H.Nihal Atsız'ın Tüm Şiirleri

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
DAVETİYE

Ey Benito Mussolini! Ey gayet yüce,
İtalyanlar başvekili muhterem Duçe!
Duydum ki, yelkenleri edip de fora
Gelecekmiş orduların yeşil Bosfora.

Buyursunlar... Bizim için savaş düğündür;
Din Arab’ın, hukuk sizin, harp Türklüğündür.
Açlar nasıl bir istekle koşarsa aşa
Türk eri de öyle gider kanlı savaşa.

Hem karadan, hem denizden ordular indir!
Çarpışalım, en doğru söz süngülerindir!
Kalem, fırça, mermer nedir? Birer oyuncak!
Şaheserler süngülerle yazılır ancak!

Çağrı Beğ’le Tuğrul Beğ’in kurduğu devlet
İtalyalı melezlerden üstündür elbet;
Bizim eski uşakları al da yanına
Balkanlardan doğru yürü er meydanına;

Çelik zırhlı kartalları göklere saldır...
Fakat zafer, sizin için söz ve masaldır...
Dirilerek başınıza geçse de Sezar
Yine olur Anadolu size bir mezar.

Belki fazla bel bağladın şimal komşuna,
Biz güleriz Cermenliğin kuduruşuna,
Tanıyoruz Atilla'dan beri Cermeni,
Farklı mıdır Prusyalı yahut Ermeni?

Senin dostun Cermanya ya biz Nemse deriz,
Bir gün yine Beç(Viyana) önünde düğün ederiz.
Söyle, kara gömlekliler etmesin keder;
Ölüm-dirim savaşımız bir gün mukadder!

Gerçi bugün eskisinden daha çok diksin;
Fakat yine biz Osmanlı, sen Venediksin!
Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,
Hayal bütün insanlarda olan bir haldir.

Bu hayaller zamanları hızla aşmalı,
Gök Türkler'le Romalılar karşılaşmalı!
Görmüyorsan gönlümüzün içini, körsün!
Kılıçlarımız kınlarından çıkmaya görsün!

Top sesleri, bomba sesi bize saz gelir;
17'ye karşı 44 milyon az gelir.
Arnavut’u yendim diye kendini avut,
Yiğit Türk'le bir olur mu soysuz Arnavut?
Kayalara çarpmalıdır korkunç türküler!

Dalmalıdır gövdelere çelik süngüler!
Sert dipçikler ezmelidir nice başları!
Ecel kuşu ayırmalı arkadaşları!
En yiğitler serilmeli en önce yere!

Kızıl kanlar yerde taşıp olmalı dere!
Ülkü denen nazlı gelin erde şan ister!
Büyük devlet kurmak için büyük kan ister.
Damarında var mı senin böyle bol kanın?

Türk'ün kanı bir eşidir lavlı volkanın!
Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,
Kurulacak yeni Roma boş bir hayaldir,
Karşısında olmasaydı şanlı "Türk Budun"

Belki gerçek olacaktı bir gün umudun,
İnsanoğlu ümitlerle dolup taşmalı,
Aryalarla Turanlılar karşılaşmalı.
Tabiatın yürüyüşü belki yavaştır;

Hız verecek biricik şey ona savaştır!
Keskin olur likörlerden ayranla kımız,
Karnera’yı yere serer Tekirdağlımız.
Yurdumuzun çok tarafı olsa da kuru

Makarnadan kuvvetlidir yine bulguru...
Biz güleriz Façyoların felsefesine,
Dayanır mı kırkı bir tek Türk efesine?
Bizim yanık Fuzuli'miz engin bir deniz!

Karşısında bir göl kalır sizin Dante’niz!
Bizler ulu bir çınarız, sizler sarmaşık!
"General"ler "Paşa" larla atamaz aşık!
Ey İtalyan başvekili! Ey Musolini!

İki ırkın kabarmalı asırlık kini...
Hesabını göreceğiz elbette yarın
Yedi yüzlü, yedi dilli İtalyanların!
Irkınızı hiçe saydı Hazreti Fatih.

Biraz daha yaşasaydı Hazreti Fatih
Ne Venedik kalacaktı, ne Floransa...
Hoş geldiniz diyecekti bize Fransa!
Haydi, hamle kafirindir... İlkönce sen gel

Ecel ile zaman bize olmadan engel!
Burada tanklar yürümezse etme çok tasa;
Süngülerle çarpışmadır savaşta yasa.
Olma öyle sinsi çakal yahut engerek!

Bozkurt gibi, kartal gibi dövüşmek gerek!
Kılıç Arslan öldü sanma, yaşıyor bizde!
Atilla'nın ateşi var içimizde!
Kanije'nin gazileri daha dipdiri!

Sınırdadır Plevne'nin kırk bir askeri!
Edirne'de Şükrü Paşa bekliyor nöbet!
Dumlupınar denen şeyi bilirsin elbet!
Şehitlerden elli milyon bekçisi olan
Aşılmaz bir kayadır bu ebedi vatan!


H.N.ATSIZ

Bugünün Gençlerine

Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.
Sen bütün varlığına yurdumuzun malısın.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin, ne de et;
Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.

Istırap çek, inleme... Ses çıkarmadan aşın.
Bir damlacık aksa da, bir acizdir gözyaşın;
Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın,
Tek başına dileğe doğru at salmalısın.

