Günümüzde Teşkilatçılık-Lider Ve Liderlik- Sosyal İlişkiler

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
GÜNÜMÜZDE TEŞKİLÂTÇILIK - LİDER ve LİDERLİK - BEŞERÎ MÜNASEBETLER - MÜNASEBET ŞEKİLLERİ- AİLEMİZE KARŞI VAZİFELERİMİZ



AMAÇ: Hizmetin en iyisine lâyık olan halkımıza, zor ve kıt imkânlarla, amatör olarak hizmet götürenlere, bilerek, inanarak rehberlik edebilmeleri için yardımcı olmak. (Bu çalışmalar, kaybolmadan kalmamızı temin etmeye yönelik olursa makbuldür.)

TARİHE BAKIŞ

a) Geniş Tecrübe

Osmanlının, kendisinden önceki devletlerden aldığı dersler:

 İkili yönetim yok, çünkü “Arûs-i saltanat taksim kabul etmez.”
 Şehzadelere tecrübe için idarecilik verilir; ulu şehzade - sonraları hanedanın büyüğü - veliaht olur...
 Sağlam bir merkezî idare...
 “Dağlar, vadiler arasına sıkışmış Türklerden değil, geniş devlet tecrübesi olanlardan...”

b) İyi Önder
Nerde o yiğitler ki
Gür sesleri ülkeyi bürür,
“Yürü!” dese, dağlar yürür;
“Dur!” dese kalpler dururdu?

Oğuz Kağan:
“Sizlerin başınıza, ben oldum artık kağan,
Elimizden düşmesin, ne yayımız ne kalkan!
Yurdumuz ırmaklarla denizler ile dolsun;
Gökteki güneş ise yurdun bayrağı olsun!
İlimizin çadırı yukardaki gök olsun,
Dünya devletim olsun, halkımız da çok olsun!”

Bilge Kağan:

“Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İçte aşsız, dışta donsuz; düşkün,
perişan milletin üzerine oturdum. ... Babamızın, amcamızın kazanmış olduğu milletimizin adı sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile ölesiye çalıştım. ... Tanrı yardım ettiği için, kısmetim var olduğu için ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli, fakir milleti zengin yaptım.”

c) Uygun Arkadaş

“Kişi refikînden azar.”
“Yalnız yiğit, yiğit değildir.”
Gemuhluoğlu: “İşini değil, eşini bulan kurtulmuştur.”
Timur: “Lâzım olduğun yerde yüz kişi ile bulunman, lâzım olmadığın yerde on bin kişi ile bulunmandan iyidir.”

c) Sağlam Silah

“Attan iyi at; kılıçtan iyi kılıç; oktan iyi ok.”
Mete Han’ın silahı, Türk kılıcı (Süreyç Ailesi), Arap (Türk) atı

d) Halkın İnandırılması:

N. Fazıl: “Olunca her şey olmaya, olmayınca bir şey olmamaya memur.”

e) Yer ve Zaman Seçimi :

Savaşılacak yeri ve zamanını seçen kazanmıştır.
Barbaros ve Pireveze Savaşı, Yıldırım - Timur mücadelesi


GÜNÜMÜZDE TEŞKİLÂTÇILIK


Hadis: "Halkın arasına karışıp, onların sıkıntılarına sabreden bir Müslüman, halktan ve onun sıkıntısından uzak yaşayandan daha hayırlıdır."

I) İnsanın İhtiyaçları:

a) Maddî ihtiyaçlar (Yeme, içme, uyuma, giyinme, barınma, sağlık vb.)
b) Ruhî ihtiyaçlar:
1. Güvenlik
2. Mensubiyet
3. Sayılma-Sevilme (Fark edilme, mühim olma)
4. Kendini gösterme, varlığını kabul ettirme

II) Teşkilât Nedir?

Belli bir gayeyi -uygun bir yerde, insan, zaman ve malzeme unsurlarını birleştirerek- gerçekleţtirmeye hizmet eden hareketli bir sistemdir.
1. GAYE: (Her teşkilât bir gaye için kurulur.)
2. YER: İnsanımızın yaşadığı, güvenilir muhit.
3. İNSAN: İmanlı, bilgili, eğitimli, disiplinli, fedakâr topluluk.
4. ZAMAN: Aceleci olmadan, onu iyi değerlendirmek.
5. MALZEME: Gayeye götürecek, meşru her vasıta.

