Kıbrıs Adası Ve KKTC'nin Stratejik Önemi

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Kıbrıs Adasının ve KKTC’nin Stratejik Önemi

Kıbrıs Adası, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’daki enerji kaynaklarının dış dünyaya açılımını ve Cebelitarık, Süveyş ve Karadeniz üzerinden işleyen deniz ticaretini kontrol edebilen bir konumdadır. Ada, aynı zamanda Orta Doğu’daki kriz bölgelerine müdahale için bir sıçrama noktası ve ileri üs oluşturmaktadır. Ada, Akdeniz’in tümünü, Avrupa’yı, çevre ülkelerini ve bu ülkelerin derinlikteki uzantılarını etkileme özelliği taşıması nedeniyle güç odaklarının ve adanın durumundan doğrudan etkilenen ülkelerin kontrol etmek istediği bir konumda olmuştur. Son zamanlarda çevresinde olduğu tahmin edilen petrolden dolayı da ayrı bir stratejik önem kazanmıştır.



Orta Doğu’da etkili olmanın bir yolu da Kıbrıs adasının stratejik amaçlarla kullanılmasıdır. Bu nedenle İngiltere, dünya üzerindeki birçok üssünü kapatmasına rağmen Kıbrıs’taki üslerini muhafaza etmektedir. Kıbrıs adası, askeri bir yığınak bölgesi, hava kuvvetleri için bir üs niteliği taşımakta, istihbarat ve karşı istihbarat faaliyetleri için çok değerli imkânlar sağlamaktadır. Ada’nın güvenilir ellerde olması stratejik açıdan önemlidir.



Kıbrıs adası Türkiye için, güneyden Akdeniz’e emniyetli çıkış imkânı sağlayan, bölgedeki deniz ulaştırma hatlarını kontrol altında bulunduran, karasuları, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, deniz alaka ve menfaatleri, hava sahasının kontrolü ve Türkiye’nin stratejik savunma derinliği açısından önem taşıyan bir bölgedir. Kerkük-Yumurtalık ve Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hatları İskenderun körfezine açılmaktadır. Yeni planlanan petrol ve doğal gaz hatlarının da İskenderun Körfezi’ne kadar uzanacak olması ve Kıbrıs’ın stratejik önemini bir kat daha arttırmıştır. Enerjinin ve endüstri ürünlerinin dünya pazarlarına İskenderun ve Mersin limanlarından ihraç edilmeye başlandığı dikkate alındığında, İskenderun Körfezi’nin bir enerji terminali ve bir ticaret merkezi durumuna geldiği görülmektedir. Bu özelliğinin daha da artacağı beklenmektedir.



Kıbrıs’ın Türkiye için öneminin vazgeçilmez bir boyutu da Ada’da yaşayan Türklerden kaynaklanmaktadır. Kıbrıs’taki Türklerin güvenliğinin ve refahının sağlanması Türkiye’nin sorumluluğudur. Kıbrıs, tarihi boyunca kesintisiz olarak en uzun süre olan 307 yıl Türklerin hâkimiyeti altında kalmıştır. Kıbrıs, hiçbir dönemde bir ulusun veya bir devletin, sadece kendi dininden veya ırkından olanların yaşadığı bir ada olmamıştır. Bunun her denemesi, Ada’da büyük çalkantılara yol açmıştır. Dolayısıyla bugün Kıbrıs’ta tek bir millet, Kıbrıslılar varmış gibi gösterilmesi hatadır. Ayrıca Kıbrıs Türkiye için, Osmanlı’dan kalan miras, güvenlik ve güvenirlik meselesidir.



Kıbrıs adası, Kıbrıs Türkü açısından KKTC olarak bir vatandır. KKTC Kıbrıs Türkü için, var olmanın, egemen olmanın ve güvenlik içinde olmanın bir göstergesidir.



