Hakas Türklerinde Kamlık İnancı

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Rusya Federasyonunda genelde ve Hakas Cumhuriyetinde ;Hakas Türklerinin atalarından kalmış öz inançları olan Kamlık (Şamanlık) tarih boyunca bu topraklarda başat konumdaydı. Hatta bir zamanlar, daha doğrusu eski Türk dönemindeki Kırgız kağanlığında devlet dini olma özelliğine sahip olan Kamlık toplumsal yaşamda oldukça önemli bir rol oynamaktaydı. Çeşitli dönemlerde yabancı devlet ve milletlerin Kırgız topraklarına getirmeye çalıştıkları dinler asla buralarda yerleşemediği gibi hep Sayan ve Altay dağlarının öbür tarafında kalmaya zorlanmaktaydı. Kamlığın bu statüsü yurt dışından gelen her türlü tehlikeye karşı güçlü devlet sayesinde devam ettirilmekteydi yüzyıllar boyunca.

Ancak XVII. yüzyılda Kırgız (Hakas) topraklarını istila ve işgal etmek amacıyla ülkemize saldıran Rus orduları tarafından Kırgız halkının öz yurtlarını düşmana karşı savunmak uğruna yaklaşık yüz elli yıl boyunca gösterdiği bir mukavemete rağmen istila edilen Hakaseli’nde ilk önce korkunç kıyımlar yapıldı, daha sonra ise buralar iyice işgal edildiğinde zorla Hıristiyanlaştırma eylemleri başladı.

İlk Rus Hıristiyan Ortodoks kiliseleri, Kırgız topraklarını işgal ederek yerleşen Rus Kozakları tarafından kurulan askeri kalelerin içinde açılmıştır. Bunun altında yatan neden ise güvenlik meselesidir, çünkü bahsedilen bu XVII. yüzyılın ilk yarısında Kırgız topraklarının içine doğru girmeyip Hongoray ülkesinin en uç bölgelerinde yerleşmeye ve daha sonra da yayılmaya çalışan Rus Ortodoks Kilisesi için en sağlam ve güvenli yer olarak yalnızca askeri kaleler olabilirdi. Kaleler dışında da kurulabilirdi kiliseler, ama kurulmadı, çünkü özellikle ilk zamanlarda yerli halkın tepkisinden çekinilmekteydi. Böylece savaş ve barış ortamında karışık bir biçimde devam eden Rus istilasının devam ettiği XVII. yüzyılda ilk kiliseler Tomsk, Krasnoyarsk, ve Karaulnıy askeri kalelerinin içerisinde açılmıştır.

Ülkelerinin bağımsızlığı uğruna yüzyıldan fazla bir süre boyunca çarpışan Yenisey Kırgızları savaşta Rus ordularına yenik düştüğü XVIII. yüzyılın içerisinde Rus Ortodoks Hıristiyanlığı artık Hakasya’nın her yanına yayılmaya başlamaktadır. Böylece Hakas topraklarında XVIII. yüzyılda Hıristiyan kiliseleri 1760’larda Ujur’da, 1771’de Askiz’de, ardından da XIX. Yüzyılın içerisinde 1809’da Tes’te, 1814’de Pii ve Uzun-Çul’da vs. yerlerde kurularak yerli halka yönelik misyonerlik faaliyetleri için açılmıştır.[4]

Aslında bu zorla Hıristiyanlaştırma eylemleri eğer uygulanmalarındaki gerçek amaç Hıristiyanlığı hakikaten yaymaksa Çarlık Rusya’sı tarafından girişilen bu insanlık ayıbı eylemler tam olarak hedefine ulaşabildiğinden söz etmek oldukça zordur. Bunun nedeni ise, bir yandan o zamanki Hongoray (Hakasya) ülkesinde yaşayan Kırgızların Rusça bilmemeleri, dolayısıyla ne onlara zorla verilen adları ne de onlara yönelik Hıristiyanlık propagandası içerikli hitapları anlamaları olanaklı değildi. Bu durum özellikle Rus işgalinin ilk dönemi için geçerli olduğu söylenebilir, ama zaman içerisinde Hakasların daha fazla oranı Rusça’ya vakıf olmaya başlayınca bu süreç, yani Hıristiyanlığa girme süreci az da olsa hızlanmış olabilir. Ancak yine de Hakaslar arasında o dönemde Rusça bilme oranı oldukça düşüktü, ve bu oran XX. yüzyılın başında bile, daha doğrusu 1910 yılındaki istatistik bilgilerine göre Hakas halkının içerisinde Rusça bilen kitlenin oranı yalnızca %30 civarındaydı.[5]

Bir başka taraftan da, her ne kadar bu toplu Hıristiyanlaştırma eylemleri yapılmışsa da bunların temelindeki ön-sebep yeni işgal edilen Kırgız topraklarında konumlanmış Rusya’nın yerel valilerin merkezin önünde puan kazanabilme dürtüsü yatmaktaydı. Dolayısıyla esas amaç yerli halka Hıristiyanlığı hakikaten yaymak değildi, nihai amaç böyle eylemlerin yapılmış ve tutanakların tutulmuş olmasıydı. Ancak Hıristiyanlığın yayılması yolunda da önemli etmenler mevcuttu o zamanlarda. Bunlar; savaşlardan yorgun düşen Kırgızların (Hakasların) sayı olarak çok kritik sınırlara kadar düşmüş olmaları (birkaç bin kişi) ve yine bu işgal edilen toprakların eski sahibi Kırgızlar üzerinde Hıristiyanlık konusunda özellikle XIX. yüzyılda olmak üzere sürekli olarak uygulanan baskı ve Hıristiyanlığa geçişi özendirmek amacıyla vergi vb. gibi konularda tatbik edilen çeşitli kolaylıklardır. Örneğin, zorla Hıristiyanlaştırma kampanyalardan birine XVIII. yüzyılın 30’lu yıllarında tanık olmuş İ.E. Fischer olayı şöyle anlatmaktadır:

