Kurtuluş Savaşı Komutanları

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Cevat Çobanlı


Orgeneral Cevat Çobanlı
(1870 - 1938)
Tarihî kişiliği olan büyük bir asker, Türk ahlâk ve karakterinin seçkin bir siması, otoriter fakat şefkatli ve yardımsever bir komutandı.
Görüş, düşünüş ve uygulamalarda vatanseverliği ve milletinin selâmeti daime birinci plânda gelirdi.
Her türlü koşullar içinde hiçbir zaman karamsar olmamış, iyimserliğini davranış ve görünüşü ile çevresine de aşılamıştı.
Az ve öz konuşur, daha çok tutum ve davranışlarıyla astlarına örnek olur ve onları gerektiğinde ölümü hiçe sayacak şekilde eğitirdi.
Kimsesizleri korur, gençlerin daima ellerinden tutar, onların memlekete yararlı birer insan olarak yetişmeleri için maddî, manevî hiçbir fedakârlıktan çekinmezdi.
Yaşamı çok sade, yurt sevgisi sonsuzdu. Bu nedenle İstiklâl Harbi komutanlarının en yaşlı ve kıdemlisi olduğu halde, İstanbul’dan yaptığı desteklemelerle yetinmemiş, bu yüzden sürgün edildiği Malta’dan dönüşünde Elcezire Cephesi Komutanlığı’nı kabul ederek yararlı hizmetlerini sürdürmüştür.
Atatürk’e karşı sevgi ve saygısı sonsuzdu. Atatürk de Cevat Paşa’yı sever, onun davetlileri arasında bulunması, konuşmaları kendisini mutlu ederdi.
Atatürk’le ilgili anılarını anlatırken sözlerini şöyle bağlardı: “Atatürk’ün yaptıklarını hiç kimse yapamazdı. Bu millet ona çok şey borçludur.”
Cevat Paşa, uzun hizmet yıllarında, orduya yeni düzen ve eğitim sisteminin girmesi ve yerleşmesi için çok çalışmıştır. Çok iyi Fransızca ve Almanca bilgisi, genel kültür ve askerlik sanatındaki yeteneği nedeniyle birçok dış toplantı ve askerî gösterilere katılmış, Balkan Harbi’nde, Şark Ordusu Kurmay Başkanı, Çatalca Ordusu Genel Topçu Komutanlığı Kurmay Başkanı olarak yararlı hizmetler vermiş, Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı, Güney Cephesi (Çanakkale Cephesi) Komutanı, Galiçya’da 15 nci Kolordu Komutanı olarak başarıları tarihe geçmiştir. 2 Aralık 1917’de Filistin -Suriye Cephesi’nde bozgun halinde 8 nci Ordu’nun komutanlığına atanmış ve birliklerini toparlayarak, İngilizlerin 19 Eylül 1918’de 7 ve 8 nci ordularını cephesine yaptıkları taarruzu karşılamışlar ve ordularını imhadan kurtarmak için Şeria nehri doğusunda toplamışlardı. Ağır zayiat veren Yıldırım Ordular Grubu birlikleri 7 nci Ordu’da toplandı ve Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki bu ordu, İngilizlerin Suriye’yi tamamen ele geçirmek üzere yaptıkları taarruzu 20 Eylül I9i8’de boşa çıkararak daha fazla zayiat verilmesini önledi. 30 Ekim’de de Mondros Mütarekesi (Ateşkes Anlaşması) imzalandı.
Cevat Paşa, 3 Kasım 1918’de Genel Karargâh Genelkurmay Başkanlığı’na atanmış, Harbiye Nazırlığı yapmış, Fevzi Paşa (Mareşal Çakmak) ile birkaç defa yer değiştirmişler her ikisi de Millî Ordu’yu her bakımdan desteklemek için ellerinden geleni yapmışlardır.
Cevat Paşa, yukarıda da belirtildiği şekilde Elcezire Cephesi Komutanlığı’nda bulunmuş 21 Ekim i923’te 3 ncü Ordu Müfettişliği’ne, 25 Aralık 1924’te Askerî Şûra üyeliğine atanmış, bu görevde iken kendisine bazı yurt içi ve yurt dışı ek görevler verilmiş, 14 Eylül i935’te Orgeneral rütbesinde iken yaş haddinden emekliye ayrılmıştır.
A. CEVAT PAŞA’NIN YAŞAMI
1. Doğumu ve Orta Öğrenimi:
Cevat Paşa, 14 Eylül 1870’de İstanbul’da (Sultanahmet’te) doğmuştur. Babası, Harp Akademisi 2/21 nci sınıfından Müşir (Mareşal) Şakir Paşa’dır.
Cevat Paşa, orta öğrenimini İstanbul’da (Galatasaray Lisesi’nde) yapmış, 1888’de Harp Okulu’na girmiştir.
2. Cevat Paşa’nın Askerî Tasamı:
1891’de Harp Okulu’nu bitirmiş, derecesi itibarıyla Harp Akademisi’ne devam hakkını kazanmış ve 20 Mart 1894’de Harp Akademisi’ni birincilikle bitirerek Kurmay Yüzbaşı olmuştur.
1894-1909 tarihleri arasında Padişah Yaveri sıfatıyla, Maiyet-i Seniye Erkân-ı Harbiyesi (Saray Kurmay Kurulu)nde görevlendirilmiştir.
26 Ağustos 1895’de Orleans’da yapılan Fransız Ordusu manevralarında bulunmak üzere Paris’e, 7 Şubat 1899’da Bulgaristan’a aynı yıl Lahey’de toplanan Silâhların Yasaklanması-silâhsızlanma- Konferansı’na gönderildi.
17 Mayıs 1895’de Binbaşı, 27 Ocak i898’de Yarbay, 17 Ocak 1900’de Albay oldu. Bu arada, Gümüş Muharebe Liyakat Madalyası ile ödüllendirildi.
15 Nisan 1899’da Bulgar Devleti’nce Liyakat, 1900’de İkinci Rütbeden Aleksandır nişanları verildi.
4 Aralık 1901 ‘de Mirliva (Tuğgeneral)lığa yükseltildi.
1905’te Edirne’nin tahkimi için Tophane-i Amire’de teşkil edilen kurulda görevlendirilen Cevat Paşa, 25 Aralık 1906’da Ferik (Korgeneral) oldu.
1907’de yeni örgütlenmenin süratle uygulanması için dört ay 2 nci Ordu’da çalıştı. Buradaki kurmay subaylardan Yüzbaşı İsmet (Orgeneral İnönü) Bey dikkatini çekti kendisini karargâhına alarak birlikte tatbikatlar düzenledi ve uyguladılar.
24 Mayıs 1902’de kendisine, İspanya’nın İkinci Rütbeden İzabella, 4 Ocak 1904’de Almanya’nın İkinci Rütbeden Kron dö Prus ve İkinci Demir Salip nişanları verildi.
Cevat Paşa’nın rütbesi, 7 Ağustos 1909’da Tasfıye-i Rüteb Kanunu gereğince Yarbaylığa indirilmiş ve 28 Ağustos 1909’da Harp Akademisi Komutanlığı’na atanmıştı. 29 Eylül 1910’da ikinci defa Albay olmuş, Harp Akademisi Komutanlığı’nda bir süre daha kaldıktan sonra 15 Ocak 1911’de 1 nci Ordu Kurmay Başkanlığı’na atanmış, bu arada Temmuz 1910’da Alman ordularının geçit töreninde bulunmak üzere Berlin’e Mayıs 1911’de de İngiltere Kralı’nın taç giyme töreninde bulunmak üzere (Padişah adına giden Yusuf İzzettin Efendi’ye refakat etti) Londra’ya gönderilmişti.
29 Eylül 1912 - 4 Şubat 1913’te Şark Ordusu Kurmay Başkanlığı ve Çatalca Ordusu Topçu Komutanlığı Kurmay Başkanlığı yapmış, 4 Şubat 1913’de de 9 ncu Tümen Komutanlığı’na atanmıştır. Bu görevde iken iki defa Osmanlı-Bulgar Sınır Komisyonu Başkanlığı yaptı.
10 Ağustos 1914’de Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı’na getirildi ve 29 Kasım 1914’te ikinci defa Mirlivalığa yükseltildi. Cevat Paşa, 9 Ekim 1915’te 14 ncü Kolordu Komutanlığı’na atanmış, 6 ncı ve 14 ncü kolordulardan oluşan Güney Grubu (11 Ocak igi6’da Çanakkale Grubu oldu) Komutanlığı da kendisine verilmiş, Çanakkale’deki başarılan nedeniyle, Harp Madalyası ve İkinci Rütbeden Kılıçlı Osmanî Nişanı ile ödüllendirilmişti.
10 Kasım 1916’da, Galiçya’da bulunan 15 nci Kolordu’nun komutanlığına atanan Cevat Paşa 18 Kasım 1916’da yeni görevine başladı. Burada verdiği başarılı hizmetler nedeniyle Altın Liyakat Madalyası ve Birinci Dünya Harbi’ndeki basanları nedeniyle de Birinci Rütbeden Kılıçlı Mecidî Nişanı’yla ödüllendirilmiş, kendisine, Almanya’nın İkinci Rütbeden Kırmızı Kartal, Kılıçlı Askerî Liyakat, Birinci Rütbeden Kılıçlı Taç nişanlarıyla, Avusturya-Macaristan’ın İkinci Rütbeden Merit Militer (Askerî Liyakat), Front de Faire nişanları verilmiştir. (Cevat Paşa, 15 nci Kolordu Komutanı olarak Galiçya’da bulunduğu sırada 4 Şubat 1917’de Alman İmparatoru Wilhelm tarafından kabul edilmiş, Türk birliğinin kahramanlığını ve zaferlerini öven İmparator, yararlık gösterenlere nişanlar vermişti. Cevat Paşa’yı yemeğe alıkoymuş, yemekte Paşa’ya iltifatlarda bulunmuştur. Bu meyanda sofradakilere, Cevat Paşa’nın yaşamında iki defa, General olmanın zevkini tattığını, bu nedenle aralarındaki en mutlu kişi olduğunu da söylemiştir.)
Cevat Paşa, 19 Ağustos 1917’de tekrar 14 ncü Kolordu Komutanlığı’na atanmış, 8 Kasım 1917’de 8 nci Kolordu Komutanlığı’na, 24 Kasım 1917’de 2 nci Ordu Komutan Vekilliği’ne getirilmiş, 2 Aralık 1917’de de 8 nci Ordu Komutanı olmuştur. 11 Ağustos 1918’de Ferik (Korgeneralliğe yükseltilmiş, Altın İmtiyaz Madalyası’yla ödüllendirilmiştir. Bu arada Avusturya-Macaristan, Paşa’ya İkinci Rütbeden Demir Taç, Birinci Rütbeden Kızılhaç, Birinci Rütbeden Taşlı Taç nişanlarını, Almanlar da Birinci Demir Salip Nişanı’nı vermişlerdir.
Cevat Paşa, 3 Kasım 1918’de Genel Karargâh Genelkurmay Başkanlığı’na atanarak İstanbul’a gelmiş 19 Aralık 1918’de Harbiye Nazın olmuştur. 14 Mayıs 1919’da İkinci defa Genelkurmay Başkanlığı’na atanmış, bu görevde iken, Mustafa Kemal Paşa’nın 9 ncu Ordu Komutanlığı’na atanmasını desteklemiş ve birlikte Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı ziyaret ederek, kendisine 9 ncu (sonradan 3 ncü Ordu) Ordu bölgesi hakkında güvence vermişlerdir.
Atatürk, Nutkunda ayrılışı günü Cevat Paşa ile bir şifre kararlaştırdıklarından, bu şifreyle haberleştiklerinden ve Cevat Paşa’nın yararlı hizmetlerinden söz etmektedir.
9 Ekim 1919’da Genelkurmay Başkanlığı’ndan istifa etmişse de tekrar bu göreve atanmış ve 16 Mart 1920’de İstanbul’un fiilen işgali sırasında tutuklanarak Malta’ya sürülmüştür. İkinci İnönü Zaferi’nden önce toplanan Londra Konferansı olumlu bir sonuç vermemiş, yalnız TBMM Baş Delegesi ve Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey’in 1 Mart 1921’de İngilizlerle imzaladığı sözleşme gereğince iki taraf esirleri geri vermiştir. İstanbul’daki İngiliz Komiseri’nin etkisiyle bu sözleşmeden geç yararlanan Cevat Paşa, 15 Ocak 1922’de Anadolu’ya katılmış ve 9 Şubat 1922’de de Elcezire Cephesi Komutanlığı’na atanmıştır.
21 Ekim 1923’te 3 ncü Ordu Müfettişi olmuş aynı zamanda Milletvekilliği de sürmüştür.
31 Ekim 1924’te Ordu Komutanlığı’nı bırakarak Milletvekilliğine devam etmiş, 25 Aralık ig24’te Milletvekilliğinden ayrılarak Askerî Şûra üyeliğine atanmıştır.
Cevat Paşa çok iyi derecede Fransızca ve Almanca biliyordu. Bu nedenle çeşitli dış görevlere gönderilmiş ve komisyonlara katılmıştır.
Nitekim, 7 Ocak 1925’de Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) namına Musul’a gidecek heyette görevlendirilmiş, 28 Kasım 1925’de Türk-Irak hudut meselesinin Milletler Cemiyeti’nde görüşülmesinde Askerî Müşavir olarak bulunmuştur.
28 Nisan 1926’da İstanbul geçici Generaller Askeri Mahkemesi Başkanlığı yapmış, 30 Ağustos 1926’da Orgeneral olmuştur.
16 Kasım 1928-12 Ocak 1932 Cenevre Silâhları Sınırlandırma konferanslarına delege olarak katılmıştır.
2 Eylül 1934’de ek görev olarak son Tetkik Mercii Encümeni Başkanlığı yapmıştır.
14 Eylül 1935’de yaş haddinden emekli olmuştur.
13 Mart 1938’de ölen Cevat Paşa’nın kabri İstanbul Erenköy’deki, Sahrayı Cedit Mezarlığı’ndadır1 (Naşı 27 Eylül 1988’de Devlet Mezarlığına nakledildi.)
B. CEVAT PAŞA’NIN KURMAYLIK VE KOMUTANLIK NİTELİKLERİ
1. Cevat Paşa’nın Kurmaylık Nitelikleri:
Cevat Paşa, ciddî, çalışkan, dürüst, bilgili, ileri görüşlü, cesur, kesin karar sahibi, üstün ahlâklı, Fransızca ve Almanca’yı çok iyi bilen bir kurmay subaydı.
Büyük karargâhlardaki kurmay görevlerinde çok başarılı olmuş, onun kişilik ve karakteri emrindekiler üzerinde olumlu bir etki yapmış ve astlarına her konuda yardımcı olmuştur.
Öğretim ve eğitime çok önem vermiş, o dönemde pek az kişinin kabul ettiği yeniliklerin orduya girmesi için büyük rütbelerde de bizzat çalışmıştır.
Çok iyi lisan bilgisi nedeniyle yurt içinde ve dışında birçok toplantıya katılmış, birçok çapraşık konuyu kısa sürede olumlu bir sonuca ulaştırmıştır.
2. Cevat Paşa’nın Komutanlık Nitelikleri:
Komuta ettiği birlikleri en ağır muharebe şartlarında başarıya ulaştıran, sorumluluktan yılmayan, kanun ve yönetmeliklerin kendisine verdiği yetkileri hiçbir etki altında kalmadan, gereken yer ve zamanda kullanan bir komutandı.
Cevat Paşa, yaşadığı dönemde cereyan eden harplerin ve muharebelerin hemen hepsine katılmış ve büyük birliklere komuta etmiş çok tecrübeli bir komutandı. Hele, Birinci Dünya Harbi’nin Çanakkale ve Galiçya Cephesi’nde kazandığı başarılar her türlü övgüye ve takdire değer.
Tasfıye-i Rüteb Kanunu’yla rütbesi Korgenerallikten Yarbaylığa indirilmesine rağmen aynı şevk ve hevesle çalışarak Orgeneralliğe kadar yükselmiştir2.
C. CEVAT PAŞA’NIN KATILDIĞI HARPLER
Cevat Paşa 1911 -1912 Osmanlı-İtalyan Harbi’ne bilfiil katılmamıştır. O sıralarda merkezde görevliydi.
1. Balkan Harbi’nde Cevat Paşa:
O tarihte kendisi Albay’dır, fakat yaşamında görüldüğü gibi rütbesi Korgenerallikten Yarbaylığa indirilmiş ikinci defa Albay, sonra tekrar General olmuştur.
Coğrafî ve stratejik durumu ile dünya ölçüsünde önemli deniz geçitlerini ve yıllarını kontrolü altında bulunduran Osmanlı İmparatorluğu, büyük devletler arasında, bu geçitlere egemen olma arzusundan doğan anlaşmazlık ve rekabetlerden yararlanarak uzun yıllar varlığını koruyabilmiş fakat bazen aleyhine birleşen devletlerle savaşmak zorunluğunda kalarak yenilmiş, yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Kısa ve uzun aralıklarla sürüp giden bu harpler içinde her zaman dünyayı hayretlere düşüren kahramanlıklar da göstererek zaferler kazanmış, böylece dünya yüzünde yaşamaya hakkı olduğunu kabul ettirmiştir.
Balkan Devletleri, yıllarca yaşattıkları ülkülerini dış kışkırtmalarla geliştirmiş, yer yer kanlı kaynaşmalar olmuş ve 1908 Meşrutiyeti’nde Türkiye’nin reform yolu ile ilerlemesi ve kuvvetlenmesi karşısında aralarındaki anlaşmazlıktan ve toprak davalarını bir yana bırakıp Osmanlı Devleti’nin mirasını paylaşmak üzere anlaşarak 14 Ekim 1912’de bir nota vermişlerdi. Böylece harp kararlarını da açıklamış oldular.
Sırp ve Bulgar birliklerinin sınırlarımızı tecavüze başlamaları üzerine Osmanlı Devleti 15 Ekim’de elçilerini geri çağırmış, 16 Ekim 1912’de de Şark (Doğu) ve Garp (Batı) orduları harekete geçmişti.
Sırplar, Türk Ordusu’nun bu beklenmedik taarruzu karşısında, hareketlerini plâna göre değil, Türk taarruzunun etkisi altında idare ettiler.
Yunanlıların hedefi Selanik’ti. Burası alındıktan sonra, Sırpların karşısında bulunan Vardar Ordusu’nun gerisine düşeceklerdi.
Karadağlıların hedefi İşkodra idi. Sonra Şardağı batı bölgesini işgal edeceklerdi, başaramadılar.
Bulgarlar, Edirne doğrultusunda örtme ve Türkler yığınaklarını yapmadan önce kesin sonuçlu muharebeler yapmak suretiyle her yönde taarruz etmeyi planlamışlardı. Türklerin yığınak yerlerini ileriye almaları ve vaktinden önce taarruz etmeleri Bulgar plânının gerçekleşmesine yardımcı olmuştu.
İç ve dış siyaset bakımından gerekli hazırlıkları yapmadan, kuvvetlerinin yansını bile yığmak bölgelerinde toplayamadan, Edirne-Kırklareli genel hattının üzerinde ve bu hattın kuzeyinde Bulgar kuvvetleriyle yapılan muharebelerde, Türk Şark Ordusu, muharebe meydanını Bulgarlara bırakarak, pınarhisar-Lüleburgaz genel hattına çekildi. Bu sırada Türk Garp Ordusu da Komanova’da yapılan muharebeyi kaybetti ve Manastır üzeri ne çekildi. Edirne Müstahkem Mevkii, Yanya ve İşkodra’daki Türk kuvvetleri savunmalarına devam ediyorlardı.
Şark Ordusu, Pınarhisar-Lüleburgaz hattını başarılı şekilde savunurken birçok nedenlere dayanan Başkomutanlığın emirleriyle 2 Kasım 1912’den itibaren Çatalca mevzii gerisine çekilmeye başladı ve bu mevzii geçilmez bir müstahkem mevki şeklinde savunarak Türk Ordusu’nun başarılı muharebeler yapabilecek bir durumda olduğunu dünyaya gösterdi.
Çatalca’daki Türk birlikleri iki nizamiye kolordusu ile üç mürettep redif kolordusundan oluşuyordu. Çatalca Ordusu Genel Topçu Komutanı Ali Rıza Paşa, Kurmay Başkanı Albay Cevat (Orgeneral Çobanlı) Bey’di3 (Albay Cevat Bey daha önce Şark Ordusu Kurmay Başkanı’ydı).
Bulgarlar, Çatalca mevziine, dört tümen birinci hatta, dört tümen ihtiyatta olarak saldırmış, başarısızlığa uğramış, taarruz gücünü kaybetmişlerdi.
Balkan Harbi’nin ilk dönüm noktasını teşkil eden Birinci Çatalca başarısı, siyasî ve askerî bakımlardan, Türkler için yararlı sonuçların meydana gelmesine neden oldu.
26 Kasım 1912’de başlayan mütareke görüşmeleri 3 Aralık 1912’de taraflarca (Yunanistan hariç) imza edildi. 30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşması yapıldı. 3 Haziran 1913’te Balkan bağlaşıkları arasında İkinci Balkan Harbi başladı. 29 Eylül 1913 İstanbul Antlaşması’yla Balkan Harbi sona erdi.
2. Birinci Dünya Harbi’nde Cevat Paşa:
Avrupa büyük devletlerinin oluşturduğu siyasî gruplaşmaların güçlülüğü karşısında Osmanlı Devleti’nin durumu son derece kritik ve karanlıktı. Boğazlar üzerindeki istekler belli ve çok yönlü idi. Son yıllarda birbirini izleyen harpler ve ayaklanmalar nedeniyle millî kaynaklar tükenmişti.
Almanlar, Baltık -Bosfor- Basra ekseninde kuracakları jeopolitik bir kuşakla Akdeniz ve Hint Okyanusu’na uzamak istiyorlardı. Bu proje Balkanlar üzerinden ve büyük kısmıyla Osmanlı Devleti’nin sırtından gerçekleştirilecekti.
Rusların, açık denizlere ve sıcak iklimlere çıkma politikalarının hedefi de aynı coğrafya idi.
Londra otoritelerine göre, Osmanlı Devleti yaşamını tamamlamış, mirasını paylaşmak zamanı gelmişti. Fransızlar da, benzer koşullar dolayısıyla aynı politikayı izliyorlardı. Üçlü anlaşmanın temelinde yatan müşterek hırs buydu. Bu nedenle her iki taraf da Osmanlı Devleti’yle anlaşmaya yanaşmıyordu.
Avusturya-Macaristan Devleti, Veliahtları Arşidük Fransuva Ferdinand ve eşinin Saraybosna’da öldürülmesi nedeniyle Sırbistan’a harp ilân edip, Birinci Dünya Harbi’ni başlattı. Bir süre sonra da Almanya, Rusya ve Fransa’ya karşı harbe girdi ve 2 Ağustos iğimde Osmanlı Hükümeti ile gizli bir anlaşma imzaladı.
Birinci Dünya Harbi, 3 Ağustos’tan itibaren bütün Avrupa’yı sarmıştı. Avrupa cephesinde Fransa’ya yöneltilen Alman taarruzları, kuzeydeki vurucu kısım ile Belçika’yı aşmış, merkezde Nancy, Metz, Verdun üçgenine çarparak durmuştu. İngiliz kaynakları Batı Avrupa’ya boşaltılmadan kesin sonuç alınmalıydı. Bu nedenlerle 2 Ağustos anlaşmasının derhal uygulanmasını istediler. İşler karıştı ve sonunda Karadeniz Olayı adıyla tarihe geçen (Alman Amirali Suşon komutasındaki Türk donanmasının, 29 Ekim 1914’te Rus donanmasına ateş açarak iki gemisini batırması ve Karadeniz’deki limanlarını bombalaması olayı) trajik oyunla harbe katıldık. İlkin Ruslar Kafkas sınırına tecavüz ettiler, hemen arkasından İngiliz Deniz Kuvvetleri, Akabe Körfezi, İzmir Körfezi ve Çanakkale Boğazı’ndaki hedeflere ateş açarak düşmanca duruma girdiler. Osmanlı Devleti bu olaylar nedeniyle kendini Birinci Dünya Harbi içerisinde bulmuş 3 Kasım 1914’te bütün Üçlü Anlaşma Devletleri’yle harbe girmiş bulunuyordu 4.
a. Çanakkale Muharebesi’nde Müstahkem Mevki ve Güney Grubu (Çanakkale Grubu) Komutanı Cevat Paşa (Orgeneral Çobanlı):
Çanakkale Cephesi’ndeki muharebeler önce İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin Boğaz’ı zorlamasıyla başlamış; sonra da, karada devam etmişti.
- Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale Boğazı’na denizden yapılan taarruzlar ve Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa:
10 Ağustos 1914’te Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı’na atanan Cevat Paşa, birliklerini (özellikle müstahkem mevki topçusunu) ve 9 ncu Tümen’i muharebeye hazırlamış, Başkomutanlığa verdiği bir raporla da yaptığı ve yapacağı işleri bildirmişti. Bu raporda, denizden yapılacak bir taarruzda kesin savunmanın Boğaz’ın iç kısmında yapılması üzerinde duruyor, Boğaz’ın giriş kısmının her zaman kollayca düşürülebileceğini savunuyor ve Erenköy koyunun düşmanın sığınmasına engel olacak şekilde mayınlanmasını öneriyordu.
3 Kasım 1914 günü yapılan bombardımanda giriş tabyalarının kısa süre ateş altına alınmasına rağmen müstahkem mevki birliklerini geceli gündüzlü çalıştırarak savunma manzumesini güçlendirdi.
Çanakkale Boğazı’na yapılan ilk deniz taarruzu, 3 Şubat 1915 günü saat 06.50’de başlamış, iki İngiliz harp gemisi Ertuğrul ve Seddülbahir tabyalarını, iki Fransız harp gemisi de Kumkale ve Orhaniye tabyalarını 17 dakika süreyle bombardıman etmiş, 5 subayla 80 Türk eri şehit düşmüş, 1 subay, 20 er de yaralanmıştı.
Fransız ve İngiliz harp gemileri, ikinci kez 19 Şubat 1915 günü saat 07.45’te, Boğaz önüne gelmiş; uzak mesafelerden, girişteki Türk tabyalarını saat 17.30’a kadar topçu ateşi altına almıştı.
25 Şubat 1915 günü daha fazla muharebe gemisi bombardımana katılmış, 26-27 Şubat 1915 günleri merkez tabyaları da ateş altına alınmıştı.
1, 2, 3, 4 ve 12 Mart 1915 günleri de Boğaz içerisine giren İngiliz ve Fransız harp gemileri, kayda değer bir başarı sağlayamadılar.
İngiliz Amirali De Robeck (dö Robek) tüm deniz gücüyle Boğaz’ı zorlayarak İstanbul’a ulaşmaya karar verdi.
18 Mart 1915 Deniz Taarruzu:
Müstahkem Mevki Komutam Cevat Paşa her yönüyle üstün nitelikli bir kişiydi, bu büyük deniz harekâtını plânlarken, o da Nusret mayın gemisine karanlık liman bölgesini mayınlatıyordu. Saat 03.20’de tespit edilen yerler tamamen mayınlanmıştı.
18 Mart 1915 sabahı İngiliz ve Fransız filoları, tam yolla ve büyük bir güvence içinde Boğaz’a girdiler, saat 08.30’da, Anadolu ve Rumeli kıyılarındaki Türk tabyalarını bombardımana başladılar.
Çanakkale Boğazı’nın iki yakasında mevzilenmiş bulunan Türk topçularının açtığı yoğun ateşler ve karanlık limana dökülen mayınların etkisiyle mevcudunun % 35’ini yitiren İngiliz ve Fransız harp gemilerinden oluşan bu donanma, saat 17.30’da çekilmek zorunda kaldı. Yalnız bugünkü muharebede Bouvet (Buve), Ocean (Oşın), Irresistible (İrrezistibıl) muharebe gemileriyle iki muhrip, yedi mayın arama gemisi batmış, Gaulois (Golva), inflexible (İnfıleksibıl) de dahil olmak üzere yedi zırhlı, görev yapamayacak duruma gelmiş, bunlardan bazılarının yedeğe alınarak muharebe alanından uzaklaştırılması gerekmişti.
- Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale Cephesi’ndeki Kara Harekâtı:
İngiliz ve Fransızlar, 18 Mart 1915 deniz bozgunundan sonra, Boğaz’ın yalnız deniz kuvvetleriyle geçilemeyeceği gerçeğini anlamışlardı. Bu nedenle bir anfibik harekâtın planlanmasına girişildi.
Bu sırada Türk Başkomutanlığı da Çanakkale bölgesindeki birliklerini takviye ederek 5 nci Ordu’yu kurmuştu.
Arıburnu Çıkarması:
25 Nisan 1915 günü saat 02.45’te muharebe gemilerinin ve muhriplerin korunmasında Türk kıyılarına yaklaşan Avustralya Tümeni’nin bir tugayını taşıyan çıkarma araçları, hesapta olmayan bir akıntı nedeniyle kuzeye sürüklenmiş ve saat 04.30’da kumluk bir kıyı (Kabatepe bölgesi) yerine sarp bir kıyı olan Arıburun bölgesine gelmiş ve çıkmışlardı.
Bu bölgede 27 nci Türk Alayı’nın 2 nci taburu vardı, çıkan kuvvetlerin karşısındaysa, bu taburun yalnız bir bölüğü bulunuyordu.
