İLK Kadınlar...

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
İlk Kadın Avukat: Süreyya Ağaoğlu

İlk Kadın Bakan: Prof.Dr. Türkan Akyol

İlk Kadın Başbakan: Prof.Dr. Tansu Çiller

İlk Kadın Belediye Başkanı: Müfide İlhan (1950-Mersin)

İlk Kadın Büyükelçi: Filiz Dinçmen

İlk Kadın Çöpçü: Elif Yazgandır

İlk Kadın Danıştay Başkanı: Füruzan İkincioğulları

İlk Kadın Danıştay Üyesi: Şükran Esmerer

İlk Kadın Dışişleri Görevlisi: Adile Ayla

İlk Kadın Dişhekimi: Ferdane Bozdoğan Erberk

İlk Kadın Doktor: Safiye Ali

İlk Kadın Eczacı: Rukiye Kanat Arran

İlk Kadın Emniyet Müdürü: Feriha Sanerk

İlk Kadın Fotoğrafçı: Semiha Es

İlk Kadın Gazeteci: Selma Rıza

İlk Kadın Genel Müdür: Mükerrem Aker

İlk Kadın Hakim: Suat Berk

İlk Kadın Hazine Genel Müdürü: Aysel Gönül Öymen

İlk Kadın Hemşire: Esma Deniz

İlk Kadın Hesap Uzmanı: Müşeref Çallılar ve Güzide Amark

İlk Kadın Heykeltraş: Sabiha Bengütaş

İlk Kadın Jet Pilotu: Leman Altınçekiç

İlk Kadın Karakol Amiri: Nevlan Kulak

İlk Kadın Kaymakam: Özlem Bozkurt ve Elif Arslan

İlk Kadın KİMYACI: Prof.Dr. Remziye Hisar

İlk Kadın Makinist: Seher Aytaç

İlk Kadın Milli Eğitim Müdürü: Güler Karakülah

İlk Kadın Milli Maç Hakemi: Lale Orta

İlk Kadın Müzeci: Seniha Sami

İlk Kadın Orman Mühendisi: Binnaz Zehra Sert

İlk Kadın Petrol Mühendisi: Halide Ural Türktan

İlk Kadın pilot: Sabiha Gökçen

İlk Kadın Polis Memuru: Betül Diker

İlk Kadın Profesör: Prof.Dr. Fazıla Şevket Giz

İlk Kadın Radyo Spikeri: Emel Gazimihal

İlk Kadın Rektör: Prof.Dr. Saffet Rıza Alpar

İlk Kadın Savcı: Işıl Tüzünkan Koçhisarlıoğlu ve Meliha Sanu

İlk Kadın Sayıştay Üyesi: Fahrünisa Etmen

İlk Kadın Sendika Başkanı: Dervişe Koç

İlk Kadın Subay: Ülkü Sema Toksöz

İlk Kadın TBMM Başkanvekili: Neriman Neftçi

İlk Kadın Televizyon Spikeri: Nuran Devres

İlk Kadın Vali: Lale Aytaman

İlk Kadın Veteriner: Sabire Aydemir

İlk Kadın Yargıtay üyesi: Melahat Ruacan

İlk Kadın Yüksek İdare Mahkemesi Başkanı: Firdevs Menteşe

İlk Kadın Yüksek Mimar: Münevver Gözeler

İlk Kadın Yüksek Mühendis: Sabiha Ecebilge

İlk Kadın Zabıta Memuru: Afife İpek

İlk Kadın Ziraat Mühendisi: Nezahat Süer
 

Hilalugruna

New member
Katılım
22 Mar 2009
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Avusturya
Web sitesi
www.bozkurtmeydani.com
Cevap: İLK Kadınlar...

Paylasim icin tesekkürler Burla hatun.Ayrica birsey belitmek istiyorum Burla Hatun kimdir ?aslinda beni bu siteye getiren Burla hatun kimdir diye arastiriyordum bbir kac gündür kafami mesgül ediyor ve merak ettim onu arastirirken bu kiymetli otaga rastladim cokta memnun oldum konular ve icerik mükkemel Allah razi olsun,evet ben bizzat Burla hatun ismini aldiginiz icin size sormak istiyorum Burla Hatunun hayati hakkinda bilgileri paylasirsaniz memnun olurum.Tesekkür ederim .
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Cevap: İLK Kadınlar...

