Kıbrıs Tarihi

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
KIBRIS TARİHİ
1960 Cumhuriyetinin Kuruluşu

Kıbrıs, 1571’de Osmanlılar tarafından fethedilmiş ve 1878’de Büyük Britanya Krallığı’na kiralanana kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır. Ancak, adanın idaresi yasal olarak Osmanlılara aitti. 1’inci Dünya savaşı sırasında İngiliz Hükümeti, Osmanlıların Almanya safında savaşa girmesine karşılık, 1914’te adayı tek yanlı olarak ilhak etmiştir. Ada, 1923 Lozan Konferansı’nda resmen İngiltere’ye bırakılmış ve bu durum 1960’a kadar devam etmiştir.

1950’li yıllardan itibaren Kıbrıslı Rumlar, adadaki İngiliz egemenliğine son vermek ve adayı Yunanistan’a bağlamak (Enosis) için verdikleri mücadeleyi yoğunlaştırmışlardır. Başpiskopos Makarios, 1 Nisan 1955’te, Rum Ortodoks Kilisesi önderliğinde, bir yer altı örgütü olan ve Enosis için çalışan EOKA adlı tedhiş örgütünü kurmuştur. Yunanistan ise bu terör örgütünün başına General Grivas’ı atamıştır.

Kıbrıslı Türkler ise diğer yanda anti-terörist bir savunma örgütü olan VOLKAN’ı kurmuşlar ve bu örgüt, 1957’de Türk Mukavemet Teşkilatı’na (TMT) dönüşmüştür. Volkan ve TMT’nin kuruluş amacı, Rumların Enosis amaçlarına engel olmaktı.

1958 yılında, Kıbrıslı Türklere ve İngilizlere karşı girişilen silahlı saldırıların dozu artarken, 1959 Şubat’ında Türkiye ve Yunanistan hükümetleri, Zürih’te bir konferansta bir araya gelerek, Türkiye ve Yunanistan’ın himayesinde, bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulmasına karar vermişlerdir.

Daha sonra, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin Dışişleri Bakanlarının ve iki halk temsilcilerinin katılımıyla, Londra Konferansı başlamış, Garanti ve İttifak Anlaşmaları imzalanmış ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri ilan edilmiştir. Böylece, 16 Ağustos 1960’da, Kıbrıs Cumhuriyeti, bağımsız ve egemen bir devlet olarak ilan edilmiştir. Başpiskopos Makarios Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük ise Cumhurbaşkan Yardımcısı seçilmişlerdir.

1960 Antlaşmalarına göre, Kıbrıslı Türkler, Cumhuriyetin iki eşit, kurucu ortağından biriydi ve egemenliği Rumlarla paylaşmaktaydı. Her iki halkın da kendileri tarafından seçilmiş Cemaat Meclisleri vardı ve din, eğitim, kültür gibi konularda bu meclisler yetkiliydiler. Temsilciler Meclisi’ndeki temsiliyet oranı 35’e 15, Bakanlar Kurulundaki temsiliyet 7’ye 3, devlet memuriyetinde 70’e 30 ve orduda 60’a 40 Rumların lehineydi. Yasa yapmak için, her iki halk meclislerinden ayrı oy çoğunluğu gerekmekteydi ve başta dışişleri olmak üzere, önemli konularda Cumhurbaşkanıyla, Cumhurbaşkan Yardımcısının ayrı veto hakları vardı. Ayrıca iki halkın 5 büyük şehirde ayrı belediyeleri bulunmaktaydı.

Cumhuriyetin Yıkılışı

Ne yazık ki, 1960 Cumhuriyeti, Rumların Enosis ülküleri yüzünden fazla yaşayamamıştır. 21 Aralık 1963’te; başta zamanın Cumhurbaşkanı Makarios, İçişleri Bakanı Yorgacis, Meclis Başkanı Klerides, Çalışma Bakanı Papadopulos (şimdiki Cumhurbaşkanı) olmak üzere, Rum-Yunan ikilisi tarafından hazırlanan Akritas Planı çerçevesinde, Türkleri topyekün imha saldırıları başlamıştır. Yunan subayları tarafından gizlice eğitilmiş ve Kıbrıs’ta konuşlandırılmış olan silahlı güçler, Kıbrıslı Türklere her yönden saldırılar başlatmışlardır. On binlerce Kıbrıslı Türk evsiz bırakılarak, göçmen durumuna düşürülmüş ve 11 yıl boyunca saldırılar askeri, sosyal ve ekonomik olarak devam etmiştir. Ancak bu, Kıbrıslı Türkleri, her ne pahasına olursa olsun, egemenlik haklarını korumaktan vaz geçirememiştir. Rumlarca başlatılan silahlı saldırılar, adanın bölünmesine neden olmuş ve 30 Aralık 1963’te İngiliz General tarafından Lefkoşa’yı bölen Yeşil Hat çizilmiştir.

