Kırmızı Çizgiyi Pembeleştirenler

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Kırmızı Çizgiyi Pembeleştirenler

lko.jpg

Sorunlara karşı en kolay çözüm stratejisi varolan sorunun lehinde karar almaktadır. Bu karar irade zayıflığının da bir göstergesidir. İşte buna uygun bir çözüm stratejisi, 11 Mart 1913 tarihinde Sadrazam Mahmut Şevket Paşa tarafından Osmanlı toprakları üzerinde uygulanmış: “Kuveyt ve Katar gibi çölden ibaret iki kaza yüzünden, İngiltere ile ihtilaf çıkarmayınız. Bu ehemmiyetsiz topraklardan ne gibi faydamız olabilir. Kuveyt ve Katar'ı, İngiltere'ye bırakmaya ve zengin Irak Vilayetimizle uğraşmaya karar verdim”. Aynı tarihlerde Amerikalı Amiral Bristol: "şimdi, Kürdistan'ın ünlü petrol yatakları nedeniyle, yabancı entrikalar başladığı için, kuşkusuz, ciddî sorunlar çıkabilir. İngilizler, her halde, Kürdistan'ı denetimleri altına alabilmek için, Kürtleri Türklere karşı kullanmak isteyeceklerdir".Dönemin İngiltere Donanma Bakanı Churchill, 17 Temmuz 1913 tarihinde şu konuşmayı yapıyor: “bizim nihaî politikamız, donanmamızın akaryakıt ihtiyacını karşılamada, bu maddenin bağımsız üreticisi ve petrol sahalarının sahibi olmaktır” (1).Petrol kaynaklarına sahip olma yarışı, İngiltere, Almanya, Rusya, ABD ve Fransa’nın Osmanlı’yı etkileme ve Ortadoğu üzerindeki politikalarına uygun yönlendirme stratejisi üzerine kuruldu. Petrol alanlarına sahip olma hırsının en belirgin olduğu 1900’lerin başında İngiliz D’Arcay Co. şirketi Osmanlılarla müzakereye oturmuştu. Amerika tabiki yarışta geride kalmak istemiyordu ve Roosevelt’in 1908’de Amiral Chester’i özel elçi olarak İstanbul’a göndermesi konuya verilen önemi gösteriyordu. Aynı dönemde Fransız bilim adamları ve özellikle J.de Morgan, Qesrê Şirin’in arkasında kalan zengin “Kerkük Xaneqin-Şaxi Kuweyxe” petrol hattının sınırlarını belirlemeyi başardı. Morgan, bu hattın uzunluğunun yaklaşık 300 km’yi bulduğunu hesapladı. Almanlar ise Bağdat Demiryolu’nun her iki yanında 20 kilometrelik şerit içinde kalan petrol yataklarını kullanmaya ilişkin bir imtiyaz elde ettiler... (2) Osmanlı’nın Ortadoğu hakimiyeti 1900’lerin başından itibaren tamamen yabancı devletlerin şirketleri lehine sonuçlanmıştı. Osmanlı topraklarındaki tüm maden alanlarının haritası çıkarılmıştı. Mücadele maden yağması üzerine şekilleniyordu. Osmanlı’nın paylaşım tasarılarında madenler üzerindeki bölüşüm mücadelesi masa başında keskin tartışmalara neden oluyordu.Emperyalist devletler Osmanlı’nın sadece Ortadoğu bölümü ile ilgilenmiyor, Anadolu coğrafyasındaki zengin maden yatakları üzerinde imtiyazlar da elde ediyorladı. Araştırmacı yazar Mustafa Çınkı’nın Rant Lordları kitabından bir bölümle konunun vehametini hep birlikte görelim:“Osmanlı’nın kayıtlarında; sadece krom madenleri ile ilgili olarak Ege ve Akdeniz bölgelerinde 1882 yılından 1922 yılına kadar toplam 35 imtiyaz verildiği anlaşılmaktadır. Bu imtiyazların 20 si yabancı ve zimmi Türk tebasınındır. İmtiyazlar sürekli tedavül etmiş, İngilizlerin ve zimmi Türk tebasının elinde toplanmıştır. İngiliz Jon Peterson, Cevahirci Elize Leokniakaidi, Yazıcı Yuvanaki ve Şişmanoğlu Kosti, İngiliz M.Duglas ve Ernest Pterson, Dimitraki Meziki, Yorgaki ve Dimitri efendiler, Kozmanoğlu Yovan, Yani Levizidi, Hacı Likona Levizidi, M.Kangliari kerimesi Sevasti ve Filoya, Hirelambos Pavlidi, Lazari Lazaridi, Madam Lüsyen, İngiliz Stanley Peterson, İngiliz Chalton Venil... Ege ve Akdeniz bölgelerinin kromlarını İzmir-Aydın demiryolu üzerinden Avrupa’ya aktarmışlardır.” (3)Osmanlı İmparatorluğunun zengin