BURLA HATUN’DAN TERKEN HATUN’A Hamiye DURAN*ÖZET Edebiyatımızın önemli eserleri arasında yer alan destan kahramanları, milletlerin insan tipi özelliklerini, ülkülerini, hayat felsefelerini ve tarzlarını, inançlarını, faziletlerini üzerlerinde taşıyan üstün vasıflarla donatılmış örnek kişilerdir. Bu özelliklerinden hareketle, aynı dönem ve sosyal statüleri göz önüne alınarak, Dede Korkut destanlarındaki kadın tipi ile tarihî kaynaklardaki kadın karşılaştırılmıştır. Dede Korkut destanlarından yola çıkarak, aynı dönem tarihî kaynaklarda izlediğimiz kadın, ister sarayda, ister sarayın dışındaki halk arasında olsun, sosyal statüsü bakımından fevkalâde üstün görünmektedir. Güzellik, asalet, zeka, akıl, iyi yetişmiş ve eğitimli olma, devletin en üst makamlarını temsil edebilme, muktedir olma, iyi ata binme, silah kullanma, savaşabilme gibi özelliklerinin yanı sıra yardımseverlik, cömertlik, sadık ve eşine yardımcı bir hayat arkadaşlığı, Türk kadınının ortak özellikleri olarak görülmektedir. Ayrıca Türk destanlarının tarihle paralellik gösterdiği müşahede edilmiştir. ABSTRACT Legendary heroines of our literature are the sample figures who have human characteristics, ideals, life philosophy, life style, beliefs, and virtues of their own folk. Based on these properties, the heroines in Dede Korkut Legends and the type of woman in historical works at that time were compared. While Dede Korkut Legends were examined, it was obviously seen that the heroines both in palaces and in societies out of palaces had got a great place as their social statue. It was determined that the common characteristics of Turkish woman were beauty, nobility, intelligence, wisdom, being well trained and well educated, having the ability of representing the highest position, powerful, being able to use a weapon, being a good rider, a good warrior, and in addition to these, helpfulness, generosity, loyalty and devotion to her partner (husband). Besides this, it could easily be seen that there was a parallelism between Turkish legends and history. Anahtar Söcükler: Destan, Kadın, Hatun, Savaşçı, Eş, Anne, Dede Korkut Key Words: Legend, Woman, Khatun, Fighter, Partner, Mother, Dede Korkut Destanlar halk gözüyle görülen, halk ruhuyla duyulan ve halk hayalinde masallaştırılan tarihlerdir. Tarihî olaylar karşısında halk kütlelerinin duygu ve düşüncelerini aktarır (Banarlı, 197: 2).Bu eserler, tarihi aydınlatma, herhangi bir iş ya da zorluk karşısında toplumları motive etme, fikir ve sanat eserlerine kaynaklık etme gibi tabii özelliklerinden başka; milletlerin dinleri, türlü inanışları, içinde yaşadıkları coğrafyaya uygun sosyal ve kültürel yaşamlarıyla, duygu ve düşüncelerini aktarması bakımından büyük değer taşırlar. Toplumların iyilikleri, faziletleri yanında; kötülükleri, fesat ve ihtirasları gibi beşerî tutum ve davranışlarını da destanlarda görmek mümkündür. Bazı milletler, millî mizaçları icabı, destanlarında tarihî gerçeklerden uzaklaşmaz ve halk diliyle söylenmiş birer tarih gibi destanlarını tarihe uyan bir ifade ile söylerler. Türk milletinin destanlarında bu vasıflar üstündür. Böyle destanların tarihe yardımı, tarihi aydınlatması daha kuvvetli olur (Banarlı, 1971: 2). Bu noktadan hareketle Dede Korkut Destanlarındaki kadın tipiyle, Selçuklu dönemi tarihî kaynaklarındaki kadın tipini karşılaştırmaya çalışacağız. Dede Korkut destanlarında kadın; hatun, kız, gelin, ana, kız kardeş, görklü, yad kızı helâl, yenge, daya, avrat, karıcuk, nişanlı kız, ağ pürçekli karı gibi kelimelerle tavsif edilmektedir (Ergin, 1958). Bu kelimeler bazen ad bazen sıfat yerine kullanılmıştır. Yalnız avrat kelimesi metin içinde üç yerde kadın (dişi) manasında ve biraz da olumsuz kullanılmıştır. Salur Kazan’ın tutsak olduğu boyda “Tekür’ün avratı” şeklinde; İç Oğuz’un Dış Oğuz’a asi olduğu boyda “Aldayuban er tutmak avrat işidir / Avratundan mı ögrendün sen bu işi” ve Kanturalı boyunda “Öginürse er ögünsün aslandur/Öginmeklik avratlara bühtandur / Öginmek ile avrat er olmaz” şeklinde geçmektedir. Dede Korkut destanında Burla Hatun, Banu Çiçek, Selcen Hatun ve Dirse Han’ın Hatunu kadın kahramanların başında gelmektedir. Bu kadınların dış görünüşleriyle ilgili olarak destanda fazla bilgi yoktur. Ancak Dirse Han ve Kanturalı’nın bir söyleşi sırasında eşlerine karşı hitaplarından bazı bilgiler edinmekteyiz. Dirse Han, eşine şu şekilde hitap eder: ‘Berü gelgil başum bahtı ivüm tahtı İvden çıkup yorıyanda selvi boylum Topuğında sarmaşanda kara saçlum Kurılu yaya benzer çatma kaşlum Koşa badem sığmayan tar ağızlum Güz almasına benzer al yanaklum Kavunum viregüm düvlegüm” (s. 79)[1]. Bu seslenişten Dirse Han’ın eşinin uzun boylu, topuklarına kadar uzun siyah saçlı, çatma kaşlı, dar ağızlı ve al yanaklı bir kadın olduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda han kızı olan bu hatunun gözleri karadır: “Kara kıyma gözleri kan yaş toldı.”