşının sonunda İsrail’in işgaline bırakan Suriye bu hattaki savunmasını baş edebileceği bir İsrail kuvvetine karşı yapmaktadır. Çözülmüş Filistin sorunu, Gazze ve Batı Şeria’daki önemli sayıdaki İsrail birliklerinin Suriye cephesindeki yarım kalmış bir hesabın görülmesi için kaydırılmasına neden olacaktır. Bu Suriye için hiç istemediği bir durumdur. Suriye bu nedenle Hamas’a İran ile destek vermektedir.
Mısır: Gazze’ye giriş-çıkışlar, Mısır’ın Sina yarımadasında bulunan Refah sınır kapısından olur. Mısır, bu kapının kapalı tutulması ve Gazze’nin tecridi için ABD’den 3 milyar dolar rüşvet alır.Gazze’yi ve Hamas’ı kontrol etmenin ödülü olarak, ABD ve İsrail’in tam desteği Arap aleminin sözde liderliğini yürütür. Filistin devleti kurulursa Mısır, bu tatlı gelirden, Abd ve İsrail’in desteğinden ve en önemlisi Gazze’yi kendi topraklarına katarak Gazze’deki zengin yer altı kaynaklarından mahrum olacaktır. Bu nedenle Mısır, Filistin devletinin kurulmasını kesin olarak istemez. (Haydar Ateş, E. Kur. Alb. Odatv.com.)
Filistin sorunundaki Arap ikiyüzlülüğünün sunumuna son İHH’nın Mavi Marmara gemisi ile yaşanan olaylar öncesindeki bir başka olayın açıklaması ile devam edelim. Olay yine Mısır devleti ile ilgilidir. ‘’İHH’nın Gazze’ye Mavi Marmara gemisi ile yaptığı yardım olayının öncesinde Gazze’nin izolasyonunu (yalıtımını) protesto için yola çıkan yine İHH’ya ait ‘’Filistin’e Yol Açık’’ konvoyunun, 06 Ocak 2010 tarihinde Mısır’ın El Ariş limanından çıkarak Gazze’ye gitmesine Mısır makamları izin vermemiştir (bu konvoyda AKP milletvekilleri de vardır). Bunun neticesinde konvoydakilerle Mısır polisi arasında çıkan taşlı çatışma yaşanmış ve Gazze tarafından açılan ateşle bir Mısır polisi ölmüştür. Bu olay neticesinde İHH Basın sorumlusu Salih Bilici Mısır’ı suçlayarak; konvoyun bulunduğu El Ariş Limanı önüne yerleştirilen Mısır çevik kuvvet polisi arasında yer alan bazı sivil polislerin konvoya taş attığını ve gerilimi yükselttiğini, Limanda bulunan konvoy katılımcılarının polisin taş atmasına karşılık verdiğini, taşlı çatışmanın 15-20 dakika sürdüğünü, çatışma sırasında Mısır polisinin konvoyda bulunanlara karşı cop ve biber gazı kullandığını açıklamıştır. Bu olaydan sonra İHH yardımlarının dönüşünde Mısır devleti Refah sınır kapısından insani yardım konvoylarına geçiş izni verilmeyeceğini duyurmuştur. Mısır Dışişleri Bakanı Ebu Geyt ’Filistin’e Yol Açık’ konvoyunda bulunanların Mısır topraklarında düşmanca eylemler yaptıklarını, hatta suç işlediklerini savunmuştur.’’ (Odatv. com)
Ayrıca Mısır, Suudi Arabistan’ın Mekke Anlaşmasından kendi önceliğinin kaybolacağı endişesi ile Mısır’ın daha fazla etkili olabileceği başka bir anlaşmayı yürürlüğe koyabilmek için çaba sarf etti. Bu teşebbüs ABD ve İsrail tarafından övgü ile karşılandı. Her şeyin bir bedeli vardır ABD’nin verdiği 3 Milyar dolarlık yardımın bedeli olarak milli bir hükümetin kurulması engellenmiştir.