“[Vaftiz] töreni kışın yapılmaktaydı. Buzlanmış nehirdeki buz kırılarak delik açılmakta, vaftiz edilecek adaylar karın seviyesine kadar suda durmaktaydı, papaz ise onları başlarından tutarak üç defa suya batırıp çıkarmaktaydı. Bunun ardından onların [vaftiz edilenlerin] boynuna haç asılmaktaydı; ancak [vaftiz edilenler] yine de bu haçın yapımında kullanılan malzeme ve metale göre para ödemek durumundaydı”.[6]

Bunun dışında da Hıristiyanlığa geçişi yerli halkın arasında özendirmek amacıyla Rusya’da birçok kanun çıkarılmıştır. Bunun bir örneği de, Deli Petro tarafından 1 Eylül 1720 tarihinde çıkarılan ve daha sonraları defalarca yeniden uzatılan bir kanundur. Bu kanuna göre yeni vaftiz edilmiş yerliler üç yıl süreyle “yasak” denen o zamanki inorodets’lerden (Rusya’nın içerisinde yaşamalarına rağmen yabancı, daha doğrusu devlet tarafından soyu yabancı olarak adlandırılan halklardan) toplanan bir tür vergiden (Hakasça - Alban) muaf tutulmaktaydı.[7]

Bunun yanı sıra, 11 Eylül 1720’den itibaren vaftiz edilmiş veya gönüllü olarak Hıristiyanlığı seçmiş yerli Hakaslara bakırdan yapılmış haç, gömlek, çizme, yelek, kadınlara ise Rus kadın giysilerinden dağıtılmaktaydı. Bunun haricinde de vaftiz olan 15 yaşından büyük her erkek - 1,50 Ruble, 10 yaşından küçük erkekler ve 12 yaşını doldurmayan kızlara - 0,50 Ruble, diğerleri de 1’er Ruble almaktaydı.

Bir aile tamamen, yani ailenin bütün fertleri vaftiz oldukları takdirde bu çeşit aileye her hangi bir ödemeden muaf tutularak “Kurtarıcının” [Hz. İsa] ve yahut ta “Meryem ananın” ikonunun verilmesi öngörülmekteydi. Elbette, tüm bu öngörülenlerin vaftiz edilen yerli Hakaslara verildiğini düşünmek tam olarak doğru olmaz ve gerçekleri yansıtmazdı. Nitekim, Rus Ortodoks Kilisesinin arkasında Çarlık Rus devletinin bulunduğundan çok iyi yararlanan Rus papazların oluşturduğu ruhban kesimi devletin kolluk kuvvetlerini kullanarak yerlilere bin bir zulüm etmekteydi. Üstelik, vaftiz olmakla da aslında Hakaslar için zor ve çetinliklerle dolu yaşam koşulları bitmemekteydi, tam tersine daha önce kıçın soğuk nehirde zorla vaftiz edilme ve bunun sonunda asılan haç parasının zorla ödenmesinin istenmesi olayında değinildiği gibi, vaftiz edilen Hakaslar bu sefer nihai amacı Rus ruhban tabakasının beslenmesini sağlamak olan her türlü kilise vergilerini de ödemek zorunda bırakılmaktaydı.[8]

Rusların geldiği ve istila yoluyla işgal ettiği Hakas topraklarında hemen XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren çeşitli yöntemler vasıtasıyla yoğun bir şekilde zorla Hıristiyanlaştırma süreci başlatılmıştır. Daha XVIII. yüzyılın sonuna gelmeden o zamanki toplam Hakas nüfusunun yüzde 25’i vaftiz edilmiş. Gerçi verilen bu rakam oldukça aşırı abartılmış olduğunu hesaba katarsak sayısı birkaç bine düşmüş Hakas Türklerine yönelik olarak Çarlık Rus devletince girişilen bu denli yoğun Hıristiyanlaştırma kampanyasının neticesinde ortaya çıkan bu yüzde oranı Hakasların kendi öz inançları olan Kamlığa bağlılıklarını bir kez daha teyit eder niteliktedir.

Öte yandan da Rus devletinin baskısına dayanamayıp Ortodoksluğa geçen Hakasların arasında da Kamlık inancı ve bağlamdaki gelenekleri güçlü bir biçime korunmakta ve yaşatılmakta idi. Yani, bu vaftiz edilmiş Hakaslar hem Hıristiyanlık inancındaki dini vecibeleri yerine getirmekteydi hem de atalarının inancı olan Kamlık’tan gelen gelenek ve göreneklerini devam ettirmekteydiler. Şöyle ki, Pazar günleri ayin için kiliseye giden Hakas Türkleri bu günün haricinde gündelik yaşamlarında hep Kamlıkla ve onun dini gerekleriyle iç içeydi. Kilisede papazın vaazlarını dinleseler de Hakasların çoğu Rusça pek anlamadığından bu Hıristiyan ayinler onlar için sıkıcı ve hatta ilgilerini soğutucu geldiği söylenebilir. Ve belki de bu onların, başta gördükleri baskı ve zorlamalar dahil olmak üzere içerisinde yaşadıkları tüm olumsuz koşullara rağmen kendi öz Kamlık inancını korumaları (zaman zaman gizli olsa dahi) ve yaşatarak devam ettirmelerinin temelinde yatan nedenlerden biri olabileceğini düşündürmektedir. Böylece, Hakas Türkleri, daha doğrusu Hıristiyanlığa geçmiş olan Hakas Türkleri yine de bir tür dinsel senkretizmi, yani hem Kamlığın hem de Hıristiyanlığın içerisindeki kimi dini öğelerin uyumlu bir biçimde birleştirilmesinin temelinde ortaya çıkan bir karma inanca mensup olmuştur. Bu karma inanç ise Hıristiyanlığın yanı sıra geleneksel Türk Kamlığındaki dağ (tağ), su (suğ), orman (arığ), ev (ib) vs. sahip ruhların, ya da başka bir ifadeyle iyeler (eeler) kültünün bulunduğu bir sistemdir.

