Kıbrıs Türklerinde Atatürk ve İlke ve İnkılâpları

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Kıbrıs Türklerinde Atatürk ve İlke ve İnkılâpları​

Ali Nesim
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 14, Cilt V, Mart 1989

1571 yılında Kıbrıs’ın Türk yönetimine geçmesinden sonra, Kıbrıs’ın fethine katılan askerlere Kıbrıs’a yerleşme hakkı tanındıktan başka padişahın sürgün fermanıyla da Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden Türk ahali Kıbrıs’a getirilerek yerleştirilmişlerdir. Kıbrıs’a yerleşen Türkler arasında zanaatkarlar, çiftçiler, çobanlar ve askerler kendi mesleklerine uygun olan alanlarda yaşamaya başlamışlar, böylece sadece Türklerden oluşan köyler bulunduğu gibi karma köyler de oluşmuştur. 1946 yılında İngiliz Sömürge Yönetiminin Kıbrıs’ta yaptığı bir araştırmaya göre sadece Türklerin yaşadığı, sadece Rumların yaşadığı ve karma olan köylerin kazalara göre dökümü şöyledir:

Kaza Türk Köyü Rum Köyü Karma
Mağusa 24 47 26
Girne 8 29 10
Larnaka 8 28 23
Limasol 7 87 19
Lefkoşa 27 105 45
Baf 38 73 23
Toplam 112 369 146


Kıbrıs’a yerleşen Türkler, Anadolu’daki akrabaları ile ilişkilerini asla koparmamışlar, zaman zaman karşılıklı ziyaretlerde bulunmuşlar, kız alıp vererek akrabalıklarını sürdürmüşlerdir. Pek çok bölge kendi atalarının Anadolu’nun hangi bölgesinden geldiğini nesilden nesile aktarmıştır. Son zamanlarda dil bilimcilerinin ve folklor araştırmacılarının yaptıkları incelemeler, Kıbrıs Türk halkı ile Anadolu’nun çeşitli yöreleri arasındaki dil ve kültür benzerliklerini ortaya koymaktadır. 1959 yılında Prof. Dr. Hasan Eren ve son zamanlarda Doç. Dr. Muhsine Yavuz yaptığı araştırmalarda Kıbrıs dil özellikleri ile Konya dil özellikleri arasındaki benzerlikleri saptamış bulunmaktadırlar. Yine folklor araştırmaları Anadolu’da yaşayan düğün, sünnet, ölüm ile ilgili geleneklerin ve çeşitli inançların Kıbrıs Türkleri arasında da yaşadığını göstermektedir. Kıbrıs Türkleri arasındaki masallar, maniler ve atasözlerinin Anadolu’nun pek çok yöresinde de aynen bulunması Kıbrıs Türkleri ile Anadolu Türklerinin kültür birliğinin en güzel kanıtıdır.

C.F. Beckingham, The Turks of Cyprus adlı araştırmasında İstinco adının aslında “Kio” sözünden türediğini, İstanbul adında olduğu gibi İstingio halini aldığını ve “Kiodan” yani “Konyadan” anlamına geldiğini ifade etmektedir. Yine aynı araştırmacıya göre Gönyeli adının “Güneli” veya “Göneli” ile hiçbir ilgisi bulunmayıp Kio’dan gelen adam, yani “Konyalı” anlamındadır. Büyük bir Türk köyü olan Gönyelide bizim de yaptığımız araştırmaya göre köy halkının kökeni Konya’dan gelen iki aileye dayanmaktadır.

Kıbrıs Türkleri Anadolu’ya sadece ırk (antropolojik) olarak değil kültürel olarak da bağlı kalmışlar ve 1878’de Adanın İngilizin egemenliği altına terkedilmesinden sonra da Anadolu Türklüğü ile olan toplumsal, kültürel ve etnolojik bağlarını sürdürmüşlerdir.

Şüphesiz Kıbrıs Türkleri ile Türkiye Türkleri arasındaki en önemli ilişki fikir, ideoloji ve eylem yönünden olmuştur.

Kıbrıs Türkleri, İngiliz Sömürge Yönetimi döneminde bile Türk milletinin ayrılmaz bir parçası oldukları gerçeğinden hiçbir zaman ayrılmayarak Anavatanları Türkiye ile olan ilişkilerini sürdürmüşler, Rumların enosis çabaları karşısında daima direnmişler ve bu nitelikleriyle Anavatanlarının dikkatini çekmişlerdir. Kurtuluş Savaşı yıllarında Sömürge Yönetimi altında yaşadıkları halde ellerinden gelen katkıyı sağlamaya çalışmış ve nihayet Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu yakından izleyerek Atatürk ilke ve inkılâbını hiçbir zorlama olmadan benimsemişlerdir. Böylece Kıbrıs Türkleri Türk milletinin ayrılmaz bir parçası olarak Atatürkçü, inkılâpçı, milliyetçi ve mücadeleci bir toplum olarak yaşamlarını sürdürmüş ve bu sayede bugün bağımsız bir “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”ni kurabilmişlerdir.

İNGİLİZ YÖNETİMİNİN İLK YILLARINDA KIBRIS TÜRKLERİ

1878’de Osmanlı hükümeti tarafından Kıbrıs’ın İngiltere’ye kiralanması üzerine büyük bir hayal kırıklığına uğrayan Kıbrıs Türklerinin büyük bir kısmı Kıbrıs’tan göç ederek Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Ancak en büyük göç 1914’te İngiltere’nin tek taraflı olarak Kıbrıs’ı İngiltere’ye ilhakı üzerine yeralmış, o güne kadar bir Osmanlı ülkesi olarak bilinen Kıbrıs’ı terkeden binlerce Türk yeniden Anadolu’ya göç etmiştir. 1923’te Lozan Andlaşmasının Kıbrıs’la ilgili 19, 20 ve 21. maddelerinin Kıbrıs Türklerine Türkiye’ye göç etme hakkını tanıması ve Anadolu’ya göç edenlere göçmen statüsü tanınması üzerine yeniden Kıbrıs Türklerinden büyük bir çoğunluğun Anavatan’a göç ettiklerine şahit oluyoruz.


1931 isyanı ile İngiliz Sömürge Yönetiminin Kıbrıs’ta özgürlükleri kısıtlamasından sonra özellikle Türk vatandaşlığını korumuş olanlar ile bir iş olanağı bulamayan lise mezunları sürekli olarak Anavatan’a gelerek yerleşmişlerdir. Böylece Kıbrıs Türkleri özellikle “eğitilmiş kesim” yönünden cılız kalmış, lider grup oluşamamış ve bu durum, Kıbrıs Türkünün kültürel ve ekonomik gelişimini engelleyen temel etken olmuştur.

EĞİTİMDE TÜRKİYE - KIBRIS İLİŞKİLERİ

1878 yılında Kıbrıs’ın İngiltere’ye devredilmesinden kısa bir süre sonra İngiliz yönetimi Türk okullarına yaptığı yardımı azaltmış, üstelik, 3 Türk ilkokulunu kapatmıştır. Bu olay Kıbrıs Türkleri üzerinde bir şok etkisi yaratarak protestolara neden olmuştur. Olayın Osmanlı hükümetine duyurulması üzerine 1883 yılında Osmanlı hükümeti Maarif Nazırı Münif Efendi tarafından Kıbrıs’ta 12 yeni ilkokul açılması ve masraflarının Osmanlı hükümeti tarafından karşılanması için emir verilmiştir. Özellikle köylerde açılan bu ilkokulların Kıbrıs Türklerinin maneviyatını oldukça yükselttiği aşikârdır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında da Osmanlı okulları varlıklarını sürdürmüşler ancak sayıları bu zaman içinde 6’ya kadar düşmüş ve nihayet 1920 Maarif Kanunu ile devletleştirilmişlerdir.

Kıbrıs Türklerinin tek orta eğitim kurumu olan idadi’nin Kıbrıs Türklerinin eğitiminde, kalkınmasında ve bilinçlenmesinde çok büyük önemi vardır. Adanın İngiliz yönetimine geçmesinden sonra da idadi’ye sürekli olarak Türkiye’den öğretmen ve müdür gönderilerek eğitimdeki paralellik kesintisiz sürdürülmüştür.

1912 yılında İdadi Müdürlüğüne atanan Mücteba Öktem Bey 1923 yılına kadar bu okulun başında kalarak en zor günlerde Kıbrıs Türklerinin eğitim yönünden kalkınmalarını sağlamış böylece Kıbrıs Türkünün varolmasında önemli bir rol oynamıştır.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan hemen sonra liseye Kazım Nami Duru adında bir müdürün atandığını görüyoruz. Kazım Nami Bey, Atatürk’ün Nutuk’unda da belirttiği gibi Selanik’te İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde yeralmış ve İbrahim Paşa ile Cemiyetin ilişkilerini sürdüren bir yüzbaşı idi. Kıbrısta kaldığı iki yıl içinde Kıbrıs Türklerinin dinamizmi ve bilinçlenmesi üzerinde büyük etkisi olmuştur. Bundan sonra liseye müdür olarak gelmiş kişilerin ve hatta öğretmenlerin de asker kökenli olması kayda değer hususlardır.

Bu arada çok değerli eğitimcilerin de Kıbrıs’a gönderildiklerine şahit olmaktayız. Bunlar arasında 1932-34 yılları arasında Lefkoşa Türk Lisesinde müdürlük yapmış olan İsmail Hikmet Ertaylan Beyi gösterebiliriz. Kıbrıs Türk eğitiminde devrim yapmış olan İsmail Hikmet Bey, lisede pozitivist sistemine geçişi sağlamış; liseye laboratuvar yaptırmış, dersler arasına uygulamalı ve elbecerisi dersleri koyarak öğrencilerini çağdaş yöntem ve bilgilerle yetiştirmeye çalışmıştır. Öğrencilerin kendi kendilerini yönetebilmeleri için Talebe Cemiyeti kurdurmuş böylece Kıbrıs Türkünün kalkınıp ilerlemesinde temel oluşturacak önemli adımlar atmıştır.

Ne yazık ki 1931 isyanını Rumların çıkarmasına rağmen İngilizler Türk halkının da özgürlüklerini kısıtlama yoluna gitmişler, okullara ayırdıkları bütçeyi kısmışlar ve okul komisyonlarını seçimle değil atama ile oluşturmaya başlamışlardır. Bu nedenle 1944 yılına kadar Kıbrıs Türk eğitiminde büyük atılım sağlanamamış, üstelik lisenin başına 1936 yılında müdür olarak atanan Mr. Harold Wood 1950 yılına kadar bu görevde kalmıştır.

Wood 1920-23 yıllarında işgal ordulanyle birlikte İstanbul’da bulunmuş ve İngiliz İstihbarat Teşkilâtında çalışmış bir ajandı. İstanbul’da tanışıp evlendiği eşi Madam Angela da kendisi ile beraber aynı teşkilâtta çalışmış bir Ermeni kadını idi. Lisenin başında bulunduğu 14 yıl içinde eşi ile birlikte bir “istibdat” yönetimi uygulayan Müdür Wood “Türk Lisesi” adını “İslâm Lisesi”ne çevirmiş, millî günlerin kutlanmasını yasaklamış, fakat bütün çabalarına rağmen milliyetçi ve aydın bir Kıbrıs Türkünün yetişmesini önleyememiştir. Kıbrıs Türk halkının ısrarı ve savaşımı neticesinde 1944 yılından itibaren adanın diğer kasaba ve büyük köylerinde yeni ortaokullar açılmış, 1948 yılından itibaren yeniden Türkiye’den öğretmenler gelmeye başlamıştır.

1950 yılında da Wood görevden alınarak yerine Türkiye’de uzun yıllar müdürlük yapmış olan Yavuz Konnolu Bey Müdür olarak atanmıştır.

Bu tarihten itibaren politik gelişmelere bağlı olarak Kıbrıs Türkleri ile Türkiye arasında maddî ve kültürel bağlar daha da yoğunlaşmış, Türkiyenin Kıbrıs Türk okullarına yaptığı parasal yardım artmış ve Türkiye’den gönderilen pek çok öğretmen adanın her tarafında Kıbrıs Türklerinin eğitimine olduğu kadar bilinçlenmesine de hız vermişlerdir. 1958 yılında Türkiye’den gönderilen öğretmenlerin sayıları 160’a kadar çıkmıştır. Bu arada 1950 yılından itibaren Türkiye hükümeti burslar vererek Kıbrıslı öğrencilerin de öğretmen olarak yetiştirilmelerini sağlamıştır.