(s.107). Kazan’ın eşi Burla Hatun da, “Boyı uzun beli ince Burla Hatun”(s.107), güz elması gibi yanaklı, kargı gibi kara saçlı ve han kızı olarak tasvir edilmektedir(s.162). Kıyafeti ile ilgili olarak ise Kazan Han’ı karşılarken “samur cübbesini eğnine aldı”(s.162) şeklinde bir bilgi vardır. Kanturalı’nın eşi Selcen Hatun ise “güzeller serveri, sarı tonlu Selcen Hatun” olarak tasvir edilmektedir. Kanturalı’nın eşine seslenişinde onun, bazı fizikî özellikleri görülmektedir: Yalab yalab yalabıyan ince tonlum Yir basmayup yorıyan selvi boylum Kar üzerine kan tammış gibi kızıl yanaklum Koşa badem sığmayan tar ağızlum Kalemçiler çalduğı kara kaşlum Kurumsı kırk tutam kara saçlum Aslan uruğu sultan kızı (s.197) Bundan başka; ağca yüzlü görklüm(s.249), ağ yüzlü hatun(s.217), ala gözlü gelin(s.214), al duvaklı gelin(s.224), ağca yüzlü yenge(s.214), ağ pürçeklü karıcuk(s.215), elleri kınalı kız(s.215), gözi gökçek kız gelin(s.178), gümüş gibi ay bilek(s.145), kaza benzer kız gelin(s.135), kara gözlü, hub yüzlü, saçı ardına örüli, gögsi kızıl dügmelü, elleri kınalı, parmakları nigarlı, mahbub kafir kızları(s.95), kırk ince belli kız(s.89) şeklinde tasvirlerden Dede Korkut destanlarındaki kadınların dış görünüşleriyle ve dönemin güzellik anlayışıyla ilgili olarak az da olsa bir bilgiye sahip olmaktayız. Bu hanımların en dikkat çekici özelliği hemen hemen hepsinin han kızı, sultan kızı, beğ kızı oluşlarıdır. Hatta bu üstün vasıflı beğ kızı hatunların yanındaki kırk ince belli kız da beğ kızlarıdır(s.105). Destan üslûbu içinde belli özellikleriyle dile getirilen bu kadınlar, toplum içinde aile reisi, Türk evinin direği, erkeğin vefalı arkadaşı, en mühimi de mukaddes Türk çocuklarının anneleridir (Banarlı, 1971: 33). İster eş, ister anne, ister kardeş olarak bu kadınlar, birer kahraman ve kahraman yardımcısı olarak görülmektedirler. Dışa dönük aktif bir hayat süren Oğuzlarda yiğitlik, galebe çalma ve hakim olma duyguları “Alp tipinin” önde gelen hususiyetlerindendir (Kaplan, 1985: 50). Atlı-Bozkır medeniyetinin en yüksek sosyal değeri olan kahramanlık; kendini insan kuvveti ve savaşçılık mahareti olarak gösterir. Dede Korkut Destanlarında kahramanlık, sosyal hayatta erkekle her yönden ortak hayat süren kadınlar için de yüksek kıymet arz eder. Dolayısıyla en yüksek kıymet olan kahramanlık vasıfları, kadın için de söz konusudur. Bunun neticesi olarak Türk erkeği, kahramanlık vasfını kadında da arar. Bamsı Beyrek ve Kanturalı, eşlerinde aradıkları vasıfları şöyle ifade ederler: “......Oğul bugün Oğuzda ne gördün? Aydur: Ne göreyim, oğlı olan ivermiş, kızı olan köçürmiş. Babası aydur: Oğul ya seni ivermeh mi gerek? Beli Pes ağ sakallu aziz baba ivermeh gerek didi. Babası aydur: Oğuz da kimin kızın alıvireyin didi. Beyrek aydur: Baba mana bir kız alı vir kim men yirümden turmadın ol turmah gerek, men karakoç atuma binmedin ol binmeh gerek, men karımuma varmadın ol mana baş getürmeh gerek, bunun gibi kız alı vir baba mana didi. Babası Pay Püre han aydur: Oğul sen kız dilemezsin kendüne bir hempa istermişsin...”(s.124). Kanturalı da aynı şartları eşinde arar. Hatta daha ileri giderek “Beli canum baba eyle isterem, pes varasın bir cici bici Türkmen kızı alasın, nagahandan dayanam üzerine düşem karnı yırtıla..” diyerek bizi, cicili bicili Türkmen kızlarının varlığından da haberdar eder (s.185). Destanlarda, kadınlar arasında tıpkı erkek teşkilâtına benzer bir teşkilâtlanma söz konusudur. Erkekler, kırk yiğidi ile kadınlar, kırk ince belli kızı ile hareket ederler. Bu kızlar tıpkı hanların ve han oğullarının yanında bulunan yiğitler gibi soylu bey kızlarıdır (s.107). Asildirler, ata binerler, ok atar, savaşır, dövüşür, aman dileyeni affeder. Dirse Han’ın eşi, oğlunun ilk avını kutlamak için hazırlık yapar. Fakat oğlunu Dirse Han’ın yanında göremeyince şaşırır, yaralı ya da esir olabileceğini düşünerek eşine şöyle seslenir: Han babamın katın ben varayım Ağır hazine bol leşker alayım Azgın dinlü kafire ben varayum Paralanup kazılık atumdan inmeyince Yinüm ile alca kanum silmeyince Kol bud olup yir üstine düşmeyince Yalunuz oğul yollarından dönmeyeyim...”