Güneşin Kuzeyden Doğduğu Gün (3)

Alper Faik GENÇ

Onursal Üye
Katılım
13 May 2009
Mesajlar
93
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Ne Rumlara - Ne de B. Milletlere Neden Güvenmiyoruz?
Kurtuluşumuz: “Güneşin Kuzeyden Doğduğu Gün” –3–

Alper Faik Genç

Çıkan Bölümün Özeti: 21 Temmuz 1974’de Merkezimizden gelen telsiz emrine uyarak ATEŞ KES ilan ettik Biz silahlarımızı yine de B. Gücüne teslim etmeyip yok ettik. Barış Gücü sözüne uymayarak bizi Rumlara teslim etti..26 Temmuz günü Esir kampını basan Rum teröristler 6 Karargah Subayını alıp, ölüme götürdü ve..

Kurtuluyoruz: Sorgulamamız devam ederken, B. Gücüne ait bir Cip İçinde Yunanlı Yarbay Zoppas olduğu halde, yanımızda durdu...Silahlı Rumlar etrafımızı sardı..Yarbay ile sert konuşmalarından Yarbay’ın bu bölgeden sorumlu olduğunu anladık..EOKA’cılar bizim elebaşı olduğumuzu, bu nedenle hesaplaşma zamanının geldiğini mırıldandılar..

Sonunda Yarbaya itaat ettiler.

B. Gücü bizi esir kampına götürüyor. Kamptakilerle kucaklaşıyoruz...Önceleri hiç arkadaş olmadığım kişilerin ıslak yanaklarını sezdim yanaklarımda...

Öleceğimize inanmamıştık...İnancımızın verdiği güçle gösterdiğimiz direniş Rumları korkutmuştu...Ben daha önce de iki kez Rumlar tarafından kaçırılmış ve kurtulmuştum.

Ölümü kendime hiçbir zaman yakıştırmadım.. Hiç ben ölür müydüm davamı bitirmeden...

Kareşlerimizle öyle bir kenetlenme ki ki.. Barışta olmaz– Öyle bir sıcaklık ki, Temmuz sıcağının ötesinde...Öyle sıcak bir yakınlaşma ki, insanın “Keşke her zaman savaş olsa” diyeceği geliyor...İnsan sevgiden adeta deliriyor...

Delirmese savaş ister mi ki ? İster mi delik ceset görmeyi?

Hava karardıktan sonra kampın üst kattaki Komutanımızı arkadaşlar adına ziyaret ediyorum.

Kendisine, “Sizin burada olguğunuzu kimsemiz söylemedik” diyorum.

“Zaten biliyordum Alper - Teşekkür ederim” diyor kibarca...

Komutan 15 gün sonra Lefkoşa’dan gönderilen bir B. Gücü helikopteriyle kurtarılıyor...

EŞİMİN KAMPI ZİYARETİ: Ailelerimiz B. Gücü yardımıyla zaman zaman bizi ziyarete geliyor..Dikkat çekmemek için eski elbiselerle, makyajsız ve başları mümkün olduğu kadar örtülü gelmelerini salık veriyoruz. Öyle oluyor...

Günlerden sıcak bir günde eşim Ülgen, kucağında 18 aylık kızım Sedef’i kampa getiriyor. Ancak ön kapıdan gelecek yerde, kampın yanındaki tel örgülere yaklaşıyor..Bu arada bodur bir Rum askeri elindeki Sten makineli tüfeğiyle eşime hakaret ederek onu geri itelemeye başlıyor..

Ben bunu görünce, Rum askere eşime dokunmamasını ve geri çekilmesini Rumca bağırıyorum...Asker silahını bana doğrultarak küfrediyor...Susmamı söylüyor.

O anda gözüm hiçbirşey görmüyor..ok yaydan çıkar gibi hızla tellerin üstüne askere doğru koşuyorum. Askerin beni vuracağını düşünen arkadaşlarım, önüme geçmek isterlerse de, yetişemiyorlar ve bir anda kendimi Rum askerle burun buruna gelmiş buluyorum..İçimde intikam var. Ona ağzıma geleni söylüyor – gırtlağına sarılmak için uzanıyorum: “Erkeksen vur vurabilirsen” diyorum Rumca. Asker elinde titreyen silahı yere eğerek oradan uzaklaşıyor...

Eşim şok halinde ve hıçkırarak beni suçluyor ve ağlayarak tellerin arasından boynuma sarılıyor..Ben taş gibi hissizim, eşime, bir daha kampa gelmemesini söyleyerek, kampın içine dönüyorum..Arkadaşlarım boynumna sarılarak, ‘Senin bu kadar deli olduğunu bilmezdik...bu hiç yapılır mı? diyorlar ama Rum askerinin titreyerek kaçışı da kampta tekrarlanan hoş bir hikaye oluyor...Durumu uzaktan izleyip müdahale edemeyen B. Milletler askeri de “Seni vuracak diye biz de çok korktuk...ama kaçışına da çok güldük...
ÇILGIN TÜRKLER: “SİZ TÜRKLER HEPİNİZ BÖYLE ÇILGIN MISINIZ?

Ben kendimi yeni keşfediyorum...Ölüme birkaç kez meydan okumamın verdiği cesaretti bu...”Ben bu kadar cesur muyum?” diye dudak büküyorum... Bu sahiden cesurluk mu? Yoksa Cesurluk denen çılgınlık mı? Herhalde içimizdeki duygular bizi iteliyor...böyle davranışların izahı güçtür ve kimse ben şuyum, ben buyuım diyemiyor kesin olarak...

Herkes zamanı geldiğinde öğreniyor kendi kendini...

Hatta o olayı şu an yazarken, yeniden birşey olsa ayni şekilde davranır mıyım?

Bilemiyorum. Ve itiraf etmeliyim ki, belki de ayni çılgınlığı bir daha yapamam!

14 AĞUSTOS 1974: Sabahın beşinde cep radyomuzdan işittiğimiz marşlarla uyanıyoruz...Yenilmeyi asla kabul etmeyen bir Toplumun örnek öncüleri olacak günler yaşıyoruz. Durum Rumlar için kötüye gitmektedir...B. Gücü kamp avlursundaki çadırını söküp uzaklaşıyor.. Bizi bir kez daha Rumlarla burun buruna bırakıyor...Kamp artık Rumların insafındadır..Komite olarak durumumuzu değerlendiriyoruz...herkesin yerde yatmasını, pencere önünde olmamasını emrediyoruz. Rumlar İdare odamızın karşısındaki bir Ermeni evinin penceresine Roketatar yerleştiriyorlar... Bağrışarak, ‘Sizi yakacağız’ diyorlar..İdare odamızdaki 7 arkadaşın 4’ü kendi kararlrıyla başka odaya geçiyorlar. Biz üç kişi: Erol İbrahım, Cumhur Andaç ve ben odadan ayrılmayı kendimize yakıştırmıyoruz...

Kaderde yaşamak varmış ki, Rumlar roketatarı ateşlemiyorlar...

(Devam edecek)
 
Üst