maden kaynaklarının, petrol alanlarının haritası ile Sevr haritası üst üste getirildiğinde açıkça görülecektir ki, Osmanlı 1800’lerin ortalarından itibaren Batılı emperyalistlerin açıkça maden yağmasına maruz kalmıştır. Basiretsiz yöneticilerin “İngilizlerle uğraşılmaz, toprakların bir bölümünü verelim” anlayışı ile sorunu yaratanların lehinde çözüm yoluna gidilmiş ve Osmanlı 1900’lerin başında tamamen Batı’ya teslim olmuştur. Osmanlı’nın yıkılması ve Türk Kurtuluş Savaşı ile verilen mücadelede yeni bir milli devlet doğmuştur. Mustafa Kemal’in önderliğinde siyasette, ekonomide tam bağımsız politika izleyen Kemalist Türkiye Cumhuriyeti bölgedeki emperyalist oyunları bozmuş ve tarihin seyrini değiştirmiştir. 1938 yılının 10 Kasım gününden sonra emperyalist ülkelerin Türkiye’ye dönük sözde dostça yaklaşımları kısa sürede yeni ekonomik ve siyasi işgalin başlamasına neden olmuştur. Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde sürekli sorun yaratma stratejisini uygulayan, ayrılıkçı hareketleri destekleyen batılı emperyalistler yapay bir kürt devleti yaratmak için uğraş vermişlerdir. 1990’ların başında Irak’ın ABD ve AB koalisyon güçleri tarafından saldırıya uğraması sonucunda Türkiye’nin güneyinde konuşlanan “Çekiç Güç” ün bölgede yaptıkları gözlerden kaçmaktadır. Çekiç Güç ile bölgeye yerleşen 80’i aşkın -NGO denilen- yabancı istihbarat servislerinin faaliyetlerini yürüttüğü bir takım sivil toplum örgütleri Türkiye tarafından denetlenmemektedir. Çekiç Güç ile ilgili TBMM’deki tartışmalardan kısa bir bölüme bakalım: “...Türkiye bir oldu bittiyle mi karşı karşıya bırakılmak isteniyor? Türkiye'nin, Irak'ın toprak bütünlüğüne yönelik politikasına, Çekiç Güç'ün, ters düşen faaliyetleri mi vardır? Türkiye'nin bağımsızlığı açısından, Anayasamızın 6 ncı maddesinde yer alan ve hepimizin, üzerinde titizlikle durduğumuz, üzerine yemin ettiğimiz bağımsızlık konusu, gerçekten, Çekiç Güç'le birlikte tahlil edilmiş midir? Çekiç Güç, neden Kuzey Irak'ta, sadece Kürtleri korumak iddiasındadır da, niçin Türkmenleri koruma savaşında değildir? Çekiç Güç, Türk Hükümetinin iradesiyle mi, yoksa, Batılıların dayatması sonucu mu Türkiye'de kalabiliyor? Çekiç Güç'ün, bölgede, varlığını haklı gösterecek bir hukukî dayanak var mıdır?...” (4)1996 yılında Çekiç Güç’ün varlığı ile ilgili tartışmalar süreci ve sonrasında Türkiye 28 Şubat 1997 tarihindeki MGK Kararları ve sonrasında yeni hükümet döneminde Doğu ve Güneydoğu’da olan bitenlerle ilgilenme şansını bulamamıştır. Türkiye’de laiklik ve irtica tehlikesi tartışılırken gözden kaçan konu: “KDP ve KYP’nin 1996 sonunda birbirleri ile girdikleri kıyasıya çatışma ortamı 2 yıl gibi sürede aniden bitmiş ve Kürdistan’ı kurmak üzere ABD’ne görüşme yapmak üzere gitmişlerdir.” Erbakan-Çiller hükümetinin yıkılması sonrasında 1998’de iş başına gelen Mesut Yılmaz hükümeti döneminde olan bitenlere yine Meclis tutanaklarından izleyelim: “...HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - Hürriyet Gazetesinden öğreniyoruz ki, Sayın Başbakanın Amerika gezisinde programı öyle çok fazla yoğun değil. Deniliyor ki: "Geçmişte Özal'ın, Demirel'in ve Çiller'in Birleşmiş Milletler dönem toplantılarını izleyen gazeteciler açısından Yılmaz'ın programı tam anlamıyla boşluklarla doluydu." Bir İsrail Başbakanı ve bir de Afganistan Başbakanıyla yapılan konuşmalardan bahsediliyor ve gazetecilerin vakitlerini geçirmek için Japon lokantalarını ve bazı yerleri dolaştıklarından bahsediliyor.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) - Ne alakası var?!