III) Teşkilâtçılığın Esasları

1. Hiyerarşi: Haddi, hududu bilmek; sırayı, saygıyı gözetmek.

Hiyerarşi, tepeden gelen her emre körü körüne uymak değil, teşkilât işlerinin yapılmasında astlık, üstlük sırasını bilmek; haddi, hududu gözetmektir. Hiyerarşiye, “silsile-i meratip = rütbe sıralaması, mertebe” denmesi bu yüzdendir.
Daha dün bizimle aynı sırada olan birisi, demokratik usûlle idarenin başına getirilince, ona karizma(!) atfetmek safdilliktir; kendini aldatmaktır. Yarın indirilecek birisinin vereceği kararın keyfî mi, teşkilâtî mi olduğunu kim nereden bilecek?

2. Disiplin: İtaat duygusu.
Bir güruhu, gurup hâline getiren; toplulukları, toplum yapan disiplindir. Halk yığınlarından kararlı cemaatler çıkartan da odur. Disiplinin ruhu itaat duygusudur. (Mete Han’ın ordusu, Uhud Savaşı, Hitler)
Başkalarının hatalarını, yanlışlarını ortaya çıkartmak teşkilâta bir şey kazandırmaz, kaybettirir; zira teşkilatta devamlılık esastır; önceden yapılmış yanlışlıklar orada yapılmıştır; onun dillendirilmesi dışarıya karşı müesseseyi küçük düşürür. “Kol kırılır, yen içinde, baş kırılır fes içinde.”
“Disipline girmeyen, disiplin bozucu davranışlarda bulunanların hiç bir dâvâya faydası olamaz. Bunlar, kendi bozuk hâllerine çok defa bir takım fikir ve ahlâk kılıfları geçirerek, yaptıklarını hoş göstermeye, kendilerini sevdirmeye çalışırlar.”
Bir takım özel şahsiyet meraklıları da bir başka disiplinsizlerdir. Bunlar, kendilerini “bulunmaz Hint kumaşı” olarak görüp, şahsiyet kazanmaya çalışırlar.
İtaati küçüklük sayan bazı büyüklük hastaları ise bir başka disiplinsizlerdir.
Ferdî nefs gayretleri ile özel guruplar kurmak da zararlıdır.
“Disiplin militanlığı” ve “kendiliğinden içtihat” kopmalara sebep olur.

3. Birlik ruhu

- Aynı geminin içinde olduğumuzu unutmayalım.
- Bir arada duruyoruz, ama ayrı ayrıyız.
- Birbirlerine şüphe ile bakanların, sırt sırta verip iş yapması mümkün değildir.
- Alt gurup şuuru birliği zedeler. Alt guruplarda kader birliği “hizipçilik” getirir.
- Başarının en büyük engeli bencillik ve hasetliktir.
"Na-ehl, olur muarız-ı ehl;
Her Ahmed'e bulunur bir Ebu Cehl."
Elinden bir iş gelmeyenler, iş bilenleri kıskanırlar.
Her başarılı insanın bir çekemeyeni olur. (Peygamberimizin karşısına Ebu Cehil'in dikilmesi gibi)
(Beyit, İbni Kemal olarak bilinen Ahmed Şemseddin Efendi'ye aittir. Buradaki Ahmed, aynı zamanda kendisini işaret etmektedir. )
4. İstişare

- Sünnet oluşunun hikmeti.
- Teşkilâtta başarının sırrı istişarededir. İstişare bilenle yapılır.
- Açık ve samimi olmanın ispatı istişaredir.
- Çoğunluğun kararına uyma; muhalifin görüşüne saygı.
- Kararın uygulama safhasında muhalefet olmaz.
- İstişare yöneticinin yükünü, mes’uliyetini azaltır.
- İstişare, üyenin yönetime güvenmesini sağlar.