11 acı yıl boyunca, yüzlerce Kıbrıslı Türk öldürülmüş, yaralanmış; bir o kadarı kaçırılmış ve kaybolmuştur. 103 Türk köyü yakılıp yıkılmış, 117 camisi talan edilmiştir. Sonuç olarak, 25 bin Kıbrıslı Türk, kendi ülkelerinde göçmen olmuş ve adanın %3’lük bölümüne sıkıştırılarak, ablukaya alınmıştır. Böylece Türkler, daha güvenli bölgelere göç ederek, Türk kontrolü altındaki enklavlarda yaşamaya başlamışlardır.

Rum mezaliminden kaçamayanlar ise, kadın, çocuk, erkek demeden öldürülüp, toplu mezarlara gömülmüşlerdir. Birkaç yıl önce açıklanan bir gizli İngiliz belgesinde ise, Türklere uygulanan soykırım anlatılmaktadır. Belgeye göre, saldırılar başlar başlamaz Lefkoşa Genel Hastanesi’ndeki doktor ve hemşireler, Türk hastaları şırınga ile tüm kanlarını çekmek suretiyle öldürmüşler ve bu yetmezmiş gibi, cesetler bir kamyona yüklenip, Lefkoşa dışına çıkarılarak, hasat biçme makinesinde parçalara ayrılarak toplu mezarlara gömülmüştür.

11 yıl boyunca Kıbrıs Türkleri direnişe devam etmiş ve haklarıyla egemenliklerini korumuşlardır. Sonuç olarak, Yunanlı subaylar, Enosis’in son adımı olan 15 Temmuz 1974 darbesini başlatınca, Türkiye buna, 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı ile cevap vermiş ve Kıbrıslı Türklerin acılarını dindirmiştir. O zaman beri, adada barış ve huzur hüküm sürmektedir.

1974 Olayları

15 Temmuz 1974’te, Makarios’u devirmek ve ünlü terörist Sampson’u Cumhurbaşkanı ilan etmek için Yunan orduları Kıbrıs’a çıkmıştır. Darbe başladıktan sonra Junta, hem kendi soydaşı olan Kıbrıslı Rumları, hem de Türkleri öldürmeye başlamıştır. Kıbrıslı Türklerin yardım çağrısına Türkiye’den cevap gelmiş ve 20 Temmuz 1974’te Türkiye, soydaşlarını kurtarmak için, 1960 Garanti Anlaşmasındaki haklarına dayanarak, adaya ordularını göndermiştir. Bu müdahale, Kıbrıslı Türklerce “Barış Operasyonu” olarak adlandırılmıştır ve Garanti Anlaşması’nın dördüncü maddesine göre tamamen yasaldır.

İki günlük bir çarpışmadan sonra, 22 Temmuz 1974’te BM’nin ateş-kes kararı kabul edilmiştir. Ancak bu ateş-kes, Kıbrıslı Türklere beklenen rahatlamayı getirmemiştir. İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında 25 Temmuz’da Cenevre’de yapılan konferansın ardından, 30 Temmuz 1974’te Cenevre Deklarasyonu imzalanmıştır. Ne var ki Rumlar, anlaşmaya uymamış ve soykırıma devam etmişlerdir. Bunun üzerine zamanın Başbakanı Bülent Ecevit, 14 Ağustos 74’te ikinci operasyonu başlatmıştır. Amaç, Kıbrıslı Türklerin acılarına son vermekti.

Tüm bu olaylardan sonra Türkiye, yasal askeri müdahalesiyle adaya barış ve huzur getirmiştir. O günden beri, bazı sınır olayları haricinde, adada kan dökülmemiştir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşu

Kıbrıs Türk halkı, tarihinde hiçbir zaman Rumlar tarafından yönetilmemiştir. Ortaklık Cumhuriyetinden Rumlar tarafından silah zoruyla atıldıktan sonra da kendi yönetimlerini kurmuştur. Önce, 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni, ardından da 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir.

15 Kasım 1983’te, Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi tarafından oybirliği ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanı, Kıbrıs Türk halkının egemenliğine sahip çıktığının ve self-determinasyon hakkını kullandığının açık tescilidir.