Adanın tümünün, başka güçlerin kontrolüne geçmesi hem Türkiye, hem de Kıbrıs Türkü için bir tehdit olup, her ikisinin de menfaatleri ile bağdaşmamaktadır. Bu nedenlerle adada, iki kesimli, bu iki kesimde ayrı olarak yaşayan iki toplumlu, siyasi ve yönetim açısından tam eşit, egemen, iki devletli ve Türkiye’nin tam garantisinin olduğu bir çözüm olmaması halinde KKTC’nin bağımsızlığının uluslararası ortamda güçlendirilmesi gerekir.



Kıbrıs - Avrupa Birliği İlişkileri

KKTC’nin varlığından ve adada fiili olarak oluşan durumdan dolayı 35 yıla yakın bir süredir barış ve sükûnet muhafaza edilmiştir. Son yıllarda oluşan çekişmeli durum, gerek Türkiye’nin gerekse Kıbrıs’ın AB ile olan ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. AB, Kıbrıs sorununun çözümünde Türkiye’yi tek taraflı olarak yükümlülük altına sokmuş, Yunanistan’ı ise serbest bırakmış, böylece Türkiye ve KKTC’yi zor duruma sürüklemiştir. AB, Kıbrıs’ta jeopolitik çıkar sağlamak için, Kıbrıs sorununda kalıcı ve tarafları tatmin eden bir çözüm bulunmadan, uluslararası hukuku da çiğneyerek, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni Ada’nın tamamı adına üyeliğe kabul etmiştir. Böylece, Türkiye’nin Ada üzerindeki ahdi hukukunu ihlal etmiş, hak ve menfaatlerini de yok saymıştır.



GKRY, Türk tarafının iç ve dış baskılar ve çözümden yana olduğunu göstermek için kabul ettiği, aslında Kıbrıs Türkü’nü ve yönetimdeki etkinliğini en fazla 15 yıl içinde yok etmeyi öngören Annan olarak adlandırılan BM çözüm planını kabul etmemiştir. GKRY, AB tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti olarak Birliğe kabul edileceğini garanti altına aldığından dolayı, Kıbrıs’ın tümüne hâkim olmak için bu kadar süre beklemeyi dahi kabullenememiştir. AB, GKRY’yi sadece kendi adına ve kendi sınırları içinde Birliğe kabul etmesi halinde, otomatikman bölünmüşlüğü kabul etmek zorunda kalacağından Kıbrıs’ın bütünü adına almayı tercih etmiştir. AB’nin Kıbrıs’ta bir an evvel çözüme ulaşılması için Türkiye’yi ve KKTC’yi zorlamasının altında yatan gerçek, elde etmeyi düşündüğü stratejik avantajlarının yanında, içine düştüğü zor durumdur.



ABD’nin ve İngiltere’nin Kıbrıs Konusuna Etkisi

ABD, Türk-Yunan ilişkilerindeki gelişmeleri, Doğu Akdeniz güvenliğinin bir parçası olarak algılamaktadır. Dolayısıyla Kıbrıs’a ilişkin bir çözüm, ABD için ikinci önceliktedir. ABD, Türkiye-Yunanistan arasında meydana gelebilecek bir çatışmayı, sadece NATO müttefikleri olmaları açısından değil, aynı zamanda ABD için hayati öneme haiz bölgelerin güvenlik ortamını doğrudan etkilemesi ve kendi çıkarları açısından önlenmesi gereken bir durum olarak da görmektedir. Diğer taraftan İngiltere, garantörlük hakkını, adadaki üslerinin korunmasına yönelik bir imtiyaz olarak görmekte, çözümde de İngiliz çıkarlarının korunmasını esas almaktadır. İngiltere AB’ye üye olurken üsleri, bu nedenle AB statüsünün dışında bırakmaya özen göstermiştir. ABD’nin de bu üslerden yararlanması, onun da meseleye İngiltere gibi bakması sonucunu ortaya çıkarmaktadır.