Ezilmekten çekinme... Gerilemekten sakın!
İradenle olmalı bütün uzaklar yakın,
Doludizgin yaparken ülküne doğru akın
Ateşe atılmalı, denize dalmalısın.

Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan!
Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan?
Mefkuresinden başka her varlığı unutan
Kahramanlar gibi sen, ebedi kalmalısın...
1931

-II-
Muallim Arkadaşlarıma
Sen ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak,
Ne de sıska bir göğse takılan bir çiçeksin;
Senin de bu dünyada nasibin var: Savaşmak!..
Kayalarla güreşip dağlarda öleceksin.

Yoldaşlık ederekten gökte güneşle, ayla
Aşarsın tepe, ırmak; yürürsün ova, yayla...
Hayata ne biçimde geldinse bir borayla
Daha sert bir kasırga içinde biteceksin.

KIZIL ELMA uğrunda kılıç çekince kından,
Bahtiyarlık denen şey artık geçmez yakından;
Mesut olup gülmeyi sök, çıkar hatırından.
Belki öldükten sonra bir parça güleceksin.

Yüz paralık kurşunla gider “HAYAT” dediğin;
“Tanrı Yolu” uzaktır; erken kalk, sıkı giyin.
Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin
Güzel Kızıl Elma’na varmadan öleceksin.
1931

-III-
Belki bir gün çöllerde kaybedersin eşini,
Belki bir gün ağlarsın kaçtı diye karına.
Işıksız kulübende boranın esişini
Dinleyerek çıkarsın bir ümitsiz yarına.

Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe bir hınca;
Namert bir el arkandan seni vurur kadınca;
Bir gün sabrın tükenir... Silahını kapınca
Haykırarak çıkarsın yurdunun dağlarına...

Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar,
Senin büyük derdinden başkaları ne anlar?
Vicdanını ‘‘Paris’’e, ‘‘Moskova’’ya satanlar,
Küfür diye bakarlar senin dualarına.

Hey arkadaş! Bu yolda ben de coşkun bir selim,
Beraberiz seninle, işte elinde elim.
Seninle bu hayatın gel beraber gülelim,
Ölümüne, gamına, tipisine, karına...
1931

-IV-
Asker Kardeşlerime
Atandan kalmış olan kılıcı iyi bile,
Onu bütün gücünle vuracaksın çağında.
Savaş... Bunun tadını ey Türk sen bulamazsın,
Ne sevgili yanında, ne baba ocağında…

Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara,
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara...
Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara
“Çanakkale” ufkunda, “Sakarya” toprağında.

Siyasette muhabbet... Hepsi yalan, palavra...
Doğru sözü “Kül Tegin” kitabesinde ara...
Lenin’den bahsederse karşında bir maskara,
Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.

Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar!
Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar...
Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar?
Ruhlarımız buluşur elbet Tanrıdağı’nda...
1931

-V-
Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin,
Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da,
Varsın bütün ömrünce bir an nasip olmasın
Yorgunluğunu gidermek serin bir su başında.

Bir gülüşten ne çıkar, ne çıkar ağlamaktan?
Kullar kancıklık eder, bela bulursun Hak’tan.
Gün olur ki bir yudum su ararsın bataktan,
Gün olur ki bir tutam tuz bulunmaz aşında.

Bir çığ gibi yürürsün bir lahza durmaksızın,
Bir ilahi kaynaktan geliyor çünkü hızın.
Duygular ölmüştür... Tapınılan bir kızın
Bir füsun bulamazsın gözlerinde, kaşında.

Istırabı kanına katta göz kırpmadan iç!
Varsın gülsün ardından, ne çıkar, bir iki piç...
Bu varlık dünyasında yalnız senin hiç mi hiç
Bir şeyin olmayacak... Hatta mezar taşın da...

YAKARIŞ

Anlamayız hayatı felsefeyle, ilimle;
Hayat çelik ellerle atılan zar olmalı.
Rahat yatakta ölmek acep olmaz mı çile?
Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı.

Âşık nasıl bulursa iç açan bir serin su
Sevdiği bir güzelin som yalaz dudağında,
Sönecektir bizim de gönlümüzün tamusu
Tanrıların gezdiği yüce Tanrı Dağında.

Tanrı Dağı! Tanrılar, tanrılaşanlar dağı!
Orda on üç asırdır bizi bir gözleyen var.
Savaş türküleriyle aylı kızıl bayrağı,
Kefensiz ölülerin ruhunu özleyen var.

Ulu Tanrı! Kür Şad'ın yenilmeyen ruhunu
Yüce Tanrı Dağında daha biraz barındır!
Geleceğiz yakında! Yarın bütün oralar
Demir bileklerdeki çelik kılıçlarındır!

Tasamı dır yakarsa bir kurşun kalbimizi?
Ne çıkar süngülerle delinirse bağrımız?
Bu kurşunlar, süngüler öldüremezler bizi,
Belki diner onlarla ezeli kalp ağrımız.

Gözümüzde bir hasret parlayarak düşünce,
Toprak ana elbette bize açar kolunu.
Onun kadar düşünmez bizi hiçbir düşünce,
Kendi koynunda saklar can veren her oğlunu.