Suudi Arabistan:Gazze’deki seçimlerin Hamas tarafından kazanılmasından sonra Suudi Arabistan Gazze’de Hamas, Şeria’da FKÖ’den kaynaklanan çift başlılığın getirdiği olumsuzlukları engellemek, tarafları barıştırmak ve milli bir yönetim oluşturmak için Mekke anlaşması düzenledi. Bunun sonucunda kurulan milli birlik hükümet başarılı olamadı. Suudiler, Mısır’ın bu konuda İsrail ile yaptığı işbirliğini herhalde sonradan öğreneceklerdir.
Filistinliler: Filistin’in tarımı, sanayisi, dış ticareti, yoktur. Dünyanın dört bir tarafından gelen milyonlarca dolarlık yardım El Fetih’in kontrolünde ve çok azı Filistin halkına yansıtılarak kullanılır. Bu gelirin adaletsiz dağılımından dolayı - buna göz yumulur- Hamas terörü yaratılmıştır çünkü Yahudi politikası böyledir. Terör aslında Siyon protokollerinin esaslarındandır. El Fetih’in kontrolündeki bilinmeyen kimselerin işine yarayan bu yardım paralarının kesilmemesi için bizzat Filistinliler, sorunun devamını çıkarları için kullanmaktadırlar.
Filistinli aşiretler: ‘’Bu gün Filistin devletini kurun, paraların bölüşülmesini ve aşiretlerin yönetimi ele geçirmesini hedef alan iç savaş başlar ve daha kanlı bir coğrafya görürsünüz. Bu gün Filistin’de yaşanan günlük her 20 asayiş olayının 1 veya 2si İsrail ile kalanları aşiretlerin kendi arasındadır. (Haydar Ateş, E Kur. Alb. Odatv. com.)
Filistin Kurtuluş Örgütü(El Fetih): Önceleri terörün zirvesinde olan bu örgüt Filistin demokrasisinin bir parçası olsa da dış yardımların kullanılmasında adaletsiz tutumu ile halkın desteğini Hamas’a kaptırmıştır. Geçmişinde Türk diplomatlarını katleden Ermeni katilleri yetiştiren, PKK’lı teröristlerin başlangıç eğitimlerini vererek işbirliğinde bulunan bu örgütün Türkiye devletine karşı sempatik yaklaşımlarına ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Eskiden bünyesinde barındırdığı Türk solcularını İsrail’e ihbar eden ve onların bir gecede topluca katliamına göz yuman ihanetinden de çıkarılacak dersler çoktur.
Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas geçtiğimiz yıl Güney Kıbrıs’a resmi bir ziyaret yapmıştı. Abbas’ı bu ziyaretinde ağırlayan Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Dimitris Hristofyas’ın Abbas onuruna verdiği yemekte, Anavatan Türkiye’yi hedef alarak; “Kıbrıslılar ve Filistinliler son 50 yıl boyunca samimi kardeşlik bağlarıyla perçinlendiler. Her ikisi de askeri işgalin kurbanı oldular. Halklarımızın ata topraklarından sürgün edildiklerini gördük. Topraklarımıza kasıtlı bir şekilde nüfus taşınarak yerleştirilmesine tanık olduk. Bu zor dönemlerimizde birbirimizle dayanışma içerisinde olduk.” şeklindeki anlamlı sözlerine Filistin Başkanı Abbas maalesef tepki koymamıştır. Merhum Yaser Arafat da aynen bu şekilde Kıbrıslı Papazlarla çok içli dışlı olmuştu devam eden ilişkiler her ne kadar Türkiye Filistin’i desteklese de ihanet ağının devamı şeklinde nitelendirilebilir.

