Kibris'in geleceği, nasil gelecek?

BAHRİYELİ

New member
Katılım
27 Eyl 2008
Mesajlar
69
Tepkime puanı
0
Puanları
0
KIBRIS'IN GELECEĞİ, NASIL GELECEK?



Kıbrıs'ta ulusal yönetime, siyasi eşitliğe ve her birinin kendi kaderini belirleme hakkına sahip, Türk halkı ve Rum halkı olmak üzere iki farklı millet olduğu ortada. Kıbrıs'ın geleceğine ilişkin arayış sürerken bazı parametreler

DG- Mısır'da yayınlanan 30.000 tirajlı El-Ghad- El-Arabi Dergisi'nde Kıbrıs konusunda önemli bir makale yayınlandı. Sermet Emin imzalı makale, Kıbrıs'ta "bir dış-iki iç egemenliğin" neden şart olduğunu ortaya koyuyor:

"Geleceklerini belirleme hakkını kullanma çerçevesinde Kıbrıs Türk ve Rum halkı; 1960 yılında Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın yer aldığı görüşmelere taraf olarak katıldı ve yönetimin eşit paylaşılması esası üzerinde "Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasını öngören uluslararası sözleşmeyi imzaladı.

1959-1960 anlaşmaları gereğince kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, ne üniter devlet ne de ulus devleti ne de sadece Rum devleti oldu. Çünkü bu cumhuriyet, Adada 400 yıldan bu yana birlikte yaşamış ve aynı zamanda kendi ulusal ve dini kimliklerini korumuş olan Kıbrıslı Türklerin ve Rumların ortak katılımı üzerine kuruldu.

Ayrıca her iki halkın kendi anavatanlarına karşı, yani Kıbrıslı Türklerin Türkiye'ye ve Kıbrıslı Rumların Yunanistan'a bağlılıkları var.

Bosna-Hersek trajedisiyle ilişkilendirilmeden önce "etnik arındırma", Yunanlılarla işbirliği içerisinde Rumlar tarafından Kıbrıslı Türklere uygulandı. 1962-1974 yılları arasında Yunanlılar ve Rumların uyguladığı etnik arındırma İngiliz The Guardian Gazetesi'nin Kıbrıs'ı, "o zamanların küçük Bosnası" diye nitelendirmesine yol açtı.

Kıbrıslı Türkler, çoğu Rum tarafının iddia ettiği gibi devlet kurumlarını terk etmediler. Aksine devlete ait bütün resmi organlar kullanarak zorla uzaklaştırıldılar. Bunun sonucunda haklarından mahrum kaldılar.

Öyle ki; Kıbrıslı Türkler Kıbrıs Adası'nın toplam yüzölçümünün %3'lük bir bölümünde ablukaya alındılar. 11 yıl boyunca "Kızılay'dan yardım alan mülteciler" olarak yaşadılar. Günümüzde bile Kıbrıslı Rumlar adalet, meşruiyet ve ahlak kurallarını çiğneyerek Kıbrıs Hükümeti olarak işgal ve hegemonyaya devam ediyorlar.

Kıbrıslı Türklerin haklarının çiğnenmesi, siyasi haklarının inkarıyla sınırlı kalmadı. Aksine güven içerisinde yaşama, mülk edinme, dolaşım, yerleşim, eğitim, haberleşme ve iletişim hakları gibi ekonomik ve toplumsal haklarının da çiğnenmesi noktasına ulaştı.

Kıbrıslı Rumların 1962 yılında anayasal varlığa son vermeleri sonrasında her iki halk, kendine özgü yönetimlerini oluşturdu. 1962'de Kıbrıs Rum Yönetimi "Kıbrıs Cumhuriyeti" unvanını gasp ederek, hatta günümüze kadar gerek yasal bakımdan gerekse pratikte 1960 yılında ortak katılım esası üzerine kurulan Cumhuriyetle aynı olmamasına rağmen, kendisini "Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti" olarak sundu. Kıbrıs Türkleri ise hiçbir zaman bu yasa dışı iradeye boyun eğmedi.

Bununla birlikte uluslararası topluluk bu emrivaki yönetime iki toplum üzerindeki yasal Kıbrıs Hükümeti olarak sempati ile baktı. Uluslararası toplumun Kıbrıs'la ilgili uluslararası sözleşmeleri tam anlamıyla hiçe sayarak, günümüze kadar izlediği bu yanlış tutum, görüşmeler yoluyla soruna çözüm bulunması yolunda ana engeli oluşturuyor.

Kıbrıs Türklerinin sıkıntısı bununla da sınırlı değil.

Daha sonra Atina'da yönetimde bulunan çeteler ve Kıbrıs'taki işbirlikçilerinin "enosisi" gerçekleştirmek amacıyla düzenlediği askeri darbe yoluyla Kıbrıs'ı işgal etme çabasının sonrasında Türkiye 1974 yılında müdahale etti Türkiye müdahale etmeseydi, Kıbrıs Türkler tam bir soykırıma maruz kalacaktı.

1960 yılında imzalanan garantörlük anlaşmasının 4. Maddesi uyarınca, garantör ülke, askeri operasyon yapma hakkını saklı tutar. Şayet anlaşmalardan doğan durumun içten ve dıştan tehlikeye maruz kalması, başka bir deyişle katliam veya koordinasyonun devam etmemesi durumunda garantör, tek başına hareket edebilir.