Böylece gerek Türkiyeli öğretmenlerin gerekse Türkiye’den yetişmiş Kıbrıs’lı Türk öğretmenlerin önderliğinde bilinçli, milliyetçi yeni bir Kıbrıs Türk neslinin yetişmesi gerçekleşmiştir.

KIBRIS TÜRKLERİNDE MİLLİYETÇİLİK VE ENOSİS’E KARŞI DİRENİŞ

Belirttiğimiz gibi Kıbrıs Türkleri her devirde Anadolu’daki akrabaları ve soydaşları ile olan ilişkilerini sürdürmüşler ve kendilerini hiçbir zaman Anadolu Türklüğünden ayrı olarak görmemişlerdir. Kıbrıs 1878’de İngiliz yönetimine girdiği halde Kıbrıs Türkleri kendilerini birer Osmanlı vatandaşı olarak saymağa devam etmişlerdir.

Ne var ki İngiliz yönetiminin adada uygulanmağa başlandığı günden itibaren enosis girişimlerini sürdüren Kıbrıs Rumlarının Osmanlı devletinin en zayıf olduğu 1911 yılı Trablusgarb savaşları döneminde Enosis çığırtkanlıklarını daha da artırdıklarını görüyoruz. Bunun üzerine 21 Eylül 1911 tarihinde Lefkoşa’da, 24 Eylül’de Sadrazam Kamil Paşa’nın köyü Peristerona’da ve 25 Eylül’de de Lefke kasabasında enosis, protesto mitingleri düzenleyen Kıbrıs Türkleri aldıkları bir karar metnini de İngiliz hükümetine sunarak Türk halkının görüşlerini ortaya koymuşlardır. Karar metni şöyledir: (16 Ekim 1911 tarihli Vatan gazetesinden)

“Son zamanlarda mühim bir İngiliz gazetesinin (The Times) Kıbrıs’ın ingiltere’ye lüzumu olmadığından bahs ile tahliye edilmesini İngiltere Hükûmet-i Fehimesine tavsiye etmesi Kıbrıs Rumları tarafından bir fırsat addedilerek böyle bir tahliye vukuunda Kıbrıs’ın Yunanistan’dan başka bir hükümet tarafından işgal edilmesine Rumların müsaade etmiyecekleri Rum matbuatı ile ilan edildiği; ve halbuki Cezirenin sahibi-i meşruu Devlet-i Aliye-yi Osmaniye olmakla beraber dahil-i cezirede sakin 56 bin ekaliye-yi İslamiye, Osmanlı ve İngiliz hükümetleri beyninde (arasında) bir itilâf hasıl olarak cezirenin tahliyesi takarrür ederse Kibrisin Hükûmet-i Seniye-i Osmaniyeden başka hiçbir hükümet tarafından işgal edilmesine muvaffak etmeyecekleri ve bu halde icabederse kanlarının son damlasına kadar fedaya karar verdikleri cihetle bu kararın Semahatlu Ser-Hakim Efendi hazretleri vasıtasıyle Hükûmet-i Seniye-yi Osmaniyeye ve Asaletlu Vali hazretleri vasıtasıyle ingiltere Hükûmet-i Fehimesine gönderilmesi için bu akşamki mitingin reisi Bodamyahzade Şevket Bey tarafından kararnamelerin mercilerine takdimi dahi karar-gir olmuştur”. (Şevket Bey Vatan gazetesi sahibi ve Kavanin Meclisi üyesidir).

1912’deki Balkan Savaşları yıllarında Kıbrıs’ın Yunanistan’a verileceği haberleri üzerine Kıbrıs rumları taşkınlık olaylarına neden olmuşlar; Vadilide, Hamitköy’de, Limasol’da ve Lefkoşa’da Tahtakale semtinde Türklere karşı saldırılarda bulunmuşlardır. İki toplum arasında çıkan çatışmalar neticesinde pek çok insan yaralanmış ve İngiliz Yönetimi Mısırdan asker sevketmek zorunda kalmıştır.

Kıbrıs’ın Yunanistan’a verileceği şeklindeki söylentilerden ve Rumların yaptıkları gösterilerden haklı olarak kaygılanan Kıbrıs Türkleri, müftü ve milletvekilleri aracılığıyle İngiliz Sömürgeler Bakanlığına defalarca dilekçe vererek kaygılarını dile getirmişler ve adanın statüsünde değişiklik yapılmasını istemişlerdir.

1914 yılının sonlarında Osmanlı devletinin Almanya yanında ve İngiltere’nin karşısında İkinci Dünya Savaşına girmesi Kıbrıs Türkleri için en güç dönemlerden birinin başlangıcı olmuştur. İngiliz hükümeti ilk iş olarak 5 Kasım 1914 tarihli bir Krallık Konseyi Emri (Order In Council) yayımlayarak Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıklamıştır. Bu karara göre Kıbrıs bundan böyle Kralın topraklarından sayılacak; Kıbrıs’ta doğan Osmanlı vatandaşları, İngiliz vatandaşı sayılacaklar; bunu kabul etmeyenler ile Kıbrıs’ta doğmayanlar bir yıl içinde adayı terkedeceklerdir. İngiltere’nin bu kararı Kıbrıs Türkleri için bir yıkım ve göç vesilesi olurken Kıbrıs rumları için de bir sevinç ve enosis’e giden yolun açıldığı ümidini yaratmıştır. İngiliz Yüksek Komiserine bir mektup gönderen Başpiskopos “İngilterenin kararını son derecede olumlu bulduklarını, bu devletin savaştan zaferle çıkmasına duacı olduklarını” bildirerek “son gelişmelerin Rumların kutsal isteği olan enosis’e ulaşılması için bir adım olarak kabul edildiğini” ifade ediyordu. Osmanlı hükümeti ise bu karan tanımadığını ve protesto ettiğini İngiliz yönetimine bildirmiştir.

Kıbrıs Türkleri de bu karan tanımayarak kendi bayraklarını taşımaya, okullanna asmaya devam etmişler, camilerde ve okullarda “Padişahım çok yaşa” diye dua etmeyi sürdürmüşlerdir.

Bu arada savaştan önce Osmanlı devleti tarafından İngiltere’ye ısmarlanan savaş gemilerini İngiliz hükümetinin Osmanlı devletine teslim etmekten vazgeçmesi olayı Kıbrıs Türklerinin büyük tepkisine yolaçmıştır. Evkaf murahhası İrfan Bey İngiliz Yüksek Komiserine gönderdiği mektupta “Bu gemilerin İslâm dünyasının parasıyle ısmarlandığını hatırlatarak İngiltere’nin Türkiye’ye yardım elini uzatmayışı karşısında Kıbrıs Türklerinin duyduğu tepkiyi dile getiriyor ve bu olayın dostluk duygu ve anlayışını bozmayacağı ümidini” ifade ediyordu.

Adada yayımlanan Türk gazeteleri de İngiliz karşıtı yazılar yazmaya, polislik görevi yapan Türkler emirlere uymamaya başlıyorlar. Bu tarihten sonra İngiliz yönetimi pek çok Türk polisi ve Türk memuru görevden alarak önemli mevkilere Rumları getirmeğe başlıyor.

İngiliz Yüksek Komiserinin 4 Eylül 1914’te Sömürgeler Bakanlığına yolladığı “Gizli” yazıdan anladığımıza göre: Kıbrıs Türkleri arasında İngiliz aleyhtarlığı gittikçe büyümektedir ve Türkiye’de olduğu gibi Kıbrıs’lı Türkler arasında da iki parti mevcuttur. Bunlardan biri Genç Türkler yani İttihatçılar, diğeri de İtilâfçılardır. Şimdilik İtilâfçılar sayıca daha büyük olmakla birlikte İngilizler gene de gelişmelerden büyük endişe duymaktadırlar. Gerçekten de İngiltere ve Osmanlı devletinin karşı saflarda savaşa girmeleri, İngiltere’nin Kıbrıs’ı tek taraflı olarak ilhak etmesi Kıbrıs Türklerini endişeye sevketmiş ve “Kıbrıs’ın kaderinin de Girit’in kaderine benzememesi için Kıbrıs Türklerinde şuurlu bir milliyetçiliğin başlamasına” neden olmuştur.

1915 yılında İngiltere’yi ziyaret eden Yunan Dışişleri Bakanı Venizelos hem Yunanistan’ın İngiltere’nin yanında savaş girmesi için hem de Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi için görüşmeler yapıyordu. Megalo Idea yanlısı Venizelos durumu Krala bildiriyor ve Yunanistan’ı da savaşa sokmak istiyordu. Kral ise “savaşın Yunanistan için bir felâket olacağı” görüşünde idi. Yunanistan’ı savaşa sokmak için yeni bir taktik deneyen İngiliz hükümeti 16 Ekim 1915’te bir karar alarak “Bulgaristan tarafından saldırıya uğrayan Sırbistan’a Yunanistan’ın yardıma koşması halinde Kıbrıs’ın Yunanistan’a verileceğini” İngiliz başbakanı Edward Grey, Yunan Başbakanı Zaimis’e resmen bildirdi. Bu arada Kıbrıs Türklerinin bir başka Ege adasına nakledilmesi bile düşünüldü. Kıbrıs’la da yetinmeyen İngiltere, Güney Trakya ve “İzmir bölgesini de Yunanistan’a verme vaadlerinde bulunmaya başladı. Yunan hükümetinin yanıtının gecikmesi üzerine Kıbrıs’taki enosis’çi Rumları harekete geçirerek onlara nümayişler yaptırma kararı aldı. Ancak Yunan Başbakanı Zaimis 20 Eylül 1915 günü verdiği resmî yanıtta Yunanistan’ın Sırbistan’ın yardımına koşmasının Yunanistan için bir felâket olacağını bildirmiştir. Bunun üzerine İngiltere hükümeti de önerisinin geçersiz olduğunu açıklamıştır.

Bu gibi olaylar üzerine harekete geçen Kıbrıs Türkleri, Enosis’e karşı olan çabalarını sürdürmeye devam ettiler. Evkaf Murahhası ve Kavanin Meclisi Azası (Milletvekili) İrfan Bey, Londra’daki İslâm Cemiyeti Başkanı Ağa Han’a bir mektup göndererek Kıbrıs Türklerinin görüşlerini bildirmiştir. Ağa Han da Sömürgeler Bakanı Bonar Law’a gönderdiği mektupta “Kıbrıs Türklerinin Tesalya ve Girit olaylarını hatırlatmakta haklı olduklarını vurgulamış ve duyulan endişelerin yerinde olduğuna kuşku duyulamı-yacağını” belirtmiştir. Bakan da “gelişmeler ne olursa olsun Kıbrıs Müslümanlarının maddî manevî menfaatlerinin korunacağına dair” güvence vermiştir. (Sir G. Hill, A History of Cyprus, cilt IV. sayfa 530)

Buna rağmen Rum Enosis’çiler taşkınlık hareketlerine devam ettiler Yunan Kralının 1917’de tahttan feragat etmesi ve idareyi ele geçiren Venizelos’un Yunanistan’ı da savaşa sokması üzerine Enosis’çiler çalışmalarını daha da yoğunlaştırdılar. Buna karşın, savaş sonrasında Kibrıs’ın Yunanistan’a verileceği haberleri üzerine 60 bin Kıbrıs Türkü adına imzalı bir protesto yazısını Sömürgeler Bakanlığına gönderdiler.

Larnaka Metropoliti Metaksakes’in 1918 yılında Yunanistan’da Atina Metropoliti seçilmesi Rumları daha da şımarttı. (Metaksakes 1922 de İstanbul Patriği seçilmiştir.)

Birinci Dünya Savaşı yıllarında ileri gelen Kıbrıs Türklerinden 10-15 kişinin İngiliz aleyhtan faaliyetleri üzerine toplanarak Girne Kalesine hapsedildiklerini ve savaş sonrasına kadar burada bırakıldıklarını biliyoruz. Bunlar arasında iki gemisi olan ve gemileri Almanlar tarafından batırılan Hasan Çavuş, Mağusa Milletvekili Mahmut Celaleddin Naim, Baf Milletvekili Dr. Esat, Lefkoşa Milletvekili Hasan Karabardak ve Karpazlı tüccar Ali Efendi Hüseyin Babaliki gibi toplum ileri gelenleri bulunmakta idi. O dönemde Kıbrıs’ta Türkçe gazete yayımlanmadığından bu konuda daha geniş bilgiye sahip değiliz; ancak bunların menkıbeleri bugün hâlâ Kıbrıs’ta ağızdan ağıza yayılmaktadır. Yine İngiliz Sömürge Yönetimi savaş sonrasında bu gibi şahısların hükümetten hesap sormalarını ve tazminat istemelerini engelleyen bir kanun çıkarmıştır.