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - Şu alakası var: Bakın, Talabani ve Barzani Amerika'da... Kuzey Irak'ta bir Kürt devletinin imzası atılıyor; bizim Başbakanımıza bir bilgi verilmiyor; bizim Başbakanımızla görüşmek zorunluluğu hissetmiyor Amerika. Bu "Türkiye, sen, artık Kuzey Irak'a karışamazsın" demektir. İşte bu, Türkiye için büyük bir zaaftır; çünkü, Kuzey Irak bizim için çok önemlidir.
Şimdi "ne alakası var" diyorsunuz; aylar önce, İtalya'ya kaçan göçmenler, mülteciler vardı, gemilerde yakalandılar. İşte, o hareketin sonunda, İtalyan Parlamentosunda sözde Kürt parlamentosu toplandı. Bu olayları birbirine bağlayarak değerlendirmemiz lazım. "Ne alakası var" dersek, olaylar kesinlikle birbirine bağlanamaz. Bütün bu olayların içerisinde, biz, kendi egemenliğini sağlayamayan Saddam'dan umut arıyoruz, Saddam'dan medet arıyoruz; ona elçiler gönderiyoruz; acaba olayları nasıl toparlarız diye, ona, tekrar bir elçilik açıyoruz...” (5)
2000 yılı TBMM’de Keşif Güç’ün uzatılması görüşmeleri için söz alan Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya ABD seçimleri öncesinde başkan adaylarının Irak dış politika açılımlarını net olarak ifade ediyordu: “...Bugün, Amerika Birleşik Devletlerinin lider adaylar Al Gore ve Bush çeşitli demeçlerinde şunu söylemektedirler: "Biz, Irak'ı üçe bölmek istiyoruz. Güneyde Şiî devleti, ortada, Sünnî bugünkü Saddam rejimi, kuzeyde de bir Kürdistan yaratmak istiyoruz." Bunun yaratılması Türkiye için çok pahalı mal olacaktır. Türkiye, bu konuda, mutlaka üzerine düşeni yapmalıdır.
Değerli arkadaşlar, Çekiç Güç on yıldır devam ediyor, ambargo on yıldır devam ediyor. Bu Meclis, on yıl daha buna müsaade etmemeli...” (6)
Aradan geçen sürede kimsenin bir önlem düşünmediği, bölgeye ilişkin net bir politika üretemediği süreçte Türkiye bekle-gör politikası ile olayların ardından tepki vermeye devam ediyordu. Kırmızı çizgileri geçirmeyiz söylemi giderek pembeleşiyordu.
TBMM’de Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya 2001 yılında şu sözleri sarfedecekti:
“...Güneydoğuda, özellikle, Kuzey Irak'ta bugün bir kürdistan kuruluyor değerli arkadaşlar ve bu kürdistan, önümüzdeki yüzyıl içerisinde Türkiye'yi perişan edecektir. Hayalleri bırakalım, Kuzey Irak'ta Türkmenlere yer yok, başka unsurlara yer yok; başka bir ülkenin güdümünde, bir Ermenistan gibi, bağrımıza güneyden bir hançer saplayacaklar. Bunun hesabını kitabını mutlaka yapmak lazım. Çekiç Güç'ün süresinin uzatılmasının Türkiye'ye hiçbir faydası yok; oradaki bu oluşuma, yeni devletin orada yaşamasına ve tesis edilmesine önayak olmaktadır.