Yurt ve şeref uğrunda sen seril de toprağa
Varsın hiçbir dudakta anılmasın er adın!
Kan sızarak göğsünden huzuruna varınca
Istırâbı dinecek belki o gün Kür Şad'ın.

Gam mı ceylân gözlüler bizlere yâr olmasa?
Yeter ki kılıçlarla süngüler yâr olmalı.
Rahat yatakta ölmek sanki değil mi tasa?
Savaş ve er meydanı bize mezar olmalı.
<B>
II
</B>Bir gün olur, elbette eski beğler dirilir;
Yine kılıç kuşanır tarihteki paşalar.
Yine şanlar alınıp nice canlar verilir,
Yiğit akınımızdan yine dünya şaşalar.

"Türk tarihi" denilen kahramanlık şiirini
Yeniden yazmak için harcayacağın kandır.
Mısralar, içinde en güzel ve derini
Batıda "Niğbolu", doğuda "Çaldıran"dır.

Yine Batılıların üçüncü Kosova'da
Topraklara sereriz, bir değil, birkaçını.
Çekilince kılıçlar yeniden Haçova'da
Paramparça ederiz Cermenliğin haçını.

Yine ufka açılır şanlı korsanlarımız,
Bir Türk gölü yaparlar Akdeniz'in içini.
Acı acı gülerek bugün susanlarımız.
Yarın rezil ederler Romalı’nın piçini

Genç Fatih’in ordusu yine tekbir alınca
Söndürürüz kâfirin Meryem Ana mumunu.
Haritadan sileriz Tuna’ya at salınca
Ulah’ını, Sırp’ını, Bulgar’ını, Rum’unu.

Gövdesini elbette döndürürüz kalbura
Bir geçerse Moskof’un elimize yakası.
Çanakkale önünde yine kopar bir bora
Süngümüzle bozulur İngiliz'in cakası...

Yiğit Harbiyeliler! Öğrenin dersinizi:
Kahraman göz kırpmadan düşmana saldırandır.
Vazifeniz: Kanije, Silistire, Pilevne,
Niğebolu, Kosova, Malazgirt, Çaldıran'dır.

Yarın Yavuz dirilip bize buyruk verince
Kızgın kum çöllerini yeni baştan aşarız.
Kanlarımız sebildir; akıtarak hepsini
Belirsiz mezarlarda anılmadan yaşarız...

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.

Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.

Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık.
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık;
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerekir.
Atıldıktan sonra bir daha dönmemektir...

Arkadaşlar, haydi artık saflar dizilsin!
Uzak, yakın ufuklardan koşup gelerek
Belde çelik kılıç, içte çelikten yürek
Taşıyanlar saflardaki yerini bilsin!

Bir çığ gibi yürüyelim gözler ilerde;
Keder, elem her ne varsa geride kalsın!
Tehlikeler duman gibi tüterken yerde
Arkadaki her düşünce sönüp ufalsın.

Kahramanlar yürük gider ölüme karşı,
Bir sevgili gibi onu basar bağrına!
Bak, uzaktan çalınıyor bir zafer marşı,
Yürüyelim şu doğmakta olan yarına...

Sen ne kadar güzel şeysin, ey şanlı ölüm!
Bizim bütün talihimiz sende saklıdır.
Ey dünyada her yiğide nişanlı ölüm,
Zevki sende arayanlar elbet haklıdır.

Köprüköy'den, Plevne'den gelen ses nedir?
Çanakkale şehitleri dirildiler mi?
Çocuklarda yeni doğan bu heves nedir?
Kocamışlar bir sır için gençlik diler mi?

Saflarımız seyrelse de yine ileri!...
Düşenlerin kanlarından doğar bir şafak!
Haydi, sarsın yeri, göğü cenk türküleri;
Kanımızla burada yarın güller açacak.

Dilek yolunda ölmek Türkler'e olmaz tasa,
Türk’e boyun eğdirir yalnız türeyle yasa;
Yedi ordu birleşip karşımızda parlasa
Onu kanla söndürüp parçalarız, yeneriz.

Biz Tufanı yarattık uyku uyurken Batı,
Nuh doğmadan kişnedi ordularımızın atı.
Sorsan söyle diyecek gök denilen şu çatı :
Türk gücü bir yıldırım, Türk bilgisi bir deniz.

Delinse yer, çökse gök yansa kül olsa dört yan,
Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan.
Yıldırımdan tipiden kasırgadan yılmayan,
Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz…

Türk duygusu her Türkçüye en tatlı kımızdır;
Türk ülküsü candan da aziz bayrağımızdır.
Bayrak ki onun gölgesi Bozkurtları toplar;
Bayrak ki bütün kaybedilen yurtları toplar.

Nerden geliyor? Tanrıkut`un ordularından!
Lakin bize bir beyt okuyor kutlu yarından:
Darbeyle gönüllerde yatan ülkü silinmez!
Atsız yere düşmekle bu bayrak yere inmez

Bahtiyarlık ne zafer kısrağına binmektir;
Ne yaşarken dünya uçmağına inmektir.
Şekli olmaz, rengi yok, belirsizdir ve tektir.
Bahtiyarlık: Ömründe bir kere sevinmektir.

Bir karanlık geceye akıyorken bu varlık
Bulunur mu dünyada ebedi bahtiyarlık?
Mükâfatın, yapsan da en büyük bir yararlık
Nihayet zafer adlı bir kısrağa binmektir.