Durumu haber alan ve izlemeye başlayan 5 nci Ordu ihtiyatındaki tümenin komutanı (19 ncu Tümen Komutanı) Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk) herhangi bir emir almadığı halde, önce bir alayı ile sonra 27 nci Alay’ı da emrine alarak dört alayla karşı taarruza geçti ve çıkan birlikleri çekilmeye zorladı. Bu birlikler deniz kuvvetlerinin etkili ateş desteğiyle Kanlısırt batısı-Sivritepe-Merkeztepe-Yükseksırt hattında güçlükle durabildi.
Seddülbahir Çıkarması:
Donanmanın büyük ateş desteğiyle 25 Nisan 1915 saat 05.30’da da Seddülbahir çıkarması başladı. İlk hedef olarak Alçıtepe ele geçirilecekti.
Çıkarma bölgesinde 26 nci Türk Alayı’nın bir taburu bulunuyordu. Çıkarmaya yeltenen birliklere ağır zayiat verdirdi. Çıkabilenler kıyıdaki kuytu yerlere sığındılar.
Seddülbahir Bölgesinde İngiliz Taarruzu:
27 Nisan 1915 günü saat 16.00 sıralarında, donanmanın ateş desteğiyle başlayan İngiliz taarruzu, Türk savunma mevzilerinin 700-800 metre ilerisinde Zığındere-Eskihisarlık hattında durduruldu.
1 nci Kirte (28 Nisan 1915),
2 nci Kirte (6 Mayıs 1915),
3 ncü Kirte (4 Haziran 1915) muharebeleri Türk tarafının zaferiyle sonuçlanmıştı. İngiliz ve Fransızlar verdikleri ağır zayiata rağmen ancak birkaç yüzmetrelik siperi ele geçirebilmişlerdi.
Türk tarafı da büyük değiştiren 5 nci Ordu 21 Haziran’da toparlanmıştı. Yalnız cephane sıkıntısı vardı. Bunu da Müstahkem Mevki Komutanı sağlamış, bakım ve onarım konularında da desteklemişti.
21 Haziran-6 Ağustos tarihleri arasında İngiliz ve Fransızlar mahdut hedefli taarruzlar yaptılar.
6 Ağustos 1915 günü başlayan Seddülbahir taarruzu 13 Ağustos’a kadar sürmüş, 8 nci İngiliz Kolordusu’yla Fransız Kolordusu başarılı olmamış iki taraf da ağır zayiat vermişti. Bu sırada, Kuzey Grubu’nda Conkbayırı ve Kanlısırt bölgelerinde tarihin en kanlı boğuşmaları başlamıştı. Güney Grubu’ndan, Kuzey Grubu’na kuvvet yardımı yapıldı, dağınık durumda olan birlikler toparlandı.
Başkomutan Vekili Enver Paşa, Harekât Şubesi Müdürü Yarbay İsmet Bey’le 24 Eylül 1915’te Gelibolu’ya geldi ve Çanakkale bölgesinin sükûnete kavuştuğu bugünlerde, karışık bir durumda olan kıtaların bir düzene sokulmasını emretti.
Ekim 1915 ayı içinde, bütün bölgelerde değişiklikler yapıldı. Bu meyanda Güney Grubu’nda da değişiklikler ve intikaller oldu.
2 nci Ordu Karargâhı’nın Güney Grubu’ndan ayrılması üzerine Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, 14 ncü Kolordu Komutanlığı’na atanmış aynı zamanda, Güney Grubu Komutanlığı da kendisine verilmişti. Sonradan Çanakkale Grubu adını alan bu birliğin;
Komutanı : Mirliva Cevat Paşa
Kurmay Başkanı : Kur. Yarbay Şefik Bey
Karargâh : 14 ncü Kolordu Karargâhı
Birlikleri:
6 ncı Kolordu : Komutanı, Mirliva Hilmi Paşa
24 ncü Tümen : Komutanı, Alb. Ali Remzi
26 ncı Tümen : Komutanı, Yb. Esat
14 ncü Tümen : Komutanı, Mirliva Cevat Paşa
25 nci Tümen : Komutanı, Yb. Fuat
42 nci Tümen : Komutanı, Yb. Mustafa Asım
Tümenler üçer piyade birer topçu alayından oluşuyordu.
Kasım 1915 ayı başlarında, Almanların Sırp direnmesini kırarak Sırbistan’ı işgali Bulgarların merkezî devletler tarafına katılması üzerine Berlin-İstanbul yolu açılmış, Çanakkale Cephesi’ne yardım olanağı başlamış, özellikle topçu cephanesinin gelmesi başarı umutlarını artırmıştı.
Bu ay içerisinde siper muharebeleri bomba atma ve lağım patlatma faaliyeti sürdürülmüş zaman zaman düzenlenen topçu ateşiyle İngilizler hırpalanmıştı. Onlar da siperlerimizin altında lağımlar patlatıyor ve mahdut hedefli taarruzlar yapıyorlardı. Donanmanın da desteği olduğu halde başarı sağlayamadılar.
5 nci Ordu Komutanlığı, kasım ayı sonlarına doğru kesin sonuç sağlayacak bir genel taarruz plânlıyordu. Alman Genelkurmay Başkanı Fon Falkenhayn da bu plânla bizzat ilgileniyor ve ihtiyaçlarımızı soruyordu.
Doğu Seferî Kuvvetler Komutanlığı da her çareye başvurarak Türk birliklerinin harekâtını yakından izliyordu.
İngiliz ve Fransızların Gelibolu yarımadasını tahliyesi:
İngilizler, 1915 yılı Ağustos ayı sonlarına kadar, Gelibolu yarımadasında giriştiği birçok taarruzî hareketlerle şanslarını denemiş ve her seferinde, lâyık oldukları dersi almışlardı. Sonunda, çekilmekten başka çare kalmadığı kanısına vararak, 8 Aralık 1915’de Arıburnu bölgesini, 28 Aralık 1915’de de Seddülbahir bölgesini tahliyeye başladılar. 9 Ocak 1916’da yanmada yabancılardan arınmıştı.
Çanakkale Zaferi, Çarlık Rusyası’nın yüzyıllardır gerçekleştirmek istediği, boğazlara sahip olma hayalini bir kez daha suya düşürmüştü.
Bu zafer, İngiliz ve Fransızların müstemlekelerindeki prestijlerine indirilen ilk darbe olmuştu.
Çanakkale Zaferi, Türk erinin direnme gücünün, fedakârlık ruhunun, vatan ve millet sevgisinin abideleşen bir simgesi olmuş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Atatürk’ü bütün dünyaya tanıtmıştır.
3 ncü Kolordu Komutanı Esat Paşa (Korgeneral Bülkat), “Düşman donanmasına Çanakkale Boğazı’na yaklaşmak ve Boğaz’ı zorlayıp İstanbul’a gelmek fırsatını vermeyenlerin birincisi Cevat Paşa ikincisi ben, kesin sonucu sağlayanı da Anafartalar Komutanı Mustafa Kemal Paşa’dır” diyor5.
b. Galiçya’da 15 nci Kolordu Komutanı Cevat Paşa:
1916 Mart’ın ilk günlerinde başlayan Verdun taarruzu, Haziran 1916 ortalarına kadar devam etmiş ve Almanlar Verdun tahkimli mevzilerinin bir kısmını ele geçirmiş, fakat Fransa Cephesi’ni yaramamışlardı. İki tarafın ölü sayısı 800 bini buluyordu.
Ruslar ise 4 Haziran 1916’da üstün kuvvetlerle taarruz ederek Avusturya’dan Bokovina’yı almışlardı.
Bu durum karşısında Almanlar, Verdun taarruzundan vazgeçerek buradan çektikleri kuvvetlerini Ruslara karşı kullanmaya karar vermiş ve daha önce dinlendirilmesini önerdikleri Türk birliklerinden de bir kolordu istemişlerdir.
Enver Paşa, esasen Çanakkale’de serbest kalan Türk kuvvetlerini çölden beslenme zorlukları nedeniyle Suriye Cephesi yerine Avrupa Cephesi’ne göndermeyi ve burada kesin sonuç alınmasını düşünüyordu. Diğer Türk cephelerinin isteklerini dikkate almadan, Almanların önerisini kabul etti, ve Gelibolu yarımadasında bıraktığı 19 ve 20 nci tümenlerle üçüncü defa kurulan, Albay Yakup Şevki (Orgeneral Subaşı) komutasındaki 32.000 mevcutlu 15 nci Kolordu’yu 13-22 Ağustos 1916’da Galiçya’ya gönderdi6.
10 Kasım 1916’da da bu kolordunun komutanlığına Mirliva Cevat (Orgeneral Çobanlı)yı atadı. Cevat Paşa 18 Kasım 1916’da göreve başlamış, Albay Yakup Şevki 1 Aralık 1916’da ayrılmıştır.
Bir yıldan fazla, Galiçya harekât alanında görev almış ve muharebe etmiş bulunan 15 nci Kolordu’nun gönderilmesindeki siyasî, stratejik düşünce ve gerekçeleri ne olursa olsun, verilen muharebe görevlerini kahramanca yapmış, bağlı bulunduğu Alman Güney Ordusu’na üstün hizmetler vermiştir.
15 nci Kolordu, kademeli bir şekilde Galiçya’ya gönderilmişti. 19 ncu Tümeni 12/13 Ağustos 1916 gecesi Pukow istasyonuna varmış ve 14 Ağustos 1916’da Zlotalipa doğu sırtlarında Ruslarla muharebeye başlamıştır.
20 nci Tümeni, 22 Ağustos 1916’da Pototory ile Bozykw arasındaki 54 ncü Avusturya Tümeni’ni değiştirerek muharebeye girmiştir.
15 nci Kolordu Karargâhı da aynı gün muharebeye katılmıştır. 15 nci Kolordu birlikleri, Doluruca bölgesinde ve Tuna kuzeyinde cereyan eden muharebelere Bağlaşık Devletler ordularıyla katılmışlar ve büyük başarılar sağlamışlardır. Doğu Ordusu Başkomutanı Mareşal Leopolt’un, Cevat Paşa’ya verdiği üstün başarı belgesinde de belirttikleri gibi Nazajowka, Zlota Lipa, Brezany meydan muharebelerinde; Mieczyszcow ve Diziki-Lany muharebelerinde olağanüstü cesaretle direnmiş ve karşı taarruzlarla Rusları, bozguna ve yenilgiye uğratmıştır. Bu meyanda 26’ncı Türk Tümeni’nin 3 Aralık 1916 günü Bükreş’in alınmasında gösterdiği yararlıklar birinci kademede şehre girişleri takdirle anılmağa değer7.
Alman İmparatoru 15 nci Kolordu mensuplarını silâh arkadaştan olarak kutlamış ve “Garde Fusilier” alayını erkânı arasına aldığını bildirmiştir. Padişah da bu birliği övmüştür8.
15 nci Kolordu Komutanı Cevat Paşa, 4 Şubat 1917 günü Alman İmparatoru tarafından kabul edilmiş, Türk birliğinin kahramanlığını ve zaferlerini övmüş, komutanlara yararlık gösteren erlere çeşitli derecelerden Demir Salip nişanları vermiştir.
Padişah’ın gönderdiği madalya ve şeritler Kolordu Komutanı tarafından törenle tüm alay sancaklarına takılmıştır9.
Avusturya-Macaristan İmparatoru Kari da, 5 Temmuz 1917’de Cevat Paşa’ya Birinci Rütbeden Front da Faire Nişanı vermiştir10.
15 nci Kolordu’nun ayrılışı nedeniyle, Doğu Ordusu Başkomutanlığının üstün başarı belgesi (EK-1)’de11, Avusturya-Macaristan Ordular Grubu Komutanı’nın övgü mesajı (EK-2)’dedir12.
Alman Güney Ordusu Komutanı da 13 Haziran 1917 gün 12321 sayılı günlük emirlerinde:
“15 nci Türk Kolordusu, Alman Güney Ordusu içinde 10 aylık bir harekâttan sonra, bu ordunun kuruluşundan ayrılırken arkasında doldurulamayacak ve hep hissolunacak bir boşluk ve daima şükranla anılacak, hiçbir zaman solmayacak bir hatıra bırakıyor..
15 nci Kolordu, dört kanlı boğuşma, üç muharebede ateşle, ölümle uğraşarak sayıca üstün düşmanın bütün hücumlarını püskürttü.
Harekâtın gerektirdiği yerde bırakmak zorunda kaldığı araziyi yılmaz karşı taarruzlarıyla geri aldı ve düşmana en ağır zayiatı verdirdi…
Böylece Türkler eski ve şerefli sancaklarına yeni taçlar ekleyerek ülkelerine dönüyorlar… 12.000 Türk kahramanının kanı Galiçya toprakları üzerinde boş yere akmamıştır.
Nihayet, Ulu Tanrı’dan dilerim ki cesur, kahraman ve sadık 15 nci Kolordu’nun bütün mensupları bundan böyle de hep başarılar ve şanlar içinde yaşasın” diyordu13.
15 inci Kolordu’nun 19 ncu Tümeni Haziran 1917’de, kalanı da Eylül 1917’de yurda döndü.
15 nci Kolordu emrine zaman zaman alay hatta tümen düzeyinde Alman ve Avusturya birlikleri verilmiş, staj için şehzadeler gönderilmiştir14.
12 Mart 1917 Rus İhtilâli nedeniyle, siyasî, askerî ve idarî değişim ve sarsıntılara uğrayan Sovyet Cumhuriyeti (SSCB) daha fazla harbe devam edemeyerek, 3 Mart 1918 Brest-Litovsk Antlaşması’yla barış dönemine geçti.
15 nci Kolordu’dan sonra, 6 nci Kolordu Mirliva Hilmi Paşa komutasında (15, 25 nci tümenler) Eylül ve Ekim 1916 ayları içerisinde Romanya Cephesi’ne gönderilmiş ve Dobrice taarruzuna katılarak Romen Ordusu’nun Seret nehri kuzeyine atılmasında büyük emeği geçmişti. 30 Aralık 1916’da Varşova’da Tuna Ordusu emrine giren ve sonradan bu kolorduya katılan 26 ncı Tümen de Tuna Ordusu’nun ihtiyatını teşkil etmişti. Bu kolordu da 25 Aralık 1917 ve 29 Haziran 1918 tarihleri arasında kademeli olarak yurda döndü15.
1915 yılı Ekim ayında da Makedonya Cephesi’nden alınan Alman birliklerinin yerine, yeniden teşkil edilen Abdülkerim Paşa komutasındaki 20 nci Kolordu (46 ve 50 nci tümenler) gönderilmiş, bu kolordu da katıldığı muharebelerde kendisine verilen bölgeleri kahramanca savunmuştur. Özellikle 50 nci Tümen’in Karabayır’daki başarısı anılmaya değer. Bu kolordunun yurda dönüşü ve Mayıs 1918’de bitmiştir.
Galiçya, Romanya ve Makedonya cephelerinde muharebe eden ve 115 bin kişiden oluşan bu üç Türk kolordusu en az 40 bin Türk gencini buralarda kaybettikleri dönemde, Kafkas Cephesi’nde Ruslar Doğu Anadolu’yu istila etmişler, Filistin ve Irak cephesindeki kuvvetler de büyük arazi kaybederek kuzey bölgelere çekilmişlerdi16.
c. Filistin ve Suriye Cephesi’nde 8 nci Ordu Komutanı Cevat Paşa:
Bu cephenin oluşmasında, İtilaf Devletleri’nin, özellikle İngilizlerin amacı sömürgelerinin bel kemiğini teşkil eden Mısır’ı dolayısıyla Hindistan yolunu emniyette bulundurabilmek için Süveyş Kanalı’nı savunmaktı.
Türk Genel Karargâhı da Süveyş Kanalı’ndan İngiliz kuvvetlerinin Avrupa Batı Cephesi’ne veya Çanakkale’ye götürülmesini önlemek için Süveyş Kanalı’na taarruzu plânlamıştı. Buna göre, 8 nci Kolordu (3 tümenli) Kanal harekâtına, 12 nci Kolordu ile seyyar jandarma birlikleri de Suriye’nin savunmasına memur edilmişti.
Birinci Kanal harekâtında İngilizler, Kanal’ı iki tümenle tutarak kuvvetli tahkim etmiş, üç tümen kadar da ihtiyat ayırmışlardı.
8 nci Kolordu’nun 1915 taarruzu, yiyecek sıkıntısı ve ikmal zorluğu nedeniyle başarıya ulaşamadı. Bu sırada Çanakkale Cephesi de önem kazandığından, Filistin’den üç tümen Nisan 1915’de bu cepheye gönderildi.
Çanakkale yenilgisi nedeniyle İngilizlerin Yakındoğu’da ve İslâm alemindeki prestijleri kırılmıştı. Kanal’ı savunmak için doğusuna kuvvet geçirmeye karar verdiler.
İkinci Kanal taarruzunun amacı da, Kanal’ın doğu kıyılarını elde tutarak topçu ateşiyle Kanal’dan yapılacak geçişlere engel olmaktı.
Ancak cephane, erzak ve su ikmalindeki güçlükler nedeniyle başarı elde edilemedi ve çok zayiat verildi.
Suriye-Filistin Cephesi’nde 1917 Yılındaki Olaylar:
1917 yılı içinde, Sina ve Filistin Cephesi’nde üç defa Gazze Muharebesi olmuştu. İngilizlerin bu savaşlar sonunda Sina Çölü’nü geçip Gazze yakınlarına kadar ilerlemeleri üzerine Türk Başkomutanlığı düşmanın taarruzlarını yenilemesi ihtimalini düşünerek bu cephenin takviyesine karar vermiş ve dört piyade, bir süvari tümeni göndermişti. Düşmanın Sina ve Filistin’den atılmasını istiyordu. İngilizler de beş tümenle takviye edilmişlerdi.
Bu cephede toplanmış olan orduların bir elden sevk ve idaresi kabul edilmiş ve Almanya’dan getirilmekte olan Ordular Grubu Karargâhı ile bir tugaylık Asya Birliği tarafından grubun teşkili yoluna gidilmiş ve komutanlığına da Alman Generali (Türk Ordusu’nda Mareşal) Falkenhayn verilmişti. Irak’taki 6 ncı Ordu da Ordular Grubu emrinde kalıyordu. Suriye ve Batı Arabistan Komutanlığı da 4 ncü Ordu Komutanı ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa’ya bırakılmakla karmaşık bir emir ve komuta sistemi meydana getirilmiş oluyordu.
8 nci Ordu, Sina Cephesi’nde, 7 nci Ordu ve Almanya’dan gelmekte olan Asya Grubu, Halep’te ve Filistin bölgesinde tertiplenmişti. Asya Grubu’nun bu bölgeye gelmesi 1,5 aylık zaman istiyordu.
7 nci Ordu’nun naklinden sonra, Sina ve Filistin Cephesi’nde taarruz başlayacaktı. İngilizler iki ordunun toplanmasını beklese bile, Sina’da toplanacak 10 piyade ve bir süvari tümeniyle İngiliz Ordusu’na başarılı bir taarruz mümkün değildi. Türk tümenleri İngiliz tümenlerine nazaran yan mevcuttaydı.
İngilizlerin 7 piyade tümeni, 9 süvari tümeniyle 3 tugayları vardı.
31 Ekim 1917’de İngiliz taarruzu başladığında, 7 nci Ordu birliklerinin yansı ve Asya Grubu yoldaydı. Birüssebi’de taarruza uğrayan 3 ncü Kolordu ağır zayiat vermişti. Ayrıca denizden ve karadan da 22 nci Kolordu’ya taarruza geçilince, cephenin iki yanında Gazze’ye yönelen şiddetli baskılar Türk mevzilerinin 7 Kasım’da yarılmasına neden oldu. Karşı taarruzlarda başarılı olmadı. Kudüs-Yafa hattına çekilmek zorunda kalındı. İngilizler bu taarruzlarını sürdürecek 7 nci Ordu’yu da kuzeye atmak suretiyle Yafa’yı da aldılar. 8 Aralık’ta Kudüs de elden çıkmıştı. İşte bu sıralarda 2 Aralık 1917’de Cevat Paşa 8 nci Ordu Komutanlığı’na atandı. (7 nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, Ordular Grubu Komutanı Falkenhayn ile anlaşamayarak 11 Ekim igi7’de ayrılmıştı.)
İngilizler her iki mevziin emniyetini sağlamak üzere 21 Aralık’ta Yafa’nın 15 kilometre kuzeyine kadar ilerlediler, Türk birliklerini Kudüs’ün doğu ve batısına çekilmeye mecbur ettiler. Böylece bu cephede, 1917 yılındaki harekât sona ermiş oldu.
Suriye-Filistin Cephesi’nde 1918 Olayları:
1917 yılı sonlarında İngilizler Kudüs’ü işgal ettikten sonra uzun bir duraklama dönemi geçirdiler. Filistin’deki Türk Ordusu çok az takviye edilmişti. Gerçi 2 nci Şeria Muharebesi’nden önce Suriye’deki 8 nci Kolordu ve diğer birliklerden kurulu 4 ncü Ordu, yeniden teşkil edilmiş ve Şeria bölgesine getirilmişti. Bu suretle Yıldırım Ordular Grubu üç ordu (4 ncü, 7 ve 8 nci ordular) olarak cephede bulunuyordu. Sina’dan ilerleyecek İngiliz birliklerinin Bağdat’a yönelecek ordunun yan ve gerilerini tehdit edeceği düşüncesiyle Filistin Cephesi’nde taarruz edilerek buradaki İngiliz birliklerini imhaya ve sonra Bağdat’a yönelmeye karar verilmiş, bu nedenle 6 nci Ordu, Yıldırım Ordular Grubu’ndan ayrılmıştı. General Allenby (Alenbi) 19 Eylül 1918’de büyük bir taarruza geçti. Ordu 7 piyade, 4 süvari tümeni, 8 makineli tüfek taburu ayrıca Filistin-Suriye Fransız müfrezesinden oluşuyordu. 556 topu, her türlü malzeme teçhizat ve nakil araçları vardı.
Hicaz kuvvetleriyle irtibat sağlayarak Türklerin sol kanadına kuşatma ve bu bölgedeki Arap askerlerini Türklere karşı çevirip Hicaz demiryolunu keserek Medine’deki Türk kuvvetlerinin mukavemetini kırmayı, büyük Arap kuvvetleriyle birlikte ilkbaharda Şam üzerine yürümeyi planlamışlardı.
19 Şubat 1918’de Eriha doğrultusunda harekete geçen İngilizler, 21 Şubat 1918’de Eriha’yı işgal ettiler. Mart ve nisan aylarında taarruzlarını sürdürdülerse de başarılı olamayarak geri atıldılar ve Şeria batısına çekildiler.
General Alenbi, yaz aylarını geçirdikten sonra, bu defa taarruzlarını batı kanattan yapmayı ve beş piyade, üç süvari tümeninden oluşan kuvvetli bir siklet merkezi ile 8 nci Türk Ordusu Cephesi’ni yarmayı ve Türk Ordusu’nu kuşatmayı tasarlamıştı.
İngilizlerin bu niyet ve maksadını öğrenen Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı gerekli savunma düzenini almış ve kuvvetinin çoğunu ikinci hatta yerleştirmişti.
19 Eylül 1918’de başlayan İngiliz taarruzları, Yıldırım Ordular Grubu’nun Akdeniz ile Şeria nehri arasında batıda 8 nci Ordu’ya doğuda 7 nci Ordu’ya çarpmıştı. Kuvvetli topçu desteği altında 20 nci Tümen mevzilerini yaran İngiliz piyade ve süvarileri kıyı boyunca ilerlemişlerdi. İngilizlerin üstün kuvvetlerle taarruzu karşısında 22 nci Kolordu fazla dayanamamış ve muharebeyi kaybetmişti. Bu durumda Türkler 20 Eylül 1918’de geri çekilerek birliklerini imhadan kurtarmak zorunda kaldılar ve 24 Eylül 1918 günü birliklerini Şeria nehri doğusunda toplamayı başardılar, fakat çok zayiat verdiler17.
3. İstiklâl Harbi’nde Cevat Paşa:
Mondros Ateşkes Anlaşması’yla, Türk’ün öz yurdu olan Anadolu toprakları da paylaşılma tehlikesiyle karşı karşıya gelince, Mustafa Kemal Paşa, Türk İstiklâl Harbi’ni başlattı.
a. Cevat Paşa’nın İstanbul’daki Hizmetleri ve Malta’ya Sürgüne Gönderilmesi:
Atatürk, İstanbul’dan ayrılmadan önce, o tarihte Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşa ile Sadrazam (Başbakan) Damat Ferit Paşa’yı ziyaret etmişler ve 9 ncu Ordu Müfettişliği’nin yetki alanını küçümser şekilde konuşarak Damat Ferit’in endişelerini gidermeye çalışmışlardı.
Atatürk, Nutuk’ta ayrılışı günü Cevat Paşa ile gizli görüşebilmeleri için bir şifre kararlaştırdıklarından, bu şifre ile haberleşerek her türlü ihtiyacın sağlandığından ve Cevat Paşa’nın Harbiye Nazırlığı (Milli Savunma Bakanlığı) zamanında Askerî Nigahban Cemiyeti hakkında takibata başlandığından, üst makamlardaki görev değişikliği nedeniyle arkasının kesildiğinden söz eder.
Cevat Paşa’nın bu girişimleri İngilizler tarafından sezilmiş ve 16 Mart 1920’de İstanbul’un fiilen işgali sırasında tutuklanarak Malta’ya sürülmüştür18. Yaşamı bölümünde de belirtildiği şekilde buradan dönüşünde Anadolu’ya geçmiş ve 9 Şubat 1922’de Elcezire Cephesi Komutanlığı’na atanmıştır.
b. Anadolu’daki hizmetleri, Elcezire Cephesi Komutanlığı:
Elcezire Cephesi Komutanlığı 2 ve 5 nci piyade tümenleri, bir süvari alayı ve bağlı birliklerden oluşuyordu. Yani bir kolorduya eşitti. Halbuki Cevat Paşa diğer cephe komutanlarından çok yaşlı, rütbe, kıdem ve bulunduğu makamlar bakımından çok ilerideydi. Buna rağmen yüreği vatan sevgisi ve onu düşmandan arındırmak azmiyle dolu Paşa, bu görevi seve seve kabul etti.
Ateşkesin imzasından hemen sonra Adana’yı işgale başlayan Fransızlar, meydanı boş bulunca silâhlandırdıkları Ermeniler ile birlikte bu işgallerini genişleterek, Adana’dan başka Kozan, Osmaniye, Tarsus, Mersin ve Pozantı’yı da kontrolleri altına almışlardı.
Bu arada boş durmayan İngilizler de, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal etmişlerdi, fakat bir süre sonra aralarında vardıkları bir anlaşmayla bu üç ili Fransızlara bırakmışlardı. Böylece Fransızlar, Adana kuzeybatısındaki Toros geçitlerinden Fırat nehri doğusuna dek uzanan geniş bir alanı kontrolleri altına almış bulunuyorlardı.
Ne var ki, bu işgaller ve ardından gelen saldırı ve zulümlere tahammülleri kalmayan bölge halkı, silâha sarılarak buralardaki zayıf ordu birliklerinin de yardımıyla örgütlenip büyük bir cesaret ve özveri örneği vererek direnişe geçmişlerdir. Kuva-yı Milliye (Ulusal Güçler) adını taşıyan bu gönüllü müfrezeler, Güney Cephesi’nin daha ziyade Fırat nehri batısına rastlayan Adana cephe kesiminde Fransızlara ve onlarla işbirliği halindeki Ermenilere karşı çarpışmışlar, Fırat nehri doğusuna rastlayan Elcezire Cephesi kesimindeki İngilizlerle ise, silâhlı bir çatışma olmamıştı.
1919 sonlarından beri Güney Cephesi’nde sürüp gelmiş olan çeşitli muharebelerde, zaman zaman ve yer yer uğradıkları başarısızlıklar yüzünden Anlaşma Devletleri, Türklerle savaşı sürdürmekte bir yarar görmemeye başlamışlardı. Buna bazı iç ve dış siyasî sorunların da eklenmiş olması onları, özellikle İkinci İnönü Zaferi’nden sonra Ankara Hükümeti ile bağlantı kurmak zorunda bırakmıştı. Bu durumdan yararlanan TBMM Hükümeti Güney Cephesi’ndeki Türk kuvvetlerini peyderpey Batı Cephesi’ne kaydırmaya başlamıştı. Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra 20 Ekim 1921’de Fransa ile Ankara Anlaşması imzalanınca Batı Cephesi’ne yardım olanağı daha da arttı ve harbin sonuna kadar sürdü.
D. SONUÇ
Orgeneral Cevat Çobanlı yaşamını askerliğe vakfetmiş, O, dönemin harplerinde stratejik birliklere komuta etmiş, başarılı olmuş ve takdir edilmiştir.
O, dürüstlüğü, bilgisi, muhakeme gücü, kesin kararlılığı, cesareti ve adaletiyle kitleleri peşinden sürüklemiş, fizikî güçlüklere katlanmış, yardımseverliği ile tanınmış, çok çalışmış, Harp Akademisi Komutanı olarak orduya değerli kurmay subaylar yetiştirmiş, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine bağlı çok saygın bir kişi büyük bir asker ve değerli bir komutandı.
* * *
Ek-1
Doğu Ordusu Başkomutanlığı
Genel Karargâh
12.6.1917​
15 nci Osmanlı Kolorduyu Hümâyunu Kumandanı
Mirliva Cevat Paşa Hazretlerine