MECLİS-İ MİLLİNİN TOPLANMASI

Savaş sonrasında Kıbrıs Türklerinin endişelerinin daha da artması üzerine Müftü Hacı Hafız Ziyai Efendi Kıbrıs’ın her tarafındaki köy ve kasabalara beyannameler göndererek Türkleri toplantıya çağırmıştır. İngilizlerin her türlü olumsuz propagandasına rağmen güç kış koşullarında adanın her tarafından gelen temsilciler 10 Aralık 1918’de Lefkoşa’da toplanmışlardır. Kurultayda delegeler Kıbrıs Türkünün sorunları yanında, özellikle en önemli konu olan adanın Yunanistan’a verilmesi konusu üzerinde durmuşlardır.

Meclis-i Millî’ nin 11 Aralık 1918 tarihli Mukarreratı şöyledir: (15.12.1919 tarihli Doğru Yol gazetesinden)

“Her fırsat düştükçe cezirenin Yunanistan ‘a ilhakı meselesini meydana getirerek cezire ahali-i İslâmiyesini rencide eden Rum vatandaşlarımızın bu kerre dahi sulh-u umumî daimi inikat edeceği münasebetiyle o hissiyat-ı milliyelerini izhara tehar kıyam ettiklerinden biz Kıbrıs Müslümanları Rum vatandaşlarımızın işbu harekat ve metalibatını şiddetle protesto eder ve buna mukabil biz ahali-i Müslime dahi kendi hissiyat-ı milliye ve ha-miyet-i vataniyemizi izhar ile cezirenin mukadderatı kongrede mevzu-u bahis olduğu sırada cezirenin sahib-i meşruu olan Hilâfet-i İslâmiye ile Saltanat-ı Âliye-i Osmaniye’yi cami bulunan Devlet-i Âliyemize terk ve iadesi yegâne amal-i milliyemiz olmak suretiyle temenni ve istirham eyleriz. “

Meclis-i Milli’nin 12 Aralık 1918 tarihli kararı ise şu bildiriyle açıklanmıştır:

“12 Kânun-u Evvel 1918 tarihinde içtima eden ve bilcümle Kıbrıs ahali-i Müslimesini temsil eyliyen biz umum vekiller dünkü içtima-ı umumide birlikte ittiha eden kararlar mucibince Rum vatandaşlarımızın harekât ve metalibatı hakkındaki protestomuzu ve cezirenin Devlet-i Âliye-i Osmaniyeye terk ve iadesi hakkındaki amal-i mılliyemızı makamat-ı âliyeye is’al ve ısma eylemek ve bu babda iktiza edecek tedbir ve teşebbüsatı Osmanlı murahhaslarının vesatet ve nasihatleri üzre icra etmek ve ledelhace Kongreye gidip ifa-i vazife etmek üzre Reis-i milletimiz bulunan Kıbrıs Müftüsü faziletin Mehmet ^iyaeddin Efendi Hazretlerini yegâne ve bilittifak vekil-i mutlak ve murahhas intihap ve tayin eylediğimizi mübeyyin, işbu vekâletname-i umumî taraflarımızdan imza edilmiştir.”

Görülüyor ki Birinci Dünya Savaşından Osmanlı Devletinin yenik çıkması ve Enosis söylentilerinin yaygınlaşması üzerine Kıbrıs Türkleri 1919’da Pariste toplanacak Barış Konferansına katılmak ve görüşlerini duyurmak amacıyle faaliyete geçmişlerdir. Kurultay kararlarına göre Müftü Ziyai Efendi önce İstanbul’a giderek orada temaslarda bulunacak ve İstanbul’da yanına bir Kıbrıs’lı avukatı da alarak Paris’e geçecektir. Ancak Kongrenin dağılmasından 3 gün sonra Müftü, Türk Cemaatine yayımladığı bir bildiride hükümetin ada dışına çıkmasına izin vermediğini bildiriyor ve “Allah’a dua edin” diyordu.

KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA KIBRIS TÜRKLERİ

Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devletinin yenik düşmesi ve hele İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali Kıbrıs Türklerini yasa boğmuştur. Sömürge yönetimi altında yaşamalarına rağmen Kıbrıs Türkleri Anavatan ile olan ilişkilerini sürdürmüşler, ellerinden geldiğince Anavatan’a yardım etmeye çalışmışlar; güçlerinin yetersiz olduğu zamanlarda da camilerde “Mustafa Kemal’in ve Türk Ordularının muzaffer olması için” dua etmişlerdir.

Daha önce sözünü ettiğimiz Ahmet Çavuş’un gemileri ile Anadolu’ya katır ve merkep taşıdığı bilinmektedir. Yine Girne’li Feriha Tuna Hanım, babasının gemisi ile Anadolu’ya çeşitli hayatî mallar taşıdığını bu arada İngilizlerin yasakladığı kinin haplarını fesi içine saklayarak Anadolu’ya geçirdiğini ifade etmiştir.

Kaçabilen pek çok genç kayıklarla Anadolu’ya geçmiş ve Kurtuluş Savaşı’na bizzat katılmışlardır. Bunlar arasında büyük yararlık gösterenler olmuştur.

Ancak Kıbrıs’ta kalan Türklerin kalpleri daima “Anavatan” diye atmış “Royter” aracılığıyla Anadolu Kurtuluş Savaşını adım adım izlemişlerdir. Rumların taşkınlık ve her türlü hakaretlerine sabırla boyun eğen Kıbrıs Türkleri Millî Mücadelenin başarıyla sonuçlanması üzerine Türk Ordusunun başarı ve zaferini yakından izlemişler ve candan kutlamışlardır.

Uzun bir aradan sonra 8 Eylül 1919’da yayın hayatına başlayan Doğru Yol adlı Türkçe gazete ve bir yıl sonra onun bir devamı olarak yayınını sürdüren Söz gazetesi Kıbrıs Türkleri ile Anavatan Türklüğü arasında bir bağ oluşturmuş, Kıbrıs Türklerine yön vermiş, Atatürk ilke ve inkılâbının Kıbrıs’ta uygulanmasında öncülük etmiştir.

Kurtuluş Savaşı yıllarında Anavatan’dan hiçbir haber alamayan Kıbrıs Türkleri İstanbul’daki Akşam gazetesine telgraf çekerek haberlerin kendilerine ulaştırılmasını istemişler ancak telgrafların İstanbul’a ulaşması İngilizlerce engellenmiştir. Bunun üzerine yine Kıbrıs gibi bir İngiliz sömürgesi olan Mısır’daki bir İngiliz Haber ajansına üye olmayı başaran Türk Ocağı Klübü sayesinde, dolaylı da olsa Anadolu’dan haberler alma olanağı sağlanmıştır.

Kuva-yi Milliye’ye yardım amacıyla çeşitli kurum, dernek ve klüpler faaliyete geçmişler, tiyatrolar oynamışlar ve toplanan paralar Londra üzerinden Türkiye’ye ulaştırılmıştır. Bu yıllarda Türkiyedeki göçmenlere yardım amacıyle tüm kuruluşların katılımıyle Muhacirin-i İslâmiye Yardım Cemiyeti kurulmuştur. Çeşitli bölgelerde 20-25 kadar millî piyes sahnelemişler ve toplanan paraları Muhacirlere, Hilâli Ahmer’e ve Himaye-i Etfal’e göndermişlerdir. Ayrıca camilerde cuma günleri bağış kampanyaları yürütülmüş ve kurban derileri bağışlanmıştır.

12.1.1920 tarihli Doğru Yol gazetesinde bir makale yayımlayan Mehmet Remzi Okan, şöyle demekteydi:

“Anadolu, Türkün son yurdu, son melceidir. Oradaki kardeşlerimizin böyle sefaletler, mahrumiyetler içinde helak olmasına seyirci kalırsak dünyada en alçak insanlar bizler oluruz. Bu felâketler hepimize büyük bir ders-i intibah olsun. Onlar bizim ırktaşlarımız olmasalar bile vazife-i insaniye muavenetlerine silahımızı emreder. Şu halde vazifemiz iki katlıdır. İzmir civarında 7 ay zarfında 60000 Türk şehit edilmiş, 40000 kişi terk-i diyar etmeye mecbur kalmış ve 200 milyon liralık servetleri gasbolmuştur. işte bugün yersiz yurtsuz kalmış bu binlerce kardeşimiz bizden muavenet bekliyor”.

“Türk İstiklâl Kumpanyası” adlı tiyatro grubu ile “Hürriyet ve Terakki” adlı Türk klübünün İzmir felâketzedeleri yararına temsiller vereceklerini ilân etmeleri üzerine Remzi Okan 15.3.1920 ve 22.3.1920 tarihli haftalık Doğru Yol gazetesinde yayımladığı makalede Kıbrıs Türk halkına şu çağrıda bulunuyordu.

“Harb-i Umumi’nin iktisadî tazyikatı altında biz de inlemekte isek de bu mücahit ve muhacir kardeşlerimize din ve vatan için ibadet olmak üzere yardıma koşmalı, hak yoluna oruç tutarak o günkü yiyeceğimizi bu hayırlı maksada hasretmeliyiz.”

“Muhterem Türk, sevgili İzmir’imizin felâketzedelerine yardım olmak üzre verilecek tiyatro için sen de kardeşlik borcunu öde. Tiyatro biletlerinden almayı unutma. Ailenin o günkü yiyeceğini, yerlerinden yurtlarından uzaklarda, yağmur ve çamur içinde İzmir için ağlayan bedbaht kardeşlerine hasret. Sen ve çocukların o gün aç kalın. Yiyecek paranızı mazlum kardeşlerine gönder”.

Böylece toplanan paralar binbir güçlükle Londra’daki Hilâl-i Ahmer Cemiyeti aracılığıyle Anadolu’daki çeşitli yardım kurumlarına gönderiliyordu.

Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti başkanı Dr. Besim Ömer Paşa’nın İrfan Beye gönderdiği ve 12.8.1922 tarihli Söz gazetesinde yayımlanan teşekkür mektubundan bu gibi yardımların takdirle karşılandığı ve güç de olsa yerine ulaştığı öğrenilmektedir.

Anadolu’da millî mücadele sürerken adada İngiliz baskıları daha da yoğunlaşmaktadır. Önemli memurluklar Türklerden alınmakta ve yerlerine Rum ve Ermeniler atanmaktadır. Kıbrıs Rum basını, Kıbrıs Türklerini tahrik edici yayınlarını sürdürmekte İzmir’in artık bir Yunan ülkesi olduğunu yazmakta ve Kıbrıs için de kötü emellerini ortaya koymaktadırlar. Buna karşın Kıbrıs Türkleri her zamanki ağırbaşlılıklarını korumakta fakat ümidi de elden bırakmamaktadırlar. Remzi Okan Bey Söz gazetesinin 5.9.1921 tarihli sayısında bu konuda şöyle yazmakta ve Türk halkının hissiyatına tercüman olmaktadır.

“Anadolu muharebesinin Yunan lehine inkişafı Türk ve Müslüman âleminin sükût ve izmihlali demektir. Bunun için herbirimizin geçirmekte olduğumuz bu sayılı günleri büyük bir ehemmiyet ve dikkatle takip etmemiz ve dava-i millî ve dinimizin piştar ve mümessilleri olanların etrafında toplanarak maddî ve manevî müzakeretlerde bulunmamız kati olarak fariza-i Zİmmetimizdir.

Türklerin bu istiklâl harbinde bilfiil muavenet etmek şerefinden mahrum olan bizim gibilere terettüp eden vazife, onların muvaffakiyatı için Cenabı Allaha yalvarmak ve bu harpte feda-i can eden muazzez vücutların umum Türk ve Müslümanların yed-i emanetine tevdi ettikleri masum yavrularının imdadına koşmaktadır.”