(s.87). Sonunda dayanamaz, bidevi atına biner, kırk ince belli kızı yanına alır ve oğlunu aramaya gider. Burla Hatun, oğlu Uruz’un esir olduğu boyda; oğlunu kurtarmaya giden Kazan’a kırk ince belli kızını da yanına alarak savaşta yardıma gider. Savaşı lehlerine çevirir. “... kararı kalmadı kırk ince billü kız oğlanıyla kara aygırun tartdurdı, butun bindi, kara kılıcın kuşandı, başum tacı Kazan gelmedi diyü izin izledi.”(s.173). “... Boyı Uzun Burla Hatun kara tuğın kafirin kılıçladı yire saldı. Tekür alındı.”(s.176). Selcen Hatun ise, iki koşa yay çeken , attığı ok yere düşmeyen bir kadın kahramandır. O da Kanturalı’yı savaşarak kurtarır, hatta ilk harekete geçen de kendisidir. “Selcen Hatun at oynatdı ... karımun basdı, kaçanın kovmadı, aman dileyeni öldürmedi... kılıcının balçığı kan odaya geldi (s.194). “Bir bölük kaza şahin girmiş gibi kafire at saldı, bir ucından kırup kafiri ol bir ucına çıkdı... Bir ucına dahı kendü girdi, kılıç tartup yorıdı, kafir başın kesdi, yağı basıldı, düşman sındı.”(s.196). Erkeğin kadında aradığı bu kuvvetli olma ve kahramanlık vasıflarını kadın da erkekte arar ve erkeği çeşitli şekillerde dener. Selcen Hatun’un kalınlığı üç azgın canavardır. Bunların biri aslan, biri kara boğa ve biri kara buğradır. Kantura’lı bu üç azgın canavarla dövüşüp onları öldürdükten sonra Selcen’i alabilmiştir (s.189-192). Beyrek’in nişanlısı Banu Çiçek de onun kuvvet ve maharetini at yarıştırarak, ok atarak ve güreş tutarak dener. Onun yiğitliğini gördükten sonra kendini tanıtır (s.123). Destanda erkeğin kadını, kadının erkeği kuvvet ve cesaret bakımından denemesinin hayatî bir değer olması ve bunun sebebi kolaylıkla tasavvur olabilir. Zira daima hareket hâlinde olan, şehir ve köylerde olduğu gibi tabiî ve sunî hiçbir vasıta ile korunmayan bu toplulukta, düşman kadının da erkeğin de hayatını tehdit altında bulundurur. Şu hâlde ikisinin de kuvvetli ve cesur olması zaruridir (Kaplan, 1976: 43). Dede Korkut’ta kadının en önemli özelliklerinden biri de doğurganlığı, yani anne oluşudur. Dirse Han destanında bu açıkça görülmektedir(s.78). Hatta kısır kadın eğlence konusudur. Beyrek’in oyuna kalkan kısırca yengeye, “And içmişem kısır kısrağa bindiğim yok.” demesi bunun açık bir göstergesidir. Aynı zamanda annenin oğla, oğlun anneye olan sevgi ve bağlılıkları, en büyük kahramanlıkları yaratır. Anne çocuk arasındaki bağlılık duygusunun bu toplulukta çocuğun yüksek bir kıymet ifade etmesi dolayısıyla içtimaî bir değer kazanması da düşünülebilir (Kaplan, 1976: 45). Dirse Han yoldaşlarının iftirasına kanarak, oğlunun kötü olduğuna kanaat getirir ve onu avda öldürmeye çalışır. Dirse Han’ın kırk yiğidinin oğlanı kötülerken söylediği şu sözler çok dikkat çekicidir. “Sen var iken av avladı kuş kuşladı, anasını yanına alıp geldi, al şarabın itisinden aldı içti. Anasıyla sohbet eyledi, atasına kasd eyledi.” (s. 84). Tahtın varislerinin anneleriyle iş birliği yapmak suretiyle, babalarını tahttan indirerek, yerine geçmek istedikleri veya indirdikleri, tarihen de sabit olaylardandır. Tabiî tedbir olarak varislerin öldürülmesi de. Burla Hatun ile Dirse Han’ın hatunu oğullarının il avı münasebetiyle toy düzenler ve onları karşılamaya çıkarlar. Oğullarını göremeyince eşleri ile söyleşirler. Bu söyleşmede kadınların, eşlerine olan sevgi, hürmet ve çocuklarına olan sevgileri açıkça görülmektedir(s.86-162). Yeri gelmişken şunu belirtmeliyiz ki Türk destanlarında dikkati çeken en önemli hususlardan biri kadının aşk ve haz unsuru olmamasıdır. Türk destanlarında kadının, kutsal bir kimlikte Yaradılış, Oğuz ve diğer Göktürk ve Uygur destanlarında ilâhî bir varlık olduğu düşünülmüştür (Banarlı, 1971: 33). Dede Korkut destanlarında ise kadın erkeğin arkadaşı ve bir parçası gibi düşünülmektedir. Dede Korkut’ta çocuklar da annelerine karşı içten bağlıdırlar. Dirse Han’ın oğlu annesinin arzusuna uyarak kendisini öldürmeye kast eden babasını kurtarmaya gider (s. 91). Salur Kazan’ın evinin