Güneydoğuda tarım bitti, sanayi bitti, çiftçilik bitti, en son, orada, tütün ziraatı yapılıyordu, Tütün Yasasıyla, güneydoğuda, tütüncülük de bitti. Üç yıl önce, Birecik'te, Urfa'da, çeşitli yerlerde fıstığın fiyatı 5 dolardı, bugün 1 dolara düşmüş. Her şey bitti güneydoğuda değerli arkadaşlar...”
TBMM’de geçen tüm tartışmalar ve kurulan kukla devletin adım adım kurulduğu gerçeğini birçok milletvekili belirtilmesine rağmen dönemin hükümetleri hiçbir şekilde bölgede etkin ve kapsamlı bir çözüm bulamıyordu. İktidar partisi ve milletvekilleri gün geçtikçe ABD ve AB ağzıyla konuşmaya devam ediyorlardı. Muhalif olanlar ise tartışmayı mücadeleyi bırakmış usançla gazete,televizyonlarda ulusal bütünlüğümüze dönük saldırıları sadece kınamakla yetiniyorlardı. Hatay Milletvekili Mehmet Şandır’ın 2002 yılında yaptığı konuşmadan kısa bir bölüme bakalım:
“...İsveç'te yayımlanan bir gazetenin turizm ilavesinde, Türkiye'nin bir bölgesinin Kürdistan olarak gösterilmiş olmasını nefretle ve lanetle kınıyoruz...” (8)
2003 yılında AKP Milletvekili Yaşar Yakış’ın konuşması adeta bölgedeki Kürdistan’ın kabulü anlamına gelecek sözleri içeriyordu:
“...The Times Gazetesindeki makalede şöyle deniliyor:
"Kuzey Irak'taki Kürtlere gelince. Onlar, uçuşa yasak bölge uygulaması sayesinde kazandıkları egemenliğin ellerinden alınmasına izin vermeyeceklerdir. Bugüne kadar birçok Kürt bağımsızlık hayalleri kurdu ve şimdi bu hayal hiç olmadığı kadar yakın görünüyor. Kuşkucular, Amerika'nın ikinci İsrail'i olacak bir Kürdistan'dan söz etmeye başladılar bile. Bağdat'ta ulusal birlik ve beraberliğe yönelik belirgin bir özlem duyanlar mevcuttur; fakat, bugün, ufukta böyle bir birliğe dair en ufak bir işaret yok."
Diyebilirsiniz ki, bu, bir köşe yazarının görüşü, evet gerçekten bir köşe yazarının görüşü; ama, bu köşe yazarı gibi düşünen çok sayıda insanın da bulunduğu bilmemiz lazım...”
“...Türkiye, bu istikrarsızlık ihtimalini düşünerek şimdiki dengeli politikasını sürdürmelidir...” (9)
Türkiye’nin kırmızı çizgileri üzerinden ABD’nin desteği ile Barzani ve Talabani çizmeleri geçmiş, bir dönem Türkiye’nin verdiği pasaport ile seyahat edebilen aşiret liderleri Kürdistan için Batı’dan büyük destek görmüş ve Türkiye’ye meydan okuyacak cesareti göstermişlerdir. Öyle ki, 4 Temmuz 2003’te Irak’ın Süleymaniye kentinde 11 subay ve astsubayımızın kürt peşmerge destekli Amerikan kuvvetlerince başlarına çuval geçirilerek onur kırıcı bir şekilde tutuklanmaları Türkiye’ye verilen en açık tehditin göstergesidir. Aşiret liderlerinin ABD’den aldığı cesaretle TSK’ye karşı küstahça tehdit mesajları göndermeleri, Türkmen yerleşim bölgelerinde demografik yapıyı değiştirecek uygulamaları ( tapu ve nüfus direlerinin yağmalamaları) Türk politikasının bölgedeki iflasını belgelemekteydi.
