Kıbrıs'ta Türk İdaresi

20Temmuz

Alpagut Han
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
838
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Beşparmaklar
Çok seneler önce, lise sıralarındayken bir felsefe hocamızın "insan işlediği hatayı tekrar eden hayvandır" dediğini hatırlarım. Bunu üstelik ünlü bir Yunan filozofu söylemişti. Çok tecrübeli, çok düşünen kimselerin söyledikleri sözlere, hikmetlere acaba kendi cinslerinden olanlar hiç itibar etmezler mi? Pek tabiî olarak, eski grekler ile bugün onların soyundan geldikleri iddia ve gururu içinde olanlar arasında, isim benzerliği ve aynı vatanda oturmaları dışında, pek de münasebet yoktur. Bu kanaat, geçen yüzyılda Yunan İstiklâl hareketini destekledikten sonra, üstelik bir de kendilerinden kıral seçtirmenin sevinciyle Yunanistan'a gelip de, sonradan gördükleri besle kargayı, oysun gözünü misali ihanetler karşısında ve büyük bir hayâl kırıklığı içerisinde hatıralarını yazan bir çok meşhur Alman eli kalem tutarının paylaştıkları bir husustur. Eski grek medeniyetinin beşiklerinden birisi olan Mora halkının çeşitli tarihlerde Slav ve Arnavut göçleri sonucu, eski ırkî özelliklerini kaybettiklerini, durumun yeni devletin diğer kesimlerindeki halk için de aynı olduğunu belirtirler. Bununla beraber, Batı âlemi, kendi medeniyetinin temellerinden birisinin grek medeniyeti olduğunu bildiğinden, kısa zamanda bu tür tecrübelerini unuturlar. Avrupa, Yunanistan'ın daima destekçisi olur. Osmanlı Devleti'nin zaafından, başında bulunan türlü iç ve dış dertler arasında bunalımından, devlet adamlarının her devirde görüldüğü gibi diğer dünya milletlerini iyi tanımamalarından faydalanırlar.

Bir bakarsınız, 1897'de olduğu gibi, Osmanlı Devleti harple bir haftada hakkından geldiği Yunan Devleti'ne karşın masa başında kayıplı çıkar. Kendi milletini de tanımayan, onun manevi gücünü bilmeyen kimseler, elbette büyük denilen, aslında manen çok küçük devletleri de bilmezler, onların devlet adamlarının cakasına, blöflerine, şantajlarına aldanırlar. Bu zihniyet 1918 sonrasında az daha Anadolu'yu bütünüyle yabancı boyunduruğuna sokmuyor muydu?

Aslında Yunanistan'a yapılan da dostluk mudur? Doymak bilmeyen ihtiraslara, başka devletlerin, komşularının aleyhine hayalperestliğe gem vurmak gerekmez mi? Lâkin, gerekenin aksi yapılır, daima siyasette. Birinci Dünya Savaşı'ndan Osmanlı İmparatorluğu yenik çıkınca fırsat zuhur etmiştir. Yunanlılar Kıbrıs'ı, oniki Ada'yı, Batı Trakya'yı, Batı Anadolu'yu, İstanbul'u, hatta Anadolu'nun kuzey tayflarını istemeğe başlarlar. Bu kadarla da kalsa, iyidir. İznik Rum metropoliti Vassilios "geride tek ferdi kalmamacasına Türklerin tamamiyla yok edilmesini" ister. Bu isteklerle ilgili raporlar İngiliz arşivlerinde bulunmakta olup, Gotthard Jaschke'nin Türk Kurtuluş Savaşı İle ilgili İngiliz belgeleri" (Ankara 1971) adlı kitabında da onlardan alınan bir çok - yukarıdaki gibi ilginç- parçalar sergilenmektedir. Hiç şüphe yok, aydınlarımız tahsilleri sırasında birçok mütarekelerin veya anlaşmaların maddelerini veya tarihlerini ezberlemek yerine, komşularının ve diğer milletlerin kendileri hakkında gerçekte ne düşündüklerini öğrenmiş ve benimsemiş olsalar, sonradan aynı denizin iki yanındaki kardeşlerin dost mu, düşman mı olabileceklerini daha isabetli bir şekilde değerlendirirler, hem de vaktinde ve hiç de üzüntüye, pişmanlığa mahal kalmadan...