5. Sırrı muhafaza (Dikkatsizlik, öğünme, merak sırrı açığa vurur.)

6. Sadakat ve liyakat (Ehil olmayana vazife verilmez.)

7. Teknik bilgi (Tüzük, kongre, yazışma, muhasebe, karar defteri vb.)

8. Tutarlı davranış:

a) Yönetici Şu Davranışlardan Kaçınmalıdır:

- Kibir
- Nezaketsizlik
- Bencillik (Çınar değil, selvi)
- Pilansızlık
- İhmâlkârlık
- İnisiyatifi kaybetme
- Söz ile fiil farkı
- Bilgisizlik

b) Yönetici Nasıl Olmalıdır?

- Mes’uliyet şuuruna sahiptir; meseleleri, üstlerine yansıtmadan çözer.
- İnisiyatif sahibidir; kimlere, nerede, ne zaman, nasıl bir tavır koyacağını bilir.
- Ciddi, ağırbaşlı ve karar sahibidir.
- İmanlı, samimi ve dürüsttür; inancı, davranışlarına yansımıştır.
- Beşerî münasebetleri düzgündür.
- Kendine güven duygusu yüksektir.
- Hadiselere intikali ve nüfuzu kuvvetlidir.
- İş birliği, iş bölümü zaruretine inanır. (“Yalnız yiğit, yiğit değildir.”)
- Hitabeti düzgün, bilgisi tamdır.
- Âdildir; hakkı olanla, olmayanı; lâyık olanla, olmayanı seçer.
- Astından saygı beklemez; saygıyı, şahsiyeti ile temin eder.

c) Üyelerin Hatalı Hâlleri

- Kaba tenkit
- Dedi kodu
- Tezvirat
- Vazifeden kaçmak
- İlgisizlik, ihmâlkârlık
- İnançsızlık
- Fedakâr olamayış
- Bilgisizlik
• Bir Dâvaya İnanarak Katılan Şunlara Dikkat Etmelidir: (030482)

 Lâzım olmadığın yerde bulunma!
 Sana ihtiyaç duyulduğu zaman görevden kaçma!
 Başarılarından gururlanma, övünme!
 Niyetin hâlis olduğu halde başaramamışsan yılma; başarmanın yolunu ara!
 Yapamayacağın işe tâlip olma!
 Görev yapanın işini zorlaştırma!
 Başkasının başarısını küçümseme; kıskanma!
 Başaramadığın bir işi, başkası yaparken yardımcı ol; “o da yapamasın” deme!
 Yapamadığın iş başkasına verilince, ona cephe alma!
 “Ben olmazsam bu işi yapamazlar” deme, büyüklük taslama!
 Başkasının başarısına sahip çıkma; kendi başarılarını da abartma!
 Değerlendirme makamında bulunan üstlerini yanıltma; doğru bilgi ver!
 Sana sorulanı kısa ve özlü anlat!
 Gösterilen yakınlıktan şımarıp, ölçüyü kaçırma! Saygı ile yağcılığı karıştırma!

IV) Çalışmaların İstikameti, Usulû, Şekli

a) Çalışmanın İstikameti:

Gönlü vatan, millet sevgisi ile dolu; imanlı, eğitimli, disiplinli insan yetiştirmek. Bunlar vasıtası ile burada -ebet müddet Müslüman Türk olarak kalacak- nesil bırakmak. “Horasan Erenleri”nin Anadolu’da yaptığını burada yapacak “Anadolu Erenleri’ne ihtiyaç vardır. Siyaseti gaye bilenler -ne kadar lâfını etseler de- bunu yapamazlar; gaye ancak, buradaki insanımızın, kültür değerlerini muhafaza etmesi ve onu evlâdına aktarması için lâzım olan muhiti kurmak olabilir. Bunun dışındaki hiçbir faaliyet buradaki insanımızın hayrına değildir.
b) Çalışmanın Usûlü:

 Halkımızın gönlünü kazanmak.
 Yapılan işin, onun hayrına olduğunu göstermek.
 Kendinin ve aile efradının geleceği üzerinde düşünmeye teşvik etmek.
 Teşkilâtlı çalışmanın faydasına inandırmak.
 Birlikte yürümeye ikna etmek.

c) Çalışmanın Şekli:

 Ahlâk kaideleri içerisinde kalmak
 Meşru vasıtaları kullanmak
 Demokratik olmak
 İnsana saygılı olmak
 Herkesi kucaklamak
 Açık olmak
 İstişareye önem vermek, burada serdedilen düşüncelere itibar etmek.