1974’TE RUMLARIN YAPTIĞI İNSANLIK DIŞI KATLİAMLARDAN KURTULAN GÖZ ŞAHİTLERİNİN VE KAYIP YAKINLARININ İFADELERİ

1974’te 1’inci ve 2’nci Barış harekatları arasında, Kıbrıs Rumları ile adadaki Yunan askerleri, Türk askerlerinin henüz ulaşamadığı Türk köylerinde büyük katliamlar yapmışlardır.
Yalnız Taşkent, Mari ve Terazi köylerinden alınan 90 Türk köylüsü ile Atlılar, Muratağa ve Sandallar’daki tüm sivil Türkler katledilmiştir.
Katliamların görgü tanıkları ve yabancı basın ile BM Barış Gücü askerlerinin gözleri önünde açılan katliam çukurları her türlü inkarı yalanlamakta ve bu katliamlar, Türk Barış Harekatının haklılığını en kesin ve açık şekilde gözler önüne sermektedir.
İşte katliamlardan kurtulanların kendi ifadeleri ile gördükleri ve yaşadıkları:

TAŞKENT (TOKHI) KATLİAMI
Göz şahidi: Halen hayatta olan KKTC vatandaşı Suat Hüseyin olayı şöyle anlatıyor:

“14 Ağustos 1974 günü 20 kadar silahlı Rum, köyümüz Taşkent’e (Tokhni’ye) geldi. Yaşları 13 ile 74 arasında olan ve aralarında benim de bulunduğum 70 kadar Türk erkeğini köy okulunda topladılar. Ertesi gün komşu Türk köyleri Tatlısu (Mari) ve Terazi’den (Zigi) topladıkları 15 Türk’ü daha bizim bulunduğumuz yere getirdiler. Daha sonra bizi iki gruba ayırdılar. Ben otomatik silahlı dört Rum’un kontrolünde olan 50 kişilik ilk grup arasında bulunuyordum. Emir vererek bizi otobüslere bindirdiler. Limasol istikametinde yol almağa başladık. Ayia Phyla ve Palodhia köyleri yol kavşağına gelince bizi otobüslerden indirdiler ve arazide ıssız bir yere kadar yürüttüler. Bizi götürdükleri yerde yeni kazılmış büyükçe iki çukur olduğunu gördüm. Bizi bu çukurların yanında yere oturttular ve her birimize birer sigara verdiler. Zannedersem sigaralardan 3’er nefes çekebilmiştik. Silahlı Rumlar ellerindeki otomatik silahlarla ansızın üzerimize ateşe başladılar. Ben kolumdan ve kalçamdan yaralandım ve diğer vurulan köylülerimin üzerine yığıldım. Yüzüm gözüm kan içinde kalmıştı. Hemen yakınımdaki arkadaşımın beyni parçalanmıştı. Silahlı Rumlar beni de öldü sandılar. Aralarından Yunan şivesi ile konuşan birisinin “işleri tamam, buldozeri getirip bunları gömelim” dediğini duydum. Tümü de oradan ayrılınca ben hemen yakındaki ağaçlar arasına saklandım. Yaram pek ağır değildi ama acıyordu. Dağlarda 6 gün kadar saklanarak yol aldım. Sonunda Mutluyaka (Mouttayiaka) köyüne ulaşmayı başardım. Oradan bir BM ambulansı ile Piskopu (Episkopi) Üsler bölgesine götürüldüm.”

TERAZİ ( ZİGİ) KATLİAMI
Göz şahidi: Halen hayatta olan ve 4 çocuk annesi Terazi’li Naciye Turgut’un ifadesi:

“Tokhni’li Andriko Melani ile Stasis Aradipyotis, Maroni’li Akis ile bazı Kıbrıs Rum Milli Muhafız Gücü askerleri 14 Ağustos 1974 günü evimize gelip kocamla görüşmek istediler.
Kocamı sorguya çekmek istediklerini söyleyerek kocamla beraber 24 yaşındaki ikiz kardeşim Arif Hüseyin Ahmet’i ve diğer 13 erkeği daha alıp götürdüler. Onları bir daha görmedik.
Köyümüze gelen Rum polislerden erkeklerimizin akıbetini her sorduğumuzda, ‘ihtiyaçlarınızı yerine getirmeye hazırız’ diyorlardı.”