İstiklâl Savaşı sırasında Anadolu'da ne ilerlemeleri, ne de yaptıkları vahşet batı komşumuzun yanına kâr kalmamıştır. Lâkin İkinci Dünya Harbi sonunda Oniki Adalar'a kavuşmuşlar, bir müddet sonra da yine bir kara cübbeli, kara sakallı, iğrenç yüzlü, din adamı kisvesindeki politikacıları vasıtası ve yine adı iyi siyaset bilire çıkmış dostlarının desteği ile Kıbrıs'a el atmışlardır. 1963 ve 1967 tarihlerinde Kıbrıs Rumlarının Türklere karşı giriştikleri imha ve katil teşebbüsü, son olaylar sırasında, artık günlük gazetelerin bile konusu olan işkenceler, Türklere uygulanan alçakça hareketler ile 1918 - 19'da iznik Rum Metropoliti Vassilios'un sözleri arasında ne fark vardır? Bu girişimler kiliselerde din adamları ve okullarda öğretmenler vasıtası ile Yunan gençliğine aşılanan bu iğrenç, bu barbar fikrin tatbikatı değil midir? Kıbrıs Rumları Türkleri sade öldürmekle de kalmamakta, onları göçe, açlığa, sefalete zorlamakta, camilerini yıkmakta veya onları insana yakışmayacak biri şekilde kullanmaktadırlar. Bunların misalleri her Yunan idaresindeki Türk yurdunda görülür. Girne'de Türk askerlerine su veren bir İngiliz karı - kocanın başına gelenler henüz kaç günlük konudur? Üstelik İngilizler onların akıl hocaları, koruyucuları değil midir?

Bunları anlatmaktan maksadımızı Yunanlıların işledikleri hatalar yüzünden, aşırı hayalcilikleri, belki de "el malı ile gerdeğe girilmez" atasözünü bilmemeleri yüzünden, başkalarına çok güvenerek şuursuzca insanlık dışı davranışlara girişmeleri, nihayet taşan sabır neticesinde uğradıkları felâketlerden ders alamayacak yaradılışta olduklarına işaret etmek içindir.

Tarihin hiç bir döneminde Yunanistan'ın idaresine girmemiş olan Kıbrıs'ın Türkiye ile ilişkileri ise çok yönlü ve derindir. Ada gerek yakınlık bakımından, gerekse coğrafî, tarihi, ekonomik bağlantıları cihetinden Anadolu'ya sıkı - sıkıya kenetlenmiştir. Milliyetçi, örnek insan Prof. Cemal Alagöz'ün, Türk Heyeti'nin| bir temsilcisi olarak katıldığı 1969 da Lefkoşa'da toplanan l. Milletlerarası Kıbrıs Araştırmaları Kongresi'nde, Rumları kızdırmak için şaka yollu, fakat büyük bir heyecanla söylediği ve o andaki gergin havanın da yatışmasına sebep olduğu gibi, adanın biçimi de manidardır. Yalnız işaret parmağı açık olan (Karpas yarımadası) bir yumruk şeklinde olup, açık parmak İskenderun Körfezini, göstermektedir.

Osmanlı - Türklerinin Kıbrıs seferi 1570-71 senelerine tesadüf eder. O tarihte ada Venediklilerin elinde olup, bir korsan yatağıdır. İstanbul -İskenderiye deniz yolu üzerinde bulunduğundan Türk ticaret gemilerine baskınlar, vurgunlar yapılmakta, zarar verilmektedir. Bunlara, daha bazı başka etkenlerin katılması sonucu, Sultan II. Selim'in hocası Lala Mustafa Paşa bu sefere serdar tayin edilir. Osmanlı donanması 16 Mayıs 1570 Pazartesi sabahı Kurban Bayramı namazı kılındıktan sonra, Beşiktaş önlerinden demir alır, gece, Yedikule açıklarında geçirilir, ertesi sabah saat dörtte Marmara'ya açılır. 30 Haziran'da Finike'ye, 2 Temmuz'da da Limasol'a gelinir. Kale halkı kaçmıştır, bir kısım asker karaya çıkar. O gece orada yatan donanma, ertesi günü Tuzla'ya gelir ve 4 Temmuz'da da karaya asker ve toplar çıkartılır. Hedef Lefkoşa kale ve şehrinin zaptıdır. Bir aylık bir kuşatma ve muharebeden sonra, 9 Eylül (ne tesadüf) 1570'de sabah namazını iki saat geçe kale feth edilir, Avlonya sancakbeyi Muzaffer Paşa Kıbrıs Beylerbeyliğine tayin olunur. Bu muhasara sırasında gece gündüz siperden ayrılmayıp harp eden, "baş kesüb, dil (esir) alan" kahramanlara timarlar verilir, bunlardan çok üstün yararlığı görülen bazıları da çeşitli askerî - idarî görevlere atanırlar. Adanın Magosa hariç, diğer kesimleri kolaylıkla alınır. Lâkin, onun teslim olması 1 Ağustos 1571'i bulur.