Türkiye’nin Kıbrıs Politikası

Zürih ve Londra Antlaşmalarından sonra 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, meşruiyetini kaybetmiştir. 1974’te, önce Kıbrıs Türk Federe Devleti, sonra da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adını olan statü, her şeye rağmen bugüne kadar korunmuştur. Bu statünün adil ve kalıcı bir çözüm oluşuncaya kadar devam ettirileceği, devlet politikası olarak benimsenmiştir. Çözümün BM çatısı altında oluşabileceği ortaya konmuştur. Ancak, Türkiye’nin AB’ye her şeye rağmen girmedeki ısrarı ve AB’nin bu aşırı hevesi bir koz olarak kullanmak istemesi, Türkiye’nin AB’ye girmek için bugüne kadar muhafaza ettiği Kıbrıs Devlet Politikası’ndan tavizler verebileceği izlenimini yaratmıştır. AB de, Türkiye’yi üyelik sürecinin içinde tutabilmek için Kıbrıs konusunu sürekli olarak AB sürecinin bir parçası ve Türkiye’ye yaptırım aracı olarak kullanmıştır.



Türkiye, müzakere tarihi alabilmek amacı ile Gümrük Birliğinin Genişletilmesi Ek Protokolü’nü imzalamıştır. Türkiye’nin bu protokole attığı imzadan sonra, atılan imzanın, GKRY’nin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınması anlamına gelmediğini ifade eden girişimleri kabul edilmemiştir. AB, Türkiye’deki liman ve hava alanlarının Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında GKRY’e açılmasını da kapsayan bu protokolün 2009 sonuna kadar uygulanmasını talep etmiş, aksi halde müzakerelerin askıya alınacağını kararlaştırmıştır. Türkiye bu uygulamayı, KKTC üzerinde uygulanan izolasyonların kaldırılması ile eşdeğer tutarak, liman ve hava alanlarının açılmasının izolasyonların kaldırılması ile mümkün olabileceğini beyan etmiştir. Bu iki konunun birbirini dengelemesinin mümkün olmadığı, hatalı bir yaklaşım olduğu değerlendirilmektedir. İzolasyonların kaldırılması Kıbrıs Türkü için bir hak ve AB’nin, Türk tarafının Annan Planı’nı kabul etmesinden sonra KKTC’ye verdiği bir sözdür. Hayati konuların pazarlığı için kullanılamaz.



Kıbrıs’ta Yeni Çözüm Arayışları

Aslında Annan Planı’nın Rum tarafınca kabul edilmemesi, adanın zaman içinde Rum hâkimiyetine geçmesini önlemesi açısından Türk tarafının lehine bir durum olmuştur. Papadopulos’un, çözüm yönündeki uyumsuz tutumunu devam ettirmesinin yanında, Kosova’daki bağımsızlık yönündeki gelişmeler ve bunun uluslararası ortamda Kıbrıs konusu ile mukayeseye başlanması, bölünmüşlüğün kabulü konusundaki endişeleri daha da arttırmıştır. Bu durumda AB ve Rum tarafınca, Papadopulos’un seçimlerde tasfiyesi ve yerine başka bir başkan getirilerek yeniden müzakere sürecinin başlatılması öngörülmüş ve seçimlerde Hristofyas işbaşına getirilmiştir.