Gösterdiği cesaret ve göreve bağlılığından dolayı 15 nci Türk Kolordusuna, emir ve komutasını üzerime aldığım harekât alanından ayrıldığı şu sırada, sonsuz teşekkür ve takdirlerimi bildiririm.
Rusların sayıca çok üstün kuvvetlerle Narajowka, Zlota Lipa, Brzezany dolaylarında yaptıkları meydan muharebesinde, yiğit kolordu olağanüstü cesaretle direnmiş ve karşı taarruzlarla bozguna uğrayan düşmanı takip etmişti. Bundan sonra Mieczyszcow ve Dziki-Lany Çevrelerinde giriştikleri muharebelerde Ruslar aynı yenilgiye uğradı. Kolordunun daima uyanık bulunan tecrübeli askerleri kuvvetli mukabeleleriyle bu taarruzları da tam olarak püskürttüler.
Doğu Cephesi’nde, bu derece benzersiz olarak yaptığı muharebelerle savaş yeteneğini göstermiş ve ispat etmiş bulunan bu kolordudan ayrılışıma üzgünüm. Cesur kolordunun bütün subay ve erlerine, bundan sonra da, yeni bulunacakları muharebe alanlarında başarılara ulaşmalarını dilerim.​
Bavyera Prensi Leopolt
Mareşal
Doğu Ordusu Başkomutanı

Ek-2
Avusturya-Macaristan Böhm Ermolli
Ordular Grubu Komutanlığı
Sayı: 3589

27 Haziran 1917
15 nci Osmanlı Kolordusu Kumandanı
Cevat Paşa Hazretlerine

15 nci Türk Kolordusu savaş bölgemden ayrılıyor. Kolorduyu çok üstün sevk ve idare eden komutanına şu vesile ile özel teşekkürlerimi bildiririm.
Parlak, benzersiz icratıyla, özellikle silâh arkadaşlığına bağlılığı ile yüzyıllardan beri denenmiş bulunan Türk askeri, Ordular Grubu tarihine yazdığı pek şerefli sahifelerle unutulmaz bir yer tutacaktır.
Kazandıkları sonsuz ve derin güven ve övgülerin bütün subaylara ve erlere duyurulmasını yüksek şahsınızdan rica ederim.
İyi dileklerim kolorduyu yeni yolu üzerinde de izleyecektir. Bundan sonra da daima yolu açık olsun ve şanlı sancağı yeni zaferler, seçkin basanlarla dalgalansın.​
Böhm Ermolli
Ordular Grubu Komutanı