Türkiye'nin bu gerekçeye dayanarak yaptığı yasal müdahaleyi, işgal olarak nitelendirmek tarihsel gerçeklere aykırıdır. Şu nokta çok açık;

Kıbrıs'a saldırı ve işgal Türkiye'den değil, Yunanistan'dan oldu. Türkiye'nin 1960 yılında imzalanan garantörlük sözleşmesinin öngördüğü hak ve yükümlülüklere uygun olarak yaptığı müdahale kesinlikle yasal.

Kıbrıs Rum tarafının eşitlik hakkını ve Türklerin benimsediği iki uluslu siyasi oluşuma dayalı ortaklığı kabul etmemesi ve buna saygı göstermemesi karşısında Kıbrıs Türk halkı idari ve siyasi aşamalardan geçerek bütün özelliklere sahip bir devlet içerisinde teşkilatlandı, egemenlik ve geleceğini belirlemeyle ilgili temel haklarını kullanarak 15 Kasım 1983 tarihinde bağımsız ve egemen devletini ilan etti.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, demokratik yolla seçilen bir parlamento, aktif bir hükümet, bağımsız yargı ve tam teşkilatlı bir devletin sahip olduğu bütün kurum ve özelliklere sahip. Türk müdahalesinin Adaya barış ve güvelik getirmesi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ilanına rağmen Kıbrıs Rum Yönetimi kendisinin Kıbrıs Hükümeti olarak sunmaya çaba harcıyor. Aynı zamanda şu ana kadar Yunanistan'dan yardım ve destek alarak, Kıbrıs Türk halkına karşı insanca olmayan ambargolar uyguluyor. Rum yönetimi, Kıbrıslı Türklerin dünyanın başka ülkeleriyle siyasi, toplumsal, kültürel ve sportif bağlar kurmasına engel oluyor.

Maalesef uluslararası toplum bugüne kadar Kıbrıs Türk halkının siyasi eşitliğini ve egemenlik haklarını kabul etmekten uzak bir şekilde, Kıbrıs Rum tarafının "Kıbrıs Hükümeti" adına sahtekarlığa devam etmesine izin veriyor.

Kıbrıs sorununun da, bu sorunun çözümünün de türü bakımından pek örneği yok. Bu konuda çözüm sağlanırsa, türünün ilk örneği olacak. Çözümden önce Kıbrıs, bütünüyle Avrupa Birliği üyesi olacaksa, herhangi bir kapsamlı çözüme ilişkin maddelerde, Avrupa Birliği'nin vaat ettiği şeylerde kesinlikle bir çıkış yolu bulması gerekiyor.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin sözlü notları Türk tarafının gerekçelere dayanan görüşlerinin tamamen göz ardı edildiği, Avrupa Birliği içerisindeki Yunan baskısıyla varlığını ve kimliğinin Rum Devleti içerisinde eriyebileceği sonucuna itti. Avrupa Birliği yaklaşık 250 milyon nüfuslu bir Hristiyan birliğidir.

Sert Hristiyanlık dalgalarına karşı bir kalkan oluşturan Türkiye AB'ye üye almadan Kıbrıs Rum tarafı Adayı silip süpürecek ve Türk-Müslüman kimliğini korumak isteyen 200.000 Müslüman Türkü yok edecek.

Adanın her biri kendi egemenliğini benimsemiş iki bağımsız devletten oluştuğunu ve herhangi birinin diğerini veya Adanın tamamını temsil hakkı veya yetkisinin bulunmadığını öngören yeni kriterleri kabul etmekten başka çare yok.

Bu nedenle, barışın önündeki yolu açmak amacıyla görüşmelerde ilerlemeye götürecek yeni ve gerçekçi bir çözüme başvurmak en iyisi olacak. Gerçek, Kıbrıs'ta iki devlet olduğunu göstermekte olup, bu konu tartışma götürmez. Fiili eşitlik esası üzerinde görüşmelere başlamak için, bu gerçeğin kabul edilmesi gerekiyor.
Kıbrıs Türk tarafının bakış açısı, uzlaşıya varılması durumunda, her iki tarafın da ortaklığın bir parçası olan görev ve imtiyaz haklarını yerine getirdiği, iki egemen devletin ortaklığı üzerinde bir oluşumu öngörmektedir.Yeni ortaklıkta, ulusal iki yapı üzerine, tek bir uluslararası kimlik bulunacak.
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Çözüm beklentisi nafiledir. Çünkü onlar çoktan rasyonel tartışma zemininden uzaklaşmış, kendi görüşlerine kutsal bir değer atfetmeye başlamışlardır. Vatan sevgisi tekellerindedir ve kimse bunu sorgulama hakkına sahip değildir. Gerçekle bağlarını çoktan kopardıkları için hayal âleminde kahramanlıklarını sürdürürler. Fazla dikkate alan olmasa da onlar usanmadan her sabah bir başka düşmana karşı sefer düzenler, yalancı fetih naralarıyla atıp keserler. Birgün nefesleri soluk almaya yetmeyecek.
 

Nesloş

Dost Üyeler
Katılım
13 Mar 2008
Mesajlar
5
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Türkiye
Üzüntümüz odur ki; Kıbrıs'ta "Kıbrıslı" kimliğine bürünmüş ve birleşmeyi isteyen kesimlerin sayıca hayli fazla olması ve Türkiye ile değil Rumla birleşmeyi tercih etmesidir...
 
Üst