yağmalandığı boyda Kazan, malını mülkünü her şeyini kaybeder. Eşi, oğlu, annesi ve arkadaşları esir düşer. Kazan Han her şeyini kaybetmeye hazırdır. Yalnızca annesini kurtarmak ister (s. 103). Destanlardaki Türk kadını aynı zamanda çok sadıktır. Gerdek gecesi esir düşen Beyrek’i Banu Çiçek on altı yıl bekler, yas tutar (s. 131). Kadının eşine olan bağlılığını ifade eden en önemli boy Deli Dumrul’dur. Bu boyda kadının kocasına duyduğu bağlılık çok açık ifade edilmektedir. Azrail’e vermek için canına can arayan Deli Dumrul, anne ve babasına gider. Ancak anne ve babası ona canını vermezler. Helâlleşmek için eşine gelir. Bunun üzerine eşi: “Senin ol muhannet anan baban Bir canda ne var ki sana kıyamamışlar Arş tanıg olsun kürsi tanıg olsun Yir tanıg olsun gök tanıg olsun Kadir tanrı tanıg olsun Menüm canum senün canuna kurban olsun” der (s.183), Destanlarda sadakat, vefa yalnız eş ve nişanlı kızlarda görülen bir hususiyet değildir. Kız kardeşler de yıllarca esir düşmüş kardeşlerini beklerler(s.136). Destanlardaki kadın kahramanlar genel özellikleriyle alp tipine uygundur. Ahlakî değerlerin ağırlık noktasını, kahramanlık ve annelik duygusu oluşturmaktadır. Oysa Dede Korkut kitabının başında bizzat Dede Korkut, kadınları tasnif eder. Bu tasnifteki ağırlık noktası ise yiyecek olarak görülmektedir. Burada evin tayağı olan kadın, “Yazıdan yabandan ive bir konuk gelse, er adam ivde olmasa, ol anı yidirür, içirür, ağırlar, azizler gönderir. Ol Ayişe Fatıma soyudur hanum. Anun bebekleri yetsün ocağına buncılayın avrat gelsün” şeklinde tavsif edilmektedir(s.76). Diğerleri ise; solduran sop, tolduran top ve niçe söyler isen bayağıdır. Bunlar, evine bakmayan, şükretmeyen kocası istediği hâlde misafirine izzet ve ikramda bulunmayan kadınlardır. Hem benzetmeler (ekmek, bazlamaç, un, deve) hem de kadın tipleri, yerleşmeye başlayan topluluk kadınına benzemesine rağmen, göz ardı edilmemesi gereken bir husus vardır. Destan içindeki arzu edilen kadın tipi alp tipine uygun olmasına rağmen obada cicili bicili Türkmen kızları da vardır(s.185). Destanın tamamına bakılınca yiğit olmanın iki göstergesi vardır. Birisi kılıç, birisi de sofra(ekmek)’dır. Dirse Han kara otağa oturtulduğunda: “Bayındır Han benüm ne eksikligüm gördi, kılıcumdan mı gördi suframdan mı gördi.” diye tepki gösterir (s.78). Ters Uzamış’ın Seyrek’e: “Mere Uşun Koca oğlı bu oturan bigler her biri oturduğu yiri kılıcıyla etmegiyle aluptur, mere sen baş mı kesdün, kan mı tökdün, aç mı toyurdun, yalıncak mı tonatdun.” demesi bey olmanın bu iki temel unsurdan en az birini taşıması gerektiğini göstermektedir. Geçiş dönemi kadın tipleri olmasına rağmen sofra çıkarmanın (misafirperverlik) yüksek ahlakî değerlerden olması, kanaatimce bu kadını da alp tipine yaklaştırmaktadır. Buraya kadar Dede Korkut destanından izlediğimiz kadını, tarihî kaynaklardan izlemeye devam edelim. Türklerin, İslâm medeniyeti dairesine girmesiyle beraber milletin sosyal hayatı değişmiş ve buna paralel olarak atlı bozkır medeniyeti, yerini şehir medeniyetine bırakmıştır. Türkler camii ve medrese çevrelerinde kütüphaneleri, şifâhaneleriyle meşhur kültür ve medeniyet merkezleri kurmuşlardır. Özellikle Anadolu Selçukluları ve Osmanlı devri dinî, askerî, fikrî, ilmî, siyasî, iktisadî tekamülün hızla yaşandığı dönemdir. Bu devirde ortaya çıkan dinî ve fikrî bazı cereyanlar (Mevlevilik, Bektaşilik) toplumumuzda hâlen etkisini sürdürmektedir. Eski Türk hukukunda kadın, çok yüksek bir mevki ve siyasî haklara sahiptir. Göktürk kitabeleri, “Türk tanrısı Türk milleti yok olmasın diye babam İlteriş kağan ile anam İl-bilge Hatunu gönderdi.” ifadeleriyle kadının yüksek mevkiini meydana koyar. İslâmiyet’in kabulünden sonra da Karahanlı ve Selçuklu dönemlerinde kadın hukukunda hiçbir değişiklik olmamış, kadınların siyasî, içtimaî ve hukukî mevkileri asırlarca devam etmiştir (Turan, 1969: 240). On dördüncü asırda kadınların erkeklerden kaçmadığı, birlikte olduğu, erkeklerin kadınlara kul ve köle gibi hizmet ettikleri İbn-i Batuta Seyahatnamesinde de geçmektedir. (İbn-i Batuta, 58) Bu tespit kadınların mevkilerini göstermesi açısından oldukça önemlidir. İbn-i Fadlan Seyahatnamesi’nde “kadınlar, erkekler gibi muharebe ederler, çeviktirler, at üzerine sıçrayarak binerler, kolları kuvvetlidir” diyerek kadınların savaş kabiliyetini tespit eder (Şeşen, 1995: 112). Nizamü’l-mülk’e göre, Acem hükümdarları kadınlara siyasî rol vermezken, Türkistan hanları, bütün devlet işlerinde hatunlarla müşavere eder ve onların fikirlerini diğerlerine üstün tutarlardı. Selçuklu sultanları da hatunun fikirlerine önem verdikleri için vezirler, hatunlar ile iyi geçinip onları memnun etme yoluna gitmişlerdir. Yine bu dönemde kadınların siyasî gücünden faydalanmak isteyen atabeyler ya kızlarını şehzadelerle evlendirmiş ya da onların anneleriyle evlenmişlerdir. Yönetimde ve hayatın her cephesinde rol alan Selçuklu hatunları arasında Tuğrul Bey’in eşi Altuncan, Alpaslan’ın kız kardeşi Gevher, Melikşah’ın meşhur eşi Terken ve yeryüzü melikesi unvanını taşıyan Sultan Sencer’in hatunu Terken, bunların en meşhurlarıdır. Ayrıca Ermenşahlarda Naibe İnanç Hatun; Mısır’da Şecerü’d-dür; Kirman Kutluk Devleti’nde Kutluk Sultan, Sevinç Türkân; Yine Kutluk Devleti’nde Padişah Hatun; Salgurlu Devleti’nde Naibe Bibi Türkân; Kazan’da Naibe Süyün-bike; Harizmşah Alaüddin Mehmet’in annesi Türkân Hatun, naibelik ve sultanlık yapmış hatunlardan bazılarıdır (Üçok, 1981). Bu hanımların fizikî durumlarıyla ilgili pek fazla bilgi bulunmamakla birlikte zekâları, güzel üslûpları, adaletleri, halkı sevmeleri, akıllı olmaları, iyi huyları, cesur ve hükümdarlık için gereken bütün üstün vasıflara sahip birer savaşçı oldukları kayıtlıdır. Hatta Raziye Sultan için (Delhi hükümdarı, Türk ve şair) yanından yay ve tirkeşi hiç eksik olmazdı, halk arasında bu şekilde gezerdi diye kayıtlıdır (Üçok, 1981: 45). Mısır melikesi Şecerü’d-dür, güzelliği ve dehası sebebiyle Melik Salih’le evlenmiş ve melike olmuştur (Üçok, 198: 82). Kutluk Devleti hükümdarlarından Padişah Hatun ise, eşsiz güzelliği sebebiyle Hasan Şah takma adıyla erkek kardeşleriyle birlikte büyütülmüş, akıllı ve ağırbaşlı bir hükümdardır (Üçok, 198: 101). Türk kadını, destanlar döneminden başlayan tarihî misyonunu daha sonraki dönemlerde de devam ettirmiştir. Sözü geçen hatunlar, kendilerine ait iktalara, divan teşkilâtına, bütçe ve askerlere sahiptiler. Selçuklu tarihinde çok önemli yeri olan Melikşah’ın eşi Terken Hatun, Karahanlı İlig Han’ın oğlu Tamgaç Han’ın kızıdır. Çok ağır çeyiz, bin köle ve cariye ile gelin gelmiştir (Turan, 1969: 114 ). Güzel, akıllı ve aynı zamanda ihtirasları olan Terken Hatun, yalnız Sultan üzerinde değil, devlet işlerinde de çok nüfuzludur. Kendine bağlı divanı ve onun memur ve teşkilâtına sahip ve 12000 kişilik bir süvari kuvveti vardır. Bu kudreti sayesinde dört yaşındaki oğlu Mahmud’u, Melikşah’ın büyük oğlu Berkyaruk’un yerine veliaht tayin etmek istemiş ve sonunda bunu başarmıştır. Hatta torunu Cafer’i de halifenin veliahdı yapmaya çalışmış ve isteklerini yerine getirmek için de tek engel olarak gördüğü Nizamü’l- mülk’ün yerine Tacü’l-mülk’ü getirmeye gayret etmiştir (Turan, 1969: 70), (Köymen 1993: 71), (Kafesoğlu, 1973: 6). Kendisine Hatunü’l-Celâliye unvanı da verilen Terken, naiblik yapmıştır (Üçok, 198: 178). Ayrıca Melikşah’ın kızı Mehmelek’in babasından değil de annesi Terken Hatun’dan istenmesi Selçuklu hanımlarının nüfuzunu göstermesi bakımından önem taşır. Alpaslan’ın kız kardeşi Gevher Hatun’un da kendine has maiyeti vardır. Kavurd isyanına destek verdiği için Nizamü’l-mülk tarafından servetine ve 50.000 dinarlık parasına el konulmuş, daha sonra Melikşah’ın rızasıyla öldürülmüştür (Turan, 1969: 154). Tuğrul Bey’in eşi Altuncan da Oğuz askerlerini emrine alarak Hemedan’da kardeşi Yinal tarafından sıkıştırılan Tuğrul Bey’e yardım etmiş, kurtuluşta önemli rol oynamış, akıllı, kudretli, dindar ve hayırsever hanımlardandır (Turan, 1969: 97). Harizmşah Alaü’d-din Mehmet’in annesi Türkân Hatun ise çok otoriter yaradılışının etkisi ile oğluna rakip, çoğu defa ona hakim bir güç olarak bütün yönetime karışmıştır. Türkân Hatun babasının uyrukları ve askerleri ile oğluna en sıkışık zamanlarında yardım ettiği için kendine Hüdâvend-i Cihan unvanı verilmiştir. Sefere çıktığında ise “İslâm’ın ve âlemin koruyucusu” unvanı verilirdi. Hatta sivil ve asker, büyük mevki sahipleri aleyhindeki suç duyurularının incelendiği Divan-ı Mezalim adlı mahkemeye başkanlık yapmıştır ki bu divanın başkanı ancak hükümdar olabilirdi (Üçok, 1981: 180). Örneklerini çoğaltabileceğimiz devlet yönetiminde söz sahibi olan bu hatunlar, devrin genel durumuna