——————————————————————————–
NOT: Araştırmacı ve yazar Nusret Baycan’ı 29 Temmuz 1990 günü kaybetmiş bulunuyoruz. 1916 yılında Üsküdar’da doğan, Harp Okulu ve Harp Akademisini bitiren Baycan, Atatürk ve İnkılâp Tarihimiz üzerine araştırmalarıyla tanınmıştı. Kendisini rahmetle anıyoruz.
1 Türk İstiklâl Harbi’ne Katılan Tümen ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri; Gnkur. Harp Tarihi Başkanlığı Yayını, Ankara Gnkur. Basımevi, 1988. Türk Harp Tarihi Derslerinde Adı Geçen Komutanlar; Harp Akademileri Komutanlığı, İstanbul, Harp Akademileri Basımevi, 1983, s. 211-215.
2 a.g.e., s. 22-24.
a.g.e.,s. 211-215.
3 Balkan Harbi Şark Ordusu; C. II, 1 nci Kitap, Birinci Çatalca Muharebesi, Gnkur. ATASE Bşk.lığı, Ankara, Gnkur. Basımevi, 1983, Giriş kısmı ve s. 27.
4 Askeri Yönüyle Atatürk; Gnkur.ATASE Bşk.lığı, Ankara, GATA Basımevi, 1981, s. 25-27.
5 Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi; C.V., 3 ncü Kitap, Çanakkale Cephesi Harekâtı, Gnkur. ATASE Bşk.lığı, Ankara, Gnkur. Basımevi, 1980, s. 99, 474, 479.
- Yanya Savunması ve Esat Paşa; Gnkur. ATASE Bşk.lığı, Ankara, Gnkur. Basımevi, 1983, s. 146.
6 Birinci Dünya Harbi; İdari Faaliyetler ve Lojistik, C.X, Gnkur. ATASE Bşk.lığı, Ankara, Gnkur. Basımevi, 1985, s. 317-319.
7 a.g.e., s. 319.
8 Birinci Dünya Harbi, C.VII, Avrupa Cepheleri, s. 91.
9 a.g.e., s. 95.
10 a.g.e., s. 95.
11 a.g.e.,s. 114-115.
12 a.g.e., s. 115.
13 a.g.e., s. 112-114.
14 a.g.e., s. 64> 65.
15 Birinci Dünya Harbi, İdari Faaliyetleri, C.X., s. 318.
16 a.g.e., s. 318, 319.
17 a.g.e., s. 497.
18 Nutuk’ta anılan komutanların biyografileri; Gnkur. ATASE Bşk.lığı, Ankara, Gnkur. Basımevi, 1981, s. 6-7.
———————-
Nusret Baycan
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 20, Cilt: VII, Mart 1991
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Pilot Binbaşı Fazıl


2. Uçak Bölüğü Komutanı
Binbaşı Fazıl
(1889 - 1923)
Cihan ve İstiklal Harbi’nde kahramanca hava savaşlarına katılan Fazıl Bey, bir eğitim uçuşu sırasında 27 Ocak 1923 günü İzmir’de şehit oldu.
“Hava Şehitleri Günü” O’nun şehit olduğu gündür.
Bu tarih daha sonra değiştirilerek ilk uzun uçuşun yapıldığı 15 Mayıs (1914)’a alınmıştır. Bugün Onu havacılar bile tam hatırlamaz. Oysa anıtı dikilecek havacımızdır.
İlk savaş pilotuydu
Abdurrahman Efendi ve Saadet Hanım’ın oğlu olarak 1889 yılında Arnavutluk’un İşkodra Kasabası’nda dünyaya gelir. Birçok arkadaşı gibi ilk havacı olarak Avrupa’ya eğitime gönderilir. İngiltere’de eğitim gören Fazıl Bey’in havacılığa yatkınlığı, buradaki komutanları tarafından da fark edilir. Almanya’nın başkenti Berlin’e 1914 yılında 3 arkadaşıyla giden Teğmen Fazıl Bey, burada da başarılı uçuşlar yaparak Türk çocuklarının da havacılıkta başarılı olduğunu gösterir. Buradaki başarısını ünlü Alman savaş pilotu Von Richtholfen de takdir eder. Fazıl Bey pilotluğunun yanı sıra neşeli kişiliği, gözü pekliği ve bilgisiyle de dikkat çeker.
Gözü pek savaş pilotu
Buradaki eğitimini başarıyla bitiren Fazıl Bey, İstanbul’a gelir ve Yeşilköy Hava Uçuş Okulu’nun çekirdek kadrosuna dahil olarak, başka havacıları yetiştirir. Cihan Harbi başladığında eldeki uçaklar ve pilotları gerek doğu gerekse de önemli bir cephe olan Çanakkale’ye gönderilirler.
Fazıl Bey Üsteğmen rütbesiyle Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı emrine verilir. 25 Ağustos 1915 günü Üsteğmen Fazıl Bey’in uçtuğu deniz uçağı, Nara açıklarında arızalanarak geri döner. Fazıl Bey’in buradaki görevi, İngiliz deniz üsleri ile denizdeki düşman hareketliliğini gözetlemektir. Bu uçuş ilk hava keşfi görevidir aynı zamanda…
Genelkurmay Başkanlığı tarafından 1969 yılında yayımlanan “Türk Hava Harekatı” isimli eserde belirtildiğine göre, bu tarihlerde havacılığımız çok ilkel bir durumdadır ve uçaklar sık sık arızalanmaktadır. Buna rağmen Üsteğmen Fazıl, Yüzbaşı Savmi ve Üsteğmen Cemal Beyler gibi üstün yaradılıştakiler vazife yapabilmektedir. Bu imkansızlık kısa sürede Almanya’dan gelen çok sayıdaki uçak ve uçucu ile giderilmeye çalışılır. Türk gençlerinin eğitimine de önem verilir. Bir yıl içinde savaş pilotu sayımız 15′e çıkar.
Arap Cephelerinde Fazıl Bey
Genelkurmay kayıtlarına göre, Üsteğmen Fazıl Bey, Eylül 1915′de Irak’ta görevlendirilir ve burada Salmanpak civarlarında keşif ve hava akınlarına katılır. Burada Türk pilotları, İngiliz pilotlarıyla kahramanca hava savaşlarına tutuşur ve birçoğunu düşürür.
Bazı İngiliz pilotları inişe zorlanarak uçağıyla birlikte esir edilir.
Birussebi’den gelen Pilot Üsteğmen Fazıl Bey, düşmandan ele geçirilen uçakları uçar duruma sokmak için büyük bir çaba harcayarak birkaç uçağı hazırlar. 1916 yılına gelindiğinde Türk Hava Kuvvetleri 67 hava istasyonuna ve 81 pilot/gözetmen ile 90 uçağa sahiptir. Hava birliklerinin tecrübesi daha da artmış ve önemi kavranmıştır.

Fazıl Bey, Bölük Komutanı oluyor
Üsteğmen Fazıl Bey, Ağustos 1916′da 3′ncü Tayyare Bölüğü’ne getirilir. Bölük bu tarihlerde Hicaz bölgesinde görev yapar. Genelkurmay kayıtlarında Fazıl Beyin buradaki faaliyetleri hakkında şu bilgiler veriliyor:
“26 Eylül 1916′da Medine’ye gelerek bölüğe katılan Üsteğmen Fazıl, uçulamayacağı iddia edilen uçaklarla uçuş tecrübelerini yapmaya başladı. Denemede olumlu sonuç alınmış, hazırlanan raporda eldeki uçaklarla Hicaz’da mükemmel şekilde uçulabileceği, bugüne kadar olan başarısızlığın bölükteki uçuşları az ve eğitimleri zayıf olan uçucuların ehliyetsizliğinden ileri geldiği belirtilmiştir.
Üsteğmen Fazıl bölük komutanlığına başladıktan sonra uçamaz durumda olan uçakları kısa zamanda uçuşa hazırlattı. Bölük kısa zamanda toparlanmış ve Medine dolaylarında yaptığı vazife uçuşlarında Mürettip Kuvvet Komutanlığı’na faydalı olmaya başlamıştı.” (s.123) Fazıl Bey bu cephelerdeki başarısından dolayı hızla yükselir ve 1917 yılında yüzbaşı olarak Filistin Cephesinde bölük komutanlığı yapar.
Kahraman Fazıl’ın destanlaştığı gün
25 Ekim 1918′de Çanakkale üzerinden geçen beş düşman uçağının İstanbul yönünde uçtukları, Hava Savunma Komutanlığına bildirilir. Saat: 13.15′de düşman uçaklarının İstanbul’a yaklaşmakta oldukları haberinin alınması üzerine, 9′ncu Tayyare Bölük Komutanı Yüzbaşı Fazıl’ın komutasında, Astsubay Vecihi ve Türk uyruğundaki Avusturyalı Maks Şusi ile bir Alman pilotu sıra ile havalanırlar. Avusturyalı ile Alman pilotu kol komutanı Yüzbaşı Fazıl’ı takip etmeyerek boğazın kuzey dolaylarında dolaşmaya başlarlar. Bu durum, İstanbul savunması için uçan dörtlü kolun dağılması ve münferit bir duruma düşmesi demektir. Şusi’nin uçağı arızalanır, Vecihi Bey’in uçağının ise yakıtı biter. Alman pilotu da boğaz dışında olduğundan düşman karşısında yalnız başına kalan Yüzbaşı Fazıl süratle hücuma geçer. Üzerine çevrilmiş olan 10 düşman makineli tüfeğine karşı yapılan bu saldırı cüret ve cesaretin bir timsalidir.
Bu saldırışta tehlikeli olarak ikisi ciğerinden, ikisi elinden olmak üzere tüm olarak yedi (kurşun) isabet alan Fazıl Bey, bir düşman rastını yaralamış bir başkasını ise öldürmüştür.
Ağır yaralı olarak uçağını Yeşilköy alanına indirmeyi başarır. Marmara önlerine gelen düşman filosu ise şehri bombalayamayarak geri döner.
Fazıl Bey İstiklal Harbi’nde
Yüzbaşı Fazıl Bey ağır yaralarının acısını çekerken, İstanbul da Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra işgal edilmiştir. Düşman ilk olarak Yeşilköy’deki hava üssüne el koyar. Buradaki uçakları kilitler ve bulduğu personeli de tutuklar.
Bunu öğrenen Vecihi ve Fazıl Beyler, bir uçakla zorlu bir yolculuktan sonra Ankara’ya varırlar. Ankara’da ilk hava birliğinin çekirdeğini kurarlar. Fazıl Bey bu tarihte Batı Cephesi’nde İsmet Paşa’ya bağlı olarak Bölük Komutanlığı görevi yapar.
O tarihte Anadolu’da iki uçak vardır. Buna daha sonra ele geçen Yunan uçakları da eklenir ve Milli Mücadele ilerledikçe, alınan yeni uçaklarla da bu filo hızla gelişir. Uçak sayısı 20′ye, personel sayısı da 40′a ulaşır.
Yunanlıların elinde ise 50 uçak vardır. Fazıl ve Vecihi Beyler, kıt imkanlarla Anadolu’da da imkansızı başarırlar ve birbirinden tehlikeli uçuşlarla düşmana göz açtırmazlar. İstiklal Harbi boyunca 10 Yunan uçağını tahrip ederken 15′ini de sağlam ele geçirirler.
Binbaşı Fazıl kaza kurbanı
Büyük Zafer’den sonra ise Fazıl Bey, 5 Eylül 1922 günü binbaşı rütbesine yükseltilir ve çok sevdiği İzmir’e atanır. Burada Türk gençlerine uçuş eğitimi verir. İşte bu uçuşlardan birisinde (27 Ocak 1923 günü) havada uçağı arızalanır ve savaşta düşman mermilerinin vuramadığı uçağını talihsiz bir kaza “vurur”! Fazıl Bey’in uçağı o gün öğrencisi Deniz Astsubayı Emin ile havalanmıştı. Motor üst üste arıza yapar. Binbaşı Fazıl alana inmek için dönmek ister Fakat hızı azalan ve yerden sadece 35 metre yükseklikte olan uçak bu dönüşe dayanamaz, yere çakılır. Öğrenci Astsubay Emin hemen şehit olur. Beyin kanaması geçiren Binbaşı Fazıl da, hastaneye kaldırıldıktan altı saat sonra hayata gözlerini yumar.
Vecihi Bey arkadaşını anlatıyor
Vecihi Bey ise şu acı satırlarla, o elim anı anlatır:
“Fazıl, ismine yakışan bir fazıla malik ve havacılığımızın o zaman en olgun bir elemanı idi. Uçuşundan ziyade, Türk havacılığı, ilminden istifade edebilirdi. O, birkaç talebenin değil, fakat hepimizin hocası idi. İşte bu acı içinde ben milli havacılığımız namına için için yandım. Senelerce düşman üzerinde kahramanca çarpışarak ölüm tehlikelerini yenen bu aziz genç, küçük bir kazanın kurbanı olmuştu.”
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Kazım Dirik


Kazım Dirik
(1881 - 1941)
Kazım Dirik 1881 yılında doğdu. 1899 da Harp Okulunu, 1912de de Erkân-ı Harbiyeyi bitirerek kurmay yüzbaşı oldu. I. Dünya Savaşında Çanakkale ve Suriye cephelerinde savaştı. Mustafa Kemalin ordu müfettişi olarak Samsuna gönderilmesini, o sırada kurmay başkanı olan Kazım Dirik sağlamıştır. 1921′de Ulusal Direnişe katılmak için görev isteğinde bulunması üzerine Ankara’ya çağrıldı. Milli Savunma Bakanlığı emrine alınarak Batı Cephesi Komutanlığı’nda görevlendirildi. 1922′de generalliğe yükseldi.

Kurtuluş Savaşından sonra askerlikten ayrılan Kâzım Dirik, Büyük zaferden sonra general üniformasını çıkarıp Önce Bitlis Sonrada İzmir’de valilik ve belediye başkanlığı gibi önemli iki görevi birden idare etmiştir.(İzmir’de valilik yaptığı dönem Mustafa Kemal’e İzmir suikastı teşebbüsünün düzenlendiği dönemdir.) Görevi sırasında yüzlerce okul, dershane, yol, çeşme, köprü ve benzeri yapıları inşa ettirip köylülerin ekonomik durumunu düzeltmek için kooperatifler kurdurmuş, savaştan yeni çıkmış genç Cumhuriyetin kısıtlı bütçesiyle büyük işler başarmıştır.
1935te atandığı Trakya Bölgesi Genel Müfettişliğini ömrünün sonuna kadar sürdürdü. 1941 yılında öldü​
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Yakup Şevki Paşa

Yakup Şevki Subaşı
(1887 - 1939)
Yakup Şevki Paşa 1876 yılında vatansever yiğitleriyle ünlü Harput’da(Elazığ) dünyaya gelmiştir. Harput’da Kurşunlu Camii sitesindeki Mülkiye Rüştiyesini, Erzincan Askeri Rüştiyesini ve Erzurum Askeri İdadisini birincilikle bitirdi(6). 1896 yılında İstanbul Harbiyesinden Pekiyi derecesiyle Kurmay sınıfına ayrıldı ve Kurmay Yüzbaşı Rütbesiyle 4. Orduya atandı. Kurmay Yarbay rütbesiyle Harp Okulunda tabya(askerlerin bir arazide düşmana karşı tam tedbir ve nizam üzerine yerleştirilmesi, başarı için kullanılan vasıtalar) öğretmenliğine atandı. Başkomutan dahil Genel Kurmay Başkanı rütbesine ulaşabilen çok değerli komutanlar yetiştirdi.

Şevki Paşa, Galiçya’ da 15. Kolordu Komutanıyken gösterdiği üstün başarılardan dolayı Alman Ordusu Başkomutanı ve Almanya İmparatoru Wilhelm kendisine “çivi” lâkabını takmıştı. Teşekkür için cepheye gelen İmparator, Kolordumuza hediye olarak bir vagon içki ve yiyecek de göndermişti. Ancak sofrada içki yerine ayran, salam yerine Harput köftesi ve bulgur pilavını görünce bu olayı kendisine hakaret telakki etmiş ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya baskı yaparak bu değerli Komutanı İstanbul’a geri aldırtmıştı. Galiçya zaferinden sonra cephede üstün maharetlerini sergileyen Yakup Şevki Paşa ‘yı Berlin’e İmparator sarayına davet etmişler ancak sarayın kapısında Türk Bayrağı bulunmadığı gerekçesiyle saraya girmemiş ve Almanlar Türk Bayrağını asmak zorunda kalmışlardı(7). 3.Ordu komutanı Vehip Paşa’nın ısrarlı talebi üzerine Fevzi Çakmak Paşa’dan boşalan 2.Kafkas Kolordu Komutanlığına Harputlu Yakup Şevki Paşa atanmıştı.
Daha sonra Bağdat’a doğru çevirme harekatı yaparak Irak’ı tekrar ele geçirmek amacıyla kurulan 9. Ordu Komutanlığına atanan Y. Şevki Paşa doğuda Ermeni çetelerinin yaptığı yağmalama ve katliamları da başarıyla püskürtmüştüSivil Türklerin eğitimine de bü-yük ihtimam göstermiştir.
İngilizlerin Korkulu Rüyası Harputlu Yakup Şevki Paşa
İngilizlerin güzel yurdumuzu parselleme emellerini bozan,geri çekilmeyi geciktiren Yakup Şevki Paşa, İngilizlerin korkulu rüyası haline gelmişti. Bunun üzerine İngilizler, İstanbul Hükümetini sıkıştırarak 9. Orduyu lağvettirmiş ve Şevki Paşa’nın İstanbul’a gelmesini sağlayarak onu pasivize ettirmişlerdi. Bununla da yetinmeyip İngiliz Başkomutanı Harington özel ilanlarla Şevki Paşa hakkında tutuklama emri çıkarmıştı. Bu kritik dönemde Şevki Paşa bir süreliğine eski emir subayı olan yazarımızın evinde gizlenmişti. Aylar geçmiş, Ramazan gelmiş, Kadir gecesi Şevki Paşa annesinin elini öpmek için İhsaniye’ deki kiracı olarak oturduğu evine gitmişti, oradan da teravih namazına giderken tanınarak tutuklanmış ve 13 Temmuz 1920’de Malta’ya sürgüne gönderilmişti.
Çok iyi derecede Almanca ve Fransızca bilen Şevki Paşa Malta da boş durmamış İngilizce öğrenmiş ve derin Tarih ve Askeri bilgilerini geliştirmiştir. Malta’da sürgünde bulunan A. Emin Yalman o günleri anlatırken “Çoğumuz dertli gibi dolaşır, kağıt oynayarak zaman öldürmeye çalışırdık. Şevki Paşa hiçbir zaman halinden şikayet etmedi, hiçbir oyun ve eğlencemize katılmadı ve bir dakikasını bile boşa geçirmedi, okudu okudu…” demektedir(9).
Sakarya Savaşı zaferle sonuçlanmış, Malta’da esir olarak bulunan Şevki Paşamız, mübadele yoluyla 25 ekim 1921de serbest bırakılmıştı.
Sürgünden Ordu Komutanlığına
Çanakkale Muharebelerinde Kolordu Komutanı olarak büyük kahramanlıklar gösteren ve Mustafa Kemal ile aynı cephede omuz omuza Ülkesini başarıyla savunan Şevki Paşa Ankara’ya geldiğinde Karargahı Bolvadin’de olan ve yeni kurulan 2.Ordu Komutanlığına atanmıştı(5). At üzerinde günlerce cepheden cepheye koşar, birlikleri ve komutanları gece-gündüz teftiş ederdi. Ordu karargahını genç,cesur subaylardan oluşturan Şevki Paşa çalışma temposuna uyamadıkları için 3. Kolordu komutanı Arif beyle 2. Kolordu komutanı S. Adil Paşadan memnun değildi, ve başka görevlere atanmalarını istiyordu. Özellikle Sivrihisar yakınlarında ki Kaplıca’da gece-gündüz içki içip alem yapan Arif beyden hiç memnun değildi. Şevki Paşa’nın ısrarı üzerine Arif bey Başkomutanlık Özel Kurmay Başkanlığına kaydırılmıştı. (Arif bey, savaştan sonra Aziz Atatürk’ü öldürmek için kurulan komploya katıldığı için İzmir’de İstiklal Mahkemesi kararıyla idam edildi). Bazı hatıralarda komplo haberini ilk öğrenen ve Başkomutanı uyaran zatın Şevki Paşa olduğu belirtilmiştir.
İsmet Paşa’ya Sitem
Harp okulundan 7 yıl kıdemli olan Şevki Paşa’ya İsmet Paşa büyük saygı gösterirdi. İsmet Paşa bir akşam yemeğinde Şevki Paşa’ya “Treni kaçırmamak için Biçer istasyonundan geçerken sizi ziyaret edemedik özür dilerim” demişti. Şevki Paşa “ iyi ettin” deyince İsmet Paşa “ neden paşam” diye sordu. “Beraberinde götürdüğün madam Colis, Amerikalı gazeteci bir kere karı sonra da gavur bu iki fesatlığı üzerinde bulunduran bir kişinin benim karargahımda işi ne” dedi ve gülüştüler(1).