Türkiye’nin Filistin Politikası

İsrail’in kurulduğu ilk yıl Sovyetler Birliği’nden bu ülkeye yapılması muhtemel Yahudi göçü nedeniyle Türkiye’de bu yeni devletin Sovyet yanlısı olabileceği endişesi vardı. Ama bu türden bir endişeye gerek olmadığı İsrail’e inceleme için gönderilenler tarafından rapor edilince, Türkiye 1949 yılında İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke oldu. 1948’den 1964’e kadarki dönemde Türkiye, Soğuk Savaş mantığı içinde hareket etti ve ABD’nin desteklediği İsrail’le ilişkilerini geliştirdi. 1964’teki ünlü Johnson mektubu sonrasında dış politikada yeni denge arayışları ile beraber, Türkiye, bağımsızlığını kazanan Arap devletlerini de gözeterek Filistin sorununda daha dengeli bir siyaset izledi. Bu dönemde 1967 savaşı ile beraber Arap ülkeleri çok ciddi bir yenilgi yaşadılar ve Filistin mücadelesinde inisiyatif Arap devletlerinden Filistin’de işgal altında yaşayan insanlara geçti. Bu yıllarda FKÖ’nün Filistinlilerin yasal temsilcisi olarak ön plana çıkmasından sonra, FKÖ ile Türkiye’deki bazı sol örgütlerin ilişkileri nedeniyle sorunlar yaşansa da, Türkiye FKÖ’nün Türkiye’de temsilcilik açmasına izin verdi ve Filistin sorununu uluslar arası platformlarda uluslar arası hukuk çerçevesinde destekledi. 1980’deki darbe sonrasında Türkiye’nin Arap ülkeleri ile ilişkileri özellikle ekonomik anlamda daha da gelişti. Bu gelişme Filistin’e yönelik politikayı da etkiledi. 1980’lerin ikinci yarısından itibaren ABD’deki Yahudi lobisinin etkisini dikkate alan Türkiye, İsrail’le ilişkilerini de geliştirmeye çalıştı. Bu dönem Filistin’de İntifada’nın başladığı dönemdir. İntifada dolayısıyla Türk kamuoyunda Filistin halkına ciddi bir sempati vardı. Bu nedenle Türk hükümetleri Filistin-İsrail’le ilişkilerde oldukça dengeli bir politika izlemeye çalıştılar. 1990’lı yıllarda ise Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri oldukça üst seviyeye çıktı. Bu gelişmenin sebebi ise Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu PKK tehdidinin yok edilmesine yönelik askeri, teknolojik ve diplomatik destek ihtiyacı ve Avrupa ile yaşanan sorunlardır. Türkiye Filistin’le olan ilişkilerini her zaman İsrail’le bir denge içerisinde götürmeye çalışsa da, İsrail’le artan ilişkiler Filistin’deki gelişmelerden bağımsız bir şekilde devam etti. 1990’ların ikinci yarısında özellikle askeri alanda artan ilişkiler, 1996’da imzalanan üç anlaşma ile zirveye çıktı. Bu anlaşmalar askeri eğitim ve işbirliği, serbest ticaret ve savunma sanayi işbirliğini kapsamaktaydı. Bu anlaşmaların gerçekleşmesinde Türkiye’deki askeri yetkilerin önemli rolleri oldu. Bu yakın ilişkiler genel olarak Arap kamuoyundan olumsuz tepkiler görmekteydi. Türkiye bu anlamda Filistin tarafını ihmal etmediğini gösterecek adımlar atarak, Filistinlileri ekonomik ve diplomatik alanda desteklemeye çalışıyor, imzalanan işbirliği anlaşması sonucunda Filistinli öğrenciler Türkiye’de öğrenim görüyorlar. (İbrahim Turan, Facebook’dan alıntıdır, metin yazarının İbrahim Turan veya bir başkası olup olmadığı konusunda yeterli bilgi yoktur.)

Türk Tarihinden Bakış:

Savaşılan yer Filistin, cephe gazze ve üç dinin kutsal şehri Kudüs, imkânsızlıklar ve ihanetler için Fahrettin Altay tarafından birinci ağızdan anlatılanlar.
Yaşadığımız İhanet: ‘’Bizim gelişimizden önce İngilizler Gazze’ye iki defa hücum etmişler anacak bunda başarılı olamamışlar bu defa da Hicaz Emiri Şerif Hüseyin ile oğlu Faysal’ı elde ederek isyan ettirmişlerdi. (Taylan Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyete, Sf.112)
İmkansızlık içinde: ‘’Aralık ayının yedinci günü akşamüzeri şiddetli bir soğuk çıktı,insanı iliklerine kadar ıslatan kar gibi bir yağmur yağmaya başladı. Askerlerimizin çoğu yazlık elbise içinde, ayakkabı ve çamaşırları perişan, kaputları, portatif çadırları eksik olarak acıklı halde, siperlerde düşmanı bekliyorlardı. Kolordu daha önce bu eksikliklerin menzilce ikmal edileceğini bildirdi ama hiçbir şey gelmedi. Askerimizin bu perişan hali içimi sızlattı ve ‘Bir şey bulunamıyorsa ibadethanelerdeki halı ve kilimlerin bir kısmının siperdeki askere örtü olarak gönderilmesini’ rica ettim günahtır bahanesi ile vermediler. İşte böyle her bakımdan zayıf bir durumda ve kış şartlarıyla da boğuşuyorduk. Türk askerleri bütün bu kötü ve dayanılması mümkün olmayan kahredici şartlara rağmen vatani ödevlerini yapmaktan, canlarını köylerinden yüzlerce kilometre ötedeki bu topraklarda vermekten çekinmeden, olanca güçleri ile bütün gece ve gündüzleri savaşıp durdular.’’ (Taylan Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyete, Sf.125.)
Yerli İhaneti: ‘’Gece yarısından sonra sol yanımızdan şiddetli bir top ateşi geldi, telefonla durumu öğrenmek istedim fakat hatlar kesilmiş olduğu için bu mümkün olmadı. Yerliler telefon hatlarımızı çok defa kesiyorlar ve bu yüzden hayli zor şartlar altında kalıyorduk.( Adı geçen eser, Sf.126)
<İngilizler, yerli kılavuzlar alarak gece cephe aralıklarından geçerek baskın teşebbüsünde bulunmuşlardır. (Age. Sf.127)
<Yaralı olarak geri çekilen kıta’dan rapor: ‘’Düşman gece yarısı Arapların yardımı ile dereciklerden bizim mevzilere kadar sokulup süngü ve bomba ile hücum etti, beş topu geri çekmeyi başardık fakat üç topun hayvan ve erlerinin çoğu vurulduğu için geri getiremedik.(Age. Sf.127)
<Fahrettin Paşa’nın Kudüs cephesindeki Alman generali Von Papen’in hatıralarından naklettiği, Von Papen’in ifadeleri: Emir Faysal ile Mersinli Cemal Paşa arasındaki muhaberatta da ihtiyatlı bir hava esiyordu. Anlaşılan Faysal (Şerif Hüseyin’in oğlu) galip tarafı tutmak niyetindeydi. Bu nedenle İngilizlerin vaat ve mali yardımlarını bastırmak bizce mümkün olmadı.(Age. Sf.130)
< Sevr’le ilgili değerlendirmesinde Araplar ile ilgili olarak: ‘’Araplar Türklerden alacakları intikamın peşindedirler.’’(Age.Sf.138)
Fahrettin Paşa’nın ihanetleri açıkça belirtmediği naif sözleri, o dönemlerde Türk çocuklarının uğradığı haksızlıklar ile din kardeşlerimizin karşılığını nasıl verdiğini belgelemektedir. Fahrettin Paşa’nın kötülüğü ve ihaneti yakıştıramadığı Arapları ‘’yerli’’ sözcüğü ile tasviri saklanmış bir ifadeden başka bir şey değildir. Aksini düşünmediği ihanetin açılamasını kendi sözleri yerine General Von Papen’in hatıralarına dayandırması inkâr edeceklere karşı belge niteliğindedir. Arapların alacağı intikamın içinde düne kadar haritalarımızdan çalınan Hatay ilimiz yok muydu? Arap ülkelerinin, Kıbrıs davamızda sakladıkları destek sorulmak istenilen bir hesabın parçası değil midir? Günah sayarak ibadethanelerinden vermedikleri çul ve kilimleri, kutsal topraklar için hayatını feda eden Türk askeri, bırakın günahı, Allah katında şahadetleri ile çoktan hak etmişti ama Arap din kardeşlerimizin niyeti başkaydı! Allah katında günah sayarak vermedikleri üç beş kilimin hesabı şimdi ilahi adaletin tecellisi olarak sorulmaktadır.
General Von Papen gibi bir yabancının gördüğünü göremeyecek kadar bakar kör olmadığımızı bugün Filistinlilerin çektiği acılar kanıtlıyor. Para uğruna topraklarını Yahudilere satanlar ile İngilizlerin çil çil altınlarına tapanların eseri olan Filistin sorununun çözümü, Filistin halkının kendi kaderini kendisinin tayin etmesinde yatar. İhanetlerinin ardından işgale uğrayan vatanımızı nasıl kendimiz kurtardıysak bu cesareti Filistin halkı göstermelidir. FKÖ’ne ve Mısır’a yapılan yardımların Şerif Hüseyin ve oğluna verilen İngiliz altınlarından farkı var mı? Tarihten ders almayanların nasıl perişan olduğunun kanıtı Filistin sorununun ta kendisidir. ‘’Her sabah Gazze’deki katliamlar sebebiyle suçluluk duyuyorum’’ diyen dış işleri bakanlarımızın bu gerçekleri unutmasından da Türk milleti hicap duymaktadır. Peki, PKK’nın akıttığı kanlar ve şehitlerimiz için bu hicap dolu sözler neden esirgenmektedir. Tüm olan bitene rağmen Türkiye Kızılay vasıtası ile Din kardeşlerinin yanında olmaktan gurur duymaktadır ama takdir eden kim? PKK terörü için hicap duyan bir Arap dışişleri bakanı duydunuz mu? Terör nedeniyle Filistin’i aratmayacak derecede maddi ve manevi zararımıza karşın Arap devletlerindeki kayıtsızlık yoksa tarihi hesaplaşmalarının bir parçası mıdır? Bu eleştiri zincirini uzatmak olasıdır ama Dinimizin emrettiği kardeşlik zincirinin bir parçası olduğunu bilen necip Türk milleti Filistin’in acı çektiğini insanlık adına kabul etmiştir. Gereken yapılmalıdır ama bu Politik çıkar sağlamak için yapılmamalı, dış politikadaki karşılıklılık ilkesine uygun olarak yapılmalıdır.


Açıklama: Sayın Kıbrıs 1974 Otağ üyeleri, dosyada Filistin sorunu sizlere bazı dersler çıkarmanız açısından yorumlu olarak sunulmuştur. Yorumlarımızda hiçbir siyasi parti veya parti mensubu hedef alınmamıştır. Yorumlardan aksi bir görüş çıkarılacağını sanıyorum öyle olsa dahi yazılanların yalan olmadığını kanıtlara dayandırıldığını bilmenizi isterim. Yazılanlar yalan değil, gerçeğe tarafsız gözle bakmanız ricası ile saygılar sunarım.

Levent Akıncı
 
Üst