Bu sefere ait bir Harp günlüğü'n-de Osmanlı - Türklerinin savaşta bile yerli halka karşı davranışlarının ne kadar yüce olduğunun delili olan belgeler vardır. Meselâ, Girne halkı kalelerinin tesliminden sonra Osmanlı idaresine tam bir itaat gösterdiklerinden bir kaç yıl için bir kısım vergilerinden muaf tutulurlar. Yine, bir başka belgeden Limasol halkının Osmanlı idaresine bir ayrı müracaatı öğrenilir. Bu şehrin, Lefkoşe ve Baf'a ikişer konak mesafede ve uzak olduğundan daha yakın bir yerde pazar kurulması istenmekte, halka kolaylık sağlamayı kendisine rehber ve düstur edinen Türk idaresi de bu isteği yerine getirmektedir.

Magosa'nın muhasarası sırasında da çok ilgi çekici olaylara rastlanmaktadır. Venedik'ten Türklere karşı harp etmek için getirilen bir kısım asilzadeler, kaleden kaçarak gelir, islâmiyeti kabul eder, Türk hizmetine girerler. Bu davranışlarının sebebi korku mudur, yoksa Türklere döğüşürken bile mertlik ve faziletten ayrılmadıkları için duydukları hayranlıktan mıdır? Onları bu defa gerçekten tanıdıklarından mıdır?

Magosa kumandanı Antonio Bragadino'nun, kalenin tesliminden sonra ele geçtiğinde derisinin yüzülerek içine saman doldurulması, şehirde dolaştırılması daima aleyhimize batının bir istismar konusudur. Lakin batılılar hiçbir zaman onun Türk esirlere, hatta kendisine elçilikle, anlaşmak üzere giden erlere ne yaptığını hatırlamak, düşünmek istemezler. Halbuki her iki olay da yan yana yazılmaktadır. İşin gerçeği Türkleri işkence ile öldürmek batıda âdi, olağan, suç sayılmayan hareketlerdir. Daha on sene önce küçük bebeklerin Kıbrıslı Rumlar tarafından feci şekilde öldürülmesi Batıda kimin kılını kıpırdatmıştır. Bu son Türk Barış Harekâtından önce ada rumlarının Türklere karşı tatbike koyuldukları vahşice muameleleri hangi güç önlemek istemiştir?

Türklerin adanın fethinden sonra en büyük çabası buranın bayındır bir hale getirilmesi, Türklerin adaya yerleştirilmeleri meselelerinde olmuştur. Hemen cami ve mescid gibi dinî müesseselerin adanın her tarafında yapılmasına başlanmış. Kalelerin tamiri için Bostan adlı bir mimar gönderilmiştir. Yine aynı yılda Lefkoşa'da müslüman halkın bir bit-pazarına ihtiyaçları olunca, yeni yapılan birçok dükkân bu işe tahsis edilmişlerdir. Yine aynı tarihlerde hamam, kütüphane, Büyük Han, sonra da Kumarcılar Hanı yapılmış. Aynı yüzyıl sonlarına doğru, yani Lefkoşe'nin fethinden on beş - yirmi yıl kadar sonra bir mevlevihâne inşa ettirilmiştir. Sonradan birçok değişikliklere uğrayan bu bina hâlen Türk Müzesi olarak kullanılmaktadır. Bu müzede saklanmakta olan Şerife Defterleri (Eski mahkeme defterleri) nde kadıların teb'a arasında din farkı gözetmediklerinin birçok belgeleri j vardır. Kıbrıs Türk Tarih Kurumu Başkanı Sayın Vergi Bedevi'nin bu husustaki bir araştırması, yukarıda bahsolunan kongrede tebliğ olarak okunmuş, sonra da Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından aynı kongreye sunulan Türk tebliğleri ile, birlikte 1971'de bastırılmıştır.