Türkiye’nin Irak politikası iflas ederken büyük şehirlerinde de Kürdistan bağımsızlığı için yürüyüşler, gösteriler serbestçe yapılıyor ve kimse bu olaylara karşın dur dahi diyemiyordu. 2005 yılı TBMM’de Deniz Baykal’ın konuyla ilgili görüşlerinin bir bölümüne bakalım:
“...Değerli arkadaşlarım, bakın, iki gün önce Fransız Televizyonu Türkiye'yi güya methediyor. Türkiye'ye düşmanca bir anlayış içerisinde olmadığı anlaşılıyor. Bizim Kültür Bakanlığı da büyük katkı vermiş, destek vermiş, Kültür Bakanlığının katkısıyla yapıyor. Türkiye'nin yarısı Kürdistan diye koparılmış, ayrılmış. Bu ne bu?!. Bu, terörü olağanlaştırmak, terörü meşrulaştırmak, terörün amacını olağanlaştırmak, terörün amacını meşrulaştırmak.
Şimdi, buna, bilerek bilmeyerek alet olanlar var, katkı verenler var; Türkiye siyaseti böyle gidiyor.
Şimdi, terör örgütüyle doğrudan bağlantılı yığınla insan var Türkiye'de. İstanbul'da bir toplantı oluyor, 5 000 kişi katılıyor. O 5 000 kişi, kim bunlar?! Ellerindeki pankartlar belli, söylenilenler belli, anlayış belli… Yani, Türkiye o 5 000 kişiyi belirleyemiyor mu?! Bu, bir gün oluyor, iki gün oluyor, üç gün oluyor, boyuna oluyor… Bir olay oluyor, arkasından dükkânlar, vitrinler taşlanıyor, bankamatikler perişan ediliyor, arabalar tahrip ediliyor, bombalar patlıyor, bitiyor. Sonra?.. Sonrası yok; bekliyoruz ikinci bir defa daha olsun diye. Nasıl oluyor bu, bu nasıl oluyor?!.
Yani, Sayın İçişleri Bakanı bize büyük başarılarını anlatıyor; ama, Türkiye'nin gözü önünde bunlar yaşanıyor; Türkiye'nin gözü önünde, devletin bir parçası haline dönüşmüş yetkili kişiler yurt dışına çıkıyorlar, Avrupa Birliğine, demin anlattığım felsefeyi ince ifadelerle talep eden dilekçeler veriyorlar. Bu da mı kanuna uygun?!...”
“...Şimdi, yeni bir aşamaya gelindi, bu aşamanın kendine göre olanakları var. Türkiye'nin dünya çapında ilişkileri var, yurt dışıyla ilişkilerimiz var. Bugün karşılaştığımız terör konusunun arkasında en önemli unsurların başında bu uluslararası ilişkiler geliyor. Irak sorunu… Kara Kuvvetleri Komutanı taa aylar önce, altı aydan, belki, fazla süre geçti, "C-4 trafiği başladı" dedi. "C-4 trafiği başladı..." C-4'ü Türkiye bilmiyordu; daha sonra öğrendik ne olduğunu, acı bir biçimde. Nereden geldiği belli… Ölüm timleri geliyor, nereden geldiği belli ve Türkiye'nin her yerinde bunlar rahatça hareket yapar, eylem yapar bir noktaya geldiler ve halkı birbirine düşürmenin planlarını, projelerini uyguluyorlar. Buna karşı etkin bir önlem alınabiliyor mu?! Gerekli ciddî bir tavır sergilenebiliyor mu?!