ç) Çalışmanın Genel Esasları:

 İşin hazırlanması
 İşin kaidelere bağlanması
 İşin basitleştirilmesi:
1. İş nedir? Neden odur?
2. İşi kimin yapacağı, niçin o?
3. İşin nerede yapılacağı, neden orada?
4. İşin ne zaman yapılacağı, niçin o zaman?
5. İşin nasıl yapılacağı, neden öyle?
 Teşkilâtın -her şeyden önce- insan için olduğunun unutulmaması

V) Lider ve Liderlik

A) Lider (Önder) Kimdir?

İnsanları belli bir amaç etrafında toplayan ve o amacın tahakkuku için o insanları harekete geçiren kişidir.

B) Liderdeki (Önderdeki) Vasıflar:

1. Zekâ
2. Tahlil-terkip kabiliyeti
3. Hitabet gücü
4. Kendine güvenen
5. Tutarlılık

C) Liderlik (Önderlik) Şekilleri

a) İdare tarzı itibarı ile:

1. Otoriter
2. Demokratik
3. Teşkilâtçı

b) Tabiî yapı itibarı ile:

1. Sembolik
2. Uzman
3. Karizmatik

Ç) Liderin (Önderin) Çalışma Tarzı

1. Destekleyici
2. Kaynaştırıcı
3. Amaca doğru yönlendirici
4. İşi kolaylaştırıcı

B E Ş E R Î M Ü N A S E B E T L E R
İnsanın, millî, islâmî, insanî değer ölçülerine uygun olarak davranışlarına şekil vermesine “beşerî münasebetler” denir. İnsan, beşerî münasebetlerindeki başarısı nisbetinde hayatta muvaffak olur.
• I - ÖNCE İNSANI TANIMAK

İnsanın, yeme, içme, uyuma, giyinme, barınma gibi maddî ihtiyaçlarımız; Güvenilmek, mensubiyet, beğenilmek (sevme, sevilme, fark edilme, mühim adam olma), kendini gerçekleştirmek gibi manevî ihtiyaçlarımız vardır. Bunlar bilinip, dikkate alınmadan insan ile ilgili bir çalışmaya girilemez.
• II- NELERİN TESİRİ ALTINDAYIZ?

İnsan şu dört şeye karşı vazifelidir: Allah'a, kendine, ailesine, toplumuna.
İnsanın değeri şu dört kaynaktan gelir: Fıtrat, liyakat, iman, zekâ.
İnsan başarıya şu dört vasıta ile ulaşır: Akıl, fırsat, gayret, metanet.
İnsan davranışının dayanağı şu dört husustur: Din, töre, ülkü, hırs.

Hadis: "Düşünerek hareket etmek ve davranışlarda ölçülü olmak peygamberliğin kırkta biridir." (Tirmizî)

Muaşeret kaideleri sözleri ve hareketleri güzelleştirir.
Her şeyin başı edeptir; edepsiz ahlâk, ahlâksız hukuk, hukuksuz düzen olmaz.
Özel günlerinde insanların yanında olmak -bilene- beşerî hazzın zirvesidir.
Muaşeret, milletlerarası değil, millîdir; kaynağı da inançlardır.

III- AYET ve HADİSLER IŞIĞINDA VAZİFELER, DAVRANIŞLAR:

Allah'a Karşı Vazife:
"Hani Lokman oğluna öğüt verirken şöyle demişti: Oğulcuğum, Allah'a şirk koşma! Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür." (Lokman/13)
Şahsına Karşı Vazife:
"Oğulcuğum, hakikat yaptığın -iyilik veya kötülük- bir hardal tanesi kadar olsa; hatta kayanın kovuğunda veya göklerde, yahut da yerin dibinde gizlenmiş olsa dahi Allah onu meydana çıkartır ve hesabını sorar. (Lokman/16)

Topluma Karşı Vazife:
"Oğulcağızım, namazını doğru kıl. Örfü emret; kötülükten sakındırmaya çalış. Sonra bu emir ve nehiy sebebiyle sana isabet edecek şeylere de sabret! Çünkü bunlar kat'i olarak emredilen işlerdendir." (Lokman/17)