XVII. yüzyılın ilk yıllarında başlayıp XVII. yüzyılın içerisinde istila yoluyla Hongoray (Hooray) topraklarının işgaline yol açan Kırgız-Rus savaşının ardından Çarlık Rusyası az da olsa yukarıda değinilerek anlatıldığı gibi yoğun dinsel politikalara girişmiştir. Bu politikanın temelinde birçok neden yatmaktaydı. Bunlardan birisi de fiziki olarak boyunduruk altına alınmaya çalışılan Kırgız Türklerini (ve genel olarak da Sibirya’daki diğer etnik halkları), onlara Hıristiyanlığı çeşitli yollardan benimsetmek ya da benimsettirmek suretiyle manevi veya ruhsal alanda da kendilerine, yani Rus devletine bağlanmalarına yönelik siyasettir.[10] Ancak o dönemde devlet tarafından sarf edilen tüm çabalara rağmen Hakas Türkleri kendi öz Kamlık inancından asla vazgeçmemiş, onu korumuş ve yaşatmıştır. Uygulanan baskıya dayanamayan ya da ağır yaşam koşullarını biraz da olsa hafifletmek amacıyla vaftiz olan Hakaslar, daha evvel bahsedilenlerden de görüldüğü kadar yine de kendi öz inancını korumuştur.

Bunun dışında, aslında oldukça kısa sayılabilecek bir zaman içerisinde zorla vaftiz edilmek sureti ile Rus Ortodoks Hıristiyanlığına sokulmak istenen Abakan Türkleri (Yenisey Türkleri), işgalciler tarafından getirilen ve daha sonra devlet desteğiyle yaygınlaştırılmaya çalışılan bu yeni dinin dilini anlamamalarının yanı sıra, Rus Ortodoks Kilisesi tarafından konulan birçok yasağa rağmen kendileri kalkıp bu dinin temsilcileri olan Ortodoks Kilise papazları tarafından anlatılanların gerçek olup olmadığını sınamak-yoklamak üzere ve bu yeni tanıştıkları dini araştırmak amacıyla kendileri de zaman zaman harekete geçmekteydi. Bu bağlamda 1897 yılının yaz aylarında toplam altı tane Kırgız’ın (Hakasın) toplanarak bu Hıristiyanlık dini nedir diye yoklamak üzere Orta Doğuya o zamanlar İsrael olmadığından henüz, Osmanlı İmparatorluğu ülkesinin dahilinde bulunan Filistin topraklarına doğru yola çıkması olayı çok ilginçtir. Adı ve soyadı İ.İ. Kokov olan bir Hakasın başkanlık yaptığı ve aralarında F. Taçeyev, N. Spirin, P. Botin, P. Troşkin ve adını tespit edilemeyen bir altıncı Hakasın da katıldığı bu Ortodoks Hıristiyanlığı dinini araştırma seyahatinin güzergahı Güney Sibirya’daki Hakas’ın başkenti Abakan’dan taa İsrail toprağındaki Jerusalem (Kudüs) şehrine kadar uzanmıştı. O dönemde yapılan bu yolculuğun neticesinde, daha önceleri Rus papazları tarafından Ortodoks Hıristiyanlık konusunda kendilerine anlatılanların doğrulanmadığından ötürü olsa gerek, ama ata-yurtlarına geri dönen bu altı Hakas yalnızca kendileri Hıristiyanlığın karşısında yer almakla yetinmeyip başkalarına da gördüklerini anlatmak suretiyle Hakas Türklerinin içerisinde, zorla getirilen bu Rus inancına karşıt-uyanışın gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.[11]

Objektif olmak için burada aslında bu Hıristiyanlığı yayma faaliyetini yürüten misyonerlerin yaygın bir biçimde Sibirya’da okullar açtıklarını da belirtmek gerekir. Bu okullarda din alanının dışında da eğitim verilmekteydi. Aslında bu ruhban ya da kiliselerin bünyesinde açılan okullar birçok Sibirya halkına mensup insanların büyük bilime doğru attıkları ilk adımın gerçekleştiği ya da atılması için elverişli ortamın sağlandığı bir eğitim yerleriydi. Dolayısıyla, zamanla bilimin üst zirvesine tırmanacak ve Hakas Türklerinin ilk bilim adamı olacak Nikolay Katanoff, ünlü Altay Türklerinden ressam G.İ. Gurkin, ve diğer birçoğu uçsuz bucaksız bilim dünyasıyla ilk tanışmaları bu okulların içerisinde olmuştur. Yine daha önceleri bir takım tarihsel gelişmelerin sonucunda yazılı dil sisteminden yoksun kalan Sibirya Türklerinden o zaman itibariyle önemli bir kesimi (Yenisey Kırgızları ise, kimi Rus tarihçilerine göre her zaman yazılı dile sahip idi; ilk önce onlar eski Türk dilinin Kırgız yazısına, sonra Moğol harflerine dayanan bir yazıya, ardından da Kiril harfli yazıya sahip olmuştur[12]) yeni Rus harflerinde dayanan yazılı dillerine, bunun yanı sıra da Rusça bilgisine bu misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde bölgeye gelen ruhban sınıfına mensup insanların gayretleriyle (amacı ne olursa olsun) ve emekleriyle kavuşturulmuştur. Bu ise yerli halkların genelde ve Yenisey Kırgızlarının (Hakasların) Rus kültürüyle tanışmak suretiyle dünya kültürüyle tanışmalarına yol açmıştır.

Ama Hakas Türklerinin özelde ve Sibirya halklarının genelde Hıristiyanlaştırılmasına yönelik olarak Çarlık rejimi tarafından yürütülen misyonerlik faaliyetinin konusunda bir genelleme yapmak gerekirse bu sürecin bir tek renkle açıklanmasının mümkün olmadığının farkında olarak yine de bu sürecin olumsuz tarafının daha ağır bastığı söylenebilir.