Hristofyas’ın daha seçimler sonuçlanmadan önce KKTC Cumhurbaşkanı ile olan yakınlığı ön plana çıkarılmış, seçimlerden hemen sonra da iki liderin kendi inisiyatifleri ile başlattığı izlenimi verilen bir müzakere sürecini açmaları taraflarca kararlaştırılmıştır. Görüşme süreci başlamış olup, devam etmektedir. Taraflar, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında yeni bir devlet oluşturmak ve tek egemenlik, tek vatandaşlık, tek uluslararası kimlik konularında anlaşmış görünmektedir. Ancak bunların esas alınacağı bir çözümün, Türkleri azınlık durumuna düşüreceği göz ardı edilmemelidir. GKRY’nin halen kendini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak görüp, Türk tarafını dikkate almadan tek başına Mısır ve Lübnan ile petrol arama sahası anlaşmaları yapması, niyetini açıkça ortaya koymaktadır. GKRY’nin öncelikli hedefi, Türk askerinin adadan çıkarılması ve Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılmasıdır. Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki egemenliğe, iki halka, iki demokrasiye, iki devlete dayalı ortak bir çatı devlet olması ve tarafların, ortak çatı devletin yönetiminde eşit siyasi haklara sahip olması, Türkiye’nin de tam garantörlüğünün devam etmesi gerekir. Kıbrıs konusu, iki toplum liderinin inisiyatiflerine bırakılarak, iç dinamiklerle çözüme ulaştırılacak bir konu değildir. Çözümün Türkiye ve KKTC’nin stratejik çıkarları dikkate alınmadan sonuçlandırılması düşünülemez.



KKTC’nin Bağımsızlığı ve Statüsünün Yükseltilmesi için Yeni Politikalar

Kıbrıs’taki uyuşmazlık hukuki olmaktan çok siyasidir. Bu nedenle GKRY, AB tarafından desteklenmeye devam ettikçe ve çözüm için zorlanmadıkça, kazanımlarından vazgeçmeyecek, Türk tarafını bir azınlık olarak görmeye devam edecektir. Bu durum, Ada’da kurucu halklardan biri olan Kıbrıslı Türkler için kabul edilemez.



Türkiye’nin iki kesimli, iki toplumlu, egemen, eşit ve Türkiye’nin garantörlüğünü içeren iki devlet anlayışına dayalı politikasını ısrarla devam ettirmesi gerekmektedir. Çözümün mutlaka kendi menfaatlerine uygun olacağı zamana kadar bunu sürdürmesi, tenkit edilse de çözümsüzlüğün geçici bir çözüm olarak kabul edilmesi, bunun mümkün olamayacağı da göz önünde tutularak KKTC’nin bağımsızlığının tanınması konusunda uluslararası girişimlerini arttırması uygun mütalaa edilmektedir. Konunun iç dinamiklerle çözüleceği aldatmacasına kapılınmaması ve bu tuzağa düşülmemesi gerekmektedir.



Türkiye, AB ile üyelik müzakerelerinin her aşamasında GKRY’nin ve muhtemelen Yunanistan’ın veto tehdidi ile karşı karşıya kalacak ve ödünler vermeye zorlanacaktır. Bu noktada Türkiye’nin AB üyeliğini, devletin bekası ve çıkarları ile KKTC halkının geleceğini düşünerek iyi değerlendirmesi gerekmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin AB tam üyeliği isteğinde fazla ısrarlı olmamasının uygun olacağı değerlendirilmektedir. Bir hareket tarzı olarak, GKRY’nin kendi sınırları içinde Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınmasının, mevcut bölünmüşlüğün kabullenilmesi sonucunu getireceği ve KKTC’nin diğer ülkeler tarafından tanınmasına ortam yaratacağı düşünülmektedir.