paralel olarak sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunuyor, çeşitli müesseseler tesis ediyorlardı. Selçuklu sultanları gibi hatunlar da alimlere, din adamlarına, şair ve sanatkârlara saygı göstermiş, onlar için çeşitli vakıf müesseseleri yaptırmışlardır. Cami, medrese, kütüphane, tıp mektebi, hastane , imaret ve zaviyeler yaptırarak büyük vakıflar tesis etmişlerdir (Turan, 1969: 256). Kadın, sosyal ekonomik ve içtimai mevkiini Osmanlı döneminde de devam ettirmiştir. Kösem Sultan’ın ve Safiye Sultan’ın devlet işlerinde ve sarayda ne kadar müdahil olduğu tarihî kaynaklarca sabittir (Uzunçarşılı, C. 4: 349-358), (Uzunçarşılı, C.3: 211-256). Sultanlar, hatunlar, naibeler cephesinde durum bu hâldeyken, halk arasında bir takım kuruluşlar çeşitli hizmet ve eğitimi sürdürmekteydi. Aşık Paşazade Tarihi’nde Gaziyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum ve Baciyan-ı Rum olmak üzere dört gruptan söz edilir. Anadolu’da erkeklerin yanında kadınların da teşkilâtlandığını gösteren ana kuruluşlardan biri, Anadolu Bacıları’dır. Köprülü, yüz bin kadar silahlı ve cengaver Türkmen kadınının bu teşkilâtı kurduğunu söylemektedir (Köprülü, 1981: 159). Teşkilat, Evhadü’d-din-i Kirmani’nin kızı ve Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı tarafından kurulmuştur. Anadolu Bacıları, zamanında şehir, köy ve uçlarda mühim hizmetler görmüş ve Anadolu kadınlarını eğitmişlerdir. Bu kadınlar annelik, iyi bir eş ve kardeş olmaktan başka misafirperverlik ve askerî faaliyetlerde de bulunmuşlardır. Ayrıca Anadolu’nun iktisadî hayatına da katkıda bulunan bu kadınlar, 12. yüzyılda Orta Asya’dan batıya hareket eden Türk boylarına ev sahipliği yapmış, ayendeye ve revendeye hizmet etmişlerdir. Bütün bunlardan başka, Anadolu kadınına ata binmeyi, ok atmayı, ava çıkmayı, hatta sınırlarda elde kılıç gaza etmeyi öğretmişlerdir. Onların bu husustaki kabiliyetlerini tarih yazmaktadır. Moğollar 1243 yılında Kayseri’yi kuşattığı zaman Baciyan-ı Rum mensupları müdafaaya katılıp kahramanca savaşmışlardır (Bayram, 1987: 47). Bütün bunlar kadının sosyal hayatta ne kadar etken olduğunu ve faaliyetleriyle Anadolu’nun yeni bir medeniyete beşiklik etmesine imkan sağladığını açıkça göstermektedir. Dede Korkut destanlarından yola çıkarak, aynı dönem tarihî kaynaklarda izlediğimiz kadın, ister sarayda, ister sarayın dışındaki halk arasında olsun, içtimaî mevkii bakımından fevkalade üstün görünmektedir. Güzellik, asalet, zeka, akıl, iyi yetişmiş ve eğitimli olma, devletin en üst makamlarını temsil edebilme, muktedir olma, iyi ata binme, silah kullanma, savaşabilme gibi özelliklerinin yanı sıra yardımseverlik, cömertlik, sadık ve eşine yardımcı bir hayat arkadaşlığı, Türk kadınının ortak özellikleri olarak görülmektedir. Ayrıca Türk destanlarının tarihten uzaklaşmadığı, destan içindeki olay ve anlatıların gerçeklerle paralellik arz ettiği müşahede edilmektedir. KAYNAKLAR AŞIK PAŞA-ZADE, (1970), (hzl.Atsız) Tarih-i Âl-i Osman, İstanbul. BANARLI, Nihat Sami, (1971), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul. BARKAN, Ö. Lütfi, Kolonizatör Türk Dervişleri, Ankara. BAYRAM, Mikail, (1987), Baciyan-ı Rûm (Anadolu Selçuklu Zamanında Genç Kızlar Teşkilâtı), Konya. ERGİN, Muharrem, (1989), Dede Korkut Kitabı I Giriş- Metin-Faksimile, Ankara. İbn-i Batuta Seyahatnamesi’nden Seçmeler (1986), İstanbul. KAFESOĞLU, İbrahim, (1973), Sultan Melikşah, İstanbul. KAPLAN, Mehmet, (1985), Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar III, İstanbul. KAPLAN, Mehmet (1976), Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I, İstanbul . KÖPRÜLÜ, Mehmed Fuad, (1981), Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, İstanbul. KÖYMEN, M.Altan, (1993), Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara. ŞESEN, Ramazan, (1995), İbn-i Fadlan Seyahatnamesi, İstanbul. TURAN, Osman, (1969), Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul. UZUNÇARŞILI, İbrahim Hakkı, Büyük Türkiye Tarihi, C. III-IV, Ankara. ÜÇOK, Bahriye, (1981), İslâm Devletlerinde Türk Nâibeler ve Hükümdarlar, Ankara. * Yard. Doç. Dr., G. Ü. Gazi Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Ana Bilim Dalı [1] Metin içindeki sayfa numaraları, “ERGİN, Muharrem, (1989), Dede Korkut Kitabı I. Giriş-Metin-Faksimile, Ankara,” künyeli kitaba aittir. Not: 32. SAYI - Kis 2004