Faaliyetlerin temelinde bir zorlama hususunun, daha doğrusu zorlayıcı iradenin bulunması ile yerli halkın insan yerine konulmamasını düşündüren muamelelere tabii tutulması bu olumsuzluğun ağır gelmesine yol açan nedenlerinden bazıları olabilir. Üstelik Sibirya halklarına sözde aydınlık getirecek olan bu misyonerlerden büyük çoğunluğu iyi eğitimi ve kültürü yüksek olmayan insanlardan oluşmaktaydı.[13] Bunun yanı sıra genel olarak zorlama yöntemleriyle yürütülen Hıristiyanlaştırma süreci açıkça ifade edildiği gibi Türklerin de dahil olduğu Sibirya’daki gayri Rus halklarının Ruslaştırılması ve böylece bir milliyet olarak ortadan silinmesini nihai hedef olarak taşımaktaydı. Nitekim, kimi misyoner öğretilerinde “..

Sibirya’daki tundra ve bozkırlarımızın bu yarı yaban olan göçebeleri... tıpkı Çüd, Merya, Vyatiçler vb. [halkların] eski zamanlarda soyu tükenerek Rus halkıyla tamamıyla bütünleştiği gibi Ortodoks* dinimizi kabul ederek kendileri de [yer yüzünden silinerek] Ortodoks [Hıristiyan mezhebine inanan] Rus insanlarına dönüşemezler mi...” diye bu konuda genel düşünce trendini belirleyen öğüt ve yönlendirici tavsiyeler yer almaktaydı.

Bu gerçekleri 1889’da çıkartılan Yeniseyskiye Eparhialnıye Vedomosti [Yenisey Ruhban Mecmuaları]’nin 6. Sayısında [s. 174] bularak bunları su üstüne ünlü Hakas bilim adamı, Hakaselinde Hakasça çıkan tek bir yayın olan “Hakas Çiri” (“Hakas Yeri”) gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği görevinde bulunmuş olan, Felsefe Bilimleri Doktoru, Profesör Gavril G. KOTOJEKOV çıkarmıştır[14]

Böylece yukarıda tüm bahsedilenlerden hareketle, XVIII. yüzyılda meydana gelen ve devamındaki yüzyıllarda sürdürülen tarihsel gelişmelerin içerisindeki zoraki Hıristiyanlaştırma sürecinin aslında Hakas milleti ve sahip olduğu dünya görüşünün bütünlüğü için oldukça çetin ve kritik “bir sınav” niteliğini taşıdığı söylenebilir.[15] Ve Hakas Türkleri, bu sınava katılmalarının koşulları ideal olmaktan çok uzakta olmasına ve hazırlıkları için zamanlarının bulunmamasına rağmen neredeyse üç yüz yıl süren zorlama, yıkım ve kıyımların altında dahi öz kimliklerini koruyarak kendi özgün kültürlerinin güçlü birikimlerine dayanan sağlam alt-yapısından genetik olarak vazgeçirilemediler.[16]

Hakas Kamlık inancına gelince, Sovyetler zamanında uygulanan dönemdeki dine yönelik politikalardan ölümcül bir biçimde yaralanan Kamlık inancının özünü oluşturan Kamların tamamı sistem tarafından rejim için tehlike ve engel oluşturuyorlar gerekçesiyle öldürülmüştür. Bu nedenledir ki, günümüzde Hakaselinde gerçek ve tam Şamanlar yoktur denilse her halde yanlış ya da abartılmış olmaz. Bütün Kamlar Sovyetlerin o korkunç ve ölümcül kasırgaların yaşandığı ilk yıllarda rejim tarafından adeta avlanarak yok edilmiştir. Her ne kadar asosyal bir yaşam tarzını sürdürseler dahi Kamlar, o dönemdeki rejim için bir engel oluşturuyorlar bahanesiyle baskı altına alınarak sosyalist devlet tarafından yok edilmekten kurtulamamıştır.

Hakas Türkleri Stalin’in Sovyetler Birliğindeki yönetimi ele geçirince ülke çapında başlatılan korkunç baskı ve kıyım döneminin yaşandığı 1930’larda “Turancılık”, “Pan-Türkçülük”, “Milliyetçilik”, “Burjuvazilik” vs. sudan, yani hiçbir dayanağı olmayan ve hukuki anlamda hiçbir biçimde ispatlanmaya dahi çalışılmayan bahanelerle ve suçlamalarla maruz kalarak, halkın en ileri ve geleceğe yönelik lokomotifini temsil eden kesimini oluşturan üniversiteli gençlikle aydınlar tabakasını kaybetmişlerdir. Bu korku ve ölüm kusan yıllarda Hakas Türklerinden sadece zorla sürgüne gönderilenlerin sayısı 10 binden çok üzerindeydi. Bir de buna yargısız yerinde kurşunlanmak suretiyle infaz edilen Hakasların sayısını da eklemek gerekir. Üstelik devlet tarafından işlenen bu kanlı kıyımların sonucunda ana-babasız kalanların, yaralananların, evsiz-barksız kalanların, yoksulluğa düşüp açlıktan ölenlerin vs. sayısı da eklendiğinde ortaya insanlık adına ve özüne sığmayacak insanlığa karşı işlenmiş bir soykırım sucunun kanla boyadığı bir tablo çıkmaktadır.

Yine Hakas Kam inancına geri dönünce, şunlar söylenebilir. Sovyet döneminde mevcut rejim tarafından ağır baskı altına alınarak kelimenin tam anlamıyla yok edilmeye çalışılmış olan Kamlık inancı telafisi mümkün olmayan bir darbe almıştır diye daha önceleri belirtmiştik. Bununla beraber, Hıristiyanlık da genelde dinlere karşı uygulanan baskıdan kurtulamamış ve yıkıma uğramıştır. İşte bu noktada şu sonuç ortaya çıkmaktadır. Kıskaca alınarak ortadan tamamen silinmesi için yoğun uğraş ve çaba verilen Hakas Kamlığı Sovyetler döneminde Rus Ortodoks Hıristiyanlığının (Çarlık zamanında giderek artan) etkisinden neredeyse tamamen kurtulmuştur. Dolayısıyla, Hakas Kamlığı bir taraftan baskıya uğramış, öbür taraftan ise daha önce üzerine (özellikle 1917’den önceki devirde) yoğun bir biçimde gelen Ortodoks Hıristiyan Kilisesince uygulanan baskısını bertaraf edebilmiş oluyordu.