Sakarya Meydan Savaşından sonra Kıbrıs Rum gazetelerinin Ankara’nın düştüğü ve Atatürk’ün intihar ettiği haberini vermesinden sonra Rumlar kilise çanlarını çalarak ve Türkleri tahrik ederek çeşitli saldırılarda bulundukları halde Türkler evlerine kapanmışlar ve bu gibi tahriklere kapılmamışlardır. Ancak Anadolu Kurtuluş Savaşının kazanıldığı haberlerinin alınması üzerine de bu defa Kıbrıs Türkleri davul zurna çalarak Sarayönünde (Atatürk Meydanında) toplanmışlar ve Cirit Hisarında geceleyin büyük ateşler yakarak bu mutlu olayı kutlamışlardır.

Kıbrıs Türklerinin gösterdiği bu gibi heyecan dolu kutlamalar karşısında İngiliz Vali Türk yetkilileri çağırarak uyarmış ve Türklerin sevincini anlayamadığını söylemiştir. Bunun üzerine Türk Cemaat ileri gelenleri de “Mustafa Kemal’in zaferinin aslında Kıbrıs Türkünün zaferi olduğunu ve Kıbrıs Türklerinin Anadolu Türklüğünün kopmaz bir parçası olduğunu” ifade etmişler böylece Valiyi hayrete düşürmüşlerdir.

Kurtuluş Savaşı yıllarında Kıbrıs Türklerini en çok üzen konulardan birisi de Mağusa’da bulunan Türk savaş esirleridir. Birinci Dünya Savaşında İngilizlerce esir alınan 1500 civarındaki Türk askerinin burada bir kampta esir tutulması Kıbrıs Türklerini fazlasıyle üzmektedir. Onlara yiyecek yardımı yapmakla da yetinmiyen Türkler bu esirleri kurtarmak için plânlar yapmaktadırlar. Nihayet bunlardan 20-25 kadarını kaçırmaya ve Beşparmak Dağlarında bir mağarada saklamaya muvaffak olurlarsa da kaçırılan esirler bir süre sonra yakalanır, onlara yardım eden Türkler ise Girne kalesine hapsedilirler. Bugün Mağusa’da esir bulundukları sürede ölen şehitlerin mezarları ve onlar adına dikilen bir anıt bulunmaktadır.

CUMHURİYET YÖNETİMİNİN VE ATATÜRK İLKE VE İNKILÂBININ KIBRIS’TA YANKILARI

Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Yüce Türk Ulusunun yürüttüğü Millî Mücadeleyi yakından izleyen Türk halkı her fırsatta Mustafa Kemal’e olan hayranlığını ve Millî Mücadelede Türk Ulusunun yanında olduğunu ifade etmekten kaçınmamıştır. 3 Mayıs 1922 tarihli Ankebut gazetesi Morning Post gazetesinden iktibasla Mustafa Kemal hakkında şöyle demekteydi:

“Türkiye’de başka bir şahsiyet istiklâl Harbini icra edemezdi. Mustafa Kemal Paşa Türkün tarihî kahramanlıklarına at/olunan büyük mezaya ve mesavaya haizdir. Mustafa Kemal Paşa, talihli idi. Bir kuvvet adamıdır... her şarklının kalbinde bir askerî deha, bir gazi, bir muzaffer asker, bir mücahid-i içtimai, dinin muhhisi olarak yaşamaktadır. “

Bu arada Kıbrıs Türkünün Anadolu Kurtuluş Savaşına olan maddî manevî katkısı Ankara’daki Millî hükümetin gözünden kaçmamaktadır. Büyük Taarruzun sürdüğü günlerde T.B.M. Meclisi hükümeti Basın ve Haberalma Genel Müdürü Ağaoğlu Ahmet Bey’in Söz gazetesine gönderdiği mektubu bunun en güzel delilidir. Yazının metni şöyledir:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti

Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi Matbuat Şubesi

Ankara
21 Ağustos 338 (1922)

Kıbrıs’ta Lefkoşa kasabasında münteşir Söz gazetesi müdüriyet-i âliyesine,

Anadolu, her türlü mevani ve müşkilâta göğüs gererek hayat ve istiklâlini teminden ibaret olan gaye-i mukaddesesine doğru azimkar ilerlerken dava-yı millisine karşı Türk ve İslâm âleminin göstermekte olduğu teveccüh ve müzaheret-i samimaneden fevkalhad mütehassis bulunmaktadır. Bu yüksek alâkanın husul ve idamesinde kıymetli bir amil olan neşriyat-ı vatanperveranenizden dolayı bilhassa arz-ı teşekkür eder ve mürahedat-ı müşkürenizde devamınız ricasıyle teyid-i ihtiram eylerim, efendim.

Matbuat ve İstihbarat Müdür-ü Umumisi Ağaoğlu Ahmet”

Söz gazetesi sahibi ve Kıbrıs’taki Atatürkçü ve inkılâpçı öğretmenlerin sözcüsü durumunda bulunan Mehmet Remzi (Okan), Ağaoğlu’nun bu mektubunu gazetesinin 16.9.1922 tarihli nüshasında yayımlamış ve altına da şu notu düşmüştür:

“Harpte komutanın emavirini almaktan mahrum kalan bir nefer gibi biz de Ankara Hükûmet-i Milliyesi’nin temel attığı günden beri vicdan ve içtihadımıza tâbi olarak ve efkâr-ı umumiye-yi mahalliyeye tercüman olarak istitaat ve bizaamız nisbetinde hükûmet-i müşarünileyha hakkında yazılar yazmış ve her an muvaffakıyet-ı azime ihraz etmesiyle Ana Turdu kurtarmasını ez-dil ve can temenni ve niyaz eylemiştik...

Kahraman ve mazlum milletimizin bu cihad-ı ekberinde “Söz” ile olsun bir hizmetimiz sebkat ettiği bildirilmekle kumandanına ulaşmış ve hizmetinin dava-i milliye uygun bir halde olduğunu bizzat kumandanından işitmiş bir nefer gibi memnun ve müf tehiriz. “

Görülüyor ki gerek ekonomik gerekse nüfus olarak en güçsüz olduğu bir dönemde, karşılarındaki Rum halkına rağmen Kıbrıs Türkleri İngiliz Sömürge Yönetimine bağlanıp güvenceli bir yaşam sürme olanağına sahip oldukları halde, bu yolu seçmemişler; Anadolu Kurtuluş Savaşını destekliyerek hem Rumlara hem de İngilize karşı bir soğuk savaş ilân ederek Türklüklerine bağlılıklarını sürdürmüşlerdir. Ancak ne yazık ki Kıbrıs Türk halkının geçmişte çektiği bu meşakkatli günler ve Anadolu Kurtuluş Savaşına olan maddî-manevî katkılar araştırılmamış ve genç kuşaklara aktarılamamıştır. Oysa Kıbrıs Türkleri; Misak-ı Millî sınırları dışında kalan Türklerden; dil, düşünce, inanç ve eylem bakımından tamamıyle farklı bir yapıya sahip olmuşlardır. Türklüklerine ve Anavatanlarına olan bağlılık ve en önemlisi birgün gelip Atatürk’ün kendilerini de kurtaracağı inancı daima onlara ümit vermiştir. Atatürkçülük, Kıbrıs Türk halkına ışık tutan yol gösteren bir ideoloji olarak, doğduğu günden beri onlarca benimsenmiş ve onların gönlünde yeretmiştir.

CUMHURİYET’E BAĞLILIK

Millî Mücadelenin başarıya ulaşması Kıbrıs Türk halkı için sevinçlerin en büyüğüdür. Onlar için artık yıllarca idarelerinde yaşadıkları fakat kendilerini İngiliz sömürge yönetimine terkeden Osmanlı hükümeti diye bir hükümet yoktur. Cumhuriyetin ilânından 9 gün önce Söz gazetesi şöyle yazmaktaydı:

“Türkün yüce evlâdı Mustafa Kemal Paşa, Türk milletinin hür ve müstakil yaşamaya kat’iyyen karar verdiğini bütün dünyaya ilan etti. Böylece Türk milleti, hayat ve hürriyetinin müdafii ve muhafızı, bilfiil kendisi olacağını, hakikî mümessili vasıtası ile bildirmiş bulunuyor. Bu Türkiye Cumhuriyetinin ilânı demektir.”

1925 yılından itibaren 29 Ekim’in millî bayram olarak ilan edilmesi üzerine adanın her tarafındaki ilkokullarda, köylerde, ve kasaba klüplerinde Cumhuriyet Bayramı coşku ile kutlanmıştır. “Muhterem Gazinin açtığı nurlu ve feyizli yolda yürümek her Türkün millî vazifesidir” (Söz, 17.10.1925) diye düşünen Kıbrıs Türkü evlerini, dükkânlarını baştan başa Türk bayraklarıyle donatmış, her tarafa Atatürk’ün resimlerini asmış, gece kutlama törenleri ve fener alayları tertiplenmiştir. Türkiye konsolosunu tebrik etmek üzere binlerce halk ziyaretine gitmiş ve ağırlanmışlardır. Bu günlerde “Cumhuriyet Marşı” Kıbrıs Türkünün ağzından düşmüyordu. Cumhuriyet idaresinin gelişinden duyulan memnunluk ve cumhuriyete bağlılık her fırsatta yineleniyordu.

Kıbrıs Türk halkının bu sıcak katılımına karşı genç Türkiye Cumhuriyeti de elinden gelen ilgi ve yardımı göstermekten geri kalmamıştır. Bunun en güzel örneklerinden birisi daha önce sözünü ettiğimiz gibi lise’ye Kâzım Nami Beyin müdür olarak gönderilmesidir. Tarih ve fen dersleri için de en iyi ve milliyetçi genellikle asker kökenli öğretmenler seçilip gönderilmişti. Gerek ilkokullarda gerekse liselerde okutulan kitaplar da Türkiye’den gelmekteydi. Böylece Kıbrıs Türklerinin Türkiye Türklüğü ile hiç bir zaman kopmayan kültür ve eğitim birliği Osmanlı döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de sürdürülmüştür.

Türkiye Cumhuriyetinin yaptığı en önemli işlerden birisi de 1925 yılında Asaf Bey’in Türkiye Şehbenderi (Konsolosu) olarak Kıbrıs’a atanmasıdır. Lefkoşa’da bir Türk konsolosluğunun açılması Kıbrıs Türklerini son derece sevindirmiştir. Asaf Bey ilk iş olarak gazete sahiplerini toplayarak sorunlarıyle ilgilenmiş ve onlara Türkiye Cumhuriyeti tarafından maddî yardım yapılacağı haberini vermiştir. Yapılan toplantıda Doğru Yol gazetesi sahibi Ahmed Raşid ve Söz gazetesi sahibi Mehmet Remzi ayda 5’er Kıbrıs liralık yardımın yeterli olduğunu kabul ederlerse de Birlik gazetesi sahibi Hacıbulgurzade Ahmet Hulusi Efendi, bütün gazetelerin ortaklaşa kullanacakları bir matbaa kurulmasını isteyerek para yardımını reddeder. Türkiye Cumhuriyeti tarafından gazetelere başlatılan bu para yardımı ileriki yıllarda daha da artırılarak günümüze değin sürüp gelmiştir.

Ancak 1927 yılı başlarında Türkiye konsolosluğunun bilinmeyen nedenlerden dolayı kapatılışı Kıbrıs Türklerini yasa boğmuş, 1927 yılı Cumhuriyet Bayramı aynı coşku fakat büyük bir burukluk içerisinde kutlanmıştır. Kıbrıs Türklerinin ısrarı üzerine 1928 yılında Asaf Bey yeniden Kıbrıs konsolosu olarak atanmıştır. Konsolosluğun bu defa bir sahil kasabası olan Larnaka’da açılmış olması Kıbrıs Türklerinin Türkiye’ye bağlılıklarını daha da güçlendirmiş ve onu “Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Kemal Paşa” sözleriyle büyük bir kalabalık karşılamıştır.

Atatürk’ün Türkiye’de yaptığı inkılâpları adım adım izleyen Kıbrıs Türkleri her vesile ile Türklüklerini ortaya koyuyor ve Atatürk’e olan bağlılıklarını gösteriyorlardı.

1929 yılı Cumhuriyet Bayramında Leymosun Türk Ocağı tarafından Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerine şu telgraf gönderilmiştir.