Akraba devletler yaklaşımı

Doğal olarak KKTC’nin tanınması için oluşturulacak ortamda, kendimize yakın gördüğümüz devletlerin katkısı önem kazanmaktadır. Akraba devletlere sahip olmak her ülke için önemlidir. Aynı ırka, tarihe, dile, dine, ideolojiye, kültüre ve buna benzer ortak değerlere sahip olmak, o ülkeler ile iş birliği ve ortak bir anlayış doğmasına imkân yaratır. Özellikle uluslararası ilişkilerde birbirlerine en çok destek olan ve yardım eden devletler, bu devletlerdir. Bunun en güzel örneğini Anglo-Amerikan dünyası olan ABD, İngiltere, Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda vermiştir. Her devlet bir akraba devletler dünyası oluşturmaya gayret etmiştir. İspanyollar ve Portekizliler Latin Amerika’da, İngilizler mevcut akraba devletlere ek olarak Commenwealth’de, Ruslar Orta Asya, Balkanlar, Kafkaslar ve Doğu Avrupa’da kendilerine yakın devletlerden oluşan bir dünya oluşturmaya çalışmışlardır. Bu durumda olan ülkeler, ekonomi, politika ve askeri alanlarda kendilerini daha güçlü ve güvende hissetmişler, akraba ve dost ülkeler ile kurdukları ilişkiler onların sıkıntılı durumlardan çıkmalarına yardımcı olmuştur. Güçlü oldukları zamanlarda ise onlara güç katmıştır.



Türklerin de tarihin derinliklerine dayanan akraba toplulukları ve devletleri vardır. Özellikle Kafkasya ve Orta Asya bu konuda önemli bölgelerdir. Halen Türkiye, KKTC, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’dan oluşan yedi bağımsız Türk devleti bulunmaktadır. Bağımsız olmayan devletlerle birlikte büyük bir Türk Dünyası vardır. Bu dünya uzun bir süre birbirinden kopuk kalmış, ancak Sovyetlerin dağılmasından sonra ortaya yeni imkânlar çıkmıştır. Özellikle bağımsız Türk Cumhuriyetleri arasında arzu edilen yakınlık ve iş birliği bugüne kadar yeteri derecede tesis edilememiştir. Bunun nedenlerini incelediğimizde, Kafkasya ve Orta Asya’daki ülkelerin uzun süre Sovyet etkisinde kalmasının yarattığı sıkıntılar, Türkiye’nin bu konudaki bazı hatalı davranışları, KKTC’nin ise tanıtımının yeteri kadar yapılamaması olduğu anlaşılmıştır.



KKTC’nin tanıtımının bu bölgelerde iyi yapılabilmesi ve statüsünün yükseltilebilmesi için, öncelikle Türkiye’nin KKTC’nin bağımsızlığını tanıyan ve garantör ülke sıfatıyla bu ülkenin varlığının tam olarak arkasında durması gerekmektedir. Bugüne kadar yapılan ve yapılmakta olan müzakereler, güvenliğin pazarlığının olamayacağı ve pazarlıklarla bir sonuca varılamayacağı, Türkiye ve Kıbrıs Türkünün menfaatlerini gözeten bir çözümün çıkmasının da mümkün olamayacağı sonucunu ortaya çıkarmıştır. Taviz veren politikalar yerine çıtayı yüksek tutup, KKTC’nin bağımsızlığının gereklerini savunmanın daha doğru olacağı değerlendirilmektedir. Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde, diğer konulardan daha önemli olan bu konuya önem vermesi ve KKTC yönetiminin de bu politikada Türkiye ile birlikte hareket etmesi, tanınma ve statünün yükseltilmesine katkıda bulunacaktır. Uluslararası ortam zaman zaman bu gelişmelere imkân vermektedir. Başta Azerbaycan olmak üzere Türk Cumhuriyetleri ile başlayan ve gelişen ilişkiler, arada kesintiye uğrasa da ısrarla devam ettirilmeli, Türkiye bu ilişkileri desteklemeli ve ortam hazırlamalıdır.



