Güneşin Kuzeyden Doğduğu Gün (2)

Alper Faik GENÇ

Onursal Üye
Katılım
13 May 2009
Mesajlar
93
Tepkime puanı
0
Puanları
0
GÜNEŞİN KUZEYDEN DOĞDUĞU GÜN (2)
Güneydeki 20 Temmuz – Larnaka Savunması

Alper Faik Genç


Geçen Haftanın Özeti: Merkezimizden aldığımız telsiz emrine uyarak ‘Ateş Kes’ ilan ederiz. Silahlarımızı kimseye vermeyip, tahrip ederiz, bir kısmını denize atarız. Barış Gücü sözüne uymayarak bizi Rumlara teslim eder…Esir Kampını basan Rumlar altı Mücahit Karargah Subayını Barış Gücünün gözü önünde kurşuna dizmek üzere kaçırır...Sabırlıyız…İnançlıyız.

Bizi kaçıranlar bizden adeta korkmakta, tetikteki elleri titremektedir…


Onların o kadar yakınındayız ki, titreyen ellerindeki Çek silahını kapmak çocuk işi…Bunun için zaten eğitimliyiz…Silahı kapıp, hepsini oracıkta taramak…Ama sonrası?

İdarelerindeki çocuklarımız? Masum, korumasız insanlarımız? Onları düşünmeden olmaz!

KORKU SINIRINI AŞIYORUZ: Midemde uçuşuveren kelebekler…Tepemden Omur iliğimi yakarak topuklarıma inen çelik, sıcak, ince bir telin artık etkisini yitirdiğini seziyorum…Meğer korku dıvarını aşmışım…Yanımdaki arladaşlarla acı acı gümümseyip göz kırpıyoruz birbirimize…Bizim taş gibi dimdik durduğumuzu gören teröristler sinir içinde soğuk ter döküyorlar…Dudaklarımızda Fatiha süresi, kaç kez okuduğumuzu bilemem…birbirimize konuşuyoruz sanıyorlar..Sinirlenip bizi dipçikliyorlar

ÖLÜM KORKUSUNUN DA ACAYIP RAHATLIĞI VARDIR. Siz hiç ölümle burun buruna geldiniz mi? Sizi şerefimle temin ederim ki, Ölüme bu kadar yaklaşınca ilk bir kaç dakikadan sonra, kendinizi kadere, Allah’a bırakırsınız…ve öyle rahatlarsınız ki, sizi öldürmeyi hesaplayanlar rahat duruşunuzdan çıldırırlar…Bu kez onlar korkmaya başlar…kendinizden bu kadar emin olmanız onları çılgına çevirir ve şüphelendirir...Siz de bu kez bu acayıp durumdan hayretler içinde kalırsınız…Tarifi imkansızdır!

Öyle bir noktaya geliyoruz ki, bizdeki ilk anlardaki ölüm korkusu onlara sıçramış…aralarında tir-tir titreyenler var...münakaşa da ediyorlar Birbirlerine cesaret vermeye çaba gösteriyorlar…ağızlarındaki sigarayı çiğniyorlar..bitirmeden atıp, başka sigara yakıyorlar…kibrit tutan ellerinin titrediğini görüyoruz, gülümsüyoruz…görmememiz için yana dönüyorlar… Ölüm yine de başınızda dönüyor…O anda tüm geçmişinizi sinema şeridi gibi görür, yaşarsınız…Düşünürsünüz: Birinin sonu ötekinin başarısı olacak..sizi vuracak kaatiller kendilerini kahraman görecek; gösterecek ve onlara kendi Toplumları kahraman diyecek..Onlar belki yarın ödüllendirilecekler de sizi vurdukları için…

Ya Biz? Biz ne olacağız? Şehit sayılacak mıyız biz?

Savaşırken, çarpışırken ölmek tamam da, böyle ‘pisi-pisine’ gitmek acı geliyor insana...Sanki ayıp geliyor...sanki elimizdeymiş de birşey yapmadan ölmüşüz gibi bir his kendimizi suçlamamıza neden oluyor...Ben öyle hissediyorum ta iliklerimde...Bizi kesin vuracaklar...vursunlar.. İnsanlar bir defa ölür..O anda herşey biter...Bunu büyütecek ne var ki?

"Bir Toprak için ölenlerin hakkı,
O toprakta doğanların hakkından üstündür... Helal Olsun!"



Ama bize “Şehit denirse, Şehitlik bize yakışmayacakmış gibi bir hüzün giriyor insanın içine...Çünkü inanmışız savaşmaya, inanmışız ancak savaşarak ölmeye...

İnsanı neye inandırırsan Ona inanır... Gerçek artık O’dur, O hep öyle sanır !

Ve ne niçin ölecekmişiz boşu boşuna...yaşamak varken?

“VATAN BENDEN HAYAT UMAR – BEN YAŞARSAM O CANLANIR...
VATAN İÇİN ÖLMEK DE VAR....FAKAT BORCUM YAŞAMAKTIR!


Geçmişi yaşıyorum...Annemin ninnisi kulaklarımda...Yağmurlu havalarda beni okula götürülüşü...çamurlu ıssız sokaklar...Büyüyorum...Okuldan diplomamı alışım...Anamın Hayır duaları...Sonra, sonra...Mukavemet yılları...Ettiğim ilk yemini, İlk gördüğüm Tokarev tabancayı okşarcasına ellediğim an...Umutlarımıza umut katan 1918’lerin .303 Enfield piyade tüfeğini, Mumlu bezlere sardığımız mavzerleri, patlamayan mermilerimizi güneşte kuruladığımız günler, eğitim heyecanımı, üstümde damatlık elbise gibi duran zeytin yeşili üniformamı, aceleyle ayağıma taktığım biri 39, öteki 40 numara mücahit botlarımı...yakın boğuşmayı, bubi tuzaklarını, demir tozunu, rendelenmiş çamaşır sabununu , yün çoraplarımı giydirdiğim içine mazot doldurulmuş molotof kokteylini, namlusu kısaltılmış av tüfeğini, babasıöldürülmüş Türk bebeğini, Vasilya’yı, Baf’ın Abdullah Çavuşunu...Mağusa kapısındaki utanç barikatını...Anam, babam, eşim, yavrularım, kardeşim..Yuvam, radyom...yazdığım şiirleri ezberleyişim...

Bütün bunlar şimdi parmağımı sığmayan bir namludan çıkacak üç-beş mermiyle maziye mi karışacak? Ve geçen bir buçuk saat içinde bizi neden vurmadıklarını anlayamadık! Halbuki arkamızdaki tarla içindeki sarı Buldozer ortak çukurumuzu kazmıştı bile....Zaten bize söylemişlerde...’Hava kararınca işimizi bitirecekler’ diye....Ama Allah’ın İzniyle bitiremediler!

( Devam edecek.)
 
Üst