Göz şahidi: Halen hayatta olan ve 1 çocuk annesi Terazi’li Mihraciye Hasan olayı şöyle anlatıyor:
“Silahla mücehhez Tokhni’li Androniko Melani ile bazı Kıbrıs Rum Milli Muhafız Gücü askerleri 14.8.1974 tarihinde evimize gelip kocamı alıp götürdüler. Melani bana, kocamın sorguya çekildikten sonra serbest bırakılacağını söyledi. Kocamla beraber Turgut ve Erdoğan Hüseyin isimli kardeşlerimi de alıp götürdüler. Onları bir daha görmedik.”

KAYIPLAR

Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs olaylarında 800’ü aşkın kaybı vardır. bu kişiler silahlı Rum çeteleri ve sözde polisleri tarafından yollardan, evlerinden, bahçelerinden, işyerlerinden alınmışlar ve bir daha güneş yüzü görmemişlerdir.

Arkada bırakılan acılı aileleri, her güne yeni bir umutla başlamışlar, ancak yıllar süren bu bekleyişten umutlarını bulamamışlardır. Rumların ölüm makineleri sevdiklerinin üzerinden geçmiş, onları yok etmiştir.
Türk toplumu yöneticileri bu insancıl konuyu propaganda maksatları için istismar etmemişler, acılı ailelerin yaralarını sarmakla yetinmişlerdir. Halbuki Rum liderleri, kendi içi savaları sırasında katledilen Rumları da propaganda maksatları için istismar etmekte ve gerçek dışı bir iddia ile tüm sorumluluğu Türklerin üzerine yıkarak acılı ailelerin yaralarını devamlı deşme pahasına, bu insancıl konuyu gayri insani bir tutumla canlı tutmaya çalışmaktadırlar.
Bu konuda Türk kayıplarla ilgili iki olayı, iki göz şahidinin ifadesine dayanarak gözler önüne sermekle yetiniyoruz.

Göz şahidi Havva Kemal, (Çiftlikler Bölgesi, Limasol) eşi ve damadının Rumlar tarafından kaçırılarak yok edilişini şöyle anlatıyor:
“15 Ağustos 1974’te siyah ve üzerinde plaka numarası olmayan bir otobüs içerisinde 3-4 Rum askeri geldi. İkisi evimize gelip, biri içeriye girdi, diğeri ise dışarıda kaldı. Kocam Kemal Ahmet Vinççi (56) ve damadım Musa Selim (25) evde idi. Akşam karanlığı basıyordu. Rum askerleri her ikisini de alıp otobüsle ayrıldılar. Onları bir daha görmedim.”

Göz şahidi Enver Ali Beyit, (Çiftlikler Bölgesi, Limasol) oğlunun ve diğer tanıdıklarının Rumlar tarafından bir daha dönmemek üzere götürülüşünü şöyle dile getiriyor:
“15 Ağustos 1974’te saat 9.30’da CY40 plaka numaralı bir Rum polis landroveri içerisinde üniformalı Rumlar, evime gelerek 26 yaşındaki oğlum Erdoğan Enver’i alıp götürdüler. Oğlumu alıp götüren Rumlar Zakaki köyünden Yorgalla’nın oğlu Androniko Garabi, İpsara’nın oğlu Kseni, Zakakili Andrea, Andrea Korkati, Perikli Lazari ve kayınbiraderi Aleksis idi. Aynı gün öğleden sonra Rumlar, Çiftlikler bölgesinden komşumuz Nahit Salih (40), oğlu Hasan Nahit (18), Kemal Ahmet (50), damadı Musa Selim ve Faruk Şükrü’yü bir otobüsle alıp götürdüler.
14 Ağustos 1974’te de Rumlar Ünal isminde bir genci alıp götürdüler. Rumlar tarafından kaçırılan bu Türklerden şimdiye kadar hiçbir haber alınamadı. Bütün bu kaçırılan ve hala daha kayıp olan Türklerin esas sorumlusu, Çiftlikler bölgesinde bir dökümhanesi olan Takis Nemitsas’tır. Ben onun iyi bir insan olduğunu zannetmiştim. Olaylar başlayınca onu bir yüzbaşı üniforması ile gördük. Oğlum Erdoğan da onun atölyesinde çalışıyordu. 15 Ağustos 1974’te sabah saat 6.00’da Rumlar evimize gelip tüm eşyalarımızı kırdılar.”

DÜNYA BASININDA BARIŞ HAREKATI VE KATLİAMLAR

Sunday Mirror
Sunday Mirror, Kıbrıs’taki harekatta tetiği kimin çektiği sorusuna “Atina’daki caniler ve Yunan Cuntacılar” cevabını vermiştir.