Toplumda Davranış:
"İnsanlardan kibirlenerek yüz çevirme! Yeryüzünde şımarık yürüme! Zira Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez." (Lokman/18)

Konuşma Adabı:
"Yeryüzünde mutedil ol! Sesini alçalt! Zira, seslerin en çirkini şüphesiz eşşeklerin sesidir." (Lokman/19)

Hitabette Samimiyet:

"Siz başkalarına iyiliği emreder de , kendinizi unutur musunuz?" (Bakara/144) "Ey iman edenler, niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz?" (Saf/2)
"Konuşanlar hikmetini bilmez, hikmetini bilenler konuşmaz."(Kelam-ı kibar)
"O sözler kalbinden gelse, sen parça parça olurdun." (Mevlânâ)

Hitabette Usûl:

Seviyeyi iyi ayarlamalı. Muhatabı kardeş bilmeli. Aklının ermeyeceği; kalbine, zihnine usanç veren şeyleri tekrarda bir mânâ yoktur.

Yumuşak bir uslûp kullanmalı. Kızmamalı. "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz." hadisini unutmamalı.

Mevzuya hâkim olunmalı; bilinmeyen hususlarda fikir beyan etmemelidir.
Ne söyleyecekse sadece onu söylemelidir. "Lâf dağılırsa toplanmaz."

Hadis: "Bana kelâmda az ve öz olmam emredildi."
Hz. Ebubekir: "Sözü kısa tut! Çünkü uzun sözün bir kısmı, bir kısmını unutturur."

• IV- MÜNASEBET ŞEKİLLERİ

İnsanlar arasında, hukukî ve ihtiyarî olmak üzere, iki çeşit münasebet vardır.

Hukukî olanlar

Hukukî münasebetler kanunlarla tespit edilmiş olan ve cebrî müeyyidesi bulunan münasebetlerdir. Taraflardan biri, madden veya manen zarara uğrarsa, kanun öteki tarafı cezalandırarak dengeyi sağlamaya çalışır. (Kanunu yapanın onu çiğnemekten çekinmediğine de şahit oluyoruz. Demek ki, kanunî müeyyide tek başına münasebetin düzgün gitmesine kâfi gelmiyor; onun ahlâk ile takviye edilmesi gerek; ahlâkın da, kaynağı din olduğu takdirde bir mânâ ifade edeceği açık.)

İhtiyarî olanlar

Bunlara, "yazıya dökülmemiş hukukî kaideler" de diyebiliriz; cebrî bir müeyyidesi yoktur; ancak, aklî, mantıkî, imanî müeyyidelerden bahsedilebilir. Uymayanın yakasına kimse yapışmaz ama, o kişiler, çevresinde kaba, nezaketsiz, görgüsüz, terbiyesiz, münasebetsiz, lüzumsuz, küstah,ahlâksız, saygısız, edepsiz, arsız, hayâsız, namussuz gibi menfî sıfatlarla anılırlar. Bunlar, çok kuvvetli toplum kınamalarıdır. Bu duruma düşenler, sevgi, saygı, itibar göremezler; hatırları sayılmaz, sözleri dinlenmez, adam yerine konulmaz, fikirleri sorulmaz, ciddiye alınmazlar; toplumdan tecrit edilmiş gibidirler. Onları ancak menfaati olanlar muhatap alır; menfaat bitince münasebet de biter; sadece, kuru bir merhaba kalır.


Serbest (ihtiyarî) münasebetleri üç başlık altında ele alabiliriz:

a) Görgü Kaideleri

 Nazik olmak; kimseye kaba davranmamak.
 Düzgün ve temiz giyinmek. Ütüsüz, silik, yırtık, dağınık bir kıyafetle toplum içerisine çıkmamak, ziyarete katılmamak.
 Daima güler yüzlü olmak.
 Kimseye üstünlük taslamamak.
 Teşekkür edilecek zamanda ve yerde teşekkür etmesini bilmek.
 Yolda düzenli yürümek, kendini dağıtmamak; aval aval sağa sola bakmamak.
 Muhatabın sözünü kesmemek. Yüksek sesle konuşmamak. İnsanlara kendilerinden söz etme fırsatı vermek. El cepte, hele pantolon cebinde, konuşmamak.
 Özel konuşmaların arasına girmemek.
 İki kişi gidiyorsa büyüğü sağa, üç kişi ise ortaya almak, önüne geçmemek.
 Sigara içiliyorsa, düzgün ve efendice içmek; yakmadan önce müsaade istemek, karşısındakine ikramda bulunmak. Aksırıp öksürerek, külünü sağa sola saçarak, dumanı karşıya üfleyerek içmek çok hatalıdır.
 Kahve, lokanta gibi yerlerde otururken tek sandalyeye düzgün oturmak; siparişleri ilgiliye yavaş sesle söylemek.
 Yemekte fazla konuşmamak; önünden yemek; büyükler başlamadan başlamamak; bitirince hemen kalkmamak.
 Misafirlikte yiyecek isterken iyi düşünmek. Olmayan bir şey istenmiş olabilir.
 Ziyaretleri uzatmamak; kalkılacak saati iyi hesap etmek.
 Yemekten sonra dua ve teşekkürü unutmamak.
 Kadınsa kadın gibi, erkekse erkek gibi giyinmek.
 Eldivenle toka yapmamak.
 Yanındakileri - küçüğü büyüğe - tanıtmak.
 Hitapta, "sen" ve "siz"i iyi ayarlamak.
 İnsanlarınla samimi olarak ilgilenmek, ilgileniyormuş gibi davranmamak.
 İnsanların önemli günlerine (düğün, ölüm vb. gibi) iştirak etmek.
 Münakaşadan kaçınmak, karşıdakini itham etmemek.
 Yanıldığımızda hatayı kabul etmek.
 Tenkit edeceksek, iyi yönünden başlamak; asla şahsiyeti tenkit etmemek.
 Şakalarda ölçülü olmak; kadınlarla asla şakalaşmamak.
 Sır tutmasını bilmek.
 Büyüklere ve yabancılara saygılı olmak.

Bunlara uymayanlar ayıplanır ve kınanırlar ki, bir manevî cezadır.

b) Örf ve âdetler

Uzun yıllar bir arada yaşayan insanlar arasında, aileden millete kadar, bir takım kaideler gelişir. Bunlara uyularak huzurlu bir hayat kurulur; meseleler çözülür; ihtiyaçlara cevap verilir ve toplum huzura kavuşur.

Örf ve âdetlere göre hareket etmek insanı mutlu eder; çevreden itibar görür, adam yerine konulur, sözü dinlenir; aykırı hareket edilmesi halinde ise ahlâksız ve terbiyesiz sıfatlarını alırlar. Bunlar oldukça ağır sıfatlardır.

İleri milletler örf ve âdetlerin önemini idrak etmiş ve yaşatılmasının hayatî bir zaruret olduğunu düşünerek onu devlet (kanun) teminatı altınA almışlardır. Millet fertlerinin ortak bir davranış kazanması ancak bu yolla mümkündür.

Türk örfünün temeli aile ocağına bağlılık ve sadakattir.

Aile ocağı derken, bir hususa -aslında bir yaraya- daha dokunmak, ama biraz öfkeli olarak dokunmak istiyorum:

Çoğu delikanlılar, anasını, bacısını hatta karısını kıskanmıyor. Huzurumuz ve geleceğimiz için kahredici bir durum: Oğlanlar kıskanmasını bilmiyor; kızlar namuslarını koruma gereği duymuyor. Bazen çayıra salınmış başıboş eşşeklere, bazen sokakta seyip gezen itlere, bazen mart kedilerine benziyorlar.

Bir de evliliğin ve mukaddes aile hayatının belini kıran ve düşünen her Türk'ü kahreden, bir "beraber yaşama"ahlâksızlığı, bir "oğlanların kız arkadaşı(!), kızların erkek arkadaşı(!)" kepâzeliği türedi. Tıpkı hayvan yaşayışı... Yüce Kitabımızın ifadesi ile, ondan da aşağı... Katlanılır gibi değil... Rabbim, -affet- Sen de ne diye hayvanları insan suretinde yarattın sanki!.. Bu ahlâksızlar, yerden bitmediğine göre, onların da anaları babaları vardır. Peki, ne hâldeler acaba? Günde bir kaç kere ölüyorlar m'ola?

