Kibir ve Tevazu

Hatice İntaç

Onursal Üye
Katılım
24 Mar 2008
Mesajlar
23
Tepkime puanı
0
Puanları
0
KİBİR VE TEVAZU


" Çıplak dallara tünemiş üç karga / ellerimle diktiğim karanfil ve sardunya / dağıttı sabahın alaca karanlığın ı/ İçim inanç ve huzurla doldu / Bu inançla sorguladım varlığımı / Bulmaya çalıştım / Kim olduğumu, ne olduğumu, ne olmadığımı / Kargalardan biri: “Boşver! Ne yapacaksın bulup da?” dedi / Ötekiler güldüler / Diğeri, “sardunyalara sor” dedi. “Onlar seni iyi tanırlar” / Üçüncüsü düşündü uzun uzun / “Doğru” dedi “neyiz biz? Dünyanın hangi merkezindeyiz?” / “ Düşünmeyin” dedi karanfil bilge bir gülümseyişle / “Ne yaratıyorsanız ‘o’sunuz işte / “ çiçeksiniz, kuşsunuz, sevgisiniz” / “ Ve bir yaratanın sevgilisi belki de! "

( H. İntaç )


İnsan çok yönlü ve her zaman kendine göre istekleri ,hayalleri ve beklentileri olan bir varlık! Hatta bazen hayalleri ve beklentileri o kadar engindir ki, bunları gerçekleştirmeye bir ömür yetmez. İnsanın bu hayallerini, isteklerini gerçekleştirmesi ise; doğru düşünme, araştırma, değerlendirme, yaşadığı çevreyi tanıma ve o çevre ile ilişkilerini düzenleme, toplumla bütünleşme yollarından geçer. Olup biten olayları analiz ederek doğru ve tarafsız değerlendirme ve insanlarla olan münasebetlerinde inandırıcı olma; idealleri gerçekleştirmenin ve başarılı olmanın en önemli etkenlerinden biridir. İnandırıcı olmanın en etkili yolu ise, samimi, dürüst ve tevazu sahibi olmaktır. Batılı sosyolog Duclos, insani ilişkilerde tevazunun önemini şöyle ifade eder: “İyilik ve tevazu bütün düşmanlıkları yener. Bu nedenle, başarı ve zafere ilave edilecek yegane süs tevazudur.”

Doğru düşünmek aslında soyut bir kavram, çünkü her insanın doğruları farklıdır. Size göre doğru olan bir başkasına göre doğru olmayabilir. İnsanlar çoğu zaman görmek istedikleri gibi görme; duymak istedikleri gibi duyma eğilimindedirler. Buna bir de ön yargı eklenince, doğru düşünebilmenin o kadar da kolay olmadığı anlaşılır. Çıkarlar, beklentiler, toplumsal baskı, kültür seviyesi doğru düşünmeyi zorlaştıran etkenlerin başında gelir. Bunlara bir de gelenekler, örf ve adetler eklenirse durum daha da zorlaşır; çünkü gelenekler birtakım düşünce kalıplarını ve davranış biçimlerini adeta dayatırlar. Bütün bu unsurların engelleyici etkileri altında düşüncelerimizin, tercih ve kararlarımızın acaba ne kadarı bize ait olabilir? Bu yüzden doğru düşünmek ancak doğru bilgi ile mümkündür. Doğru bilgi ise bu unsurların etkisinden mümkün olduğunca soyutlanarak; eşyanın hakikatına, yaratılışın yasalarına ve akla uygun olana göre edinilendir. Zaman zaman çelişkilere düşülse de insan aklı, vicdanı ve sağduyusu ile bu çelişkileri fark edebilir. İyiyi kötüden, güzeli çirkinden, yararlıyı zararlıdan ancak bu sayede ayırabilir ve gelişebilir.

Tevazunun karşıtı olan aşırı gurur ve kibir, insanın gelişmesinin, yeteneklerinin ve yaratıcılığının en büyük engellerinden biridir. Kendini başkalarından üstün görme de denilen kibir; insanın kendi kendine icat ettiği ve kendi gelişiminin önüne çektiği bir setten başka bir şey değildir. Sağlıklı düşünebilen, varlığını ve evrendeki yerini doğru algılayabilen her insan; makamı, ekonomik ve sosyal durumu ne olursa olsun, temelde etten ve kemikten yaratılmış bir varlık olduğunun ve sahip olduğu her şeyin her an yok olma ihtimalinin bilincinde olarak kendini başkalarından üstün tutmaması gerektiğini bilir. Her insan doğal olarak kendini beğenir. Esasen kendini beğenmeyen insan kendiyle barışık olamaz. Kendiyle barışık olmayansa kimseyle barışık olamaz. Ama bu beğenme başkalarını küçük görme, aşağılama haline

dönüşürse, bunda birtakım psikolojik sorunların mevcudiyetini aramak ; hatta kaynağının ciddi bir aşağılık kompleksi olduğundan şüphelenmek gerekir. Kibirli insanların bütün hareketleri ve düşünceleri, başkalarının gözünde değer kazanıp üstün olmaya göre ayarlıdır. Bu yüzden hata yapmaktan çok korkarlar ve asla hata yapmadıklarına inanırlar. Bu tutumları ile etraflarında negatif bir hava oluşturduklarından kimse yanlarında rahat edemez. Eleştiriye hiç tahammülleri yoktur. Hep takdir edilmek, övülmek ve alkışlanmak isterler. Kimse onlara yanlışlarını söylemek cesareti gösteremediğinden sürekli yanlışlara düşerler ama yine de bu yanlışlarını kabul etmezler. Zamanla en yakınları bile onlardan uzaklaşır, yalnız kalırlar.

Asırlar önce “Yaratılanı hoş gör, Yaratan’dan ötürü” demiş Yunus Emre.Doğru da demiş, ama nereye kadar?. Bir insana ne kadar hoşgörü gösterilebilir; veya her halde ve durumda hoşgörülü davranmak ve mütevazi olmak doğru mudur? Bu da aslında çelişkili bir konudur. Tevazu sahibi olmak, alçak gönüllü olmak hoşgörü sahibi olmak, insanlar arasında ayırım yapmamak, herkesi eşit görmek her ne kadar güzel meziyetlerse de haksızlık karşısında susmak, ezilmek, küçümsenmek, değersizleştirilmek ve incitilmek suretiyle ihanete uğrayan bir tevazu anlayışına da karşı çıkmamak mümkün değildir. Siz istediğiniz kadar mütevazi olun; kapasitesi sizin toleransınızı anlamaya yeterli olmayan insanlar sizin iyi niyetinizi kullanmaya; duygularınızı sömürmeye çalışırlar ki bu da kendi varlığınıza saygısızlık olur. O takdirde de; “Eşeğe gem vurursan kendini at sanır” cümlesinden yola çıkarak tevazunun da aynen kibir gibi bazen zararlı olabileceğini söylemekte sakınca görmüyorum. .

Makbul olan davranış biçimi, kibre varmayan, sadece özüne saygıyı korumayı hedefleyen gurur ve utanç derecesine düşmeyen, vakarını koruyan tevazudur.
 
Üst