Corriera Della Sera (İtalya)
Adada faşist ve teröre dayalı bir yönetimin kurulmasına NATO’nun kesinlikle göz yummaması gerekir. Türkler, anlaşmaların kendilerine verdiği haklara dayanarak bu harekatı gerçekleştirdiler.

Washington Post
Yunanlıların hayallerinde yaşattıkları Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması olayını destekleyen darbe, Türkiye’nin, adanın özgürlük, güvenlik ve toprak bütünlüğünün korunması için yasal bir harekat yapmasını zorunlu kılmıştır.


The Times
Zürih anlaşmasının Yunanlılar tarafından ihlali, Kıbrıs harekatına neden olmuştur. Yunanlılar, Kıbrıs’ı her yönden işgal etmişler ve özgürlüğünü kısıtlamışlardır. Birçok etken Türkiye Başbakanı Ecevit’in haklılığını ortaya çıkarmıştır.


Alman Radyosu
Sorunu barışçı yollardan çözümlemeye çalışan Türkiye Başbakanı Ecevit’in çabaları, Atina’daki Cunta’nın anlaşmaz ve inatçı tutumu dolayısıyla engellenmiştir. Londra ve Zürih anlaşmalarının kendisine verdiği haklarla Türkiye, duruma müdahale etmiştir.


Görgü tanıkları Mrs. Ingrid HABEL ve ABD, UPI Ajansı muhabiri:
“İnsanlık aklı Yunanlıların Kıbrıs’ta yaptığı bu cellatlığı asla kabul edemez. Türk evlerine giren Yunan-Rum milli muhafızları, kadın ve çocukların üzerine mermi yağdırıyor, büyükleri boğazlıyorlardı...”
“Yunanlılar, Limasol’da pek çok kadın ve çocuğu öldürdü. Yol üstünde 20 çocuk cesedi gördüm. Yunanlı askerler evlerine girip, kadın öldürmek için akbabalar gibi beklemektedirler.”

Görgü tanığı, France Soir gazetesi muhabiri:
“Son derece utandırıcı olayları kendi gözlerimle gördüm. Rumlar, Türk camilerini yaktılar ve Mağusa civarındaki köylerde bulunan Türk evlerini ateşe verdiler. Silahı ve savunması olmayan Türk köylüleri, Rum çapulcular tarafından yaratılmış vahşet havası içinde yaşamaktadırlar. Ellerinde bazukaları olan Rumlar, Türk köylerinde büyük kargaşalara sebep olmaktadırlar. Rumların bu hareketleri insanlık namına utanç vericidir.”

Görgü tanığı Washington Post gazetesi muhabiri:
“Larnaka yakınındaki Alaminyos köyünde 25 ile 55 yaşları arasında 14 Türk öldürülmüş ve cesetleri buldozerlerle bir çukura doldurulmuştur. Limasol yakınında küçük bir Türk köyüne Rumların yaptığı baskın sonucu 200 kişiden 36’sı öldürülmüştür. Rumlar, Türk kuvvetleri gelinceye kadar Türklerin öldürülmesi için emir aldıklarını söylemektedirler.”

Görgü tanığı, Hans Janitscher, dünyadaki Sosyal Demokrat partilerin bir merkezi kuruluşu olan Sosyalist Enternasyonal Örgütü Genel Sekreteri:
“Yunan taraftarı Nikos Sampson’un emrindeki muhafız gücü, son hafta içinde 2 bini şakın Makarios taraftarı Kıbrıslı Rum’u darbe sırasındaki çarpışmalarda ve darbeden sonra idam ederek öldürdü.”

Görgü tanığı, Bild gazetesi muhabiri:
“Rumlar, Türk köylerine kana susamış caniler gibi baskınlar yaparak sivil halkı feci şekilde öldürdüler.”

Görgü tanığı, Aligis (Rum):
“Limasol’daydım, bir okula sığınmış 14 Türk vardı. Rum ulusal muhafızları okulu kuşattılar ve Türkler teslim olunca hepsini teker teker kurşunlayıp öldürdüler.”

Görgü tanığı, Kurt Lariken, Die Welt gazetesi muhabiri:
“Rum ulusal birlikleri Türk köy ve kasabalarında kadın, çoluk çocuk bütün sivil halkı gaddarca öldürüyorlardı.”

UPI, 20 Ağustos 1974:
“Her saat yeni hendekler ve sayısız cesetler bulunmaktadır. Bu işe dayanmak zordur.”





 
Üst