“Reis-i Cumhur Gazi Paşa Hazretlerine

Ankara

Ulu milletimizin, ulu bayramını tebrik ederiz.

Leymosun Türk Ocağı

29.10.1929”

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafa verdiği yanıt ise şöyle: “Leymosun Türk Ocağı

Kıbrıs

Tebrikinize teşekkürler ederim.

Reis-i Cumhur

Gazi Mustafa Kemal

5.XI.1929”

Bir klübün çektiği telgrafa bizzat Atatürk tarafından verilen bu yanıt, kısa dahi olsa, Kıbrıs Türkleri için son derece anlamlı ve kendilerine değer verildiğinin somut bir ifadesidir.

Asaf Beyin Kıbrıs’ta konsolos olarak bulunduğu dönemde Hilâl-i Ahmer ve Himaye-i Etfal cemiyetleri yeniden örgütlenmiş ve güç ekonomik koşullarına rağmen Kıbrıs Türkleri bu gibi kurumlara cömertçe yardımda bulunmayı sürdürmüşlerdir. 1925 yılında Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanı ve Kırklareli Milletvekili Dr. Fuat Umay Bey Mısır dönüşü Kıbrıs’a da uğramış ve burada kaldığı iki aya yakın süre içerisinde pek çok Türk köyünü ziyaretle ateşli nutuklar çekmiş ve cemiyetin kollarını kurarak Kıbrıs Türklerinin cömertçe yardımlarını sağlamıştır. Fuat Beye bu gezilerinde Asaf Beyden başka lise müdürü Kâzım Nami Bey de katılmıştır.

Kâzım Nami Beye göre Kıbrıs Türklerinde Türkiye’ye bağlılık ve milliyetçilik son derece güçlü idi ve o zaman toplanan yardım miktarı 3000 Kıbrıs Lirası civarında bulunuyordu. (Yeşilada Dergisi, 1949)

ŞAPKA İNKILÂBI

Şapka inkılâbının uygulanması ile birlikte başta Atatürkçü öğretmenler olmak üzere pek çok aydın Kıbrıs Türkü şapka giymeye başlamıştır. Bu arada lise talebeleri de şapka giymek istediklerini ilgililere duyurmuşlardır. Ancak Maarif Başmüfettişi Canon Newham baş kadıyı da vasıta olarak kullanarak bu hareketi engellemeye çalışmış ve kendi kurmuş olduğu İngiliz okuluna şapka ile gelen Türk çocuklarını evlerine göndermiştir. Bu olayın inkılâpçı Türkler arasında büyük tepkiye yolaçması üzerine 1926-27 öğretim yılından itibaren ortaokul ve liselerde fes kaldırılarak okul öğrencilerinin kasket giymesi sağlanmıştır. İlerici Müftü Hacı Hafız Ziyai Efendi de kısa bir tereddütten sonra şapka giymenin küfür sayılamayacağı hususunda fetva vermiştir.

ŞEYH SAİT MOLLA VE GERİCİLİKLE MÜCADELE

Ne var ki, Türkiye’den sınır dışı edilen 150’liklerden Sait Molla önce Romanya’ya ve oradan da Mısır üzerinden Kıbrıs’a gelerek yerleşmiş bulunuyordu. İstanbul’da İngiliz Muhibler Cemiyeti başkanlığı yapmış bulunan Sait Molla kendisi gibi gericilerle işbirliği yapmakta gecikmedi. Baş kadı ve bazı hocalarla da iyi ilişkiler kurdu. Kıbrıs’ta sürgünde bulunan Hicaz Kralı Hüseyin de onlara katıldı. Şüphesiz bunlar İngilizlerden büyük parasal yardım görmekte idiler. Önce şapka giymenin “küfür” olduğunu çevreye yayan Sait Molla’nın yine kendisi gibi 150’liklerin Yunanistan’da yayımladıkları İtila adlı gazeteyi Kıbrıs’a getirerek dağıtmaya başlaması üzerine Remzi Okan, Şeyh Sait’i hedef alan suçlayıcı bir makale yazmış ve onu Yunanistan hesabına casusluk yapmakla suçlamıştır. Bunun üzerine Mehmet Remzi, aleyhine açılan davada suçlu bulunarak 2 ay hapse mahkûm edildi; esas amaç gazetesi Söz’ün kapatılmasıydı. Ancak ailesinin ve dostlarının yardımıyle matbaa satılmaktan kurtarıldı ve yayınını sürdürebildi.

Şapka inkılâbı ve Sait Molla arasındaki çekişmelerin sürdüğü bir dönemde Türkiye şehbenderinin de dolaylı da olsa konuya karışmış olması, muhtemelen konsolosluğun kapatılması üzerinde etken olmuştur.

İngiliz yönetiminin Kıbrıs Türklerini Atatürk inkılâbından ve Atatürkçülükten uzak tutma çabaları ileriki yıllarda daha da sürmüştür.

1930 seçimlerinde Kıbrıs Türkleri Evkafçılar ve Halkçılar olarak ikiye ayrılmışlardı. Halkçıların Türkiye’ye bağlı ve inkılâpçı olmalarına karşın Evkafçılar, İngiliz yanlısı olarak biliniyordu. Çetin geçen seçimler sonunda Türklere ayrılan üç milletvekilliğinden ikisini halkçılar kazanmıştır. Kazanan halkçılardan birisi genç bir aday olan Necati Özkan, diğeri ise yine İngiltere’de genç bir hukuk öğrencisi olan Mehmet Zekâ Beydir. Halkçıların seçim kazanmasında lise öğrencilerinin büyük etkisi olmuştur. İşte bu olaydan sonra ve 1931 isyanının da etkisiyle gerek “Evkaf” gerekse “Lise” tümüyle İngiliz denetimine girecek, milliyetçilik ve Atatürkçülük yasaklanacak ve “Lise” de İngiliz Müdürler dönemi başlayacaktır. Kendi okullarını yürütemiyecek kadar yoksul olan Kıbrıs Türk halkı, Evkafın bir devlet dairesi haline getirilmiş olması yüzünden geniş Evkaf olanaklarından da yararlanamadığından okulları üzerindeki İngiliz denetimini çaresiz kabullenmek zorunda bırakılacaktır. Canon Newham adlı bir papazın lise’ye müdür olarak atanması karşısında sessiz kalamayan Söz gazetesi 19 Eylül 1931 tarihli sayısında şöyle yazmıştır:

“Zamanıyla Selanik’te bir Yahudi’nin müezzin hakikat-ı halde 1887’de Filibe şehrinde Alexander isminde bir Bulgar’ın müftü vekâletleri kayıtlarına, lisanını bilmediği lisemize 1931’de bir muhterem İngiliz rahibinin müdür tayini ilave edilmelidir.”

Ancak belirttiğimiz nedenlerden dolayı ve en önemlisi Kıbrıs Türklerinin politik nedenlerden dolayı birlik olamamaları yüzünden 1936 yılında Harold Wood adlı bir İngiliz istihbarat subayının müdürlüğü onaylanacak ve lise ve Kıbrıs Türk halkı üzerindeki “istibdat” dönemi 1950’li yıllara kadar sürüp gidecektir. Bu süre içinde Kıbrıs Türk halkının toplumsal ve hukukî haklarını en ağır biçimde kısıtlayan İngiliz yönetimi Kıbrıs Türk halkının iç politikasını da yönlendirmeye çalışmış ve daima kendisine yakın bir zümrenin işbaşında bulunmasına dikkat etmiştir. Buna rağmen “İngiliz’e en yakın görünen” idareciler bile hiç bir zaman Türklüklerinden ve Atatürk inkılâbına olan bağlılıklarından ödün vermemişlerdir.

1931 yılında Büyük Medrese’nin yıkılıp yeniden yapılacağı haberi karşısında Kıbrıs’taki Jön Türklerin son temsilcisi, “Masum Millet” gazetesi sahibi Jön Rifat milletin böyle bir medreseye ihtiyacı olmadığını belirterek şöyle yazmaktadır: (24 Ekim 1931).

“... Bizleri riyakâr yapan, fikirlerimizi izlal eyleyen ruhlarımızı tesmim eden, gözlerimiz açık iken uyutan, maneviyatımızı körleten, inkişaf ve tekâmülümüze mani olan, hayatın zevklerinden mahrum edip benliğimizi kaybettiren, kuvvete kulluğu talim eden hep medreselerdir. Bugün yaşadığımız sefil hayatın mesulü yine medreselerdir. Medreselerin harici manzaraları sinir hastalığı, dahili sözleri, fikir veremi getirir.”

“Medreseleri canlandırmak toplumu öldürmekle eşanlamlıdır. Başka uluslar ahiret komisyonculuğuna ağır ağır son verme aşamasına girmişlerken, bu kurt ve tilki yuvaları bize son kurşunlarını sıkmaya çalışıyorlar. Bu muhtaç günlerimizde din bezirganlarını yeniden silâhlandırmak bindiğimiz dalı kesmek anlamına gelir.”

Jön Rifat, din hakkındaki görüşlerini şöyle noktalamaktadır:

“... Dine karşı imanımız kuvvetlidir; dine hürmet ve merbutiyetimiz sağlamdır. Dinden bize zarar yok. İktisadî kısmını mutazarrır eden, maneviyatımızı tahrib eden din vasıtacılarından müştekiyiz.”

Remzi Okan da lisedeki din derslerinin yeterli olduğundan sözediyor ve medreselerin canlandırılması düşüncesine karşı çıkıyordu. Buna rağmen din adamı yetiştirmek üzere yeniden açılan Büyük Medrese varlığını 1946 yılına kadar sürdürmüştür.

Gericiliğe karşı daima büyük bir savaşım veren Kıbrıs Türk halkının Menemen’de yer alan Kubilay’ın şehit edilişi olayı karşısındaki tutumu çok sert olmuştur. Kıbrıs Türk basını olaydan günlerce sözetmiş olayın faillerinin cezalandırılmasını teşvik etmiştir.

16 Nisan 1931 tarihli Söz gazetesi Menemen’de bir Kubilay Abidesi’nin dikileceğini haber vermekte ve şöyle demektedir:

“... Genç Kubilay’ın feci akıbetine sızlanmayan, onu vatana en çok hizmet ve yararlık göstereceği hararetli çağında karatopraklara gömen kara kuvvete ve karanlık zihniyete lanet etmeyen bir Türk genci bulunabileceğine inanmıyoruz- Kubilay’ı şehit eden eller her gün gırtlağımıza atılmaya müheyya kara kuvvetin cebbar ve hunhar elidir. “

Gazete bundan sonra abide için yardımda bulunulacağını yazmaktadır.

1 Temmuz 1931 tarihinde toplanan Kıbrıs Türk Muallimin Cemiyeti de Kubilay olayını ele almış ve öğretmenlerden abide yapımı için iane toplanması kararı verilmiştir. Toplantıda Limasol Başöğretmeni Raşit Bey bu konuda şöyle konuşmuştur:

“Efendiler,

Bu kesilen ve sarıklar üzerinde gezdirilen baş Kubilay’ın başı mıydı? Hayır efendiler! Bu Türk gencinin, Türk münevverinin ve Türk teceddüdünün başıydı. Onunla Türk gençliğini öldürüyorlardı. Menemen faciası cezalandı mı! Caniler asıldı. Fakat bu kâfi miydi! Menemen denilen memleketin adı coğrafyadan silinmeli idi.”

Böylece öğretmenler arasında başlatılan iane kampanyasından toplanan 30 Lira, 6 şilin, 2 kuruş masraf çıktıktan sonra Başkan Tegi Bey tarafından şu mektupla T.B.M.M. Başkanı Kâzım Paşa hazretlerine gönderilmiştir.
“Pek muhterem Paşa hazretleri

Anavatanımızda doğan inkılâp ve cumhuriyet güneşinden bol bol nur alan Kıbrıs genç muallimleri, Menemen’de mürteciler tarafındanşehit edilmiş olan aziz meslektaşları Kubilay Beyin inşa edilecek abidesine naçiz bir yardım ve aynı zamanda almakta oldukları nura karşı bir şükran borcu olmak üzere aralarında topladıkları yirmi dokuz sterlini Osmanlı Bankasının 29721-8286 numaralı çeki ile leffen takdim eyler ve bu vesileyle zatı âlilerine derin hürmet ve tazimlerini arzederler.”