Dört hecelik söz olan “bahtiyarlık”... O bir sır...
Bilmeyecek insanlık bunu daha bin asır.
Bilgi, bolluk, din, para... Hepsi boş, hepsi kısır...
En fazlası bir dünya uçmağına inmektir.

Her şeyin bir şekli var, her derdin bir ilacı...
Türlü türlü yemişler verir dünya ağacı.
Zafer çetin, ilim güç, bozgun kötü, aşk acı.
Hâlbuki bahtiyarlık: Belirsizdir ve tektir.

Bahtiyarlık: Boraca yüce dağları aşmak
Varılmadan ölünen uzak yerlere koşmak,
Tanrı’nın sofrasında mest olarak konuşmak
Ve ömründe bir kere, bir kere sevinmektir

Bir mahşere binlerce kader tutsağı gelmiş,
Titrek ve metin cümle adımlar ona doğru...
Gitmekte bütün kafile, meçhule yönelmiş,
Nerden gelerek hangi karanlık sona doğru?

Her şey kopuyor istemeden kendi yerinden;
Herkes geliyor, sonra da herkes gidecektir,
Milyonla asır geçse de arzın üzerinden,
Bir kere giden bir daha ses vermeyecektir.

Meçhul kaderin çizdiği yoldan gideceksin;
Bilmem ki bu meçhulleri hep Tanrı mı yazmış?
Öyleyse bırak, ruh bütün işkenceyi çeksin,
Bin bir kere ölmeksizin insan yaşamazmış

Bilsin cihan ki ben bu cihanın nesindeyim,
Bir ülkünün mehabetinin zirvesindeyim.
Dünya denen mezellete dalsın her isteyen,
Ben ırkımın şeref taşan efsanesindeyim.
Herkese bir özleyişle yaşar... Ben de öylece

Altaylar’ın ve Tanrıdağ’ın çevresindeyim.
Merdanelikle şöyle bakıp ayrılıklara
Son menzilin hüzün dolu kâşanesindeyim.
Artık veda zamanına pek fazla kalmadı;
Yorgun ve kimsesiz ölümün bahçesindeyim...

Gel arkadaş, gel seninle az dertleşelim;
Okuyarak hayat denen koca kitabı
Gönüldeki yaraları biraz deşelim.
Gömdüm kara topraklara melekten iyi,

Perilerden nazlı, güzel bir sevgiliyi.
Derin derin sızlıyor gönlümde yaram,
Bana artık her saadet olmuştur haram.
Beni sardı kefen gibi mâzinin tülü,

Yere batsın bu toprakla bu korkunç mâzi!
Orda çünkü sevgilimle sevgim gömülü...
Hey arkadaş! Sözünü bil, hem kendine gel,
Bahtiyarlıklara olmaz ölümler engel.

Bir sevgili kızı senden aldıysa toprak
Buna katlan, toprak için çünkü bu bir hak!
Hem yaratan, hem büyüten topraktır bizi,
Üzerinde işitiriz ilk ninnimizi;

Fışkırttığı serin sular bize can verir!
Ormanları gönlümüze heyecan verir.
Hey arkadaş! Sende insaf duygusu yok mu?
Sana her şey veren, seni büyüten toprak

Senden bir tek kız aldıysa acaba çok mu?
Doğup ölmek... Millet için bunlar bir hızdır.
Toprak bizim beşiğimiz, mezarımızdır.
Toprak bizim anamızdır... İnsan yasına

Kapılarak nasıl söver öz anasına?
Hakikât ne şu göklerin derinliğinde,
Ne suların şairane serinliğinde...
Aristo'nun mantığında zerresi yoktur,

Pisagor'da, Eflâtun'da nebzesi yoktur.
Mefkûreler âleminde olunca kıtlık
Kafaların içerisinde başlar çıfıtlık;
Bir budala “zulüm yeter” diye haykırır,

Bir it çıkar, “proleter” diye haykırır!
Bir hayvanda hâkim olur cinsî heyecan,
Froyd denen Yahudi'ye gider, verir can...
Kimi kördür... Kendisine büyük gelir pek

Lenin denen o maskara vatansız köpek...
O ne felsefenin, ne de dinin hiçinde,
O, toprağın asırlardan beri içinde...
Hakikâti bulmak için onu eşmeli,

Yükselmekten bir şey çıkmaz, derinleşmeli.
Göğe doğru yükselenler bir gün yorulur,
Derinleşen, hakikâti toprakta bulur.
Şu ne başı, ne de sonu olmayan toprak

Gömdüğümüz vücutlardan gıda alarak
Bize hayat, bize tarih, mâzi yaratır.
Mâzi köhne kitap değil şanlı bir satır...
Mâzi ırkın yarattığı coşkun bir seldir,

Mâzi bizim alnımızı göğe yükseltir,
Geçmişlerin gecesinden ışık alırız.
Bir düşünsen mazideki olan işleri
Hâdisatın büyüklüğü seni şaşırtır.