Bakın, üç gün önce, bu terör örgütüne mensup olan birisi bir çatışmada öldü. Onun cenazesi kaldırılacak Doğubeyazıt'ta. Terör örgütü çıktı piyasaya. Nerede çıkıyor; dağda değil, Kandil'de değil, Doğubeyazıt'ta çıkıyor. Çıktı ve bütün esnafa dedi ki "kapatın kepenkleri." Esnaf direndi, kapatmadı "niye kapatacağım" dedi. Bakın bu çok önemli bir olay. En önemli olay bu işte. Ağrı'daki, Doğubeyazıt'taki vatandaş, esnaf, bu terör örgütünün baskısına, tehdidine karşı "ne münasebet, kapatmayacağım" diyor, bu, en büyük destek, değerlendirilmesi, sahip çıkılması gereken olay; ama, devletin güvenlik güçleri gene yok ortalıkta, seyrediyorlar, Çünkü, müdahale edersek olay büyür diye korkuyorlar. Bu da bir mülahaza; müdahale etmeyerek olayı büyütmemek; ama, bu arada ne oluyor; devletin güvenlik güçleri yok, terör örgütü bunlara baskı yapıyor, tehdit ediyor, bir kısmı kapatmıyor, bir kısmı kapatıyor ve bir terörist anlı şanlı bir büyük toplumsal kahraman gibi sahiplenilerek büyük bir cenaze töreniyle kaldırılıyor.
Şimdi, bu böyle devam ederse, siz, Doğubeyazıt'taki o esnaf kardeşimin "teröre hayır" diyen, kepengini indirmeyen, kapatmayan o esnaf kardeşimin, böyle devam edeceğine güvence verebilir misiniz?...” (10)
1990’lardan itibaren içeride sürdürülen ve giderek zayıflayan tartışmalarda, Türkiye’nin bölgeye karşı ilgisiz ve mevcut durumu izleyen politikası artık iflas etmiş durumdadır. ABD bölgeden Fransa ve Almanya’yı uzaklaştırmış dünyanın ikinci büyük gücü olan Rusya ile işbirliği stratejisini gündemine almıştır. Konuyla ilgili olarak Dr. Nejat Tarakçı’nın “Türkiye, dayatmayla karşı karşıya” adlı makalesinden bir bölüme bakalım:
“...Almanya ve Fransa’yı Ortadoğu’dan silen ABD, İran ve Suriye’ye yönelik yeni politikaları için, Rusya’nın politik desteğini sağlamak veya en azından reaksiyonunu dengelemek gayretindedir. İşte küçük bir örnek; 1997 yılında Irak’ın Western Qurna-2 petrol alanının geliştirilmesi ve işletilmesi için kurulan ve yüzde 68 hissesi Rus devlet şirketi Lukoil’e ait konsorsiyum ile yeni Irak hükümeti de anlaşmayı yeniledi. Ama ek bir şart kondu: Lukoil kendi hissesinin yüzde 17.5’nu Amerikan Petrol şirketi Conoco Philips’e devredecek...” (11)
Yazımızın başlangıcında sorunlara karşı en kolay çözüm stratejisi varolan sorunun lehinde karar almaktadır. Bu karar irade zayıflığınında bir göstergesidir demiştik. 11 Mart 1913 tarihinde İngilizlerle ihtilaf çıkarmak istemeyen sadrazam Mahmut Şevket Paşalar günümüzde de ne yazık ki var.
Son 20 yıldaki gelişmelere baktığımızda kimlerin neyi hangi dönemde söylediği hangi politika ile nerelere geldiği çok daha kolay anlaşılacaktır.
Recep Tayyip Erdoğan, 24 Aralık 2002 tarihinde: “Türkiye’de Kürt sorunu yok. Sorun var diye inanacaksan sorun olur, yok dersen sorun ortadan kalkar. Böyle öngörü ile yaklaşırsan, sorunun içindesin demek. Bak, ‘Siirt’ten eviyim, huzurluyum’ diyorum. Böyle yaklaş olaya. Kürt sorunu var dersek bu sanal sorunlar olarak ortaya çıkarılmıştır. Bizim için böyle bir sorun yok.” (Rusya Gezisinde)
DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan Mayıs 2005’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a gönderdiği mektuptan: “Son beş yıl içinde iktidara gelen hükümetler Kürt sorunu çözümü konusunda adım atmadılar... Kürt sorununda adil ve kalıcı bir çözümün olanakları gündeme getirilmezse, bu çatışma riskinin süreceği kaygısını taşıyoruz.”
Celal Talabani 6 Haziran 2005 Kürdistan Parlementosunda: “Bağımsız olan demokratk ve federal bir devlet inşa etmek gibi bir görevle karşı karşıyayız.