Aynı babda bir yara daha: Bizim kültürümüzde, evlenen kızın "bâkire" olmadığı anlaşılınca, baba evine gönderilmesi vardı. 23 yıldır Almanya'dayım; her beş evlilikten ikisi, sudan sebeplerle, kısa sürede ayrılma ile neticelendiği hâlde, bu sebebe dayanarak boşananı hiç duymadım. İlerleyen teknoloji, namus kirini çıkartan bir ilâç buldu da bizim mi haberimiz yok, yoksa? Yine mi çağın gerisinde kaldık?"Dünyada namus için yaşayan" bir milletin, bugünkü fertlerindeki namus anlayışına bakın!.. Bunlar ne de olsa bizim çocuklarımız. Karakoç'un dilinden yine de bir nasihat edelim:

"Soysuz 'Yıldız'ları edinme örnek,
Kırk sandığa sığmaz bir kirli gömlek.
'Namus için' diyor en kutsal ölmek;
Ceddinin yazdığı ferman ha bacım."

Liberal eğitimin yücelttiği fert; sevgi, saygı, merhamet, fedakârlık, itaat, sadakat gibi duyguları; hatta din, milliyet, ahlâk, örf, âdet gibi diğer bütün değerleri geriye attı. Bu sebeple de iç âlemi, duygu dünyası, inanç ağı gelişip zenginleşmiyor. Yukarıda anlatılan kahredici manzara, bu boşluğun neticesidir.
“Fert kendini geliştirmelidir!” diye etrafındaki maneviyat halkasını kırmak ferdi geliştirmedi, bencilleştirdi. O şimdi sadece kendisi için yaşıyor. Aynı eğitimden geçen Batı insanı, edindiği okuma alışkanlığı sayesinde kendisine lâzım olan bilgileri elde edip, ufkunu genişletiyor; eksiğini tamamlıyor. Yine aynı Batı, liberal eğitimin boşluğunu fark ederek okullarına "ethik" adı ile yeni bir ders koydu. Her hâlde bizim müstağripler Batı'yı taklit etme kararını verirken işin bu yönünü göremediler ve Türk halkını çıkmaz sokağa tıktılar. İnsanımızı önceleri, aile, okul ve çevre birlikte terbiye ederdi. Etrafında, “ayıp” ve “günah” duvarı vardı; onu korurdu. Örf ve âdetlere uymayan davranışları ayıp, dine uymayan hâlleri günah idi. Şimdi bu duvar yok! Her cepheden saldırarak yıktılar onu. İnsanımız ortada kaldı

C) Dinî-Ahlâkî Kaideler (Ziyaret esnasında)

1. Ziyaretlerde kapı zili veya tokmağı hafif çalınmalı; kapının kenarına çekilip beklenmeli; aralıklara en fazla üç defa çalınmalıdır.
Hadis: “Ya Übade, yüzünü kapıya döndürerek izin isteme.”
“Göz baktığında artık izin yok.”

2. İlk söz: usûlüne uygun bir selâm...
Hadis: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız. Size, işlediğiniz takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yaygınlaştırınız.”

3. Konuşmada ilk adım: Kendini tanıtma, görüşme sebebini, nazik bir ifade ile ve kısa cümlelerle belirtme... Buyur edilen yere oturma...
Hadis: “Kim izin istemeden ve selâm vermeden başkasının evine girmek isterse, ona izin verilmez ve böyleleri Rabbine âsî olmuş sayılırlar.

4. Önemli bir husus: Tecessüs (bir şeyi aşırı görme merakı) sahibi olmayınız. Konuşurken evin sağına soluna, ev halkına -kadına, kıza- göz kaydırmak makbul bir insan olmadığınız intibaını uyandırır ve söyleyeceğiniz de o ölçüde itibar görür.
Hadis: “Göz baktığından sorumludur.”

Aynı babda bir yara daha: Bizim kültürümüzde, evlenen kızın "bâkire" olmadığı anlaşılınca, baba evine gönderilmesi vardı. Uzun yıllardır Almanya'dayım; her beş evlilikten ikisi, sudan sebeplerle, kısa sürede ayrılma ile neticelendiği hâlde, bu sebebe dayanarak boşananı hiç duymadım. İlerleyen teknoloji, namus kirini çıkartan bir ilâç buldu da bizim mi haberimiz yok, yoksa? Yine mi çağın gerisinde kaldık?
"Dünyada namus için yaşayan" bir milletin, bugünkü namus anlayışına bakın!..