İstersen gel yâd edelim o geçmişleri...
Kaynar elbet damarında hâlis Türk kanın,
Damarında çünkü kanı var “Atillâ’nın,
Avrupa'nın her ırkından toplanan ordu

Onu Galya ovasında zorla durdurdu.
İradesi yenilmeden sinirle ete
Vatan için karısını bırakan “Mete”,
Yasa için kardeşini öldüren “Çingiz”,

Yer yüzünde bırakmadan küçücük bir iz
Geçip giden milyonlarca adsız kahraman,
Ki her biri bugün bize vermededir şan,
Bu erlerin cisimleri toprakta kaldı,

Ve adları tarihte bir şanlı yer aldı...
Hangisini hangisinden üstün tutmalı?
Her birisi bu toprağın, bu ırkın malı...
Tonyukuk” un gizlenmiştir dehâ kanında,

Bismark onun at uşağı olmaz yanında...
“Alp Arslan”la “Kılıç Aslan” şanlı bir fasıl,
Avrupa'yı rezil eden “Yıldırım”... Nasıl?
Düşünsene ne biçim bir kahraman erdir

Ankara'da Yıldırım'ı eriten “Demir”...
Bu kadar mı? Bu saydığım ancak birkaçı
Katerin'le neler yaptı acep “Baltacı”?
Anafarta cephesinde kim durdu en son?

İlk dayağı kimden yedi kuduz Napolyon?
Sevdiğin kız şu toprağa eğer girdiyse,
Sen toprağı eskisinden fazla benimse.
Bil ki toprak ebediyen senin olmuştur...

Bu dünyada bizim bir genç kızı sevmemiz
Filhakika gayet doğru, hem de çok temiz
Bir gayedir... Fakat bunun hududu dardır...
Sevgiliden sevgili bir mefkûre vardır.

Bir kız solar yahut senin tükenir aşkın;
İnsan kalmaz uzun zaman neşeli, taşkın...
Ya mefkûre? Ebediyet onunla birdir,
Kişioğlu müebbeden ona esirdir.

En mukaddes iki ‘‘var’’a böyle söversen,
Toprak ejder, mazi kanlı bir gece dersen,
İleriye bakamazsın, gözün kamaşır.
İstikbali kucağında bu mazi taşır...

Arkasında olmasaydı şanlı bir mâzi
Bu milletten çıkar mıydı bir büyük Gâzi?
Kara toprak yine bizden gıda almasa
Kalır mıydı aramızda bir töre, yasa?

Mâzi bizim atamızdır, toprak anamız.
Biri bizi yetiştirir, biri verir hız.
Bu toprağa nasıl dersin kara bir ölü
Ki bağrında bütün şanlı ecdat gömülü.

Yabancılar bir gün yine akın ederse
Ve zaferi kendisine yakın ederse
Sevgilimi aldı diye bu kara toprak
Tarihin ün meydanından uzak kalarak

O toprağın uğruna sen can vermez misin?
Bu maziyle bu toprağa küfürden sakın,
Kendine gel, iradeni üstüne takın!
Savaşları, töreleri, yasalarıyla,

Zaferleri, bozgunları, tasalarıyla
Mâzi ırkın yarattığı bir şaheserdir...
Hey arkadaş! Sapıtmışsın, doğru yola gir;
Hakkı neyse ver mâziyle kara toprağın...

Onlar değil efsâneyle cansız bir yığın!
Bu ikisi ebediyen kutlanacaktır...
Ve bunları inkâr eden, bil ki, alçaktır...

Pınar başına geldi
Bir elinde güğümü;
Çattı yay kaşlarını
Görünce güldüğümü,
Bağlamıştı gönlümü
Saçlarının düğümü.
Bilmiyordum bu örgü

Acaba bir büyü mü?
Sordum: Nerdedir yerin?
Nedir senin değerin?
Yedi kral vurulmuş,
Ne bu ceylan gözlerin?
Hangisine varırsın
Bu yedi ünlü erin?

Şöyle dedi bakarak
Göklere derin derin:
Kralların taçları
Beni bağlar büyü mü?
Orduları açamaz
Gönlümdeki düğümü.

Saraylarda süremem
Dağlarda sürdüğümü.
Bin cihana değişmem
Şu öksüz Türklüğümü...

Analım Tunga Er efsanesini;
Duyalım geçmişin erkek sesini.

Bürüyüp Tanrıdağ’ın çevresini
Yine Gök Türk olalım… El kuralım.

Ötüken-Yış durak olsun da bize
Yürüsün ordular oradan denize.

Çinli baş vermese, gelmezse dize
Kağanın buyruğu vardır: Vuralım.

Anlatılmaz, yüce bir erdem olan
Bu akınlarda bulunmaz yorulan.

Günü geldikçe de bizden sorulan
Kan ve can vergisi olsun...Verelim!

Ülkü uğrunda gönüller delidir.
Kişiler ülkü için ölmelidir.

Tanrı’nın insana değmiş elidir
Şu ölüm adlı güzel şey... Saralım.

Hiç düşündün mü niçindir yaşamak?
Bir görev yapmak içindir yaşamak.

Er kişiysen görevin neyse, başar.
Zevke, eğlenceye hayvan da koşar.

Görüyorsun nice hayvan yığını
Ki yapar sadece hayvanlığını.

Fakat onlar bile kendince yine
Tükürürler Kadeş’in itlerine.

O nasıl olmalı bir ruhu ölü,
Ya da bir canlı, fakat kahpe dölü

Ki sanır durduğu yer it inidir,
Oysa bir şanlı şehitler sinidir.