Krizi fırsata dönüştürmek

Türkiye için Irak’ın, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü istikrar ve güvenlik demektir. Ancak ülkelerin toprak bütünlükleri her durumda istikrar ve güvenlik sağlamaz. Eğer istikrar getirseydi, Çekoslovakya ve Yugoslavya bölünmezdi. Belçika bölünme aşamasına gelmezdi. Aynı şekilde Kıbrıs’ın da toprak bütünlüğü ve bir arada yaşama şekli, istikrar ve güvenlik sağlamamıştır. Adada 1974’ten beri istikrar ve barış olduğuna göre, durumun bu açıdan da uluslararası kamuoyunun gündemine getirilmesi gerekir. Kosova’nın bağımsızlığı örnek gösterilmelidir. Gürcistan’ın toprak bütünlüğü de bugüne kadar istikrar getirmemiştir. Sovyetlerin dağılmasında Gürcistan toprakları içinde kalan ve Gürcistan’ın Rusya’nın etkisi de dahil çeşitli nedenlerle üzerinde tam egemenlik kuramadığı Güney Osetya ve Abhasya bağımsızlıklarını ilan etmiş ve Rusya da bu bağımsızlıkları tanımıştır. Belki bu ülkeler başka ülkeler tarafından henüz tanınmadığından uluslararası ortamda tam bağımsız gibi hareket edemeyeceklerdir. Ancak zaman içinde muhtemelen bugünkünden daha değişik bir statüye gelecekler, belki de Gürcistan’ın geri kalanında istikrar sağlanacak, Gürcistan Batı ile daha çok yakınlaşacak, NATO ve AB üyesi bile olabilecektir. Türkiye’nin Rusya ile görüşmeler yaparak, Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıklarının tanınmasında esnek davranması, Rusya’nın Kosova’nın bağımsızlığından duyduğu rahatsızlığı da gündeme getirerek KKTC’nin bağımsızlığının kabulüne ortam hazırlaması yararlı olacaktır. Kafkas İstikrar Platformu görüşmelerinde, KKTC’nin bağımsızlığının gündeme getirilmesi veya konuların içine en azından statüsünün yükseltilmesinin de dahil edilmesi, kısacası krizin fırsata dönüştürülmesi, dikkate alınması gereken bir politika olacaktır. Bu konuda akraba devletlerin desteğinin aranması da, yürütülecek politikayı güçlendirecektir.



Sonuç

Kıbrıs meselesi Türkiye için her şeyden önce bir tarihi miras konusudur. Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren bir konudur. Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin güvenirliğini ilgilendiren bir konudur. Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin bir iç siyaset konusudur. Hiçbir siyasi partinin ve siyasetçinin Türk kamuoyunu tatmin etmeyen bir çözümü kabullenmesi mümkün değildir. Aynı zamanda Kıbrıs meselesi duygusal bir konudur. 50 yıldır Kıbrıs denilince Türkiye heyecanlanır. Bazen duygular, akıl ve mantığın da önüne geçebilir. Her fedakârlık göze alınabilir.



Kıbrıs meselesi; Ada’da yaşayan 250 bin Türk için, siyasi haklara sahip, güven içerisinde, hür ve egemen olarak varlıklarını devam ettirebilecekleri bir vatana sahip olunması, Türkiye için de ulusal güvenliğinin tehdit edilmesine ve Doğu Akdeniz’deki etki alanının kısıtlanmasına engel olunması ve milli menfaatlerinin korunması meselesidir.



Bu konuda akraba devletler olan Türk Cumhuriyetleri ile dayanışma içinde olmak, Türkiye’nin ve KKTC’nin kararlı duruşuna güç katacaktır.

E. Tümgeneral Armağan KULOĞLU, Global Strateji Enstitüsü Başdanışmanı



KAYNAK:Armağan Kuloğlu, “Ulusal Menfaatler Işığında Kıbrıs’taki Gelişmelere Bakış”, Ekoenerji dergisi, Nisan 2008, Sayı:16.

Sedat Laçiner, “Orta Asya ve Türkiye”, USAK Stratejik Gündem, 08 Mayıs 2005.

Armağan Kuloğlu, “Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri ile Olan İlişkileri ve Bu İlişkilerin Stratejik Önemi”, Global Strateji Enstitüsü dergisi, Kış 2007, Yıl:2, Sayı:8.

Yılmaz Tezkan, “Kıbrıs”, Siyaset, Strateji, ve Milli Güvenlik, Ülke Kitapları, Temmuz 2000
 
Üst