Büyük Taarruzun Kaderini Belirleyen Karar
Garp Cephesi Komutanlığı aracılığıyla Başkomutan imzasıyla Ordu Komutanlığına gelen gizli emirde büyük taarruzun Nisan ayında yapılacağı yazılıydı. Şevki Paşa ‘nın 24 sayfalık cevabi yazısı: “ Böyle büyük bir taarruzun Nisan ayında yapılması doğru değildir, ortalık çamur içinde, hava yağmurlu. Ecdadımız neden Ağustos ayını seçmiştir? İşte Malazgirt, Kosova, Varna, Mohaç…” diye devam eder. Başkomutan dört gün sonra Ordu Karargahına habersizce gece 4’de gelerek Şevki Paşa ’yla istişare eder ve önerisini tasvip ederek Ankara’ya varışında Garp Cephesine gönderilen şifreyle taarruz tarihinin ertelendiği belirtilmiştir.
Şevki Paşa’nın bu uyarısı olmasaydı ve Başkomutan Büyük Millet Meclisinin tazyiki karşısında Nisan’da taarruza başlasaydı, başarımız şüpheye düşebilirdi. İşte Başkomutanın büyüklüğü burada, makul teklifleri benimseyip harekete geçmek.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya Kocatepe’de Sigara Yaktıran Olay
Büyük Taarruzdan önce Yakup Şevki Paşa emrindekilere yaptığı konuşmada “Biz İngilizlere, Fransızlara ve Ruslara karşı muharebe ettik, yendik ve yenildik. Fakat Yunan bizim dengimiz değildir. Zafer kazanacağımızdan emin olun” sözleri büyük bir moral kazandırmıştır. Yakup Şevki Paşa 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz emrini alınca dahice bir taktik uygulayarak Kolordularının kaydırma harekatını geceleri sessizce gerçekleştirmiş ve taarruz sürpriz bir şekilde kuzeyden değil güneyden , dağlık bölge üzerinden yapılmış, düşman yanıltılmış ve asıl taarruzun 2. Ordu cephesinden geldiğine inandırılmıştır. Böylece 1. Ordu cephesinde düşmanın tam yenilgiye uğratılması sağlanmıştır. Başkomutanın arzuladığı bu plan Şevki Paşa’nın müthiş taktik ve hücumlarıyla semeresini burada da göstermiştir. Bu durumu yazar şöyle anlatır “2. Ordunun Sıklet Merkezi ve Süvari Birliği’nin şaşırtmalı hücum taktiği başarıyla uygulanmıştı. Düşman,, Süvari Kolordumuzun şaşırtmalı taarruzundan ürkerek bütün Tümenlerini bize yöneltmiş ve Yunan Başkomutanını büyük bir gaflete düşürmüştü. İşte bu haber Kocatepe’deki Başkomutana ulaşınca, Mustafa Kemal Paşa sigarasını bir nefeslemiş ve “ulan Trikopis, ananı …”, dediğini bu anıyı fotoğraflayan arkadaşım yedek Teğmen Ethem Bey’den dinledim. Bu ünlü fotoğraf Kara Kuvvetleri’mizin ambleminde yer almaktadır..”(1)
Gediz Kana Bulandı
Yunan birlikleri, Demirköprü Soğuksu Vadisine bakan (Şimdiki Tatar Alabalık Çiftliğinin Kuzey Cephesi ) hakim tepedeki kayalıklarda mevzilenmiş ve ADALA-Demirci yönünde giden Türkleri kahpece katlediyorlardı. Gediz’in suları kana bulanıyordu. Bununla da yetinmeyip Ortaköy mezralarından zoraki yağ ve peynir temin ediyorlardı. İşte bu katliamı durduran, ADALA ve Salihli’nin topyekun yakılıp yıkılmasını önleyen ve şimdiki Soğuksu Vadisini (Tatar Balık Cennetini) bize kazandıran Harputlu Yakup Şevki Paşa’nın komutasındaki 2.Ordu’ya bağlı Süvari Birlikleri’dir. Minnet borcu olarak Balık Cenneti’nin en güzel şark köşesine bu Paşa’mızın adı verilmiştir.
Harputlu Y. Şevki Paşa çok sakin, ağırbaşlı, muhteris olmayan, mütevazi(9), ağzına hiç içki koymamış,beş vakit namazında, dindar, kültürlü ve bilgili bir zattı(1). Herkes kendisinden korku ile değil saygı ile çekinirdi. Hataları görür, o hatayı düzeltir ve karşısındakini mutlaka ikna ederdi. Ona göre askerlikte esas olan ‘disiplin’ idi.
Cephede yemek molalarında ast-üst gözetmez tam bir aile ortamı oluştururdu. Konuşmalarda yabancı kelime kullanılmasına asla izin vermezdi(9).
Hayatı boyunca biriktirdiği altıyüz lirasını Emniyet Sandığına yatırmış ve faizini Kızılay’a bağışlamıştır.
Türk askerlik tarihinde en yüksek tabiyacı ve faziletli bir kumandan olarak unutulmaz yeri olan, çok sayıda üstün hizmet madalyalarına sahip olan Yakup Şevki Paşa’ nın; Türk-Yunan Harbi, Tabiye Meseleleri ve Tatbikatı adlı eserleri hala önemini korumaktadır.
Komutanların Komutanı Aziz Atatürk’ün hocası ve silah arkadaşı Orgeneral Harputlu Yakup Şevki Paşa Kurtuluş Savaşından sonra Yüksek Askeri Şura üyesi olarak da üstün hizmetlerini sürdürmüştür. 20 Aralık 1939 yılında hakkın rahmetine kavuşmuştur. Kabri Ankara Atatürk Orman Çiftliği alanındaki İstiklal Harbi Komutanlarının yer aldığı (61 Komutan) Devlet mezarlığında Kazım Karabekir, Fahrettin Altay yanında yer almaktadır. Canları pahasına bu cennet vatanı bize bırakan asker-sivil tüm şehit ve gazilerimizi minnet ve rahmetle anıyoruz.
Eğitime çok önem veren görme melekesini kaybedinceye kadar okuyan “Harputlu Yakup Şevki Paşa” nın Elazığ ve Balıkesir’de olduğu gibi Salihli ve yöresindeki okullara da isminin verilerek ebedileştirilmesi dileğiyle…
* Bu yazının ana kaynağı Em. Kur. Alb. Sadık Atak’ın ‘Bir Komutandan Anılar-Orgeneral Yakup Şevki Subaşı’ adlı eserinden özetlenerek derlenmiştir.
** Başkomutanın ADALA’da 2.Ordu Karargah ziyaret tarihini yazarımız 9 Eylül 1922 saat 9:00 olarak, Ahmet Otman’ın “Dünden Bugüne Salihli” eserinde 6-7 Eylül 1922, İbrahim Çiçek-Şaban Çetin’inin “Tarih İçinde ADALA ve Köyleri” eserinde 8 Eylül 1922 olarak belirtilmiştir. Ancak o toplantıya 2.Ordu Komutanı emir subayı olarak katılan yazarımız Em.Kur.Alb. Sadık Atak’ın eserine itibar ediyoruz.​
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Fahrettin Altay Paşa


Orgeneral Fahrettin Altay
(1880 - 26 Ekim 1974)


Türk Kurtuluş Savaşı kahramanlarından asker ve politikacı. Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda Yunan Ordusu’nu kovalayarak İzmir’e giren ilk Türk süvarilerinin komutanıdır.
1880 yılında Arnavutluk’un İşkodra kentinde doğdu. 1902 yılında Harp Akademisi’ni bitirdi. İlk görev yeri olan Dersim ve çevresinde 8 yıl görev yaptı. 1913’te, Çatalca Aşiret Süvari Tugayı’nın başında Balkan Savaşı sonrasında Edirne’ye kadar gelen Bulgar ordusunu püskürttü. I. Dünya Savaşı bittiğinde 3. Kolordu kumandanıydı.

Kurtuluş Savaşı boyunca 12. Kolordu Kumandanı olarak Delibaş isyanının bastırılmasında, 1. ve 2. İnönü Savaşları’nda Sakarya Savaşı’nda görev aldı. 1921’de Tümgeneralliğe yükseltildi ve Süvari Grup Komutanı oldu. Kurtuluş Savaşı’nın son yıllarında Uşak, Afyon, Alaşehir çevresindeki çarpışmlarda süvarileri büyük hizmet gördü. Kaçan Yunan ordusunu kovalayarak İzmir’e giren ilk süvari birlikleri Altay’ın komutasındaydı.
http://www.biyotarih.com/wp-content/uploads/2008/02/fahrettin_altay03.jpg
Bu başarılardan sonra korgeneralliğe yükseltildi.I. dönem TBMM’de milletvekili olarak bulunuyordu ama devamlı cephede görev yapmaktaydı. II. Dönem TBMM’de de yer aldı. Askerlik ve milletvekilliğini birlikte yürütmesi mümkün olmayınca Atatürk’ün isteğine uyarak meclisten ayrıldı ve orduda kaldı.1944’te 1. Ordu Komutanlığı’na getirildi. Aynı yıl İran ve Afganistan arasındaki sınır anlaşmazlığında hakemlik yaptı. Hazırladığı rapor anlaşmazlığın çözümlenmesinde yararlı oldu.1945′te, Yüksek Askeri Şüra üyeliği sırasında yaş haddinden emekliye ayrıldı.1946-1950 yılları arasında Burdur milletvekilliği yaptı. Demokrat Parti’nin kuruluşunda rol oynadı. 1950’den sonra siyasi hayattan da çekilerek İstanbul’a yerleşti. 26 Ekim 1974’de hayatını kaybetti. Mezarı, Ankara’daki Devlet Mezarlığı’ndadır.

1966 yılında Fahrettin Altay Paşa, Altay kulübünü ziyaretinde Altay soyadını nasıl aldığını şöyle anlattı:“Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Paşa ile mütareke yıllarında İzmir’i ziyaretimizde Altay bir İngiliz donanma karması ile Alsancak’ta oynuyordu. Maçı beraber izledik. Altay çok güzel bir oyundan sonra İngiliz’leri yenince Ulu Önder çok duygulandı, gururlandı ve Altay için takdirlerini belirtti. Aradan epey zaman geçti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, İran ile bir sınır anlaşmazlığını halletmek üzere beni görevlendirdi ve Tebriz’e gittim. Tebriz’de bulunduğum sırada; mecliste soyadı kanunu müzakere edilmiş ve ittifakla Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya Atatürk soyadı verilmişti. Bütün yurt kendisini yeni soyadından dolayı tebrik ediyordu. Ben de hemen bir telgraf çekmiş ve kendilerini kutlamıştım. Atatürk’ten ertesi gün gelen cevab-ı telgraf şöyle idi:Sayın Fahrettin Altay Paşa, Ben de seni tebrik eder Altay gibi şanlı şerefli günler dilerim.

Telgrafı aldığım zaman gözlerim dolu idi. Atatürk çok mutehassıs olduğu ve beraberce izlediğimiz Altay maçının hatırasına izafeten bana Altay soyadını layık görmüştü.”
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Nurettin Paşa (Sakallı)

Kurtuluş Savaşı komutanlarından Nurettin Paşa, 1873 yılında Bursa’da doğdu. 1893′de Harbiye’yi bitirdi. 9. Piyade Alayı komutanı olarak Balkan Savaşı’na katıldı. I.Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi komutanıydı. İzmir ve Aydın valiliklerinin yanı sıra 17. ve 25. Kolordu komutanlıklarında bulundu. TBMM’nin ilk İstanbul Hükümeti ile Anadolu’yu uzlaştırmaya çalışan Nurettin Paşa, Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere 1920 Anadolu’ya geçti ve Yunan cephesinin güneyinde, Konya dolaylarına komutan oldu.



(Nurettin Paşa (Solda), Atatürk Ile Birlikte Ordulari Denetlerken.)

1920 yılının sonlarına doğru Orta Anadolu Merkez Ordusu’na komutan olarak atandı. 1922′de 1. Ordu komutanlığına atandı ve bu görevle Büyük Taarruz’ a katıldı. Zaferden sonra korgeneralliğe yükselen Nurettin Paşa Mudanya Mütarekesi’nin ardından 1. Ordu’yla İzmit’e gitti. İran Barış Antlaşması imzalandıktan sonra, 1. Ordu’nun lağvedilmesi üzerine Yüksek Askerî Şûra üyeliğine 1924′de atandıysa da, Bursa milletvekili seçilmesiyle üyelikten çekildi. 1925′te askerlikten istifa etti.1932 Yilinda Hayata Veda Etti.
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Halit Paşa (Karsıalan)



Halit Karsıalan

( Nağm-ı Diğer Deli Halit )

(1883 – 1925)



1883 yılında İstanbul Beşiktaş’ta doğdu. Ahmet Efendi’nin oğludur. 14 Ocak 1901’de Harp Okulu’na girip, 22 Ağustos 1903’te Teğmen olarak mezun oldu. 22 Temmuz 1908’de Kıdemli Üsteğmenliğe terfi etti. II. Meşrutiyet’in ilanı üzerine 1.Ordu 1.Alay 4. Tabur’la birlikte Yemen’e gönderildi. 14 Nisan 1911’de Yemen kıdemiyle birlikte Yüzbaşılığa yükseldi. İtalyanların Trablusgarp’a saldırması üzerine 1910 Haziran’ında Trablusgarp’a gitti. Üç ay bu görevde kaldıktan sonra Balkan Savaşı’na katılmak üzere Çatalca’da Şark Ordusu’na, Bulgarlarla sulh olunca da, önce inzibat subaylığına, sonra ise Harbiye Nezareti emrine atandi.14 Temmuz 1914’te I.Dünya Savaşı’nın ilanı üzerine Yakup Cemil Bey’in Kafkasya Mürettep Alayı’nın 2. Tabur Komutanlığı’na atandı. Ardahan Zaferi üzerine 23 Haziran 1915’te fevkaladeden Binbaşılığa yükseldi. Çorum Müfrezesi’yle yapmış olduğu hizmetlerin ödülü olarak 14 Haziran 1916’da Yarbaylığa yükseltildi. 10 Mayıs 1917 tarihinde Garbi Dersim Komutanlığı’na atandı. 1918 başında Dersim, Erzincan, Nenehatun ve Erzurum’u geri aldı. İslam Ordusu’nun 3. Fırka Komutanlığı’na atanarak, Batum Muharebesi’ne katıldı. Fırkası ile Ahıska’yı muhasara ederek Ahikelek’in kuzeyini zapt etti. Mütarekenin ilanı üzerine, Tortum kazasına çekildi. Bu sırada İngiliz baskısı ile fırka komutanlığından azledildi. Ali Rıza Paşa kabinesi zamanında 9.Kafkas Fırkası Komutanlığı’na atandı. 27 Eylül 1920’de Ermenistan üzerine yapılan harekâtta başarı kazandı. Başarısı nedeniyle 6 Aralık 1920’de Albaylığa yükseltildi.1921 yılı başında Doğu Cephesi’nden Batı Cephesi’ne, Kolordu Komutanı yetkisi ile Kocaeli Kumandanlığı’na atandı. II. İnönü Muharebesi’ne Sağ Cenah Grubu Kumandanı ünvanı ile katıldı. 12. Grup Kumandanlığı ile Afyona nakledilerek Kütahya ve Eskişehir’in kurtarılma savaşlarına ve Sakarya Savaşı’na katıldı. Tekrar Kocaeli Grup Kumandanlığı’na atandı. 26 Ağustos 1922’deki Büyük Taarruzda düşmanın kuzey grubuna, Gemlik, Mudanya, Bandırma istikametinde saldırılar yaparak düşman kuvvetlerini tutsak alıp, kaçış düzenlerini bozdu. Bu hizmeti nedeniyle 31 Ağustos 1922 tarihinde Tümgeneral oldu.I.Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı sırasında Gümüş Liyakat, Gümüş İmtiyaz, Altın Liyakat, Altın İmtiyaz, 3.Rütbeden Kılıçlı Osmanlı ve İstiklal Madalyası ile Avusturya ve Afganistan’ında birer madalyasına sahiptir.Kocaeli Grup Komutanı bulunduğu sırada TBMM’nin II. Dönem seçimlerine katıldı.5 Temmuz 1923’te yapılan seçimde Ardahan’dan milletvekili seçildi (Cepheden Meclise, Milli Savunma Bakanlığı, Ankara, 2000, s.139). 9 Şubat 1925’te Meclis koridorunda vurulup 14 Şubat’ta vefat etti (Gürsoy Solmaz, Deli Halid Paşa, Ankara, 1996, s.3).Kocaeli’nden Kars’a, Artvin’den Gümüşhane’ye, Erzurum’dan İzmir’e, Tunceli’den İstanbul’a, Yemen’den Trablusgarp’a koşuşturmuş bir komutandı Halit Paşa… Yiğit askerlere karşı baba gibi şefkatli bir insandı Halit Paşa… Düşmanlarını sağ tarafında taşıdığı “Namuslu” diye adlandırdığı tabancasıyla, cepheden kaçan askerleri ise sol tarafında taşıdığı “Namussuz” diye adlandırdığı tabancasıyla vurabilecek kadar kararlı bir askerdi Halit Paşa… Cephede düşmanla savaşırken askerlerine “Oğlum vatan bizimdir, kaçan haindir…” diye haykıran cesur bir yürekti Halit Paşa…
Kocaeli Grup Kumandanlığı ve Halit Paşa

Milli Mücadele başladığı zaman Kocaeli Yarımadası’nın stratejik konumundan dolayı bu bölgede yeni bir kumandanlık kurulması fikri ortaya çıktı. Oluşturulacak kumandanlığın ilk başta kolordu seviyesinde bir birlik olması düşünülmüş ise de, daha sonra bu düşünceden vazgeçilerek kumandanlığın fırka komutanlığı yetkisinde olması uygun görüldü.
Zira, Kocaeli Grup Kumandanlığı’nın görev alanı olarak düşünülen bölge çok kritik bir alanı kapsıyordu. Bu bölgenin kontrolü sağlanamazsa Anadolu açısından ciddi tehlikeler ortaya çıkabilirdi.
Bu gelişmelerden sonra, Doğu Cephesi’nin önemli komutanlarından birisi olan Halit Paşa buradaki görevinden alınarak Kocaeli Grup Komutanlığı’na atandı. Halit Paşa, 26 Ocak 1921 tarihinde Geyve’ye gelerek görevine başladı.
Kocaeli Grup Kumandanlığı; 2. Piyade Alayı, 40. Piyade Alayı, 41. Piyade Alayı, 43. Piyade Alayı, 33. Süvari Alayı ve 1. İstihkâm Taburu’ndan oluşuyordu (Turgay Şahbenderoğlu, “Kurtuluş Savaşı’nda Kurulan; Kocaeli Kumandanlığı”, Kocaeli Gazetesi (Pişmaniye), İzmit, 27 Kasım 2005, s.3).
Halit Paşa göreve başlar başlamaz ilk iş olarak kendi komutasındaki birlikleri denetledi. Eksikleri tespit ederek gidermeye çalıştı. Milli Mücadele’nin başında kurulmuş olan birçok yerel milis kuvvetinin düzenli birlikler haline getirilmesini sağladı. Başlarında görev yapacak komutanları belirledi.
Kısa bir sürede teşkilatlanmasını tamamlayan Halit Paşa, Kocaeli Grup Kumandanlığı görevi süresince bu bölgede önemli başarılar elde etti.
Halit Paşa’nın Kara Fatma İle Tanışması

Halit Paşa Kocaeli Grup Kumandanı iken, bu dönemde İzmit’te bulunan kadın kahramanlarımızdan Kara Fatma (Fatma Seher Hanım) ile tanışmıştı.
Bu döneme ait belgelere bakıldığı zaman Kara Fatma ve Halit Paşa’nın sürekli iletişim halinde oldukları görülmektedir.
Kara Fatma’nın 24 Ekim 1921 Tarihli Şifresi:
Kocaeli Gurubu Kumandanlığı’na
İzmit’ten
24/10/1337

“12 Teşrinievvel tarihinde Müfrezeler Kumandanı Reşat Bey’den aldığım emir üzerine 9 kişilik maiyetimle eşnan harici efraddan gönüllü toplamak ve cepheye avdet eylemek üzere hareket eylemiştim. Teşkilatı tevsi ile topladığım 25 kişilik maiyetimle emr-i ‘alinize muntazırım. Büyük Milletimin ‘uhdeme verdiği Çavuşluk rütbesinden dolayı ‘arz-ı şükran eyler ve iki seneden beri çok yorgun bulunduğumu da arz ederek İzmid civarında veya cephe gerilerinde az bir müddet istirahat içün istihdam olunmaklığımı istirham eylerim efendim.”
Mücahide
Fatma Seher

Bu istek karşısında, Kocaeli Gurubu Kumandanı Halid Bey’de Fatma Seher Hanım’a şu telgrafı çekmiştir.
Tegraf
170
30Geyve İstasyonu
24/10/1337​
İzmit’te Mücahide Fatma Seher Hanım’a
Emr-i ahire kadar maiyetinizle birlikte İzmit’te istirahat etmeniz muvafıktır.
Kocaeli Gurubu Komutanı
Halid