Buyrun kardeşim:)
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Cevap: İLK Kadınlar...

dedekorkut.jpg




DEDE KORKUT



Türklerin masalcı dedesi! Türk'ün geleneklerini, göreneklerini, âdetlerini, inançlarını, başka uluslardan farklarını velhasıl sosyal karakterini masallarına işleyen, onu günümüze kadar güzel bir üslup içinde yaşatarak getiren büyük sanatçı!..



Ne doğduğu yıl bellidir, ne de öldüğü yıl... Hatta yaşadığı yüzyıl bile tartışmalıdır. Masallara karışmış bir masalcıdır Dede Korkut... Ama canlıdır. Nesre benzeyen şiiri, şiire benzeyen nesriyle bezeli hikâyeleri, günümüzde yazılanlardan bile daha diri, daha hayata yakındır.



KESİN OLARAK NE ZAMAN YAŞADIĞI BİLİNMEMEKTEDİR



Bazı araştırmacılar, Hz. Peygamberin çağında yaşadığını söylerler ve eserleri içinde, bu fikirlerini destekleyen bölümler gösterirler. Bazı araştırmacılar, Uzun Hasan döneminde yaşadığını savunurlar ve eserlerinde, Uzun Hasan'ın yaptığı savaşları ve savaştığı kavimleri düşüncelerine kanıt olarak gösterirler. Bazı araştırmacılar da Oğuz Türklerinin masalcı ve destancısı olduğuna inanır. Bu düşüncede olanlar, bugün elimizde mevcut 12 destan-hikâyesinden, kendi fikirlerini ispat edecek belgeyi bol bol bulurlar.



Eğer bir sanat eseri, her çağın insanlarının hayatlarına, düşüncelerine denk düşüyorsa, ölümsüz demektir. Dede Korkut destan-masalları, böylece gerçek bir sanat eseri olduklarını çağımıza kadar tazeliğini yitirmeden gelmeleriyle ispatlamışlardır.



Pertev Naili Boratav, Dede Korkut Masalları için İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı makalede, bu masalların 15. yüzyıla kadar sözlü aktarmalarla geldiğini ve 15. yüzyılın ikinci yarısında Akkoyunlular tarafından yazıya geçirildiğini hatırlattıktan sonra, elimizde mevcut metinlerde iki ayrı dönemin olayları bulunduğunu işaret ediyor.



DEDE KORKUT MASALLARINI BİR AKKOYUNLU OZAN ELE ALMIŞTIR



Oğuz Türklerinin Sir-Derya kuzeyindeki (vatanlarında 9.-11. yüzyıllar arasında ge-çirdikleri hayatları, bu masal - destanlara yansımıştır. Birde bu masal - destanlar, yazıya geçirildikleri 15. yüzyılın Akkoyunlu beyliğinde oluşmuş olayları kapsamaktadır. Dede Korkut masallarının temeli, Oğuz Türklerinin hayatları üzerine oturtulmuştur ve bu dönemin örf, adet, gelenek ve yaşayış biçimlerini yansıtır ama aynı gelenek ve görenekleri yaşayışlarında sürdüren Akkoyunlular, masalları yazılı biçime sokarken, bazı hikâyeleri, o günlerin olayları üzerine oturtarak adapte etmişlerdir.



Dede Korkut masallarını kaleme alan Akkoyunlu Ozan, herhalde yüksek bir edebî bilgiye ve maharete sahipti. Belki kendi düşüncelerini de bu masallara katarak onları zenginleştirmiş, âdeta yeniden hayata kavuşturmuştur. Vatikan Kitaplığı’ndaki en eski nüshasında "Korkut Ata Ağzından, Ozan Aydur" kaydının bulunması bunun kanıtıdır.



Dede Korkut'un hayatı üzerinde kurulmuş bir efsaneye göre, Dede Korkut, Afrika taraflarında doğmuş, yaşamış ve günün birinde kendisine bir mezar kazıldığını görmüştür. Ö-lümden kim korkmaz! Dede Korkut da bu mezardan ve mezar kazıcılarından kurtulmak için diyar diyar kaçmış, her gittiği yerde mezarını ve kazıcılarını kendisini bekler görünce daha da uzaklara gitmiş ve sonunda Sir-Derya nehrinin ağzına yakın bir yere gelip hırkasını suya yatırmış ve burada tam yüz yıl yaşamış.



Bazı önsözlerde, Dede Korkut'un Peygambere elçi gönderildiği yazılıdır. Bu eklemelerin, Türklerin İslâmiyet’i kabul ettikleri yıllarda yapıldığı sanılıyor.



DEDE KORKUT'UN GÜNÜMÜZE KADAR 12 HİKAYESİ GELMİŞTİR



Dede Korkut, Oğuz Türklerinin "bilicisi" olarak tanınır. Nitekim kendisi: "Oğuz halkının başına hayır gelesini, şer gelesini dedim..." diyerek, söylediği hikmetlerle Oğuz Türklerine yol gösterdiğini açıklıyor ve bir Şaman olması ihtimalini kuvvetlendiriyor. Şamanlar, aynı zamanda ozan oluyorlar, geçmiş zamanların hikâyelerini anlatıyorlar, gelecekten haber veriyorlardı.



Dede Korkut'un günümüze kadar gelen 12 hikâyesi şunlardır:



























9 - Depe-Göz



10 - Uşun Koca oğlu Zegrek



11 - Salur Kazan'ın tutsak olması.



12 - İç-oğuza, Taş-oğuzun başkaldırması




Bu hikâyelerin 8 tanesi, iç ve dış savaşlara aittir. 2 tanesi aşk macerasını dile getirir. 2 tanesi de mitolojiktir. Fakat hepsi birden, Türk dünyasını en gerçek biçimde yansıtır. Üstün bir anlatım gücü, destansı bir üslup, yaşayan diri bir Türkçe ile Türk soyunun kahramanlığı, uygarlığı, ahlakı, dinî gelenekleri ve yaşamları dile getirilir. Türk mitolojisinin kaynağı Dede Korkut masalları, destanlarıdır...
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Cevap: İLK Kadınlar...

İstediğinizi gerçekleştirdiysem mutlu olurum..İnşalalh sitemizde kalıcı olursunuz Hilaluğruna:)
 
Üst