Aynı kongrede Yunanlıların asılsız bir iddiaları vardır: Kıbrıs Türklerinin, asla Türk olmayıp, sonradan; müslüman olup Türkleşmiş adanın yerli halkı olduğu hususu. Halbuki Kıbrıs'ta yerli halktan islâm dinine girenlerin sayısı çok azdır. Adanın Hristiyan yerli halkı Venedik idaresinden memnun olmadıklarından bir çok kaleleri Türklere teslim etmişler, Venedik idaresi zamanında başka ülkelere göç etmek zorunda kalanlardan bir kısmı, geri dönmüşler, fakat her yönü ile hoşgörü içerisinde hayatlarını sürdürmüşlerdir. Osmanlı idaresi, vaktiyle Balkanlarda veya imparatorluğun başka vilâyetlerinde yapıldığı gibi, adaya Türk nüfusun yerleşmesi için teşvikte bulunmuştur. 1572 senesinde adanın muhtelif yerlerinde bulunan çeşitli sınıflara mensup sayıları 4000'e yaklaşan askerlerin ailelerini getirmeleri sağlanmış, bunlardan adada yerleşmek isteyenlere kolaylıklar sağlanmıştır. Aynı metod memurlar için de uygulanmıştır. Askerlerden bekâr olup, evlenmek isteyenlere Anadolu'dan gelin getirilmiştir. Bununla beraber esas Türk yerleşmesi Karaman, Beyşehir, Ürgüp, Niğde, Aksaray, Akşehir gibi Orta şehirlerinden aileler getirilerek Kıbrıs'ta çeşitli yerlere yerleştirilmişlerdir. Gerek bu yerleşmeler, gerek yerleştirilen türlü meslek mensubu halkın adedi, özellikleri Sayın Prof. Dr. Cengiz Orhonlu'nun l. Milletlerarası Kıbrıs Araştırmaları Kongresi'ne sunduğu çok mükemmel bir bildirisinin konusunu teşkil etmiştir. Bu bildiri de diğerleri ile birlikte yayımlanmıştır.

Bugün Kıbrıs adasında yaşayan Türk nüfusunun rumlara nazaran daha az olması çeşitli sebeplere, Kıbrıs'tan Türkiye'ye veya başka ülkelere Türk göçlerine bağlıdır. İngiltere idaresinde bir Türk ailesi ile bir rum ailesinin aynı şartlar içerisinde bulunabilecekleri düşünülebilir mi? Aralarında dinî ve kültür bağları bulunan toplulukların bir arada yaşamaları daha kolaydır, kaynaşmaları da mümkündür.

Kıbrıs Türkünün başına gelen, daha önce Batı Trakya Türkünün de başına gelmiştir. Lozan muahedesinden sonra güvenlikleri Yunanistan tarafından garanti edilen soydaşlarımız, çoğunlukla her şeylerini orada terk bahasına, güvenliği, can emniyetini kaçıp Türkiye'ye sığınmakta bulmuşlardır. Bugün aramızda zaman zaman son servetleri canlarını kurtarabilmek için Türkiye'ye sığınan kardeşlerimizi kınayanlar vardır. Oralarda kalıp direnmiyorlar, diye. Atasözleri milletler için en kestirme, en kesin hayat tecrübelerinin ifadesidirler. "Tok, açın halinden anlamaz", "ya sayı saymasını bilmiyor, ya dayak yememiş" gibilerinin üzerinde uzun uzun düşünmek ve yorumlamak, Kıbrıs'taki, Batı Trakya'daki Türklerin halini anlamak için faydalıdır.

Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) Sakarya muharebelerinden sonra Mehmetçiği şöyle över : "Dünyanın hiç bir tarafında ve ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir". Gerçekten de Mehmetçik, zaferleri ile, eşsiz fedakârlık ve feragati ile yüce bir milletin tarihini yazmıştır. Ama o bununla da kalmamış, kendi zaferlerinin de ayrıca destanını yazmıştır.

"Düşman girmiş yurdumuza,
Koştuk, geldik, vurmak için,
Siper kazdık o domuza
Karşı pusu kurmak için..
Kaçışıyor, işte bakın
Yıldı kâfir, döndü geri.
Kaçışıyor akın akın
Kovalıyor, TÜRK ASKERİ."

Yukarıdaki kıtalar Sakarya'da Mehmetçiğin yazdığı destandan alınmıştır. Kıbrıs'ta ilerleyen Mehmetçiğin önünden rumların silâhlarını , hatta tanklarını bile bırakarak kaçtıklarını okuyoruz. O, yine yeni bir tarih yazıyor. Belki yine zaferlerinin destanının yazanı da vardır.

Mehmetçik bugün Kıbrıs'ta Hak ve hak yolunda yine savaşmakta, adayı şehitlerinin, gazilerinin taze kanları ile bezemektedir.


Töre / 1974/ Prof. Dr. NEJAT GÖYÜNÇ​
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Kıbrıs'taki TÜRK İDARESİ hakkında, bizimle paylaştığınız bu güzel yazı için, size çok teşekkür ediyorum kardeşim.:)
 

BAHAR

Dost Üyeler
Katılım
2 May 2008
Mesajlar
841
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
istanbul
Ellerine emeğine sağlık togancım harika bi anlatım olmuş..Bizlerde kıbrıs türklerinin yanında olmaktan gurur duyuyoruz Tanrım onları korusun yar olsun...
 
Üst