Kurtuluş Savaşı’nda Halit Paşa’nın emrinde bir yıl görev yapan M.Şevki Yazman’ın anılarından;
“Orduda ona Eyüplü Halit ve daha ziyade Deli Halit derlerdi. Gözü pek, hiçbir şeyden yılmaz kimselere bu ad verilirdi. Rahmetli çok cesurdu. Düşmanı gördün mü onunla savaşan piyade birliklerinin en ön safında bulunmak ve çarpışmak isterdi. Tehlikeli noktayı gözünden kaçırmak istemez ve en ön safta bulunurdu…”
Sarıkamış Kurbançayı Köyü’nden 1889 doğumlu Seyfal oğlu İskender Çakmak’ın anılarından;
”1336’da (1920) Halit Paşa’nın askeri olarak Bardız’da bulundum. Künyem 9. Fırka, 17. Alya, 2. Tabur, 7. Bölük’tür. Ben bölük onbaşısı idim. Henüz askere gitmemiştim. O zaman Hasankale’nin Horum Köyü’nde oturuyorduk. Zaten oralıyım ve o köy doğumluyum. Ermenilerin ellerinden kaçarak Azap’a gittim. Oradan Keçesor Köyüne kaçtık. Ermeniler gerek Horum Azap’tan gerekse Keçesor da ettiklerini ettiler…
Halid Paşa’nın bilahare Baldız’a geldiğini duyunca yanına gittim ve gönüllü askere yazıldım. Onun emrinde olarak ordumuz ileri harekete geçince, uğradığımız Kumru, Kaloköy ve Kars ötesi yerlerin hemen tümünde yurttaşlarımızın cesetleriyle karşılaştık. Gümrü’ye kadar gittik, bu manzara değişmedi. Halid Paşa bu gördüğümüz manzaralar karşısında “Size diyeceğim şudur; Bu gördükleriniz sizin kardeşleriniz, sizin bacılarınız, sizin analarınızdır. Ona göre gayret gösterin.” dedi.
Biz onu görünce dilimiz tutulurdu. Zaten düşmanın dili de tutulurdu. Ama biz ona çok güvenirdik, askerlerle aramızda ona marşlar dizer söylerdik.”
Türk Ordusu’nun yetiştirdiği kahramanlardan birisi olan Halit Paşa’yı rahmet ve mağfiretle anıyoruz…
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Cemal (Gökbayrak) Bey

1890 yılında doğan Cemal Bey, Kuzey Kafkasya’dan Anadolu’ya göç eden ve Bursa yöresine yerleştirilen bir aileye mensuptur. İlkokuldan sonra Bursa Askeri Rüştiyesi‘n de okudu. Lise öğrenimini ise Bursa Sultanisi’nde tamamladı. 1926 yılında gönüllü olarak Kafkas Cephesi’ne katıldı. Mondros Mütarekesi’nin yürürlüğe girmesiyle yurda döndü. Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlıların İzmir’i işgal ederek Anadolu içlerine ilerlemeye başlaması üzerine, Yusuf İzzet Paşa, Bursa Valisi H.Muhittin Çarıklı Bey ve Bekir Sami (Günsav) Beylerin desteğiyle 1920 yılının Mayıs ayı içinde bir milis gücünü oluşturmakla görevlendirildi. Daha sonra Bursa ve Kocaeli yöresinde, özellikle Kafkas göçmenlerinin oluşturduğu “Gökbayrak Taburu” adı verilen birliği, Kafkas Cephesi’nden tanıdığı arkadaşı Yalovalı Hasan (Hasançeri) Bey ile birlikte kurdu. Emrindeki askerlerle birlikte Kuvva-i Milliye’ye katılarak Yunanlılara karşı mücadele etti. Ayrıca Kuvva-i İnzibatiye ile çarpışarak Karamürseli her iki akıma karşı savundu. Orhangazi, Karamürsel, Yenişehir ve İznik cephelerinde önemli başarılar elde eden Cemal Bey, İzmit’e ilerleyerek İngilizlerle anlaşma yaptı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin düzenli orduyu kurmaya başlamasıyla yöremizde oluşturulan Kocaeli Gurubu’nda Avdan ve Katırlı Sıradağlarında Yunanlılara karşı etkili baskınlar yaptı. Daha sonra Kuvva-i Seyyare (Kurtuluş Savaşı başlarında düzenli ordu dışı Milis Gücü) ve Kuvva-i Milliye’nin tasfiyesi sırasında düzenli ordu birliklerine katıldı. I. İnönü Savaşı’nda bulundu. Kocaeli yöresinde görev yaparken, Kocaeli Grup Komutanlığı’na atanan Deli Halit Paşa ile ters düşmesi üzerine istifa ederek Bolu’ya yerleşti. Kurtuluş savaşı sonrası adam öldürme suçu iddiasıyla tutuklanarak İstiklal Mahkemesi’nde idam cezasıyla yargılandı. Mahkeme sonucunda on beş yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cezaevinde sekiz yıl beş ay yattı. Bu sırada adı geçen cinayeti işlemediğinin anlaşılması ve cinayeti işleyenlerin tespit edilmesi üzerine tahliye edildi. Ne yazık ki cezaevinde kaldığı süre içerinde görme yeteneğini kaybetti.
Ömrünün son günlerini Bursa civarındaki Gökbayrak adlı çiftliğinde geçiren Cemal Bey, 1976 yılında vefat etti.
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Albay Reşat Çiğiltepe
O, Türklüğün sessiz onurudur, gururudur, cesaretidir. O, Türk Ulusu’nun temsil ettiği tüm değerlerin simgesidir. O, başlı başına bir Türkiye’dir. Ve O’nun yazgısı, gerçekte Türkiye’nin yazgısıdır… Ama kaç kişi bilir O’nu ve kaç kişi hatırlar? Kaç kişi özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı, hatta aldığımız her nefesi borçlu olduğumuz adsız kahramanlardan biri olarak kendisini yâd eder? Cumhurbaşkanı mı, Başbakan mı, TBMM Başkanı mı, Anayasa Mahkemesi Başkanı mı, Yargıtay Başkanı mı ya da bu ülkeyi yöneten bürokrat ve politikacılar mı?

Eğer bir gün yolunuz Sandıklı-Afyon arasına düşerse, lütfen O’nu ziyaret ediniz. Marmaris, Bodrum, Kuşadası, Antalya, Fethiye gibi hemen çoğunluğumuzun yılda en az bir kez tatil için geçtiği yol üzerindedir O. Her gün on binlerce aracın geçtiği yolda, herkes bakar da O’nu görmez. Daha doğrusu görmezlikten geliriz o küçücük tabelayı!.. Belli belirsiz şu ibareyi okursunuz: “Albay Reşat Bey - Çiğiltepe Şehitliği 10 km”!..10 kilometrelik yolu ancak yarım saatte alırsınız. Aslında yol bile denemez; taşlar, çukurlar ve tozlar arasında tepeleri tırmanırsınız. Yol ayrımında bir tabela daha görürsünüz; en az Türkiye’yi yönetenler kadar kararmış kalpli avcıların nişangahı haline geldiği için bir tek kelimeyi bile okuyamazsınız. Yolu rasgele sağdan takip etmişseniz, bir süre daha güç bela ilerledikten sonra O’na ve O’nunla birlikte bu vatan için, bugünlerimiz ve yarınlarımız için canını veren kahramanlarımızın yattığı şehitliğe ulaşırsınız… Tek duyduğunuz, bölgenin en yüksek ve stratejik tepesindeki şiddetli rüzgârın uğultusudur. Başka ne bir ses ve ne bir nefes. Eğer bu ülkeyi seviyorsanız, Cumhuriyetin erdemlerine inanıyorsanız, Türklük bilincine sahipseniz, Albay Reşat Bey ve diğer şehitlerimizi elbette ki duyamaz ama tüm benliğinizde iliklerinize kadar hissedersiniz!.. Onların sizin ziyaretinize de, dualarınıza da ihtiyaçları yoktur; çünkü erişebilecekleri en üst mertebeye zaten ulaşmışlardır. Belki birkaç damla gözyaşı ve kalpten gelen minnet ve teşekkür!.. İsteseniz de başka bir şey veremezsiniz. Yapabileceğiniz tek şey, Onları hissetmektir. Bir de çevrede duyarsız insanlarımızın bıraktıkları çöpleri toplayabilir; tozlanmış mezar taşlarını, Reşat Beyin büstünü ve kitabeleri sevgiyle silebilirsiniz. Hepsi o kadar!..
Albay Reşat Bey Kimdir?
1879′da İstanbul’da doğan Reşat Bey, 1896′da Harp Okulu’nu bitirdikten sonra, Türk Ordusu’nun farklı komuta kademelerinde görev yapmış; Trablusgarp ve Balkan Savaşları’na katılmıştır. Askerî Mahkeme üyeliği de yapan ve Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nde olağanüstü kahramanlığı ile dikkatleri çektikten sonra getirildiği 17. Alay Komutanlığı görevindeyken Muş’un Rus işgalinden kurtarılmasında da önemli rol oynayan Reşat Bey, XVI Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın takdirlerini kazanmıştır. Ünlü Ziya Paşa’nın oğlu olan Reşat Bey, daha sonra 53. Tümen Komutanlığı’na getirilerek Suriye Cephesi’nde görevlendirilmiştir. 1918′de İngilizlere esir düşen Reşat Bey, daha sonra esaretten kurtulur kurtulmaz Aralık 1919′da Millî Mücadele’ye katılmak üzere İnebolu’dan “İstiklal Yolu” üzerinden Ankara’ya geçmiştir. Reşat Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından 11. Kafkas Tümeni (sonradan 21. Tümen) Komutanlığı’na getirilmiştir. Yarbay rütbesi ile İnönü ve Sakarya muharebelerine de iştirak eden ve olağanüstü performans gösteren Reşat Beye, son olarak 57. Alay Komutanlığı görevi verilmiş; bizzat Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından, Büyük Taarruz’un ikinci gününde, muharebenin ve de ülkenin -ulusun kaderini etkileyecek en kritik mevkide yer alan -Sincanlı Ovası’ndan Dumlupınar’a kadar tüm yolların önündeki en stratejik engel olan- Çiğiltepe’yi düşmandan temizlemesi emredilmiştir. Ne var ki, bu tepenin önemini çok iyi bilen Yunan Başkomutanı Trikopis ise, en zinde kuvvetlerini, üstün ateş gücüyle bu tepeye yığmış; tahkimatı tamamlamıştır.
İşte, gerisini resmi kayıtlardan izleyelim:
“… 27 Ağustos 1922 sabahı 57. Alay bu tepeyi kuşatmış, saat 10.30′da Mustafa Kemal telefonda komutana;
– Reşat Bey, bu önemli tepeyi ne zaman alacaksınız?
– Komutanım, yarım saat sonra alacağız.
– Başarılar diliyorum.
Mustafa Kemal (10.45):
– Düşmanın halen direndiğini görüyorum. Gözümüz o tepede, çok önemli.
– Komutanım tepeye düşman bir tümen yığmış direniyorlar. Ama alacağız komutanım, mutlaka alacağız.
Mustafa Kemal (11.00):
– Reşat Bey’i istiyorum.
– Komutanım Reşat Bey size bir mesaj bırakarak intihar etti. Okuyorum, komutanım.
– Yarım saat zarfında bu tepeyi almak için söz verdiğim halde sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam komutanım.
Mustafa Kemal’in gözlerinden yaşlar boşanır:
- Allah rahmet eylesin, Reşat Bey büyük bir vatanseverdir.
11.45 Başkomutanın telefonu çalar:
– Çiğiltepe alınmıştır komutanım. Yüzlerce ölüsünü bırakan düşman Sincanlı Ovası’na doğru kaçmaktadır, arz ederim”.
İlgili resmi kayıt burada biter.
Sonrasını Başkomutan Mustafa Kemal Paşa şöyle ifade eder:
“Türk Askerine,
Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Burada şehit olan kahraman evlâtlarımızı minnetle anıyorum, ruhları şâd olsun.”
Başkomutan Mustafa Kemal
Şimdi, yukarıdaki en büyük Türkün Atatürk’ün yüreğinden kopan bu sözler, Albay Reşat Bey Şehitliği’ndeki mermer bir kitabeye nakşedilmiştir. Başınızı biraz çevirirsiniz, sıra sıra şehitlerimizin kabir taşlarını okursunuz: “Sivas - Hasan oğlu Hüsnü - 23 yaşında”, “Tunceli - Ahmet oğlu Mevlût - 20 yaşında”, “Konya - Ruşen oğlu Haşim 21 yaşında”, Mersin - Hasan oğlu Ömer 24 yaşında”, “Afyon - Mehmetoğlu Musa - 18 yaşında” ve diğerleri… Acısını duyarsınız, hayatlarının baharında, komutanları Reşat Bey’in onurlu intiharından sonra gözlerini kırpmadan ölüme doğru koşan gencecik yiğitler!.. Bizler ve bizden sonra gelecekler için en değerli varlıklarından, canlarından vazgeçmiş Türk oğlu Türkler!.. Sonra ana kitabede şu satırları okursunuz ve duyduğunuz acı, sonsuz bir Türk olma onuruna ve gururuna bırakır yerini:
“Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda,
Kendini tarihe verenlerindir.
İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir.”
Çiğiltepe’de 15 dakika gecikme ile kazanılan zaferi ve Türk askerinin inancını, o tarihî anı yaşayarak yaşatan Cenab Ozankan şöyle ifade etmektedir:
Çiğiltepe
İnatla dayandı düşman
Yerden bitercesine çoğala, çoğala,
Mermiyle vur,
Dipçikle vur,
Tükenmez gâvur oğlu gâvur.
N’edersin alamadık Çiğiltepe’yi,
Şehit verdik
Yiğit Reşat Beyi,
Tövbe ettik yaşamaya…
Daha gidecek can varmış helâlinden,
Kader bu ya…
Gün ışığında karardı benzimiz
Vıcık vıcık gömleğimiz
Kan akar her damardan.
Sonunda
Söktük hepsini topraktan
Yalın ellerimizle,
Göz yaşımızda parladı Çiğiltepe,
Bir nur…
İnanmıştık: Şehitler ile
Mustafa Kemal Paşa
Bizi korur…
Aziz naaşı Sandıklı’da defnedilmiş olan Albay Reşat Bey, askerî yaşamında üstün cesaret ve sevk yeteneğiyle çok sayıda madalya (mecidi nişanları, gümüş muharebe, liyakat, tahlisiye, Alman ve Avusturya-Macaristan savaş madalyaları) sahibi olmuştur. Şahadetinin sonrasında TBMM kendisi adına ailesine İstiklal Madalyası takdim etmiştir. Ailesi, soyadı kanununu müteakip “Çiğiltepe” soyadını almıştır. Bu mütevazı ama sınırsız onurlu kahramanın, kendisi gibi mütevazı ve onurlu ailesinin nerede olduğu bilinmemektedir.
Dr. Necip Hablemitoğlu​
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Yüzbaşı Şerafettin İZMİR

Yüzbaşı Unutuldu Kılıç da Kayboldu
Kurtuluş Ordusu’nun başında İzmir’e giren Yüzbaşı Şerafettin’in adını bile İzmir’de hatırlayan yok. Üstelik ‘İzmir Fatihi’nin kuşandığı özel kılıç da kayıp!İzmir’e giren Kurtuluş Ordusu’nun motivasyonunda rol oynayan “fetih kılıcı” ile kenti teslim alan “İzmir Fatihi” Yüzbaşı Şerafettin’in heyecan verici kahramanlığı bugün İzmir’de bile unutulduğu gibi ünlü kılıcı da kayıp.
“Üçüncü Kılıç” adıyla kahraman yüzbaşının hikayesini kitaplaştıran Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdür Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Kemal Arı, “Kılıç kayboldu, Yüzbaşı Şerafettin’in ise İzmir’de izi bile yok” dedi. Arı, Yüzbaşı Şerafettin’in ailesi, Genelkurmay arşivleri ve dönemin yazılı kaynaklarından yararlanarak hazırladığı kitapta ‘3 Kılıç’ın hikayesini şöyle anlattı:


‘Buhara Cumhuriyeti’nden İzmir fatihine verilmek üzere kabul edilen kılıç, Batı Cephesi Komutanlığı emrine alınırken, Başkomutan, Meclis kürsüsünden bunu ulusuna duyurdu. Bu sırada Beyrut eşrafından Misbah Efendi de, aynı amaçla 500 altın lira ödül koydu. İzmir’in işgalinden sonra yüreklerde oluşan İzmir özlemi ve kenti kurtarma arzusu, toplumsal mitosa dönüştü, ordudaki subay ve erler arasında büyük bir heyecan seli yarattı. İzmir’e ulaşma düşü, yüreklerde kabarmış alevden bir topa dönüştü. 30 Ağustos günü düşmanın ana unsurlarının yok edilmesinin ardından Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın (Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir) tarihi emrini alan ordu, İzmir’e akarken, İkinci Süvari Tümen Komutanı Yarbay Zeki (Tümgeneral Zeki Soydemir), öncü olarak Birinci Süvari Alayını görevlendirdi. Öncü öncüsü olma görevi de İkinci Süvari Tümeninin 4. Alayında Bölük Komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin’e verildi.Yüzbaşı Şerafettin özel arşivinde, bu anı (Anlatılmaz bir hızla mesafeleri aşıyor, İzmir’e doğru uçuyorduk. Kaçan düşman köyleri, kasabaları yakıyor, intikamını sivil halktan alıyordu. Adım başı rastladığımız yürekler acısı manzara, hızımızı büsbütün artırıyordu) diye anlattı. 9 Eylül sabahı 09.00′da Bornova’ya giren genç yüzbaşı, Halkapınar’a doğru yürüdü. Bir anda müfreze fabrikadan ateş yağmuruna tutuldu. Burada şehit verilen 4 erin başlarının İzmir’e dönük olduğu görüldü. Yürüyüşüne devam eden müfreze, yönünü Alsancak’a çevirdi, 80 kişilik kuvvetle şehre akmaya başladı. Müfrezesinin başında kente saat 10.30′da giren Yüzbaşı Şerafettin, Kordon’a kurşun ve şarapnel yağmuru altında 40 askerini kaybederek ulaştı. Süvariler, dört nala Kordonboyu’ndan Pasaport İskelesi’ne geldiklerinde, bir Rum’un attığı bomba, Yüzbaşı Şerafettin’in atının önünde patladı. Omzuna ve koluna şarapnel parçaları isabet eden yüzbaşı, parçalanan atını değiştirerek, yoluna devam etti. Hükümet Konağı’nın önündeyse makineli tüfek ateşiyle karşılaşan Yüzbaşı Şerafettin’i, göğsüne isabet eden mermiler de durduramadı. Atından inen Şerafettin Bey, bir gencin uzattığı Türk bayrağını alıp, görevi tamamlandı. 15 Mayıs 1919′da İzmir’in işgaliyle başlanılan nokta, 3 yıl 3 ay 24 gün sonra 9 Eylül 1922′de kurtuluşuna mekan oldu.