Tabii dinlere karşı uygulanan baskılar doğası itibariyle zaten tasvip edilemez hiçbir şekilde; ancak, olaya Hakas Kamlığı ile Rus Kilisesinin arasındaki münasebetler (birisi için varlığını koruyabilme bir diğeri içinse öbürünün varlığını sona erdirerek kendi varlığını nicel olarak daha da artırma düzlemindeki ilişkiler) açısından yaklaşıldığında ortaya işte yukarıda değinilen bu sonuç çıkmaktadır. Ve belki de bu baskıcı politikanın sayesinde (her ne kadar bunun, yani genel olarak dine ve din özgürlüklerine karşı uygulanan bu politikanın insan haklarına doğası itibariyle apaçık bir biçimde aykırı olduğunun tamamen farkında olmak ve bilincine sahip bulunmakla birlikte) bu gün Hakas Türklerinde Kamlık inancı yaşatılmaktadır.

Gerçi oldukça ağır bir şekilde yıpranmış olan Kamlık inancı kendi renaissance’ını Sovyetler döneminin yıkılışına yaklaşan dönemin (SSCB’nde bu yeniden yapılanmanın [perestroyka] Mihail Gorbaçev tarafından uygulanmaya başladığı 1985’ten itibaren bir dönemdir) içinde ve sonrasındaki yıllarda bulmuştur.

Kamlık inancının yeniden canlanışı Sovyetlerin son ve yeni Rusya’nın ilk yıllarında meydana gelmiştir. Bu zamandan başlayarak Hakas Kamlık inancının yeniden doğuşu bağlamında daha önceleri uygulanan baskılar sonucunda yok olan ya da edilen birçok ulusal gelenek, bayram ve ayinin mümkün olduğu düzeyde hızla ihya edilmesi için bu davaya gönlünü vermiş insanlar tarafından yoğun gayret ve emek sarf edilmiştir. Böylece seksen yıl boyunca sürmüş Sovyet rejiminin çökerek yok olmasının ardından Hakas Türklerinin ve Türk dünyasının ortak bayramı olan baharda 21 Martta kutlanan Yılbaşı (Çıl Pazı) bayramı Hakas aydınlarından ileri gelenleri tarafından halkın içerisinde, konuyla ilgili mevcut literatürde ve arşivlerde bir takım araştırmalar yapıldıktan sonra yeniden yaşama döndürülmüştür.

Doğanın uyanışını sembolize eden bu bahar bayramı olan Çıl Pazı Payramı (Yılbaşı bayramı)’nın yanı sıra Çir İne Küni (Yer Ana günü), Adalar Küni (Atalar Ruhlarını Anma günü), Imay Küni (Umay Günü), Üren Hurtı Küni (Tohumdaki ilk kurt günü), Tuzah Kizis (Bağ Kesiş Günü), Tun Payram (İlk Süt Bayramı), Tün İb (Gece Çadırı-Evi)[17] gibi başka birçok ulusal ve dinsel bayramımız XX. yüzyılın son çeyreğinin ikinci yarısında ihya edilmiş ve böylece aynı ırka mensup atalar ile torunlar arasında doğal devamlılık ve iletişim köprüsü zamana adeta meydan okunurcasına yeniden kurulmuş ve tarihin tüm olumsuz gelişmelerine rağmen bu nesiller arasında kültür bütünlüğü yeniden oluşturulmuş oldu. Nesiller arasındaki bu devamlılık köprüsü ise Hakasları, yaklaşık altı bin yıl önce yaşayan atalarının kurmuş olduğu Tazmin dönemine ve hatta ondan önceki devirlere kadar götürmektedir.

Anılan bu Tazmin arkeolojik kültür dönemi, ünlü Hakas tarihçi ve arkeolog Prof. Yakov Sunçugaşev’e göre Kamlık inancının en parlak zamanını temsil etmektedir. Onun savunduğu gibi, bu döneme ait olan balbalların (obaalar) derin bir felsefesi var olup bunlar hem uzay hem de o dönemdeki halkın dünya algılayışı ve görüşüyle korelasyonu olan pahası biçilemez birer sanat eseridir. Tazmin dönemine ait balbalların dünya çapında bir başka benzeri bulunmadığından bu obaalar hem Hakas Türklerinin ulusal mirasını hem de tüm dünyanın kültürel miras zenginliğinin birer parçasını teşkil ederek son derece özgün ve yegane tarihsel anıtlardır.[18]

XX. yüzyılın sonunda eski sosyalist kampta genelde ve SSCB coğrafyasında özelde meydana gelen değişim rüzgarlarının etkisiyle yıllarca bastırılmış olan milliyetçilik akımı güçlenmeye başlamıştır. Kimi yer ve zamanlarda kanlı çatışmaya dek varan gelişmelere yol açabilen bu milliyetçilik (ulusçuluk) canlanışı Sovyetler Birliğinin göreceli olarak kansız bir şekilde dağılışında etkili olan nedenlerden biri olmuştur. Ulusçuluğun yeniden dirilmesi ve yıllarca bastırılıp adeta yok sayılmış olmasının haksızlığından acısını çıkartarak sayı bakımından küçük olarak nitelendirilebilen uluslardan sayıca büyük uluslara kadar herkesi derinden etkilemiştir. Bu akımın etkisiyle ve iletişim alanındaki gelişmenin artık engel tanımaz boyutlara gelmesinin sayesinde bilginin çabuk yayılmasından ötürü örnek alma yoluyla bu coğrafyadaki tüm ulus ve halkların içerisinde ulusçuluk ve ulusal kimlik konusunda muhteşem bir uyanış başlamıştır.