O fuhuş uzmanı cikletli dişi,
Dişinin en kötü, en köhnemişi,

Kaplamış ruhunu çirkef yosunu,
Hiç umursar mı şehit ordusunu?

Var mıdır onca tivistin ötesi?
Adı üstünde: Köpek sosyetesi!

Yok sayıp sen de bu ruhsuz sürüyü
Kılavuz yap ebedi Gök Börü’yü.

Çıkarıp Ergenekon’dan ulusu
Türk’ü kılsın yine dünya ulusu.

İzleyip Gök Börü’nün gölgesini
Gezelim gel o Kömen ülkesini.

Gönlümün özlemi yerdir orası,
Gürler ufkunda yiğitlik borası.

Orda erdem gözükür, başkası çıkmaz alana.
Kapanıktır kapılar her kovu, her bir yalana.

Orda erler: Kimi arslan, kimi parsın eşidir.
Orda kızlar: Güneşin kendi, ayın on beşidir.

Uğramaz ufkuna asla o yerin yüz karası;
Orda yoktur ne siyaset, ne fikir maskarası.

Yaşamaz öyle bir ortamda küçüklük, kötülük;
Bir alaydan daha üstün savaşır orda bölük!

Sungurun uçtuğu yerlerde barınmaz yarasa
Ve bütün dirliğin üstünde yürür sade yasa...

Bir düşün başların üstünde kağanlık tuğunu,
Ruh duyar orda ölürken bile Türk olduğunu;

Ölümün zevkini bir süs gibi gönlünde taşır.
Dirilerden daha çok orda şehitler dolaşır.

Bu şehit ordusu varken kuramaz kimse pusu,
Yurt için kan dökülür orda denizler dolusu.

Günümüzden, düşünüp birçok asırlar geriyi
Analım bin kere ölmüş o ölümsüz çeriyi:



Ebedi yiğit!
Adı yok şehit!

Kefenin: Vatan...
Tabutun: Cihan...

Düşünüp övün,
Yaşıyor ünün.

Damarında kan
Bir alev midir?

Yaşaman: Roman;
Ölümün:Şiir.

Sana yok ne taş,
Ne de bir mezar.

Bu hayat: Savaş!
Ebedi uzar.

Eşit olduğun
Şu güneş: Tuğun.

Tabutun: Vatan,
Mezarın: Cihan.

Adı yok yiğit!
Ebedi şehit!..



Onu anmakla görür Türk soyu gökçek Kömeni:
Dolu dizgin yarışan Tanrıkut’un dört tümeni...

Bin asır geçse de rastlanmaz onun bir eşine,
Buyruk aldım diye ok fırlatıyor evdeşine...

Bidev atlarla kılıp her yolu bir günde yarı
Yıldırımlar gibi dağlardan aşan orduları...

Saygı olsun bu çelik atlıların gök tuğuna,
Tuğu kaldırmış olan orduların başbuğuna.

O nasıl bir yürüyüştür, ne yiğitler katarı!
Kun’u, Gök Türk’ü, Oğuz-Uygur’u, Kırgız’ı, Tatar’ı...

O batırlar ki basıp bağra kucaklar ölümü.
Özgelerden sakınıp kendine saklar ölümü.

Her zaman öyle ağırdır ki yiğitlik kefesi,
Kahramanlar gibi ölmek o günün felsefesi...

Onların sanki başak canları... Durmaz, biçilir...
Toprağın içkisidir kanları, al al içilir.

Tarihin bir olağanüstü ve şahane işi
Kür Şad’ın, Kül Tegin’in, Çağrı Beğ’in ok çekişi...


İçim yine sevinçle dolup yanıyor;
Sanki deniz olmuş, dalgalanıyor.
Uzak uzak ülkelerden döndüm seferden;
Yaralarım ağır, fakat mestim zaferden;

Zafer, ümit kaynağının bir çeşmesidir.
Zafer birçok gönüllülerin birleşmesidir.
Gönülleri birleşenler ölse de bir gün
Gök kubbede kalacaktır seslerinden ün.

Gönülleri birleşenler! Selam sizlere!
Uzaklarda dertleşenler! Selam sizlere!
Selam sana hücrelerde benzi solan genç!
Selam sana ey yılları heba olan genç!

İstikbalim gitti diye yaslanma sakın!
İstikbalin değil, ruhun Tanrı’ya yakın!
O yalancı istikbale bir perde indir!
Gerçek yarın” unutma ki bir gün senindir!

Selam sana yavrusundan ayrılan kadın!
Kim bilir sen gizli gizli nasıl ağladın!
Ne bir damla gözyaşı dök, ne yasla dövün;
Sen yaşarken öksüz kalan yavrunla övün!

Gür sütünle aşladığın erlik cevheri
Yapacaktır onu yarın yaman bir çeri...
Tek bir kadın değilsin sen... Sen bir ocaksın!
Mademki bir adın Atsız, katlanacaksın!

Kafkasya’da can veren bir şehidin kızı
Bir çeliktir... Yüreğinde erir her sızı...
Varsın, bağrın firkatiyle yavrunun yansın...
Yansın, dayan! Çünkü sen de bir kahramansın!

Ey ekmeği alınanlar! Selam sizlere!
Ey rütbesi çalınanlar! Selam sizlere!
Kardeş yahut arkadaştır diye evleri,
Ocakları dağıtılan ülkü devleri!