Kıbrıs Türk Muallimler Cemiyeti

Mümessili

Hürmetkarınız M. Tegi

Menemen’de Kubilay Abidesinin açılışını başyazı olarak veren Söz gazetesi törende C.H. Fırkası Genel Sekreteri Recep Peker’in verdiği söylevi yayımlıyordu. R. Peker söylevini şu sözlerle bitirmiştir:

“Kubilay için sızı duyanların şu anda bütün açılarıyla çarpan yüreğinde onun adını ve baturluğunu uzun yüzyıllar yaşatacak olan eseri, bizim neslimizin ve yakın çocuklarımızla ve uzak torunlarımızın ibret gözlerine acıyorum.” (Söz, 8 Ocak 1935)

Menemen olayı ilticaya hiçbir zaman geçit vermeyen Kıbrıs Türklerini o denli etkilemişti ki Kubilay Anıtı için para toplamakla yerinilmedi; şehit Kubilay için destanlar, şiirler yazıldı, o dönemde doğan çocuklar hep Kubilay olarak adlandırıldı.

KIBRIS TÜRKLERİNDE ATATÜRKÇÜLÜĞÜN VE MİLLİYETÇİLİĞİN ENGELLENMESİ

1931 isyanının hemen akabinde ingiliz yönetimi Kıbrıs Türk halkını Türkiyeden koparmak ve sömürgeleri arasında bulunan milyonlarca Müslüman ile Kıbrıs Türklerini birleştirmek için; Türk adını kullanmayı resmen yasaklıyacak ve bundan böyle hep Müslüman deyimi kullanılacaktır.

1931 isyanını Rumlar çıkardığı halde, Türklerin de özgürlüklerini kısıtlayan İngiliz yönetimi okullara, camilere Türk bayrağı çekilmesini millî marş öğretilmesi ve Atatürk resimleri asılmasını, 19 Mayıs ve 29 Ekim’in törenlerle kutlanmasını yasaklamıştır. Türkiye’den kitap gelmesi yasaklanmış, varolanların da içlerindeki millî konulan ve resimleri içeren sayfalar sökülüp atılmıştır. Türkiyeden gelen Türkiye haritalarının üzerindeki bayrak ve Atatürk resimlerinin üzeri yapıştırılarak kapatılmıştır. Okullarda Türk tarihinin okutulması da yasaklanmış; pek çok milliyetçi öğretmen tedirgin edilmiş istifaya ve göçe zorlanmıştır.

1932 yılında Adana’dan gelen futbol takımı ile Lefkoşa’da yapılan karşılamada Türk takımının kendi forması olan kırmızı-beyaz renkli fanilaları giymeyerek kırmızı-san renklerini seçmeleri İngiliz baskılarının büyüklüğünü göstermesi nedeniyle çok anlamlıdır.

Bu dönemde meydana gelen en önemli olaylardan birisi de 1937 yılında Cumhuriyet Bayramını kutlamak isteyen öğrencilerin okulu boykot etmeleri sonunda 4 öğrencinin okuldan atılmaları olayıdır. Ancak tüm bu gibi baskı ve engellemelere rağmen lise ve oradan yetişen öğretmenler Türk milliyetçiliğinin bayrağı olmuş, okullarda millî tarih okutulmuş, Türk Bayrağı ve Atatürk resimleri gizlice gösterilmiş, millî marşlar öğretilmiş böylece Kıbrıs Türklerinin Türkçülük ve Atatürkçülük ile olan ilişkisi kesintisiz sürdürülmüştür.

Kıbrıs Türklerinin milliyetlerine, Anavatanları Türkiye’ye ve Atatürkçülüğe olan bağlılıkları o denli büyüktü ki bu bağlılık zaman zaman Türk toplumunun nüfus yoğunluğu üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır.

Lozan andlaşmasıyla Kıbrıs üzerindeki İngiliz egemenliği Türkiye tarafından resmen tanınıyordu. Ayrıca Lozan’ın 19 ve 20. maddeleri vatandaşlık konusuna da açıklık getiriyor ve Türk vatandaşlığında kalmak isteyenlerin iki yıl içinde adayı terketmesini öngörüyordu. İşte bu maddelere dayanarak Kıbrıs Türkleri arasında başlayan Türkiye’ye göç hareketi 1936 yılına kadar sürmüştür. Özellikle milliyetçi ve Atatürkçü olarak bilinen lise mezunlarının Kıbrıs’ta kalması milliyetçiliğe “hakaret” olarak sayıldığından, aydın ve eğitilmiş Kıbrıs Türkleri sürekli olarak adayı terketmişlerdir. Doğru Yol ve Söz gazeteleri -ki bunlar Türkiye’ye yakınlıkları ile biliniyorlardı- Türkiye Elçisi Asaf Beyle birlikte Türkiye’ye göçü teşvik ediyorlardı. Buna karşın Birlik gazetesi ve daha sonra 1935’te yayın hayatına başlayan Ses gazetesi ise göçün aleyhindedirler.

(Bunlardan Birlik gazetesi Evkafçı olarak bilinmesine rağmen gazete sahibi Hacıbulgurzade Ahmet Hulusi Efendi 1930 seçimlerinin olduğu dönemde gazetesini tatil etmiş ve hasta olan hanımını tedavi için Türkiye’ye götürmüş idi. Evkafçılar, seçimleri kaybetmeleri üzerine bu olayın etkili olduğunu öne sürmüşler ve Birlik ile olan ilişkilerini sürdürememişlerdir. Ses gazetesi ise Kıbrıs’ta öztürkçeyi en çok kullanan gazetedir.

Başlığı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin 6 okunu amblem olarak taşıyordu. Bu durum İngiliz komiserinin dikkatini çekmiş ancak, bu 6 okun Türkiye ile ilişkisi olmadığı, Kıbrıs’taki 6 kazayı işaret ettiği şeklindeki yakıştırmadan sonra gazetenin basımına izin vermiştir.)

Ses gazetesi 29 Nisan 1935 tarihli birinci sayısında Göç (Hicret) Fikirleri konulu yazısını birinci sayfasına alarak adadan 20 bin Türkün göç edeceği söylentilerine değinmekte ve şöyle demektedir:

“Kıbrıs Türkleri arasında on seneden beri hicret fikrinin uyanmış olduğu bundan evvel vukubulan ve adetleri pek de az olmıyan göçlerle sabittir. “

Yazı göçün esas nedeninin Türklerin ekonomik durumu olduğunu söylemekte ve Türk köylüsünün borçlu olduğunu yazarak:

“Rum köylüsünün malı satıldığı zurnan gene Ruma geçmesi... halbuki borçlu Türk köylüsünün malı satıldığı vakit gene Ruma geçmesi ve neticede Adadaki Türk varlığının sönmesidir” demektedir.

Ses gazetesinin makalesi şöyle sürmektedir:

“Göç isinin Türkiye’ye taalluk eden safhasına gelince: Türkiye’nin Kıbrıs Türk tarihini böyle bir göç fecaatiyle kapatmamıza taraftar olmadığını tahmin ederiz. Fakat göç etmek isteyen Kıbrıs Türklerine de kapılarını kapamıyacağı şüphesizdir. Bunun için göçü durdurmak vazifesi bize ve Kıbrıs hükümetine terettüb eder. Göç durdurulduğu takdirde Kıbrıs Türk varlığını kuvvetlendirmek için Kıbrıs dışındaki Türklerin yapabileceği en değerli yardım, meselâ İş Bankası’na, Kıbrıs Atina Bankası gibi bir şube açtırmak ve Türk sanat ve ticaretinin inkişafım temin eylemektir ki öyle bir zamanı bir “Altın Devri” saymamak mümkün değildir.

... kaçmak her zaman ve herkes için olabilir. Merdlik ise durmakta ve varlığı korumaktadır ki Türk’e yaraşan da budur. “

Ses gazetesinin 24 Haziran 1935 tarihli ikinci sayısında Avukat Hoca A. Said Efendi bir makale yayımlayarak “Ada Türkleri arasında göç fikrinin doğmasına Lozan andlaşmasının yolaçtığını ve herkesin “acaba ne yapalım?” diye düşünmeye başladığını yazmakta; biraraya gelen iki kişinin göçten başka bir şey konuşmadıkları hatırlatılmaktadır. Hoca Said’e göre göç fikri bugün o derece büyümüştür ki artık buna karşı durmak olanaksızdır. Hoca Said göçün daha iyi bir hayat arayanlar için doğal olduğunu yazmakta ve göçü engellemek için düşünülmesi gerekenleri daha sonraki makalelerinde de sürdürmektedir.

O dönemin gazetelerinden öğrendiğimize göre Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik durumu dayanılmaz durumdadır. Yine İngiliz yönetimi “millî ve dinî hissiyatı rencide edecek” durumdadır ve Kıbrıs Türkü “tahammül edilemeyen ağır bir idarenin tazyiki altındadır.”

Ancak 1936 yılında köylü borçlarını düzenleme çalışmaları başlatılmış, gazeteler de göçün lehindeki tutumlarını bırakmışlardır. Ses’in açılmasını istediği İş Bankası ise ancak 20 yıl sonra açılabilmiştir. Bu süre içinde Kıbrıs Türkünün ekonomik ilerlemesi durmuş, sahib olduğu toprakları ise yarı yarıya kaybetmiştir.

İki ciltlik Kıbrıs Tarihi yazarı Doçent Dr. Şükrü S. Gürel Türkiye’nin göçü teşvik edişini kesin bir nedene bağlamanın güç olacağını yazmaktadır. Çünkü yazara göre Türkiye hiçbir zaman Kıbrıs’ta bilinçsiz bir politika izlememiş; Kıbrıstaki Türk Konsolosluğunun Kemalist hareketlerin daima merkezi olduğunu vurgulamıştır. Nitekim 17.5.1935 tarihli İngiliz arşiv belgesi “Türk konsolosunun adanın Türk halkını Kemalizme hazırladığı ve Kıbrıs’tan ayırmaya teşvik ettiği” çabasında olduğunu kaydetmektedir, (a.g.e., sayfa 185) Konsolosluğun bu gibi hareketlerinden dolayı 1935 yılında Larnaka’dan Lefkoşa’ya taşınmak istemesini de İngiliz yönetimi kuşku ile karşılamıştır, (s. 186)

1938 yılında Türk donanmasına bağlı Hamidiye Zırhlı okul gemisinin Magosa Limanını ziyaret etmesi Kıbrıs Türklerinin milliyetçiliklerini ve en önemlisi Türkiye konsolosluğunun Kıbrıs Türklerini yönlendirme konusundaki etkisini ortaya koymaktadır. Gemiyi ziyaret için Magosa’ya doluşan binlerce Türkün yaptığı tezahürat, İngiliz yöneticilerini fazlasıyla korkutmuştur. “Söz” ve “Ses” gazetelerinin Evkafı eleştirdiklerine ve Türkiye için “Anavatan” ve Türkiye Cumhurbaşkanı için de “Atatürkümüz” şeklinde kullandıkları ifadelere dikkati çeken 24 Haziran 1938 tarihli gizli rapor, gemiyi 5000 kişinin karşıladığını, “yaşasın Atatürk” diye bağırdıklarını ve binlerce kişinin gemiyi ziyaret ettiğini yazmaktadır.

Yine 1 Temmuz 1938 tarihli bir başka gizli rapor ise Söz ve Ses gazetelerinin Türk konsolosluğundan ayda 18 Kıbrıs Lirası yardım aldıklarını ve Türkiyedeki Cumhuriyet gazetesinin Kıbrıs Türkleri arasında milliyetçiliği teşvik ettiği nedeniyle Kıbrıs’a girişinin yasaklanmasını tavsiye etmektedir.

30 Ağustos 1938’de Türkiye Dışişleri Bakanı Dr. Aras’ı ziyaret eden İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Percy Loraine, İngiliz hükümetinin Kıbrıs’taki Kemalizmden ve Türk konsoloslarının hareketlerinden duyduğu endişeleri dile getirmiştir.

Her fırsatta Türk dostluğuna önem verdiklerini belirten İngilizler yine de Ses ve Söz gazetelerine sansür uygulamışlar, İsmet Konur’un yazdığı Kıbrıs Türkleri adlı kitabın Kıbrıs’a girişini yasaklamışlar ve 1939’da Atatürk’ün yaşamı ve cenaze törenine ait bir belgesel filmin Lefkoşa’da gösterilmesini yasaklamışlardır.