Bu ulusal uyanış ve ulusal kimlik arayışı Sibirya’da yaşayan Doğu Türklerinden olan Hakasları da esaslı bir biçimde etkilemiştir. Bu akımın Hakas halkının ulusal bakımdan uyanmasına ve etnik kimliğinin arayışına girişmesine vesile oldu. Kendini tanımaya ve yeniden ben kimim? diye sorarak tanımlamaya koyulan Hakas halkı her şeyden önce kendi öz köküne ve tarihi geçmişine başvurmuştur. Sözü edilen bu kendini arayış süreci esnasında, daha önceleri meydana gelen kimi tarihsel gelişmelerden ötürü atalarıyla ve dolayısıyla da öz tarihiyle bağları kopmuş ve kopartmaya zorlanmış olan Hakas Türkleri tüm olumsuzluk ve kısıtlılıklara bakmaksızın yeniden zaman tünelini kurarak geçmişleriyle bütünleşmeye çalışmıştır. Böylece bir taraftan kendi geçmişiyle araştırarak yeniden tanışan Hakaslar bir diğer taraftan da Türk dünyasıyla bütünleşme yolunda ilerlemekteydi. Ve bunun en bariz örneği de daha önceleri değinildiği gibi Türk dünyasında nerdeyse birebir benzerlik gösteren (tarih olarak da her yerde 21 Martta kutlanan) Yıl Başı (Çıl Pazı ya da Nevruz veya Yeni Gün) Bayramıdır.

Böylece hem kendi geçmişlerine yönelik köprüleri yeniden kurmaya çalışan Hakas Türkleri öbür taraftan Türk dünyasıyla kültürel bir birlik ve beraberlik sürecine dahil olmaktadır. Geleneksel Türk Yıl Başı bayramının yanı sıra Türk coğrafyasında benzerliğiyle ve sürdürülme açısından devamlılığıyla ön plana çıkan bir başka ortaklık halk inancı alanında mevcut olan ağaçları sayma ve onların dallarına dilekler tutarak bez ya da çaput (Hakasça Çalama) bağlama geleneği gösterilebilir. Bir sonraki bölümde değinilecek olan bu bez bağlama geleneği hiçbir olumsuz koşul altında ezilmeden varlığını tüm Türk dünyasında aynı biçimde ve aynı anlam içererek sürdürmüştür.

Hakas Kamlık İnancı ve Dünya Görüşü

Kamlık (Şamanlık) denince öncelikle akla semavi dinlerin dışındaki ve onlardan öncesine ait bir inanç gelmektedir. Kamlık inancının diğer dinlerin içinde bile varlığını ya da izlerini sürdürebilmesi, bu inancın içerisinde aslında onu dünyadaki diğer dinlerle benzeten ve yakın kılan “öldürmeme”, “kötülük etmeme”, “iyilik yapma” vb. iyiliğe yönelik etik norm ve değerleri içermiş olmasına bağlanabilir, çünkü bu değerler nitelikleri itibariyle insanlığa özgü olup evrensel bir düzeyde geçerliliğe sahip bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Kamlığın dünyadaki diğer inanç mezhepleriyle yakın ve benzer kılan, onun, yani Kamlığın aslında yaş itibariyle en eski inanç sistemi olmasından ötürü diğer dinler için üzerine dayanabilecekleri bir tür alt-yapıyı oluşturmuş olmasıdır.

Tütsüleme, serpiştirme, daire şeklinde hareket etme vb. birçok ayinsel uygulamanın özelliklerinin kökeni yine Kamlığın içinden kaynaklandığı söylenebilir.[19] Bu bakımdan bir genellemeyle, Kamlığın meditasyon, reinkarnasyon vb. konularda Budizm ile; dünyanın ilk ve en önemli dayanağının bir çeşit yolun, sürecin ve hatta tanrıların uyması gerektiği bir tür dünya yasasının olduğuna inanma ve kabul etme açısından Daosizm ile; ve Gök kültü, atalar ruhlarını bir kült derecesinde sayma bakımından Konfuçyücülük ile birçok ortak ve benzer noktalara sahip olduğu ifade edilebilir.[20]

Bununla birlikte Kamlığın diğer dünya dinlerinden ayıran gerçek ve esas özelliği olarak, bu inanç sisteminin diğer dinlerden çok daha yoğun ve yüksek derecede doğa ve günümüzde özellikle sahip olduğu güncelliği bakımından ve çözülmesini bekleyen birçok doğal problemler itibariyle önemli olan ekoloji üzerine odaklanmış olması gösterilebilir.[21]

Hakas Türkleri Kamlığı, bir inançtan çok bir yaşam biçimi ve bir dünya görüşü olarak algılamaktadır. Bunun nedeni ise belki de inançla yaşamın çok içiçe girmiş ve birbirlerini etkilemiş ve etkilenmiş olmasıdır. Şöyle ki, inanç sınırının nerede bittiği ve inancın haricinde duran yaşam alanının nerede başladığı bu etkileşimden ötürü artık belirsiz bir duruma gelmiştir. Yani, burada sözü edilmekte olan, inancın gündelik yaşamın çok içine girmiş olup onun bir parçası haline gelmiş olması durumudur.

Bu ise hiç de yabana atılabilir bir düşünce değildir, çünkü yüzlerce değil, binlerce yıl içerisinde varlığını bu topraklarda sürdüren Kamlık inancı artık burada yaşayan halkın genetiğine işlemiştir. Bu süresi bakımından gerçekten de muazzam bir geçmişe ve birikime sahip olan Kamlık inancı zamanın sisli perdelerini yararak günümüze kadar vararak halen de varlığını güçlü, daha doğrusu zaman ilerledikçe varlığını artan bir biçimde güçlendirerek devam ettirmektedir. Daha önce bölümlerde değinildiği gibi Hakas Türklerinin Kamlık inancındaki en kritik sayılan son üç yüz yıl boyunca dışarıdan gelen yoğun baskıya ve oluşan olumsuz koşullara rağmen bu inancı ayakta tutabilmiş olan etken, bu inancın inanan kitlesinin gerçekten de genetiğine işlemiş olmasının bizzat kendisidir.