BAŞKOMUTAN, KILICI VERİYOR
Balkona çıktığında göğsündeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çeken Yüzbaşı Şerafettin, o dakikaları, ‘Yaraları kim düşünür, ölsem ne gam. İzmir’i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya’ diye anlattı. Bu arada Yüzbaşı Zeki komutasındaki süvari birliği Sarıkışla’ya, Üsteğmen Arif ve Takım Komutanı Celal Bey ile Yedeksubay Besim Efendi de Kadifekale’ye bayrağı çektiler. Belkahve’den tarihi günü izleyen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın, yanında Fevzi ve İsmet paşalarla, 10 Eylül sabahı İzmir’e gelişi görkemli oldu, kent adeta ayağa kalktı. İzmir’e girişinden iki gün sonra Başkomutan, Şerafettin Yüzbaşı’ya, ‘İzmir’ adını verdi. Genç subay, soyadı kanunun çıkmasından sonra İzmir’i kullandı. Büyük Kurtarıcı, kılıcı da, 15 Eylül’de Yüzbaşı Şerafettin’e verdi.
VALİLİK Mİ KAYBETTİ?
Emekliye ayrıldığında İstanbul’a yerleşen Şerafettin İzmir, 1951′de vefat edince, eşi Siret Hanım, “üçüncü kılıcı” İzmir’de açılması planlanan İnkılap Müzesi’ne verilmek üzere İstanbul Valiliği’ne verdi. Ancak kılıcın izine bir daha ulaşılamadı.
Tarihimize ve değerlerimize ne kadar sahip çıkabildiğimizin…! birbaşka örneği de bu işte…Yaralı halde hükümet konağına çıkarak bayrağı göndere çeken bu kahramanın adını hangimiz biliyoruz…İzmir’in kurtuluşunun sembolü olan bir kılıcı kaybederek bu yurdu bize verenlere ne kadar layık olabiliyoruz…Düşünmemek elde değil…!
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Kazım Karabekir

Musa Kazım Karabekir
(1882-1948)

1. MUSA KÂZIM KARABEKİR’İN AİLESİ VE ÖĞRENİM HAYATI

Asker, Milli Mücadele Kahramanı ve siyaset adamı olan Musa Kâzım Karabekir miladi 1882 - Rumi 1298 - yılında İstanbul’un Küçük Mustafa Paşa semtinde dünyaya gelmiştir. Babası, Osmanlı Ordusu’nda paşalığa kadar yükselmiş olan Mehmet Emin Paşa, annesi ise Hacı Havva Hanımdır. Mehmet Emin Paşa görevi nedeniyle pek çok şehir dolaşmış ve son görev yeri olan Mekke’de kolera hastalığına yakalanarak; 1893 yılında vefat etmiştir. Kâzım Karabekir’in annesi ise Mehmet Emin Paşa ölünce İstanbul’a göç etmiş ve 1917′de İstanbul’da vefat etmiştir. Kâzım Karabekir, ailesiyle birlikte Mekke’ye göç etmeden önce İstanbul’un Zeyrek semtinde İlkokula başlamıştı. Böylece öğrenim hayatı boyunca Kâzım Zeyrek adıyla anıldı. Çünkü soyadı kullanımının olmadığı bu dönemde örenciler okullara kaydedilirken oturdukları il, ilçe veya semt adlarıyla çağrılırlardı. Kâzım Karabekir’de İstanbul’da ailesinin oturduğu Zeyrek semtinden dolayı Kâzım Zeyrek adıyla anılmıştır. 1894 yılında İstanbul’da Fatih Askeri Rüştiyesi’ne giren Kâzım Karabekir, 1896 yılında bu askeri ortaokulu bitirerek, 1897 yılında da Kuleli Askeri İdadisi’ne girdi. Kâzım Karabekir, Askeri Lise’yi 1899′da bitirdi ve ardından askeri lisenin devamı niteliğindeki Pangaltı Harbiye Mektebi ‘ ne 14 Mart 1900 tarihinde girdi. Harbiye’den 6 Aralık 1902′de Mülazım-ı Sâni (Teğmen) rütbesiyle, piyade sınıfının birincisi olarak; 1318 - P.1 sicil numarasıyla mezun oldu. Kâzım Karabekir, bu okulun ardından Harb Akademileri’nin karşılığı olan ve kurmay subay yetiştiren Erkan-ı Harbiye Mektebi ‘ ne devam ederek, 5 Kasım 1905′te bu okulu Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle bitirdi. 10 Kasım 1905′te Edirne’deki II. Ordu’ya daha sonra da 11 Ocak 1906′da III. Ordu’ya verilen Kâzım Karabekir; XIII. Süvari Topçu Alayı, XV. Süvari Avcı Taburu ve Manastır Mıntıka K.’ lığı Erkan-ı Harbiyesi’nde görev aldı.
2. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINA KADAR ASKERÎ FAALİYETLERİ

Daha öncede belirttiğimiz gibi askerlik görevine Manastır’da başlayan Kâzım Karabekir, stajını tamamladığı bu bölgede Manastır Mıntıkası Kurmay Başkanlığı’nda görev aldı. Daha sonrada Manastır Mıntıka Müfettişliği’ne tayin olan Kâzım Karabekir bu görevi sırasında Rum ve Bulgar çeteleri ile yapılan çatışmalarda bulundu ve Bulgar çetesinin imhasında gösterdiği başarılardan dolayı 19 Ağustos 1907′de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) rütbesine yükseltildi. Kâzım Karabekir bu başarısının ardından 6 Eylül 1907′de İstanbul Harb Okulu Tabiye Öğretmen Yardımcılığı’na atandı. 19 Kasım 1908 tarihinde Edirne’deki II. Ordu’nun III. Piyade Tümeni Kurmay’lığında görev alan Kâzım Karabekir, 31 Mart Vakası’nın meydana gelmesi üzerine Harekât Ordusu’na katılarak Mürettep II. Fırkanın Kurmay Başkanı olarak İstanbul’a geldi. 1 Nisan 1910′da Arnavutluk Ayaklanması’nın bastırılması için düzenlenen Mürettep Kolordu’da I. Şube Müdürü ve 15 Ocak 1911′de X. Edirne Tümeni Kurmay Başkanlığı’nda görevlendirildi. Soyadı kullanımının gerçekleşmediği bu döneme kadar Kâzım Zeyrek olarak anılan Kâzım Karabekir, 15 Nisan 1911′de Harbiye Bakanlığı’na verdiği dilekçe ile atalarının ismi olan Karabekir namını soyadı olarak aldı. Kâzım Karabekir, 9 Nisan 1912′de Bulgar Hududu Edirne Kısmı Komiserliği’ne atandı ve 27 Nisan 1912′de Binbaşı rütbesine yükseltildi. I. Balkan Savaşı sırasında Edirne/Kale Muharebeleri’nde (18 Ekim 1912 - 26 Mart 1913 ) X. Tümenin Kurmay Başkanlığı’nı yapmıştır. Bu savaş sırasında Edirne Kalesi’nin teslim olması ile 28.500 kişi Bulgarlar tarafından esir edildi. Kâzım Karabekir’de 22 Nisan 1913′te Bulgar’lara esir düştü. 21 Ekim 1913′te Bulgaristan ile imzalanan antlaşma sonucu esirlikten kurtulan Kâzım Karabekir; 2 Aralık 1913′te Balkan Savaşı sırasında, Rus halkının uğradığı zararın tespiti için oluşturulan Türk - Bulgar - Rus karma komisyonunda Türk Temsilcisi olarak bulunan Kâzım Karabekir daha sonrada General Liman Von Sanders başkanlığında, Türk Ordusu’nun ıslahı amacı ile gönderilen Alman Askeri Heyeti İstanbul’a gelince, 11 Ocak 1914′te Genel Kurmay İstihbarat Şubesi Müdür Yardımcılığı’nda görevlendirildi. 28 Mayıs 1914′te Birinci Dünya Savaşı öncesinde Kâzım Karabekir, uzunca bir dönem Avrupa’ya gönderildi. Bu görev Viyana, Münih, Hamburg, Paris ve İsviçre’yi kapsıyor ve buralardaki Askeri Ataşelerin nasıl çalıştıklarını yerinde incelemek amacını taşıyordu.
3. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI BAŞLARINDA KÂZIM KARABEKİR

Avrupa’nın genel bir savaşa sürüklendiği bu dönemde Kâzım Karabekir görevli olarak Paris’te bulunmaktaydı. Fakat bu durumu fark eden Kâzım Karabekir, 14 Temmuz 1914′te İstanbul’a geri dönerek; 3 Ağustos 1914′te Genel Kurmay II. (İstihbarat) Şube Müdürü olarak görevlendirildi. Karabekir’in savaş konusundaki düşünceleri;¨ “İstanbul ve Çanakkale boğazlarını kuvvetlendirmek,¨ Boğazlardaki kuvvetleri desteklemek,¨ Savaşa girmekten mümkün olduğunca kaçınmaktı. “Kâzım Karabekir, Genel Kurmay’daki görevini devam ettirirken, Konya’ya bir soruşturma sebebiyle gönderilmişti. 29 Kasım 1914′te “Üç Yıl Hazerî Kıdem Zammı” alarak; 9 Aralık 1914′te Yarbay rütbesine yükseltildi. Yarbay Kâzım Karabekir, 6 Ocak 1915′te Mürettep I. Kuvve-i Seferiye K.’ı olarak İran Harekatına gönderildi. Karabekir, Halep’e geldiğinde, III. Ordu’nun Sarıkamış’da büyük bir felakete uğramış olduğunu, komutasına verilen kuvvetlerin Doğu Cephesi’ne kendisinde Süleyman Askeri Bey’in yerine Irak Havalisi Kuvvetleri K.’ lığına ve Basra Valiliğine atandığını öğrendi. Böylece Süleyman Askeri Bey’in yerine geçmek üzere İstanbul’a geldi.
4. ÇANAKKALE CEPHESİ’NDE KÂZIM KARABEKİR

Karabekir Paşa, 6 Mart 1915 tarihinde İstanbul’a gelince V. Kolordu’ya bağlı İstanbul - Kartal’da bulunan XIV. Tümen K.’ lığına atanmıştır. Bu görevde bulunduğu esnada Kâzım Karabekir, Maramara Denizi ve Karadeniz kıyılarının tahkimatı ile uğraşmıştır. Ancak XIV. Tümen’in Çanakkale’ye - Gelibolu’ya - gönderilmesi ile bu bölgede Seddülbâhir ve Kereviz Deresi’ndeki (12-13 Temmuz 1915) savaşlarda bulunmuştur. Kâzım Karabekir’in Kereviz Dere’de bulunduğu sıralarda Fransızlar, Haziran’dan itibaren Zığın Dere ve Kereviz Dere bölgelerinde taarruzlar yapmakta idi. Fransızların amacı; Türk Ordusu’nun dikkatini güney bölgesine çekmekti. Böylece Ağustos ayında Anafartalara yapılacak olan çıkarmanın başarısını garanti altına almak istiyorlardı. Fransızların planı amacına ulaştı ve Türk Kuvvetleri’nin çoğu güney bölgesine kaydırıldı. Bu amacın gerçekleşmesi için İngilizler I. Tüm. ile Türk kanadına, Kereviz Dere bölgesine, 12 Temmuz sabahı saat 07:00′de taarruza başladılar. Türk Tüm.’leri batıdan itibaren XI., I., VII. ve IV. Tüm.’ler cephede, VI. Tüm. geride bekletilmekte idi. VII. Tüm. cephesine taarruz eden İngiliz Tüm.’nin her iki günündeki taarruzları da başarısızlıkla sonuçlandı. IV. Tümen cephesine taarruz eden Fransızların taarruzları ise beklemedeki VI. Tüm.’inde bölgede kullanılması üzerine gelişme gösteremedi. Birkaç metrelik ileri geri hareketler şeklinde gelişen muharebede oldukça fazla kan döküldü ve Türk kaybı 9700 kişiye ulaştı. Karabekir, Kereviz Dere Muharebeleri sırasında V. Kolordu Komutanlığına bağlı - yarbay rütbesiyle - XIV. Tümen Komutanı olarak bulunmaktaydı. Bu görevi sırasında 6 -13 Ağustos 1915 Muharebelerinde de görev almıştır. Bu muharebeler sırasında düşman Arıburnu ve Anafartalar bölgesine, çıkarma ile takviye ederek yapacağı taarruza karşılık güney cephesinden Türk Kuvveti kaydırılmasın diye 6 - 7 Ağustos günleri bu cephenin merkezine Kirte istikametine taarruzlar düzenlediler. Ancak her iki taarruzda zayiat verilerek püskürtüldü. Sonraki küçük çaptaki taarruzlarda sonuçsuz kaldı. Bundan sonrada bu cephede düşmanın tahliyesine kadar mevzii muharebeleri devam etti. böylece düşman, çıkarmanın ilk günü almayı plânladığı Alçıtepe’yi ele geçiremedi. Her yönden sayıca üstün olmasına karşın Türk direnişi karşısında sadece 5. Km. ilerleyebildi. Bu muharebeler sırasında düşmana karşı 3,5 ay başarıyla savaşan Karabekir, askerî kişiliği açısından takdir toplayarak Muharabe Gümüş Liyakat Madalyası ile ödüllendirildi. Ayrıca Almanya’dan da İkinci Rütbeden Kron Dö Braş Kılıçlı Nişanı aldı. Kâzım Karabekir Paşa, Eylül 1915 - 9 Ocak 1916 Mevzi Muharebeleri’nde Güney Grubu Komutanlığına bağlı II. Bölge Komutanlığı’nda XIV. Tümen Komutanı olarak görevlendirildi. Muharebeler devam ettiği sırada XIV. Tümen 11 Ocak 1916′da bölgeden ayrıldı.
5. 1915 SONRASI ASKERÎ VE SİYASÎ FAALİYETLERİ

Çanakkale Cephesindeki taarruz savaşlarının, siper muharebelerine dönüşmesi ile birlikte Karabekir Paşa, Gelibolu’dan alınarak 26 Ekim 1915′te İstanbul’daki I. Ordu Kurmay Başkanlığı’na atandı. Daha sonrada VI. Ordu Kurmay Başkanı olarak Irak Cephesine gönderildi. Bu arada Kâzım Karabekir Paşa, Gelibolu’daki başarılarından dolayı “Üç Yıl Savaş Zammı” alarak 14 Aralık 1915′te Miralay ( Albay ) rütbesine yükseltildi. Miralay Kâzım Karabekir, Almanya’dan ikinci kez “Alman Demir Salib Nişanı” alarak; 24 Nisan 1916′da Kut’ül Amara’yı kuşatmakta olan XVIII. Kolordu K. olarak görevlendirildi. Bu cephedeki başarılarından dolayı Kâzım Karabekir’e 8 Şubat 1912′de yeniden “Altın Muharebe Liyakat Madalyası” ve “İki Yıllık Kıdem Zammı” verildi. Kâzım Karabekir, Cafer Tayyar ile o yıllarda yapılabilen karşılıklı yer değiştirme - becayiş - usulü ile Kafkas Cephesindeki II. Kor. K. olarak atandı. Bu Kolordu; Van Gölü’nün güney mıntıkası, Bitlis, Muş, Murat Çayı ve Palu Doğusu’na kadar olan geniş bir araziyi müdafaa etmekle yükümlüydü. Bu dönemde Osmanlı Devleti, toplam dört kolordusu olan iki ordusunu Van gölü ile Karadeniz arasında bulundurmaktaydı. Bu orduların en aşağı tarafta olanı Kâzım Karabekir’in komutanı olduğu II. Kolordu idi. Bu kolorduda on aya yakın bir süre görev yapan Kâzım Karabekir bölgedeki başarılarında dolayı 23 Eylül 1917 padişah iradesi ile yeniden “Kılıçlı İkinci Mecidi Nişanı” aldı. 31 Ekim 1920′de Ferik ( Korgeneral ) rütbesini aldı. 3 Aralık 1921′de TBMM Murahhası sıfatıyla Gümrü Antlaşması’nı imzaladıktan sonra; 18 Ekim 1921′de biten Kars Konferansı’na Türkiye Baş Murrahası olarak katıldı. Ayrıca bu konferansa başkanlık yaparak; 13 Ekim 1921′de Kars Antlaşmasını imzaladı. 15 Ekim 1922′de Ankara’ya gelen Kâzım Karabekir, Edirne Milletvekili sıfatı ile meclis çalışmalarına devam etti. 17 Şubat 1923′de - Türkiye’de ilk defa - toplanan İzmir İktisat Kongresine başkanlık yaptı ve 29 Haziran 1923′de TBMM’nin İkinci Devresi’nde İstanbul Milletvekili seçildiği dönemde; Doğu Cephesi komutanlığı görevini de fiili olarak devam ettirmekte idi. 21 Kasım 1923′de “Milli Mücadelemizde Siyasi ve Savaş Yararlılığı” görülenlere verilen yeşil ve kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Kâzım Karabekir, 21 Ekim 1923′de son askeri görevi olan I. Ordu Müfettişliği”ne atandı. 26 Ekim 1924′de bu görevinden istifa ederek sadece siyasi alanda faaliyet gösterdi.Kâzım Karabekir, 17 Kasım 1924′de TPCF (Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası) kurucuları arasında yer alarak; bir süre sonrada bu partinin başkanı oldu. İsmet (İnönü) Bey Hükümeti’nin Takrir-i Sukün Kanunu çıkarmasından sonra Doğuda Şeyh Sait İsyanı çıkmış ve bu isyanda TPCF’nin de rolü olduğu iddia edilmişti. Böylece 5 Haziran 1925′de Bakanlar Kurulu kararı ile TPCF kapatıldı. Ayrıca Kâzım Karabekir, bu dönemde Mustafa Kemal’e düzenlenen (İzmir’de) suikast ile ilgili olarak İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp, beraat eti. Kâzım Karabekir TBMM’nin ikinci Dönemi sona erince milletvekilliğine son verilmiş ve ordu açığında iken 5 Aralık 1927′de emekli olmuştur. Bu dönemden sonra uzun bir süre politikadan uzaklaşarak inzivaya çekilen Karabekir Paşa, yönetimle olan anlaşmazlığı yüzünden sıkıyönetim altında tutulması istenen 84 kişilik listenin başında yer aldı. Belki de en sıkıntılı yıllarını bu dönemde geçiren Kâzım Karabekir, sıkıntılı günlerin ardından 1939′da İstanbul Milletvekilliği’ne seçildi. 1943 - 1946 yıllarında milletvekili olarak yerini korudu ve 5 Ağustos 1946′da yapılan BMM başkanlık seçimlerimde Meclis Başkanı seçildi. Kâzım Karabekir, 26 Ocak 1948 yılında - 66 yaşında iken - geçirdiği bir kalp krizi sonucu, Ankara’da vefat etti.Kâzım Karabekir Paşa, askerlik yaşamı boyunca önemli başarılar kazanmış bir Türk Komutanı ve siyasi bir kişiliktir. Bulgarca, Fransızca, Almanca ve Rusça bilen Kâzım Karabekir’in Sırp-Bulgar Seferi, Osmanlı Ordusunun Taarruz Fikri, Ermeni Mezalimi, Erkân-ı Harbiye Vezaifinden İstihbarat, İstiklâl Harbimizin Esasları, Cihan Harbine Neden Girdik? Nasıl Girdik? Nasıl İdare Ettik?, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Paşaların Kavgası, Paşaların Hesaplaşması, Ermeni Meselesi, Sarıkamış-Kars ve Ötesi, İstiklal Harbimiz I-II gibi yayınlanmış eserleri vardır.
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Mareşal Fevzi Çakmak


Mustafa Fevzi Çakmak
(1876 - 1950)