KIBRIS TÜRKLERİNDE HARF İNKILÂBI VE ÇAĞDAŞ EĞİTİM

Türk inkılâbını yakından izleyen Kıbrıs Türkleri, Türkiye’deki her gelişmeden anında haberdar olmaktaydı. 12 Ağustos 1928 tarihli Söz gazetesi harf inkılâbı konusunda şu haberi veriyordu:

“Yeni Harfler

Latin harflerinin tetkik ve teshiline memur komisyon, vazifesini ikmal etmiş ve karar kıldığı şekli, Reis-i Cumhur hazretlerine takdim etmiştir.

Kabul edilen şekil yakında neşredilecek ondan sonra kanun layihası ile Büyük Millet Meclisine verilecektir. “

25 Eylül 1928 tarihli Söz gazetesinde ise Türkiye Maarif Vekâletinin, tüm okullarda yeni ders yılında yeni harflerin okutulacağı ve yeni harflerle kitapların basımının 5 Teşrin-i evvel (Ekim) tarihine kadar bitirileceği haberi verilmektedir.

Yine Kıbrıs Türk basını yeni harflerin en erken zamanda Kıbrıs’ta da uygulanabilmesi için hazırlık yapılmasını istiyordu.

Kıbrıs Türklerini Anavatandan koparmak için çaba harcayan İngiliz yönetimi bu konuda da Kıbrıs Türklerine karşı cephe almakta gecikmedi. Maarif Müdürü olan Canon Newham diğer inkılâplara olduğu gibi buna da karşı çıktı ise de 15 Ağustos 1928 tarihinde toplanan Öğretmenler Cemiyeti “Türkiye’de latin harflerinin kabul edildiği zaman Kıbrıs’ta da kabul edilmesini” karara bağladı.

İlerici Müftü ve Okullar Komisyonu üyesi Hürremzade Hakkı Efendi n Eylül 1928 Salı günü Evkaf dairesinde bir toplantı yaptı. Evak Murahhası Münir Beyin başkanlığında yapılan toplantıya Milletvekili Dr. Eyyüb ve C. Newham da çağrıldılar. Toplantıda alınan karar şöyle idi:

“Yeni Türk harflerinin Türk mekteplerine tatbik ve teşmili (uygulanıp yaygınlaştırılması) na-kaabül-i içtinap (kaçınılması olanaksız) bir lüzum ve zaruret olduğu hakkında Dr. Eyyüp Bey tarafından ileri sürülen teklif ittifak-ı ara ile tasvip edilmiş ve bilumum mektep müdürleri ile köy muallimlerinin de bu babda tamim yapılması karagir olmuştur.”

Bu karar üzerine Maarif Müdürü Newham, 25 Eylül 1928 tarihli gazetelerde aşağıdaki duyuruyu yaparak hemen bu yıldan itibaren okullarda yeni Türk harfleriyle öğretim yapılacağını duyurmuştur:

İLÂN

Gelecek sene-i tedrisiyede, Cezire-i mekatib-i İslamiyesinde tedris edilecek kitaplar Latin hurufuyla, yani yeni Türk harfleriyle tab edileceğinden bilumum muallimin ve muallimatın sene-yi tedrisiye-i hazıra esnasında işbu yeni harflerle istinas hasıl eğlemeye ve sakirdanide o yolda hazırlanmaya gayret eylemeleri ehemmiyetle ihzar olunur.

Kıbrıs Müstemlekesi Maarif Müdürü

C. Newham

Lefkoşa’daki kitapçılar tarafından halk için getirtilen alfabelerin kısa sürede satılması, yeni Türk harflerine duyulan ilginin büyüklüğünü kanıtlamaktadır.

Kıbrıs Türk kültüründe ve Türklüğün gelişmesinde öncelik eden klüplerden Birlik Ocağının, Lefkoşa’da açtığı kurs büyük ilgi görmüş ve bunu diğer kazalardaki klüplerin açtıkları kurslar izlemiştir. Öğretmenler de bulundukları köylerde kurslar düzenlemişlerdir.

Böylece Kıbrıs Türk halkı yeni Türk alfabesini çok kısa bir sürede okur-yazar duruma gelmişlerdir.

11 Mayıs 1930 tarihinde toplanan Öğretmenler Cemiyeti genel kurulu, okul müfredatlarının yeniden düzenlenmesi için komisyonları oluşturmuş ve Türk eğitim sistemi ile Kıbrıs Türk eğitimi arasında daha yakın ilişkiler kurulması kararı almıştır. Ancak, bilindiği gibi, bu girişim 1931 isyanı ile gerçekleşememiş olmakla birlikte Kıbrıs Türk öğretmeni daima Atatürk ilke ve inkılâbı doğrultusunda eğitim ve öğretimde bulunmaya devam etmiştir.

Yeni Türk harflerinin kabulünden sonra adada yayımlanan Türk gazeteleri de yeni Türk harfleri ile çıkmak için faaliyete girişmişlerdir. Söz gazetesi sahibi Remzi Bey derhal Almanya’ya bir firmaya Latince matbaa harfleri sipariş etmiştir. Bir tesadüf eseri aynı firmaya Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti de siparişte bulunmuştur. Firma bir yanlışlık eseri Söz gazetesinin sipariş tutarını da Türkiye Cumhuriyetinin yaptığı siparişlerin faturasına eklemiştir. Bu işlerle görevli olan Naşit Hakkı Uluğ durumu Mustafa Kemal’e arzetmiş bunun üzerine Ulu Önder “Hay hay, Söz gazetesinin siparişi de bizim tarafımızdan ödensin, Kıbrıs’ta Türk sesi sönmesin” demişlerdir.

Kısa zaman içinde Söz, Birlik gibi gazeteler yeni Türk harfleri ile çıkmaya başlamışlardır. Ancak Masum Millet gazetesi eski harflerle olan yayımlarını 1934 yılına kadar sürdürmek zorunda kalmıştır. Ve bunu yaparken kendilerinin irtica yanlısı olmadıklarını sık sık belirterek zaten aralarında büyük çatışma olan Söz gazetesini Türkiye’den para yardımı almakla suçlamışlardır.

Zaman zaman birbirleriyle çatışmalara girmiş olmalarına rağmen Kıbrıs Türkünü daha ileri bir toplum haline getirmek için Atatürkçülük ve inkılâpçılık konusunda daima işbirliği yapmışlardır.

Kıbrıs Türk halkının, en çok üzerinde durduğu bir konu da eğitim konusu olmuştur. En küçük köylere kadar okulların açılması için köy okul komisyonları, kaza okul komisyonları ve Merkezi Maarif Encümeni büyük çaba harcamıştır. Kıbrıs’ta dil, din ve kültür bakımından tamamıyle birbirinden farklı iki halkın yaşamakta olduğunu gören İngiliz yönetimi ta başlangıçtan beri Türk ve Rum maariflerini birbirinden ayrı tutmuş, her cemaatın kendi okullarını yönetmesi için ayn komisyonlar seçmelerine olanak tanımıştır. 1884 yılında oluşturulan ilk Türk Maarif Encümeni üyeleri İngiliz Yüksek Komiseri, başkadı, müftü, rüştiye müdürü ve diğer seçimle gelen kaza temsilcilerinden oluşmaktaydı. Daha sonra Yüksek Komiserin yerini vali veya onun müsteşarı, daha sonraları ise İngiliz Maarif Müdürleri almıştır. Orta dereceli okullar için ayrı komisyonlar oluşturulmuştur. 1931 isyanından sonra encümen ve komisyonlar seçimle değil, valinin ataması ile oluşmaya başlamıştır. İngiliz Hükümeti denetiminde olmasına rağmen Türk Maarif Encümeni daima Kıbrıs Türk eğitiminin gelişmesi, çağdaşlaşması ve Türkiye’deki eğitim sisteminden kopmaması yolunda etkin kararlar almıştır. Diğer taraftan 1918 yılında temeli atılan Kıbrıs Türk Muallimin Cemiyeti, Kıbrıs Türk eğitimi ile Türkiye eğitim sistemi arasında bir paralellik kurulması ve sürekli diyalogun sürmesi için ta baştan beri etkinlik göstermiştir.

Türklüğü ve Kemalizmi adanın en ücra köylerine kadar taşıyan Kıbrıs Türk öğretmenleri, sadece çocukları eğitmekle kalmamışlar, Kıbrıs Türk halkının da bilinçli, çağdaş, ilerici ve Atatürkçü insanlar olarak yetişmeleri için büyük çaba harcamışlardır. Şöyle ki Kıbrıs Türk siyasal mücadele tarihini en çok meşgul eden konulardan birisi de maarif konusu olmuştur. Okullarını daima ayakta tutmaya çalışan Türk halkı öğretmenine çok büyük önem vermiştir. Temel eğitimi zorunlu kılan bir kanun bulunmadığı halde İkinci Dünya Savaşı öncesinde Kıbrıs’ta okulsuz köy bulunmadığını ve okur yazar oranının % 98 lere vardığını görmek Kıbrıs Türk halkının eğitime verdiği önemin bir göstergesidir. Kıbrıs Türk halkının ve inkılâpçı milliyetçi öğretmenlerin yaptığı işbirliği sayesinde Kıbrıs Türkleri, Anavatan sınırları dışında kalmış olmakla birlikte kendilerini hiçbir zaman Türk milletinden ayrı olarak düşünmemişler; Türkiye’deki soydaşları ile aralarındaki sosyal ve kültürel mesafeyi daima “sıfır” seviyesinde tutmayı başarmışlardır. Kıbrıs Türk halkının günlük yaşamını hep Türklük, Atatürkçülük konuları doldurmuştur. Kıbrıs Türk basını Atatürk’ün gezilerini, demeçlerini günü gününe Kıbrıs Türklerine duyurmuş ve bunu yaparken “Atatürkümüz, Gazi Paşa, Cumhurreisimiz” gibi sıfatlar kullanmıştır. Türkiyedeki kalkınma hamleleri, açılan fabrikalar, politik gelişmeler Kıbrıs Türkünün ilgilendiği temel konular olarak gazetelerde yeralmıştır.

Bu konuda bir iki örnek verelim:

9 Ağustos 1929 tarihinde Atatürk’ün Paris Büyükelçisi Fethi Beyi İstanbul’da kalmakta olduğu yalıda kabul edişi haberine geniş yer ayıran 29 Ağustos tarihli Söz gazetesi Gazi’nin halka hitaben “Beni görmek demek behemehal yüzümü görmek demek değildir. Benim fikrimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kâfidir” dediğini ve konuşmasını şöyle tamamladığını yazıyordu:

“Bu millet, bu memleket yeni rejimi üzerinde dünyanın en makbul bir mevcudiyeti olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden ölmeyeceğim”.

Yine 4 Eylül 1928 tarihli Söz gazetesi de Başvekil İsmet Paşanın harf inkılâbı ile ilgili olarak söylediği şu sözleri iri puntolu Arap harfleri ile veriyordu:

“Bugün memleket baştan başa bir dershane halindedir. Bu dershanenin baş muallimi, bu milletin başlıca hazinesi olan büyük evlâdı gazi’dir

Türk milleti bu dershaneden muvaffak çıkıncaya kadar çalışacak ve az zamanda muvaffakiyetle çıkacaktır”.

Atatürk’ün, kamutay’ın 5. açılış gününde verdiği söylev 21 Kasım 1935 tarihli Ses gazetesinde yeralmaktadır. Gazete Atatürk’ün şöyle dediğini yazmaktadır.

“Sulhun bozulmuş olmasından ıstırab duymamak mümkün değildir. Her halde bugünkü ağır ihtilafların ortadan kalkması, medenî insanlığın başlıca dileği olmalıdır, iç idare teşkilâtımızı yurdun doğu bölgelerinden başlayarak genişletmek ihtiyacını duymaktayız. Doğu vilâyetlerimizin belli başlı ihtiyacı, orta ve batı illerimizi demiryollarla bağlamaktır.”