Selam size! Üstünüzde bütün bakışlar,
Bir gün olur, tarih sizi elbet alkışlar!
Ey ciğeri parçalanan kahpe veremden
Ne beklersin dünyadaki sahte keremden?

Ciğerlerin sönüyorken Tanrı’yı andın;
Tasa etme,gerçekleşir mukaddes andın.
Hepinize sevgilerle coşkun selamlar!
Şehitlerimiz bile sizi belki selamlar

İçtiğiniz ıstıraplar size kımızdır
Bu acılar mazimize selamımızdır.
En tatlı bir hayalimdir bu selam benim
Kırk derece sıcaklıkta erirken tenim...

Çekiyoruz bunalarak fakat ne çıkar?
Ulu Tanrı bir gün elbet bizi yargılar.
Bütün dünya sağırlaşsa o bizi dinler,
O’nun rahmet denizinde ruhlar serinler.

Ey hırçın genç, ey güzel kız! Bırakın yası...
Yeter temiz gönüllerin bizi anması...
Toprak ana uyuturken koynunda bizi
Yarınkiler biçecektir ektiğimizi,

Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır,
İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır!
Selam şanlı mazimize! Selam yarına!
Selam zafer ordusunun silahlarına!

Ey geçmişin yiğitleri! Selam sizlere
Ey yarının şehitleri! Selam sizlere!
Siz tarihe yazıyorken şanlı bir satır,
Aranızda bulunacak güleç bir batır;

Atsız oğlu Yağmur denen bu yağız çeri
Atılarak hepinizden daha ileri
Güldürecek babasının yanık ruhunu;
Ruh ve yürek sağırları anlamaz bunu…

Karışınca gövdem yurdun topraklarına
Ruhum uçar ırkımızın bayraklarına,
Varlığın sevgisi onlara taşır;
Kendisi de ay-yıldıza belki karışır.

Bir gün gelip ırkımızın gürbüz erleri
Adım adım dolaşırken kutlu yerleri
‘‘Vaktiyle bir Atsız varmış…’’ derlerse ne hoş!
Anılmakla hangi bir ruh olmaz ki sarhoş?

Haydi artık dinsin bütün ıstırapların
Ufuklardan şanlı bir gün doğacak yarın
Güzellikle sıcaklıkla ve ihtişamla...
Kumandasız hazır olup onu selamla!

Gönlündeki yaraların kanını dindir...
Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir!


Tanrının "gel" buyruğu tatlılıkla erince
Ona doğru can kuşu nice uçmasın, nice?
Ne yaşamak tasası, ne dünyanın yasası,
Ne de bir kaygı kalır can yükünü derince.

Bu dirlik bir kılıçsa ölüm onun kınıdır;
İkisini birlikte verirler bir verince.
Ecel dedikleri şey erlerin kevseridir;
Gözünü kırpmadan iç, içme çağı erince.

Bir yumunca gözünü, kaybedince özünü,
Çalamazsın sazını öyle inceden ince.
Ne güneş kalır, ne ay; ne ırmaklar akar, ne çay;
Dünyaya gelmedin say yağız yere girince.

Bildiğin neyse unut, Tanrı’ya kavuştun tut,
Bir gün ölüm meleği seni yere serince.
Su gördüğün ne varsa birer birer küçük damladır,
Bir denize akıyor hepsi yerli yerince.

Bitiş gördüğün baştır, mezar beşiğe aştır,
Ölü diriye eştir, düşün biraz derince.
Atsız! Ölüm gerekmek teninde can yaşarken,
Sen burada olmazsın ölüm kanat gerince...



Mestim bugün aşkınla ay yüzlü güzel konçuy,
Gönlümde esip çınla, ay yüzlü güzel konçuy.


Şevkinle serab ettin, aşkınla harab ettin,
Payında türab ettin,ay yüzlü güzel konçuy.


Sensiz yaşamak boştur, birlikte ölüm hoştur,
Coştum, daha çok coştur, ay yüzlü konçuy.


Sevginle geçip serden, bildim yaralar nerden;
Eyvah kara gözlerden, ay yüzlü güzel konçuy.


Zulmetteki mahımsın, gönlümdeki ahımsın,
Ömrümde günahımsın, ay yüzlü güzel konçuy.


Lebler sücü, bir tas ver; hem neş'e ve hem yas ver;
Hançer mi o kirpikler, ay yüzlü güzel konçuy.


Almış beni albızlar, gönlümde yaran sızlar,
Kurban sana Atsızlar, ay yüzlü güzel konçuy...


Türk’ün Zafer Ayı Ağustos’un Anısına..


Ölmesini En iyi Biz Biliriz

Biz Çok güzel ölürüz..
Dumlupınar sırtlarında..
Çanakkale bağrında…
Ölmesini en iyi biz biliriz..


Silahlar patlarken,7 düvel etrafımızı sarmışken..
Bombalar arasında..
En iyi biz ölürüz..
Ne arkamıza baktığımız görülmüştür,
Ne de bir damla gözyaşı döktüğümüz..