11 Ağustos 2005 Radikal Gazetesi manşeti: “Erdoğan: Kürt Sorunu Demokrasiyle çözülür
Recep Tayyip Erdoğan, 8 Ekim 2005: “Ülkemde birçok sorunlar var. Doğu sorunu Güneydoğu sorunu, Kürt vatandaşların kendine ait sorunları vardır. Hangi etnik unsurdan olursa olsun, Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Arnavut, Boşnak, ki biz buna alt kimlik diyoruz, üst kimlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır.” (Siirt’te)
Recep Tayyip Erdoğan, 28 Kasım 2005: “İnsanların ben Gürcü’yüm, ben Laz’ım deme hakkı var. Oradaki vatandaşın “Ben Kürt’üm” demesini engelleyemezsin. “Kürtüm demeyeceksin ha” dersen isyan başlar.” (İspanya Gezisinde) (12)
Mesud Barzani’nin 26 Ekim 2005’de G.W. Bush’un daveti için gittiği ABD’den yaptığı açıklamadan bir bölüm: “Türkiye barışa çözüm bulamaz ise PKK sorunu çözülmez.”
Tüm bu yaşananlarla birlikte çözümün sorunu çıkaranlar lehine uygulanmasına göz yumulması süreci, Osmanlı’da olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nde de 1938’den sonra emperyalist devletlerin Sevr’i yeniden uygulama gayretlerine direnilememesi ile ortaya çıkmıştır.
2006 yılı Türkiye’nin bölünmesi için çaba gösteren iç ve dış düşmanların yoğun faaliyetlerine sahne oldu. Nisan ayında Avrupa Birliği Karma Parlemento Komisyonu toplantısı Hollandalı Yeşil grup üyesi Joost Lagendijk başkanlığında toplanıyor. Türkiye ile ilgili gündem maddesine geldiğinde Avrupalı parlementerlerin “Güneydoğudaki gelişmeler ve Kürtlerin kültürel hakları” konulu bir başlık ekletme çalışmaları yoğunlaşıyor. Onur Öymen, AP’li parlamenterlerin, “Lozan’ı bir kenara bırakın, Roma anlaşmasına bakın” (13) dediklerini Türk gazetecilerine aktarıyor.Karma Parlemento Komisyonu toplantısında Türk parlementelerin sert tepkisi ile istediklerini gerçekleştiremeyen ancak küstahça Lozan’ı bir kenara bırakın diyen parlementerlerden yeni girişim Diyarbakır’da başlatılıyordu. Türkiye Dostluk Grubu Başkanı Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth, Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile görüşüyor ve bir gazetecinin sorusu üzerine şu açıklamayı yapıyordu: “Bu konuları Başbakan Erdoğan ile çok uzun konuştuk. Basında 45 dakika görüşme süresi denildi ancak biz Başbakan ile 90 dakika görüştük. Avrupa Birliği entegrasyonundaki perspektifin Türkiye`nin demokratikleşmesi ve modernleşmesi için çok önemli bir temel olduğunu düşünüyorum. Avrupa Birliği seviyesinde Kürt ve demokratikleşme sorununu çok kez tartıştık. Çok net şekilde ifade etmek istiyorum ki, silahların durdurulması gerekir. Çünkü AB içinde Türkiye`nin AB`ye girişine karşı olanlar bunu kullanabilir. Kürt sorununun tanınması çok önemlidir. Çünkü Kürt kimliğinin tanınması, ana dilinin tanınması, Kürt bölgesinin yeniden inşa edilmesi ve şiddetin susturulması, özellikle genç ve çocuklar için perspektif geliştirerek, bu bölgeye yatırım yaparak turizme kazandırmak gerekir. Bunların hepsi çok önemli adımlardır. Bunlar da ancak diyalog zemininde silahların susturulmasıyla mümkündür" (14) dedikten sonra kürtçe “zor sıpas” cümlesiyle teşekkür ediyordu. DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar 9 Ekim’de Diyarbakır’da yaptığı konuşmada PKK için “Dağda silahla gezeceğine düz ovada siyaset yapsın” dedikten sonra “Bugün