Ses gazetesinin Great Britain and East adlı dergilerinden aktardığı “Kemalizm” adlı yazıda ise şöyle denmektedir:

“Kemalizm sayesinde Türkiye’de yapılan inkılâblar hayrete şayandır. Fakat Türkiyenin gösterdiği örnek, Atatürk’ü rehber tanıyan İslam komşularına yani İran, Efgan ve Irak’a tesiri noktasından da daha ziyade hayret vericidir”. (13.2.1936)

Söz ise, 15 Ocak 1935 tarihinde, Ön sayfasında şu haberi vermekteydi:

“Türk yurdunun korunması amacıyla Tayyare Cemiyetine yardımda bulunan 66 Ermeniye İstanbul Valisi Muhiddin Bey tarafından altın, gümüş ve tunç tayyare madalyaları verilmiştir. “

21 Mayıs 1933 tarihli Söz gazetesi Atatürk’ün Türk Kuşu Kurumunun açılışında yaptığı konuşmayı Tan gazetesine dayanarak yayımlıyordu. Gazeteye göre Atatürk konuşmasını şu sözlerle bitirmiştir.

“Türk çocuğu:

Her işde olduğu gibi, havacılıkta da, en yüksek düzeyde gökte seni bekliyen yerini, az zamanda dolduracaksın. Bundan, gerçek dostlarımız sevinecek, Türk Ulusu mutlu olacaktır. “

Gazete Atatürk’ün söylevinde kullandığı öztürkçe kelimelere dikkati çekmekte ve bu kelimelerine eski karşıtlarını vermektedir. Bu söylevde Atatürk’ün kullandığı okan kelimesini, Mehmet Remzi soyadı olarak seçmiş ve kullanmaya başlamıştır.

Gerçekten Kıbrıs Türk halkı, basınıyla ve eğitim kurumlarıyle dil inkılâbını hemen benimsemiş ve öztürkçeyi kullanmaya başlamıştır.

En başarılı bir biçimde uygulanan yeniliklerden birisi de soyadları alanındadır. Yasal bir zorunluluk olmamakla birlikte Kıbrıs Türkleri soyadı kullanmaya başlamışlar; hatta çocuklarına öztürkçe adlar vermeyi bir yarış haline getirmişlerdir.

MEDENÎ KANUN VE KIBRIS TÜRKLERİ

İngiliz yönetimi Kıbrıs’a geldiği zaman Kıbrıs’ta Seriye yasa ve mahkemelerini aynen koruduğu halde Hristiyanlar için yeni yasalar yapmıştır. Böylece evlenme ve miras hakkındaki dinî yasalar Kıbrıs Türkleri için uzun süre geçerliliğini korumuştur. Buna rağmen Kıbrıs Türkleri arasında çok kadınla evlilik hiçbir zaman görülmemiş, kadına toplumsal yaşamda daima lâyık olduğu yer verilmiş, kıyafet inkılâbı derhal uygulanarak kadın çarşaftan kurtarılmıştır. 1925 yılında oynanan bir tiyatroyu kadın ve erkeklerin birlikte izlediği düşünülürse Kıbrıs Türklerinin kadınlara medenî haklar verme konusunda ne kadar ileri oldukları anlaşılmaktadır. Aynca kadın öğretmenler en küçük köylerde bile görev yaparak Kıbrıs Türk halkının çağdaş ve ileri bir toplum olmasında erkeklerden geri kalmamışlardır.

1927 yılında Seriye Mahkemelerinin ıslahı için kurulan komisyonun önerileri İngiliz yönetimi tarafından kabul edilmemiş böylece Türkiye’deki gelişmelerin Kıbrıs Türklerine uygulanışı kasten engellenmiştir 1 Mayıs 1931’de toplanan Kıbrıs Türk Millî Kongresi Seriye Mahkemelerinin kaldırılmasını ve medenî kanunun getirilmesini de hükümetten istemiştir. Kongre aynca müftü seçimini de Türk halkının yapmasını ve Evkafın Cemaate devrini de istemiş olmasına rağmen hükümetin buna karşı olan tepkisi çok sert olmuş, müftülük makamını lağvederek “Fetva Emini” haline dönüştürmüştür.

İkinci Dünya Savaşı öncesinde “Aile konusu” yeniden gündeme gelmiş olmakla birlikte yine uzun yıllar sürüncemede kalmış, nihayet 1949 yılında kurulan Türk İşleri Komisyonu yeni bir Aile Kanunu hazırlamış; 1950 yılında Kıbrıs Türkleri kendi müftülerini seçme hakkına yeniden kavuşmuşlar ve 1952 yılında da yeni bir aile ve miras yasasına kavuşmuşlardır. 1956 yılında ise Evkaf Türk Cemaatine devredilmiştir. Ancak Atatürkçü Kıbrıs Türkleri Anavatanlarındaki gelişmeleri günü gününe izlemişler, uygulamışlar ve kadına toplum içinde lâyık olduğu yeri daima vermişlerdir. Belirtmiş olduğumuz gibi, Kıbrıs’ta Türk kız çocukları hiçbir dönemde okuldan uzak tutulmamış ve hiçbir zaman poligami görülmemiştir.

SONUÇ

1571 yılında Kıbrıs’ın Türkler tarafından alınmasından sonra Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelerek adaya yerleşen Türkler, sürekli olarak Anadolu’daki akrabaları ile ilişkilerde bulunmuşlar, karşılıklı olarak birbirilerini ziyaret etmişler; birbirileriyle evlenmişler, böylece her türlü kültürel-sosyal ilişkilerini kesintisiz sürdürmüşlerdir.

1878’de Kıbrıs’ın İngiltere’ye kiralanması ile ve daha sonraki yıllarda Kıbrıs’tan büyük bir Türk topluluğu Anadolu’ya göç etmiştir. Adada kalan Türkler, Türklüklerini ve Anavatanlarını asla unutmamışlar, Rumların Enosis isteklerine karşı cesurca savaşmışlardır.

Gerek Birinci Dünya Savaşı gerekse Millî Mücadele yıllarında İngiliz sömürge yönetimi altında yaşamalarına ve kalabalık Rum topluluğuna rağmen Kıbrıs Türkleri hiçbir zaman Türklüklerini unutmamışlar, Anadolu Kurtuluş Savaşını kendi savaşları olarak görmüşler ve soydaşlarına gizli ve açık yollardan her türlü maddî manevî yardımı yapmışlardır.

Kıbrıs Türkleri, Türklüklerine bağlı oldukları oranda Atatürkçü ve Atatürk inkılâpçısıdır. Atatürk’ü tek önder olarak kabul etmişler, onun muzaffer olması için çaba göstermişler, onun yaptığı, söylediği her şeyi uygulamayı kaçınılmaz bir emir olarak kabul etmişlerdir.

Kıbrıs Türkleri milliyetçi ve Atatürkçü oldukları oranda, yeniliğe açık insanlardır. Eğitime çok büyük önem vermişler, kısa zamanda kendilerini Osmanlı zihniyetinden, gericilikten arındırmışlar; öztürkçeyi kullanmışlar, öztürkçe adlar ve soyadları almışlar, Atatürk’ün gösterdiği yolda çağdaş ve uygar insanlar olmaya çalışmışlardır.

Zaman zaman Kıbrıs Türklerinin Anadolu Kurtuluş Savaşı karşısında pasif kaldığı hakkında çıkarılan kasıtlı söylentilere verilecek en güzel yanıt Kıbrıs Türklerinin bu yıllardaki somut davranışları ve Atatürk ilke ve inkılâbını uygulamada topyekûn gösterdikleri istek ve katılımdır. Atatürkçülüğün uygulanmasında Kıbrıs Türklerinin gösterdiği basan her dönemde yerli ve yabancı yazarlar tarafından takdirle karşılanmıştır.

Kıbrıs Türkleri hakkında kasıtlı olarak çıkarılan önemli söylentilerden bir tanesi de İngiliz yönetimi yanlısı oldukları hakkındadır. Oysa Türkiye, uzun yıllar dış politika gereği Kıbrıs Türkleriyle açıkça ilgilenmekten kaçınmış ve Kıbrıs Türkleriyle ilgilenmeyi İngiltere’nin içişlerine müdahale olarak görmüştür. Ancak böyle bir politikanın uygulandığı yıllarda bile Türkiye gizli olarak ve dolaylı yollardan Kıbrıs Türk gazeteciliğini ve millî eğitimini yönlendirmiş ve her türlü maddî katkıyı vermekten kaçınmamıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Rumların enosis isteklerinin artması karşısında Kıbrıs Türkleri için tehlike çanları çalmaya başlamış, Türk Dışişleri Bakanının “Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur” dediği bir dönemde Kıbrıs Türklerinin Anavatana yaptıkları çağrıya; Türk aydınları, bilim adamları ve Türk halkı olumlu yanıt vermişler ve Kıbrıs Türkleri ile ilgilenmenin kaçınılmaz olduğunu söyleyerek Türk Dışişlerini uyarmaya başlamışlardır.
1948 yılında ilk öğretmen kafilesinin Anavatandan Kıbrıs’a gelişi ve kafilede bulunan Milletvekili Hasene Ilgaz’ın yazdığı “Kıbrıs’tan Hatıralar” adlı kitap, Kıbrıs Türkleriyle politik olarak ilgilenmenin başlangıcı olmuştur. Kafilede bulunan gazeteci Rakım Çalapala’nın yazdığı şu satırlar Kıbrıs Türklerinin o dönemdeki psiko-sosyolojik durumunu ortaya koymaktadır:

“Kıbrıs Türkleri son derece kuvvetli milliyetperverlikleri, vatanseverlikleri, inkılâpçı ve mücadeleci ruhlarıyla fert olarak da kütle halinde de örnek insanlardır. Hepsinde en büyük ıstırabın Anavatan hasreti olduğunu dinler, onlarla beraber gözyaşı dökersiniz.”

. 1950 yılında Ziraat Fakültesi öğrencileriyle Kıbrıs’a gelen Profesör Salahaddin Batu, Kıbrıs Türkleri hakkındaki izlenimlerini Ankara radyosundan yaptığı konuşmada şöyle ifade ediyordu:

“Gençlerimize (kafiledeki üniversitelilere) bir ara sunu söyledim: Kıbrıs’ta gönülce ne kadar zengin, ruhça ne kadar üstün bir millet olduğumuzu gördünüz! Düşüncede de o kadar üstün olunuz! Üstün millet olmanın gereklerini kavrayınız, üstünlük düşüncede ve aksiyonda başarılı olan milletlerin imtiyazıdır”.

“... Hepimiz Kıbrıs Türklüğüyle iftihar edebiliriz- Çünkü kendini biliyor, dilediklerini söylüyor, kanun çerçevesi içerisinde her istediklerini yapabiliyorlardı. Ama “Vatan” hasreti bunların hiçbirini dindirmiyordu. “

Kafilede bulunan asistan öğrenci Namık Görgünay “Kıbrıs Dönüşü” adını verdiği kitabında Kıbrıs Türklerini tanımaktan ne derece duygulandığını şöyle ifade etmektedir:

“Kıbrıs’ı yakından tanımazdan evvel, sadece takdir eden ve sadece hürmet besleyebilen bir insandım. Onun, ruhu renk ve kokularla saran, gönülleri kaderin vecdiyle yıkayan ocağında ve bitmeyen arzuların raksettiği mabedinde diz çöktükten sonra seven ve inanan bir insan oldum. Şimdi seven bir insan olarak diyebilirim ki:

“Kıbrıs, kaderin ıstırabını çeken, ayrılık acısının çilesini dolduran ve fakat, teessürünü yakınlarından daima gizleyen mütevazi insanların yeridir.”

Daha pekçok yazarın ifade ettikleri gibi Anavatanına ve Atatürkçülüğe son derece bağlı olan Kıbrıs Türkleri çok acı ve yalnız dönemler geçirdiler; fakat Anavatana olan bağlılıklarını ve bir gün gelip Türkiye’nin kendilerini kurtaracağı ümidini asla yitirmediler. İnandılar; direndiler ve işte bugün Anavatanlarına ve Atatürk ilke ve inkılâbına olan bağlılıklarının neticesini bağımsızlık ve özgürlüklerini kazanarak aldılar. Dün başlayan ve bugüne değin hiç kesintisiz süren bu karşılıklı ilişki ve bağlılık gelecekte de Kıbrıs Türklerinin varolmalarının en büyük güvencesi olacaktır.
----------------------
- ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 14, Cilt V, Mart 1989
 
Son düzenleme:

bozkurt

Binbaþý
Katılım
5 Nis 2008
Mesajlar
30
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
ankara
Cevap: Kıbrıs Türklerinde Atatürk ve İlke ve İnkılâpları

tşkkürler
 
Üst