Öyle ya,
Başbuğ Mustafa Kemal de hele bir emrederse,
Ya istiklal,ya ölüm lafını bir kez bile işitmişsek,

Bundan gayrısı haramdır bize,
Ya İstiklal ya ölüm der,
Seve seve en güzel biz ölürüz,
Bize bakan gözleri,ölümümüze hayran bırakır,

7 düvele Türk’ü kıskandırır,
Mermilerin önüne en güzel biz atılır,
Al bayraklı tabutlarla geri döneriz..
Kahramanlığı büyük işler başarmakla derecelendirmeyiz..

En güzel saldırıp,en güzel ölebilen kahramandır bizde
Geri dönmek yoktur erlikte,
Mermimiz bittiyse süngümüz vardır elimizde..
Tanrıkut Mete’nin emrini işittiğimizde,

Kahramanlık az gelir bize,
Kürşad la omuz omuza,
Çarpışıp bir daha dönmek yoktur töremizde.
En iyi biz ölürüz..
Trablusgarpta,Galiçyada..


Sarıkamışta düşmanın bile yapamadığını doğa yapar bize,
İnsan gücü bize az gelir,7 düvel toplansa bize savaşmak zevk verir.
Biz erce ölürüz,Kahramanca ölürüz..



4 yanımız düşman olsa,içimiz çaşıt dolsa da,
Etmeyiz Tasa,
Tüm dünya bizi yok etmeye de kalksa,
Yatamayız rahat yastıkta,

Külteginle Beraber Alayda,
Vermeyiz elimizi Dokuz oğuza
Öldüğümüzü gören gözler bize hayran,
Kıskanıyor ölümümüzü dört bir yan,

Mertçe,erce Ölüyor bu Türkler
Düğünmüş gibi,Toy muş gibi..
Biz er ce ölmesini herkesten iyi biliriz..
En yakışıklı biz ölürüz,

Toprağın kara bağrında,Şehit yazan mezar taşlarında..
Kah Musul’da Kah Kerkük’te
Kah Türkistan Tepelerinde Osman Batur’la
Kah Gabar’da kah cudi’de

Ortalık hain dolmuşken,
Kendine teslim olmayı yediremeyen Yiğit erlerimizle Dağlıcada
En iyi en güzel biz ölürüz..

Alper Tunga ile İran sırtlarında
Atilla ile Roma’da

İstemi ile Demir Kapıda

İlteriş ile Ötüken yaylaklarında
Hülagü ile Savaş meydanlarında’da
Alpaslanla Malazgirtte

Emir Timur’la Ankara’da
Enver le Sarıkamışta
Kubilayla Menemende
Türk’ün Son Başbuğu Mustafa Kemal ile

Sakarya’da,Çanakkale de,İzmir de,Makedonya da,
En güzel,en yakışıklı biz ölürüz.
Şereflenir ölümün tatlı şerbetini içen erimiz,
Rahat yatakta yoktur yerimiz,

Herkesten ağırdır elimiz,
Bir daha dönmemek üzere evinden ayrılır her birimiz,
Tabyalarda,Meydanlarda en iyi biz ölürüz.


Ve omuzlarda en iyi biz taşınırız..
Gururla,şerefle..

Toprağa kan verdik,Bayrağa şeref verdik,
Vatana azık olarak beden verdik de bu topraklara şan üstüne şan kattık,

Atsız Atayla Taşlara Destan yazdık,
Tanrı dağlarında buluşmak için anlaştık.

Katunlarımızın gözü yaşlı,
Oğullarımız da var bir bekleyiş..

Artık bekle bizi Ötüken..
Her birimizde saf Türk kanı,
Geleceğiz çok yakında,
Çin,Moskof,Acem,duramayacak karşımızda.

Nasıl İngiliz kancıklık yapmak için,
Yahudi hainlik yapmak için,
Arap ta arkadan vurmak için doğmuşsa,

Türk Kahramanca savaşıp,
Mert’çe Ölmek için doğmuştur.

Savaşa koşa koşa gitmesini iyi biliriz,
Biz erce ölmesini herkesten iyi bilir,
En güzel biz yaşar,
En güzel biz ölürüz.




01.08.2008

Gök Yeleli Bozkurt
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
Geri Gelen Mektup

Rûhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervâne olan kendini gizler mi alevden?
Sen istedin, ondan bu gönül zorla tutuştu...

Gün senden ışık alsa bir renge bürünse;
Ay secde edip çehrene yerlerde sürünse;
Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan
Yalnız o yeşil gözlerinin nûru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!..
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince,
Çehren bana uğrunda ölüm hâzzı verince,
Gönlümdeki azgın devi rüzgârlara attım;
Gözlerle günâh işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki birer parçasıdır sende İlâh'ın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silâhın,
Vur şanlı silâhınla gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de, vururken de güzelsin!

Bir başka füsûn fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
Dinmez! Gönlün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek seni ukbâdan eğer mümkün olaydı.

Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler...
Halâ yaşıyor gizlenerek rûhuma "Kaabil";
İmkânı bulunsaydı, bütün ömre mukabil
Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur,
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik!


Hüseyin Nihal ATSIZ

 

cCcYALNIZKURTcCc

New member
Katılım
3 Mar 2009
Mesajlar
121
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
DOÐUANADOLU
Cevap: H.Nihal Atsız'ın Tüm Şiirleri

YÜZDEYÜZ TÜRK! OLDUĞUN GÜN CİHAN SENİNDİR! paylaşımlarınız için sagolun
 
Üst