Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya Chrome kullanmalısınız.
GÜZELYURT VE MARAŞ OLMAZSA OLMAZMIŞ!
Hristofyas, sözde “Omorfo (Güzelyurt) Belediyesi”nin bu yıl 31’incisini gerçekleştirdiği “anti işgal etkinliği” kapsamında Astromerit Kültür Merkezi’nde düzenlenen törendeki konuşmasında Güzelyurt ve Maraş hakkında konuşarak,
“Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas, “Güzelyurt ve Maraş Rum idaresi altına verilmeden ve olabildiğince çok Rum’un Rum idaresi altında geri dönmesine olanak tanıyacak ölçüde ciddi toprak düzenlemeleri yapılmadan Kıbrıs sorununa Rum tarafınca da kabul edilecek, yaşayabilir ve işleyebilir çözüm bulunamayacağını” demiş.
Bu konuşma sözler bile Rumların müzakerelere nasıl baktığını göstermektedir. Ne demek Güzelyurt ve Maraş’ı Rum idaresi altına vermek ve olabildiğince çok Rum’un geri dönmesi?
Rumlar bunu ilk müzakereler başladığından beri istiyorlar ve geri adım atmaya da niyetleri yok. hadi Maraş’ı zaten taviz olarak elde tutuyoruz diyelim ki bu başlı başına bir hatadır. Savaşla kazandığımız toprakların bir karışı bile taviz olarak elde tutulmaması gerekirdi. Biz bu taviz fikrini onlara yansıttığımız müddetçe Rumların istekleri bitmeyecektir. Ya Güzelyurt’ta neye dayanarak hak iddia ediyorlar. Rumlar, Güzelyurt’u vermemizi gerektiren mantıklı bir neden gösterebiliyorlar mı? Hayır, gösteremezler ama isterler. Bu gün Güzelyurt, Maraş, yarın Girne, Meserya ovasında ki yerleşim yerleri! Derken Kuzeyin tamamını talep ederler. Zaten olabildiğince çok Rum’u adaya yerleştirmek istemeleri de bunu göstermektedir. Kısacası Rumlar hiçbir zaman için Kuzeyde bir Türk otoritesi istemiyorlar ve bunu sağlayacak hiçbir anlaşmaya da imza atmayacaklardır.
Peki, bu durumda biz kimlerle, makul, adil ve kalıcı bir çözüm istiyoruz. Kimden istiyoruz. Muhataplarımız kim. Böyle bir anlaşmanın olacağına inanabilir miyiz? Muhatabımız olan Rumlar adanın tümü üzerinde hakimiyet sahibi olduklarını düşünürlerken biz hala Birleşik Kıbrıs’a ait hayaller kurmaya devam etmemiz kendimizi kandırmaktan öteye geçmez.
Bu durumda Türk tarafının ve Türkiye’nin yapacağı tek şey, bu yılının sonuna dek müzakerelere devam edip, hala bir netice elde edilememişse, artık bu müzakerelere devam etmemin de bir anlamı olmadığını kabul ederek, müzakerelere bir son vermesi olacaktır.
Müzakerelere son verildikten sonra da KKTC’nin tanıtılması için gerekli girişimleri yapmaya başlamalılar. Yani Referandum öncesi verilen vaatleri AB, BM, ve ABD’yi yerine getirmesi için zorlamaya, eğer ilgililer bu yönde bir girişimde bulunmaya yanaşmazlarsa ki yanaşmayacaklardır. O zaman Türkiye kendi çabalarıyla KKTC’yi tam olarak tanıyıp, tanıtma çalışmalarına başlamalıdır. Tüm tavizleri ortadan kaldırıp, bu güne dek kaydedilen anlaşma taslaklarını da rafa kaldırıp önüne bakmalıdır.
Ticaret te risk almadan gelişme olmadığı gibi, bu davada risk almak gerekmektedir. Türkiye’nin ve KKTC’nin müzakereleri sonlandırmasıyla doğacak risk ne olabilir. Zaten 1974’ten bu yana kuzeyde bu risk vardır. Fakat bu riske rağmen de KKTC’de çok büyük gelişmeler yaşanmaktadır. Bunu da kimse inkar edemez. Gerek kültürel açıdan, gerek sosyal açıdan, gerekse ekonomik açıdan 1974’ten günümüze bakıldığında dev adımlarla ilerleyen bir KKTC görüyoruz karşımızda. Teknolojiyi yakalamış, modern dünyaya ayak uydurmuş, Turizmi her geçen gün büyüyen, otomotiv piyasasında dünya ile yarışır hale gelmiş, tarım da ve hayvancılıkta kendine yetebilecek kadar gelişme göstermiş bir KKTC var karşımızda. Tüm bunlar Türkiye ve KKTC işbirliği sayesinde gerçekleşmektedir. Bundan sonra da bu böyle devam edebiliriz.
Biz bu şekilde yaşamımıza devam ederken, müzakerelerin sonlanmasından sonra Bileşik Kıbrıs hayalleri suya düşen, Kıbrıs’ta bölünmüşlüğün kalıcı olmasının stresini yaşayan Rum tarafı ne düşünecek? Adanın tamamına hakim olma hayalleri yok olup gidecek. İşte o zaman Rum tarafı kara kara düşünüp, ya bu bölünmüşlüğü kabul ederek komşu KKTC’yi istemese de, tanımasa da kabullenecek. Ya da müzakerelerin yeniden başlaması için, kendilerinin de bazı tavizler vermesi gerektiğini anlayacak. Doğanın kanunu budur. Vermezsen alamazsın. Toprağa da ne ekersek onu biçiyoruz.
Ayla Berkin
18.10.201