dağda çocuklar varsa, yolunu bulup indireceksin, hükümetin bir projesi varsa desteğe hazırız. Bir daha silahların patlamamasını sağlamak lazım” (15) diyerek sözlerine devam etti. Tüm bu gelişmeler sürerken kamuoyunda PKK Koordinatörlüğü adıyla bilinen üst düzey bir yapı devletin tepesinde oluşturuluyordu. PKK Koordinatörlüğü Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve Irak’ı içeren üçlü temsilci sistemi ile yürütüleceği kamuoyuna açıklanıyordu. Türkiye’de hükümet bu yapının PKK’yı bitireceğini iddia etse de gözlerden kaçan iki önemli gelişme yaşanıyordu. Birincisi ABD’li temsilcinin ilk açıklaması “silahlı mücadele en son seçenektir” sözü ve diğeri geçmişte Türkiye’den aldığı pasaportla yurt dışına çıkabilen yeni Irak Devleti’nin Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin Kuzey Irak’ta PKK üst düzey yöneticileri ile görüştüğünü açıklaması ve Türkiye’nin Irak topraklarına müdahalesine “sert karşılık” vereceklerini açıklamasıydı. Bu yazı 15 Kasım 2006 tarihinde kaleme alındı. Dün televizyon ve gazetelere iletilen son haber Diyarbakır Büyükşehir belediyesi araçları ile PKK’ya malzeme taşındığı ile ilgiliydi. İhanet devam ediyor. Türkiye’nin kırmızı çizgilerini pembeleştirenler hızla beyazlatmaya ve yoketmeye çabalıyorlar. Peki beyazlatmanın sonucunda Türk’ün toprağından toprak sökmek isteyenleri ne bekliyor? Ne beklediğini merak ediyorsanız, zaman az kaldı herkes için.
Kaynaklar: 1- TBMM Genel Kurul Tutanağı 20. Dönem 1. Yasama Yılı 41. Birleşim 20/Nisan /1996 Cumartesi2- Kürdistan Ütopyası, Dosya1. Ersal Yavi. Syf.66. Ocak 2006. Yazıcı Yayınevi3- Rant Lordları, Mustafa Çınkı. Syf. 419. Ankara 2004. Ümit Ofset Matbaacılık.4- TBMM Genel Kurul Tutanağı 20. Dönem 1. Yasama Yılı 84. Birleşim 30/Temmuz /1996 Salı5- TBMM Genel Kurul Tutanağı 20. Dönem 4. Yasama Yılı 3. Birleşim 07/Ekim /1998 Çarşamba6- TBMM Genel Kurul Tutanağı 21. Dönem 2. Yasama Yılı 121. Birleşim 28/Haziran/2000 Çarşamba7- TBMM Genel Kurul Tutanağı 21. Dönem 3. Yasama Yılı 124. Birleşim 25/Haziran/2001 Pazartesi8- TBMM Genel Kurul Tutanağı 21. Dönem 4. Yasama Yılı 99. Birleşim 14/Mayıs /2002 Salı9- TBMM Genel Kurul Tutanağı 22. Dönem 2. Yasama Yılı 34. Birleşim 22/Aralık /2003 Pazartesi10- TBMM Genel Kurul Tutanağı 22. Dönem 3. Yasama Yılı 127. Birleşim 19/Eylül /2005 Pazartesi11- Cumhuriyet Strateji eki 6 Ocak 2006. Dr. Nejat Tarakçı, “Türkiye dayatmayla karşı karşıya”12- Kürdistan Ütopyası, Dosya1. Ersal Yavi. Syf 12-23. Ocak 2006. Yazıcı Yayınevi13- Yeniçağ Gazetesi
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
kutlubayragim9dl5cqqm4.gif


"Bir milletin başarısı, mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, ayni esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim." M.K ATATÜRK
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Paylaşımınız için teşekkürler,ellerinize sağlık.

Peki beyazlatmanın sonucunda Türk’ün toprağından toprak sökmek isteyenleri ne bekliyor? Ne beklediğini merak ediyorsanız, zaman az kaldı herkes için.

Paylaşımınız için teşekkürler.

Bu vatanın toprağındaki,nehirlerinin yanıbaşında gezinen kertenkeleyi dahi düşmana vermeyiz.

Bence merak edecek olan onlar olsun.

Türk'ün eli ağırdır,kalkmaz,sabreder,sabreder fakat..

Son noktada öyle bir kalkar ki...
 
Üst