Bu Kamlık inancının Hakas Türklerinin genetiğine işlemiş olması durumu aslında bir zamanlar bu coğrafya alanında yaşamış ve daha sonraları kimi tarihi gelişmelerin neticesinde dünyanın dört bir yanına göç etmiş ve o yeni coğrafyalarda başka inanç sistemlerini girmiş ve benimsemiş olan diğer Türk boyları için de geçerlidir.

Nitekim, yayılarak yaşadıkları coğrafyanın genişliğine, ihtiva ettiği iklim ile doğa koşullarının farklılığına ve yaşadıkları ülkelerdeki kültür ve inanç sistemlerine rağmen bütün Türk dünyasında özellikle halk inanç ve geleneklerinde göze çarpan benzerlik ile öne çıkmaktadır. Örnek vermek gerekirse; Türk coğrafyasında kimi yerlerde batıl inançların bir uzantısı olarak ilan edilseler dahi ortadan kaybolmayan ve tam tersi halkın içerisinde yaygın olarak yaşatılan dilekte bulunarak ağaçlara bağlanan bez, çaput, ya da Hakasça’da “çalama” bağlama geleneği gösterilebilir.

Bir diğer taraftan da eski Türklerin yaşadığı dönemde Kamlık inancın Türklerin arasında ne denli güçlü ve yaygın olduğunu gösteren ve altını çizen konuşma ünlü Türk Kağanı Tonyukuk’a aittir. Türk Kağanlığının önderi olan Tonyukuk Türk eline Budizmin sokularak yayılmasını savunan görüşlere karşı gayet gerçekçi ve açık bir biçimde “Budizm ve Daosizm insanlara iyilik ve zayıflık kavramlarını öğretir, bunlar ise savaşlar ile fetihlerin yapılmasını yavaşlatarak engeller. Tapınakların inşa edilmesi de hiçbir şeyle kendini bağlamama [sınırlandırmama, yani özgür olma ve her an harekete hazır bulunma] gibi eski Türk geleneğimizin yıkılmasına yol açacaktır. [Bunlar gerçeğe dönüşseydi] Tang sülalesi bizi yok ederdi...” diye seslenmiştir.[22]

Böylece, özellikle eski zamanlarda karşı uygulanan zorlama ve engellere karşın Kamlık inancını yaşayan ve yaşatan Hakaslar bu inancı özellikle son dönemde canlanması ve gelişmesi için oldukça uygun ve elverişli bir ortamın bulunduğu günümüze kadar devam ettirebilmiştir.

Gündelik yaşama girerek hayatın her an ve alanında varlığı hissedilen ve kabul edilen Kamlık inancıyla yaşayan Hakas Türklerinin geleneksel dünya görüşlerinde dünya bir bütündür ve üzerindeki çok-çeşitlilik ya da çeşit zenginliği bu bütünlüğün ayrılmaz bir girdisidir. Çeşitlilik zenginliği Kamlıkta saygıyla karşılanır ve dolayısıyla çeşitliliğin varlığını yok etmeye, yani tek tiplilik ve aynı olma durumunu oluşturulmasına yönelik eylemlere girişilmez. Bununla birlikte üzerindeki bütün çeşitliliği ve farklılığıyla beraber dünya bir canlı olarak algılanmakta Hakas Kamlığında ve dolayısıyla dünyanın üzerinde bulunan her şey de canlıdır, yani can sahibi olandır.

Hakas Kamlık inancında ruh (can) çok önemlidir. Bu önemlilik ise Kamlıktaki Ruhun (canın) geçtiği ya da dönüştüğü hale göre farklı isme sahip olma özelliğinden ileri gelir. Hakasların geleneksel inancında birden çok birbirinden farklı ruh (can) hali mevcuttur. Bunlar: kut, yaşam gücü, şans ve mutluluk anlamına gelen hut; Kam tarafından çocuk ayininin yapıldığı esnada çadırın tavanında bulunan duman deliğinden içeri girerek doğacak çocuğun canına hayat veren güneşin ışını biçimindeki sus; yaşamın ilk nefes alışı, dolayısıyla başlangıcı olan ve nefes anlamına gelen tın; canlıların gözlerinde yaşayan, oradan ölümle giden ve göz ateşi anlamına gelen harah odı; insanın içindeki canın bilince sahip kısmının adı olan ve düşünce, fikir anlamına gelen sağıs; insanın ölümünden sonra içindeki canın aldığı yeni adı olan ve 40 gün kadar varlığını sürdüren süne ya da sürnü; ve süne bir insanın ölümünün ilk yılında yeryüzünde gezen canı ya da ruhu olurken bu can Alt dünyaya (Alt tilekey) geçtiğinde aldığı yeni hal olan üzüt’tür.[23] Görüldüğü kadarıyla Hakas Kamlık inancında canın toplam yedi tane farklı hali vardır. Bu da, can kavramının geleneksel Hakas dünya görüşünde oldukça önemli bir yere sahip olduğunu kuvvetli bir biçimde desteklemektedir. Aslında bu gelenek ta eski Türk ve daha önceki dönemlerden gelmektedir. Örneğin, dünyaca tanınan ve atalarımız tarafından kendi öz yazılarını kullanarak öz dilinde yazıp bize bıraktıkları eski Türk yazıtlarında canın kaynağı olduğu hayatın önemi ve ölümden sonra bu dünyadan ayrıldıklarında doyamadıkları ve halk ile devletin önündeki görevlerini tamamlamadan yakınlarını bıraktıkları hayata duydukları özlem hep dile getirilirdi. Bunun sebebi de Türklerin öbür dünyadaki yeniden doğuşa (reincarnation) götüren sürece inanmalarıyla birlikte hayata ve bu hayatın yaşanarak tadının çıkartıldığı bu dünyaya verdikleri önemdir. Ama eski Türklerin bireysel hayattan ziyade toplumsal yaşam boyutu oluşturan aile, soy, toplum ve “yüce devlet”in varlığını sürdürebilirliğine önem verdikleri bilinmektedir. Bu bilginin alındığı eski Türk dönemine ait Kırgız yazıtlarının üzerinde “Yüce devletime doyamadım...” ve “Halkım, üzüldüm sizden ayrıldığıma...” gibi ifadelere rastlanmaktadır.[24]