Liberal eğitimin yücelttiği fert; sevgi, saygı, merhamet, fedakârlık, sadakat, itaat gibi duyguları; hatta din, milliyet, ahlâk, örf, âdet gibi diğer bütün değerleri geriye attı. Bu sebeple de iç âlemi, duygu dünyası, inanç ağı gelişip zenginleşmiyor. Yukarıda anlatılan kahredici manzara, bu boşluğun neticesidir. “Fert kendini geliştirmelidir!” diye etrafındaki maneviyat halkasını kırmak ferdi geliştirmedi, bencilleştirdi. O şimdi sadece kendisi için yaşıyor. Aynı eğitimden geçen Batı insanı, edindiği okuma alışkanlığı sayesinde kendisine lâzım olan bilgileri elde edip, ufkunu genişletiyor; eksiğini tamamlıyor. Yine aynı Batı, liberal eğitimin boşluğunu fark ederek okullarına "ethik" adı ile bir ders koydu. Her hâlde bizimkiler Batı'yı taklit etme kararını verirken işin bu yönünü göremediler ve Türk halkını çıkmaz sokağa tıktılar. İnsanımızı önceleri, aile, okul ve çevre birlikte terbiye ederdi. Etrafında, “ayıp” ve “günah” duvarı vardı; onu korurdu. Örf ve âdetlere uymayan davranışları ayıp, dine uymayan hâlleri günah idi. Şimdi bu duvar yok! Her cepheden saldırarak yıktılar onu. İnsanımız ortada kaldı

• D) AİLEMİZE KARŞI VAZİFELERİMİZ

Aile terbiye ocağıdır; herkes davranışlarına, tavırlarına, konuşmalarına dikkat etmek ve ölçülü olmak zorundadır.
Aile, sevgi-saygı, şefkat-itaat ve samimiyet esasına göre işleyen bir alettir.
Aile, “efradını camî, ağyarını mâni” bir yuvadır, sığınaktır.
Aile, her ferdinin diğerine karsı sorumlu olduğu ve İlâhî huzurda hesaba çekileceği bir imtihan ocağıdır.
Ailenin reisi babadır; herkes ona itaat etmek mecburiyetindedir.
Ana, anaçtır; aile fertlerinin yuvaya bağlanmasını temin eder.
Aile, çocukların dünya ve ahiret saadetinin temelinin atıldığı mekândır.

Ayet::

“Rabbin, kendisinde başkasına ibadet etmemenizi, ana ve babaya iyilik etmenizi emir buyurdu. Eğer onlardan birisi yahut ikisi yanında ihtiyarlarsa, sakın onlara ‘öf’ bile deme! Onları azarlama. İkisine de iyi ve yumuşak söz söyle. İkisine de acı***** tevazu kanadını indir. Ve de ki: ‘Rabbim, onların beni küçük iken terbiye edip, yetiştirdikleri gibi, ikisine de merhamet et!” (İsra/23-24)
“Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin. ...” (En’am/151)

Hadis:

“Yazıklar olsun o kimseye ki, anne veya babasının yaşlılığına ulaştığı halde cennete girememiştir.”
“Hiçbir evlat, babasının hakkını, bir istisna dışında ödeyemez. O durum da şudur: Babasını köle olarak bulur, satın alır ve azat eder.”
“Allah’ın rızası babanın rızasından geçer. Allah’ın memnuniyetsizliği de babanın memnuniyetsizliğinden geçer.”
İbni Ömer anlatıyor: “Nikâhım altında bir kadın vardı ve onu seviyordum. Babam ise onu sevmiyordu. Bana, ‘boşa onu’ dedi. Ben itiraz ettim ve boşamadım. Babam durumu peygamberimize iletti, o da bana: ‘Boşa onu’ dedi.”
“Baba cennetin orta kapısıdır. Dilersen bu kapıyı terk et, dilersen tut!

Ne mutlu annesi babası hayatta olanlara!


Hamza Eravşar

 

Dr.Yalnızefe

Dost Üyeler
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,339
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Güzel ve kaliteli katkı için teşekkürler...:)
 
Üst