Sibiryalı gayri Rus halklar için genelde ve Hakas Türkleri için özelde bir Kam, Kamlık inancının çerçevesinde insanlar ve insan dünyası ile ruhlar ve ruhlar dünyası arasındaki bir tür aracılık eden bir büyü ve mucize yapma ve/veya gösterme yeteneğine sahip olan birisi olarak algılanmaktaydı. Ama bunun yanı sıra Sibirya’nın yerlisi olan halkların geleneksel yaşam tarzlarının içerisinde bir Kam, sahip olduğu bu dinsel niteliklerinin yanı sıra dans etme, şarkı söyleme, otacılık ve iyileştiricilik yapma gibi halk kültürünü oluşturan önemli katmanların bir taşıyıcısı olarak da yerli kültürlerin zenginliğini meydana getirmede katkıda bulunmaktaydı. Hatta Kamın, bu geleneksel toplumlarda oyunculuk ve tiyatroculuk geleneklerinin doğmasına yol açtı diye denilse bu biraz iddialı olsa da en azından gelişmesine esaslı bir biçimde katkıda bulunduğu söylenirse sanırım hiç de abartılmış olmayacaktır.

Bu bağlamda Kamların özünü oluşturduğu Kamlık inancının bir bakıma, Sibirya Türklerinin geleneksel toplumlarındaki kültür, gelenek ve göreneklerin kuşaklar arası devamlılığını sağlayan bir köprü vazifesini görmekte olduğu söylenebilir.

Bu devamlılığı sağlayan köprü binlerce yılla ifade edilen bir bütünlüktür aslında. Biraz önce önemine değindiğim toplumsal görevleri yerine getiren kamlara karşı yapılmış bütün uygulamalara ve suçlara (ki bunu açıkça söylemek gerek) rağmen bu kültürel bütünlük, son 300 yılın içerisinde meydana gelen tarihsel gelişmelerin altında ezilmemiş ve varlığını koruyarak devam ettirebilmiştir.

Bununla birlikte az evvelce değinen bu son 300 yıllık dönemde yaşananlar gerçekten de çok korkunçtur. Bu korkunç olaylar esasen bu dönemin başlangıcında, yani 1800’lü yıllarda ortaya çıkmış ve Rus devlet geleneğinde işlenmiş olan bir suç ve insanlık ayıbı olmuştur. Hakas Türklerinin aydınlarından rahmetli Prof. Dr. Gavril Kotojekov’un bu döneme ilişkin olarak söylediği gibi o yıllarda Güney Sibirya’da Altay dağlarının kuzey-doğusunda yaşayan Hakas Türklerine karşı aslında “...maneviyat alanında zorla Hıristiyanlaştırma, Ruslaştırma politikası ve ırksal ayırımcılık biçiminde açıkça bir ‘kültürel soykırım’ yürütülmekteydi.”.[25]

Burada tüm değinilerek söylenenlerden hareketle yazının sonunda söylenebilir ki, Hakas Kamlığı eskiden olduğu gibi bugün de kendi varlığını devam ettirmektedir. Ancak tarihin kimi dönemlerinde ağır darbe ve baskılara maruz kalmasından ötürü ciddi kayıplar veren Kamlık Hakaseli’nde özellikle 1990’lı yıllarda hızlı bir biçimde kazandığı canlanış ve gelişim ivmesi yine de tam tatmin edecek düzeyde devam ettirilememiştir. Bunun altında ise politik, sosyal-ekonomik ve demografik nedenler yatmaktadır.

Nüfus bakımından kendi ülkesinde bir azınlık olarak yaşayan Hakas Türklerinin bu durumundan kaynaklanan siyasal sürece yeteri kadar katılamamaları, kendi görüşlerini siyasal arenada savunmaları için elverişsiz koşullarda bulunmaları, halkının çoğunun zaman içerisinde meydana gelen ekonomik sıkıntıların en ağır biçimde vurduğu kırsal kesimlerde yaşaması ve dolayısıyla yeterli ekonomik potansiyele sahip olmaması, vb. birçok hem maddi hem manevi alandaki gelişmeyi engelleyici ya da yavaşlatıcı nitelikli handikaplar bugün Hakas Türklerinin önünde yol üzerindeki kaya gibi durmaktadır. Bu kaya tek başına bir parça olsaydı onun kırılması ve böylece aşılması mümkün olabilirdi diye düşünmekteyim, oysa bu kaya yıllar boyunca rejim tarafından yığılan zaman zaman büyük, kimi zaman ise küçük taşlardan ibaret olduğu gibi bu kayanın arkasında daha büyük dağlar vardır.

Hakas kam inancında dünyanın gelişmesini spiral biçimde algılanmaktadır. Bunun için geçmiş günümüze, günümüz de geleceğe bizi götürmektedir. Gelecek ise yeniden geçmişe bağlanmaktadır. Bunun simgesi ise kendi kuyruğunu ısırmış olan ve sonsuzluk ile bilgelik anlamına gelen yılandır. Hayatın en üstün ve sonsuz bir ışık ya da gelişme olarak algılandığı bu sonsuzluk süreci hayat ile ölümün dönüşümlü değişimi üzerine kuruludur. Buna göre de evrenin gelişiminde tekerrürler ama aynı şekilde ama bir üst ya da alt düzeyde ve benzer yönde vuku bularak kaçınılmazdır. Dolayısıyla Kamlık üzerine kurulan Hakas geleneksel dünya görüşüne göre tarihin gelişmesinde dönüşümler meydana gelebileceği gibi eski şanlı zamanlarımıza benzer dönemlerin geleceği beklenebilir. Hatta bu bekleyiş düşünce ve eylem planında ilerlemekte olduğu şimdiden söylenebilir.
 
Üst