A - FEVZİ ÇAKMAK’IN YAŞAMI
1 - Doğumu ve Orta Öğretimi:
Büyük asker, büyük komutan, faziletli insan, Fevzi Çakmak ülkenin bunalımlı bir döneminde, 12 Ocak 1876’da İstanbul’da dünyaya gelmiştir.
Babası Topçu Albayı, Çakmakoğullanndan Ali Sırrı Bey’dir.
Mustafa Fevzi ilk öğretimine Rumeli kavağı Mahalle Mektebi’nde başlamış, oradan Sarıyer’deki Hayriye Okulu’na geçmiştir.
On yaşında; Selanik Rüştiyesi’ne (ortaokuluna) gitmiş, buradan İstanbul’a (Soğukçeşme Askerî Rüştiyesi’ne) gelmiş, 1890’da Kuleli Askerî Lisesi’ne, 29 Nisan 1893’de Kara Harp Okulu’na geçmiştir.
2 - Fevzi Çakmak’ın Askerî Yaşamı:
28 Ocak 1896’da Piyade subayı olarak Harp Okulu’ndan mezun olan Fevzi Efendi (1311-c-P.7) başarı derecesi nedeniyle kurmay sınıflarına devam hakkını kazanmış, 16 Mart 1897’de üsteğmenliğe yükselmiş, 25 Aralık 1898’de de kurmay yüzbaşı olarak Harp Akademisi’ni bitirmiş ve Genelkurmay 4’üncü Şube’ye atanmıştır.
O’nun başarılı öğrencilik yılları, Osmanlı İmparatorluğu’nda yönetimin en bozuk olduğu döneme rastlar. Birbirini takip eden harpler, iç ayaklanmalar, ekonomik ve sosyal durumun her gün biraz daha kötüye gitmesine neden olmuş, güçsüz ve yeteneksiz bir idare elinde işlemez hale gelen sistem içerisinde millet perişan olmuştu.
11 Nisan 1899’da 3’ncü Ordu Metroviçe Tümeni Kurmay Başkanlığı’na atanan bu değerli kurmay subay 6 Şubat 1901’de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) olmuş ve başarılı hizmetleri nedeniyle 23 Ocak 1900’de Gümüş İmtiyaz Nişanı, 22 Ağustos 1900’de de Beşinci Rütbeden Mecidi Nişanı ile ödüllendirilmiştir.
1902’de Binbaşı olan Fevzi Bey, Taşlıca Mutasarrıflığı ve Komutanlığı’na atanmış ve burada da başarılı çalışmalar yapmıştır.
1906’da Yarbaylığa yükseltilmiş ve 17 Temmuz 1906’da Dördüncü Rütbeden Osmanî Nişanı ile ödüllendirilmiştir.
1907’de Albaylığa yükseltilen Fevzi Bey, 29 Aralık 1908’de, Taşlıca Mutasarrıf ve Komutanlığı uhdesinde bırakılarak, 35’nci Nizamiye Tugayı Komutanlığı’na atanmıştır.
7 Ağustos 1909’da çıkartılan Tasfiye-i Rüteb Kanunu gereğince ve emsaline göre erken terfi ettiği gerekçesiyle rütbesi Binbaşılığa indirilmiş; 27 Temmuz 1910’da da Mürettep Kosova Kolordusu Kurmay Başkanlığı’na atanmıştır.
29 Eylül 1910’da tekrar Yarbaylığa yükselmiş, 15 Ocak 1911’de Genelkurmay 5’nci Şube Müdürlüğü’ne atanmış, İşkodra Kolordusu ve çeşitli birliklerin kurmay başkanlıklarında bulunan Fevzi Bey, 3 Temmuz 1912’de Yakova Tümeni Komutanlığı’na, 6 Ağustos 1912’de Kosova Kuva-yi Umumiyesi Kurmay Başkanlığı’na, 29 Eylül 1912’de Vardar Ordusu Komutanlığı Hareket Şube Müdürlüğü’ne 6 Kasım 1913’de de 2’inci Nizamiye Tümeni Komutanlığı’na atanmış ve 24 Kasım 1913’de ikinci defa Albay olmuştur.
22 Aralık 1914’de 5’nci Kolordu Komutanlığı’na getirilmiş ve 2 Mart 1915’te Mirliva (Tümgeneral) olmuştur.
Fevzi Paşa tümen ve kolordu komutanlıklarındaki başarılı çalışmaları nedeniyle 2 Ekim 1915’de Harp Madalyası, 18 Kasım 1915’de de Muharebe Gümüş İmtiyaz Madalyası ile ödüllendirilmiş, 26 Aralık 1915’te kendisine Almanya’nın 2’nci Demir Salip Nişanı verilmiştir.
6 Aralık 1915’de, Albay Mustafa Kemal Bey’in rahatsızlığı nedeniyle ayrıldığı Anafartalar Grubu Komutanlığı Vekâleti’ne getirilmiş.
17 Ocak 1916’da Muharebe Altın Liyakat Madalyası ile ödüllendirilmiştir.
7 Eylül 1916’da 2’nci Kafkas Kolordu Komutanlığı’na atanmış, bu güne kadarki başarılı hizmetleri nedeniyle, 21 Ekim 1916’da Alman Harp Madalyası verilmiş, 11 Kasım 1916’da Muharebe Altın İmtiyaz Madalyası ile ödüllendirilmiş, 3 Nisan 1917’de de Avusturya-Macaristan Devleti’nin İkinci Rütbeden Harp Alâmetli Askerî Liyakat Madalyası verilmiştir.
5 Temmuz 1917’de Diyarbakır’daki 2’nci Ordu Komutanlığı’na, 9 Ekim 1917’de de Filistin’deki 7’nci Ordu Komutanlığı’na atanmıştır.
Ordu Komutanlığı’ndaki başarılı hizmetleri nedeniyle, 23 Eylül 1917’de ikinci Rütbeden Kılıçlı Osmanî Nişanı, 8 Ocak 1918’de Birinci Rütbeden Kılıçlı Mecidi Nişanı ile ödüllendirilmiş, 19 Haziran 1918’de de kendisine Almanya’nın Birinci Rütbeden Kron dö Prus Nişanı verilmiştir.
28 Temmuz 1918’de Ferik (Korgeneral) olmuş 24 Aralık 1918’de Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’ne (Genelkurmay Başkanlığı’na) atanmıştır.
14 Mayıs 1919’da 1’nci Ordu Müfettişliği’ne verilmiş, 3 Kasım 1919’da da Anadolu’ya gönderilecek Nasihat Heyeti’nde görevlendirilmiştir.
3 Şubat 1920’de Harbiye Nazırlığı’na (Milli Savunma Bakanlığı’na) atanmış bu görevinde ve Gnkur. Başkanlığı’nda halef, selef olduğu Cevat Paşa (Orgeneral Çobanlı) ile Anadolu’daki harekâtı bütün olanaklarıyla desteklediklerinden Cevat Paşa 16 Mart 1920’de Malta’ya sürülmüş, Fevzi Paşa’yı da makam odasına kadar gelen İngiliz subayları tehdit etmişlerdi. Bu durumda İstanbul’da daha fazla kalamayacağını anlayan Fevzi Paşa 27 Nisan 1920’de Ankara’ya geldi ve 3 Mayıs 1920’de Kozan Milletvekili sıfatıyla Millî Savunma Bakanlığı’na ve Bakanlar Kurulu Başkan Vekilliği’ne seçildi.
27 Mayıs 1920’de Kuva-yi Milliye’ye katıldığı için, İstanbul 1’nci İdare-i Örfiye Divan-ı Harbi tarafından gıyaben askerlikten tardına, nişan ve madalyalarının geri alınmasına ve idamına karar verildi.
9 Kasım 1920’de Genelkurmay Başkanı Albay İsmet Bey’in Batı Cephesi Kuzey Kesimi Komutanlığı’na atanarak ayrılması nedeniyle Genelkurmay Başkan Vekilliği’ni de üstlendi.
3 Nisan 1921’de Birinci Ferik (Orgeneral) lige yükselen Fevzi Paşa, 5 Ağustos 1921’de Millî Savunma Bakanlığı’ndan ayrıldı ve asaleten Genelkurmay Başkanı oldu. 12 Temmuz 1922’de de Bakanlar Kurulu Başkanlığı’ndan ayrılarak Büyük Taarruz hazırlıklarıyla ilgilenmek üzere cepheye gitti.
31 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz’un hazırlanması ve icrasındaki hizmetleri nedeniyle rütbesi Mareşalliğe yükseltildi.
27 Mart 1923’te Afganistan Emin Ala Hazret Gazi Amanullah Han tarafından İtrıâli Nişanı ile ödüllendirildi.
Türkiye Büyük Millet Meclisince 14 Ağustos 1923’te 188 oyla tekrar Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ne (Genelkurmay Başkanlığı’na) seçildi.
21 Kasım 1923’te İstiklâl Harbi’ndeki üstün hizmetleri İstiklâl Madalyası ile ödüllendirildi ve kendisine bir de takdirname verildi.
31 Ekim 1924’te milletvekilliğinden ayrıldı. 1944 yılına kadar Genelkurmay Başkanı olarak hizmet etti. Şerefle sürdürdüğü bu görevden, 12 Ocak 1944’te (yaş haddini tamamlayarak) emekliye ayrıldı.
Mareşal Fevzi Çakmak, Atatürk’ün sevdiği, saydığı ve güvendiği askerlerdendi. Arkadaşlıkları Çanakkale’de başlamış ve Atatürk’ün ölümüne kadar karşılıklı sevgi, saygı ve içten gelen bağlılıkla sürmüştür.
Atatürk, Fevzi Paşa’yı, ordu yönetim ve komutasının rast gele bir kimseye verilmeyeceğini söyleyerek, Genelkurmay Başkanlığı’na getirmişti. O da Silâhlı Kuvvetlerin en yüce katında, büyük hizmetlerde bulunmuş, özellikle orduyu daima politikadan uzak tutmuş, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine bağlı genç askerler yetiştirerek Büyük Önder’in güvenine lâyık olduğunu kanıtlamıştır.
Fevzi Çakmak, Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça, Farsça, Arapça, Arnavutça ve Sırpça bilirdi.
Yazdığı Eserler:
Garbı Rumeli’nin Suret-i Ziyaı ve Balkan Harbi’nde Garp Cephesi Hakkındaki Konferanslar,
Büyük Harpte Şark Cephesi Hareketleri’
B - FEVZİ ÇAKMAK’IN KURMAYLIK VE KOMUTANLIK NİTELİKLERİ
Askerlerin tarihî kişilikleri, onların meslekî yetenekleri ve askerlik sanatındaki becerileriyle orantılıdır.
1 - Fevzi Çakmak’ın Kurmaylık Niteliği:
Fevzi Çakmak, ciddi, çalışkan, doğru ve ileri görüşlü, bilgili, cesur, kesin karar sahibi, dürüst ve üstün ahlâklı, sekiz lisan bilen, eser vermiş bir kurmay subaydı.
Tümen, kolordu, ordu ve genelkurmay karargâhlarındaki kurmay görevlerinde çok başarılı olmuştur. O’nun kişilik ve karakteri astları üzerinde olumlu bir izlenim bırakmış onlara her zaman yardımcı olmuştur.
Fevzi Çakmak, küçüklerinin sevgi ve saygılarını, büyüklerinin güvenini kazanmış örnek bir kişiydi.
Gününün büyük kısmını çalışmakla geçiren, bin bir mesele ile durmadan ve yılmadan uğraşan yetenekli bir karargâh subayı idi. Hazırladığı mükemmel plân ve emirlerle birliklerin hedeflerini süratle ele geçirmelerini sağlar, onların morallerini yükseltir, genç subaylara bu nitelikleriyle örnek olur, onların bilgi ve görgülerini artırıcı eğitim programları düzenlerdi.
2 - Fevzi Çakmak’ın Komutanlık Nitelikleri:
Fevzi Paşa, Osmanlı - İtalyan Harbi’nde, Balkan Harbi’nde, Birinci Dünya Harbi’nde ve İstiklâl Harbi’nde büyük birliklerin kurmay başkanlıklarını yapmış, tugay, tümen, kolordu ve ordulara komuta etmiş, her iki dönemde de Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı yapmış çok tecrübeli ve bilgili, kesin karar sahibi, cesur bir komutandı.
Stratejik ve taktik kuralları, bilim ve tekniği yol gösterici olarak almış, bunları kişisel deneyimleriyle birleştirip, durum ve koşullara göre uygulamış ve uygulatmıştır.
Komuta ettiği ve sorumluluğunu taşıdığı birlik ve karargâhlarda her zaman, her durumda astları üzerinde etkili olmuş, görevini en iyi bir şekilde yaparak amacın gerçekleşmesini sağlamıştır.
Millî Mücadele’nin lider kadrosunda, zekâsı, çalışkanlığı, soğukkanlı oluşu, muhakeme kabiliyeti, ihtiyatlı, sabırlı ve gayretli oluşu ile çok başarılı görevler yapmış, Başkomutanın daima takdirlerini kazanmış ve mesleğinin en yüksek rütbe ve makamına erişmiştir.
3 - Fevzi Çakmak’ın Askerî Niteliklerini ve Kişiliğini Yansıtan Bir Kaç Anı:
a - Yunanlıların İzmir’e çıkmalarını önleme çabaları:
1919 yılı Mayıs ayı başlarında Yunanlıların İzmir’e çıkarma yapma hazırlıkları sürerken Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Yunanlıların bu tutum ve davranışlarını mütareke şartlanna uygun görüyor ve ilgililere bu yolda emirler veriyordu. Harbiye Nazırı’nın makamında bulunmadığı kısa bir süreden yararlanan Fevzi Paşa İzmir’deki Kolordu Komutan Vekili (sonradan şehit edilen) Alb. Süleyman Fethi Bey’e şu telgrafı çektirmişti.
“Çıkarılan devriyelerin peyderpey miktarlarının artırılarak Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri ve bir oldu bitti yaratmaları muhtemeldir. Bunun için derhal Averof zırhlısı komutanına, badema devriye çıkarılırsa, bunları Türk birliklerinin silâh ile karşılayacağını tebliğ ediniz. “Süleyman Fethi Bey’in” Dinlemeyip çıktıkları takdirde bu emir yerine getirilecek midir?” sorusuna da “Evet! Tereddüt edilmeden ateş edilecektir!” diyordu. Bu tebliğ etkisini göstermiş işgal gününe kadar bir daha Yunan devriyeleri İzmir’e ayak basmamışlardı.
İtilâf devletlerinin baskısı ile Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanlığı’ndan uzaklaştırılmış, Yunanlılar da 15 Mayıs 1919 günü İzmir’e çıkmışlardı.
Sonraları bir süre Harbiye Nazırlığı’nda da bulunan Fevzi Paşa ile Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa (Org. Çobanlı) çok miktarda silâh ve cephanenin Anadolu’da toplanmasını sağladılar ve millî kuvvetleri her yönden desteklediler.
İngilizlerin İstanbul’u resmen işgalleri ve tutukladıkları Kuva-yı Milliyecileri Malta’ya sürmeleri üzerine Fevzi Paşa da Anadolu’ya geçti.
b - O’nun soğukkanlılığını, vefakârlığını ve inançlı kişiliğini yansıtan olaylar:
Asi Ethem olayından sonra Meclis’te sakin ve kendinden gayet emin bir tavırla “İşte, millî müdafaa vekili olarak söz veriyorum. Bir hafta sonra size yine bu kürsüden zafer müjdesini de kendim vereceğim” şeklindeki konuşması ve bu süre zarfında zaferin kazanılması, Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’yı huzura kavuşturmuş ve İkinci İnönü Muharebesi’nde memleketin makûs talihi yenilmişti.
Kütahya-Eskişehir Muharebesi’nden sonra da Büyük Millet Meclisi’ndeki konuşmalarda Cephe Komutanına saldıranları “Karan kendisinin de tasvip ettiğini” söyleyerek susturmuştur.
c - Kendisini Mustafa Kemal Paşa’nın yerine geçirmek isteyenlere karşı tepkisi:
Büyük Millet Meclisi’ndeki muhalefet grubu içerisinde, Mustafa Kemal Paşa’nın yakın silâh arkadaşları da vardı. Bunlar onun yavaş yavaş diktatörlük idaresi kuracağı endişesi içindeydiler ve yerine Fevzi Paşa’yı geçirmeyi düşünüyorlardı. Bu konuyu kendisine açtıklarında Fevzi Paşa onlara:
“Bana böyle bir mevkii lâyık gördüğünüz için teşekkür ederim. Fakat bu teklifinizi kabul edemeyeceğim. Bu dediğiniz şey hiçbir zaman olamaz. Sizin de bu yolda çalışmaktan vazgeçmenizi tavsiye ederim. Hepimiz bulunduğumuz mevkilere rıza gösterecek ve elbirliği ile memleketin yükselmesi için çalışacağız; yapılacak o kadar çok işimiz var ki hepimize bol bol yeter. Eğer bu yolu bırakarak birtakım siyasî entrikalara kapılacak olursak bu memleketi batırırız. Buna da hakkımız yoktur. Hele ordunun politikaya karışmasına hiçbir şekilde razı olamam. Ben bugün ordunun en sorumlu bir yerinde bulunuyorum. Teklifinizi kabul edecek olursam yarın benim yerime geçecek olan bir paşa da ordunun kendisine bağlı olduğuna güvenerek beni devirir ve yerime geçer. Onu da çok geçmeden bir üçüncü paşa taklit eder. Memleket asıl o zaman askerî diktatörlüğe doğru kayar ve memleketin bizden beklediği hizmetlerin hiçbirisi yapılamaz.” demiştir. Fakat muhalifler bu büyük insanın sözünü dinlememişler ve Terakki- Perver Cumhuriyet Partisi’ni kurarak muhalefet dozunu, Mustafa Kemal Paşa’ya İzmir suikastini düzenlemeye kadar götürmüşler. O da bunlara karşı sert bir tavır takınmış suikastle hiçbir ilgisi bulunmayan Kâzım Karabekir Paşa bile İstiklâl Mahkemesi’ne verilmişti. Kâzım Karabekir Paşa ile bazılarının kurtulmasında Fevzi Paşa’nın da rolü vardır.
Mustafa Kemal Paşa, yapılan yukarıdaki teklifi her nasılsa öğrenmiş ama hiç renk vermemiş, fakat bu büyük insana saygısı ve güveni bir kat daha artmıştır.
d - Atatürk’ün vefatından sonra da Fevzi Çakmak’a Cumhurbaşkanlığı teklif edilmişti:
Ali Sait Paşa, Meclis’te ve orduda çoğunluk sizi Cumhurbaşkanı görmek istiyor deyince, O, “Arkadaşlarımızın bu duygularına teşekkür ederim. Fakat ben sadece Genelkurmay Başkanıyım. Anayasaya göre Cumhurbaşkanı ancak Meclis’in içinden seçilebilir” demiş. “Peki bize aday gösterebilir misiniz?” sorusuna da “Sadece kendi düşüncemi söyleyebilirim. Bana kalırsa bugünkü durumda Atatürk’ün yerine geçmeye en lâyık olan şahıs İsmet İnönü’dür” cevabını vermiş, “Bu benim sadece kendi düşüncemdir. Fakat Büyük Millet Meclisi kimi lâyık görür de seçerse o benim de Cumhurbaşkanım olur. Yeter ki bu seçilme kanuna ve anayasaya uygun olsun!” sözlerini ilâve etmiş, nedenlerini de açıklamıştır.
e - Türkiye’yi İkinci Dünya Harbi dışında tutma gayretleri:
İkinci Dünya Harbi başlayınca, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye her fırsatta: “Savaş şu anda sınırlarımızın uzağındadır. Ama ne şekilde gelişeceği belli olmaz. Ordumuz bugünkü modern ordularla savaşacak güçte değildir. Zaten bir toprak isteğimiz de yoktur. Biz Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” prensibine sıkı sıkı sarılmalıyız. Savaşın ondan galip çıkan devletleri de ne derece perişan ettiğini bilirsiniz. O nedenle ne yapıp yapacak, ordumuzu kuvvetlendirecek fakat, savaşın dışında kalmak için çalışacağız.”
İsmet İnönü de her zaman bu siyaseti yürütmeye çalışacağını söylemiş ve bu sözünü tutmuştur. (Türk Büyükleri İsmet İnönü adlı cep kitabında bu konuya geniş yer verilmiştir.)2
C - FEVZİ ÇAKMAK’IN KATILDIĞI HARPLER VE MUHAREBELER
1911-1912 Osmanlı - İtalyan Harbi sırasında kolordu kurmay başkanlıklarında bulunmuş, fakat harekât bölgesi dışında görev yapmıştır.
1 - 1912-1913 Balkan Harbi:
Balkan devletleri yıllarca yaşattıkları ülkülerini dış kışkırtmalarla geliştirmiş, yer yer kanlı kaynaşmalar olmuş ve 1908 Meşrutiyeti’nden sonraki gelişmeler nedeniyle aralarındaki anlaşmazlıkları ve toprak davalarını bir yana bırakıp Osmanlı Devleti’ni parçalamak ve mirasını paylaşmak üzere birleşmişlerdi.
14 Ekim 1912’de bir nota verilmiş, Sırp ve Bulgar birlikleri sınırlarımızı tecavüze başlamış, 16 Ekim 1912’de de Türk orduları harekete geçmişti.
Karadağ, Sırbistan ve Yunanistan büyüme amacıyla, Bulgaristan ise Balkanlarda yaşayan bütün milletlerin özünü Bulgarların teşkil ettiği inancı ile Osmanlı İmparatorluğu aleyhinde birleşmişler ve Balkanlarda dinsel ve siyasal bir birlik kurmak çabası göstermişlerdi. Bu amaç ve inançlarını gerçekleştirmek için başlattıkları Balkan Harbi, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı Rumeli’yi boşaltmalarına neden oldu.
Fevzi Bey’in Harekât Şubesi Müdürlüğü’nü ve Kurmay Başkan Vekilliği’ni yaptığı Vardar Ordusu da Batı Rumeli’yi boşaltan birliklerdendi ve çok kötü koşullarda bu boşaltma harekâtını gerçekleştirmişti. Fakat görevini aksatmamış, 19 Haziran 1913’te Seman iskelesinden hareket ederek İstanbul’a gelmişti. Fevzi Çakmak şöyle diyordu: “Batı Rumeli’de 500 yıllık Türk egemenliğine veda ettik. Atalarımızın asırlarca kanlarıyla suladığı ve eski yeni bir çok şehitlerimizin gömüldüğü vatan parçasının bırakılması gönüllerimizde giderilmesi imkânsız acılar ve hasretler yaratıyordu. Cehalet ve politika kurbanı olan Batı Rumeli hâlâ pek elim buhranlar içinde çırpınıp duruyor.”
Türk Şark (Doğu) Ordusu, Pınarhisar-Lüleburgaz genel hattına çekilmişti. Bu hattı başarıyla savunurken birçok nedenlere dayanan Başkomutanlığın emirleriyle 2 Kasım 1912’de Çatalca mevzii gerisine alındı. Burada başarılı muharebeler verdi.
Garp (Batı) Ordusu, Komanova’da yapılan muharebeyi kaybetmişti.
29 Eylül 1913’te yapılan İstanbul Antlaşmasıyla Balkan Harbi sona erdi.
2 - 1914-1918 Birinci Dünya Harbi.
Balkan Harbi, iki dönemliydi. Birinci dönem, Osmanlı İmparatorluğu ile, bağlaşık devletler (Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ) arasında, ikinci dönem ise Bulgaristan’la diğer devletler arasında cereyan etmişti. Türk ordusu bu savaştan büyük kayıplarla çıkmış, ordunun elindeki silâh, araç ve gereçlerin büyük bir kısmı yok olmuştu. Kazancımız, Edirne’nin geri alınmasından ibaretti. Elden çıkan silâh, araç ve gereç, Birinci Dünya Harbi’ne kadar yerine konulamamıştı. Dolayısıyla Türk ordusu, seferberliğini tamamlamadan % 20 noksan silâh ve cephane, çok eksik araç ve gereçle Birinci Dünya Harbi’ne girme durumuna düşmüştü.
Avrupa’nın büyük devletlerinin oluşturduğu siyasî grupların güçlülüğü karşısında Osmanlı devletinin durumu son derece kritik ve karanlıktı.
3 Ağustos 1914’te harp bütün Avrupa’yı sarmıştı. 29 Ekim 1914’te Karadeniz Olayı adıyla tarihe geçen trajik oyunla biz de harbe katıldık. İlkin Ruslar Kafkas sınırına tecavüz ettiler. 3 Kasım 1914’te bütün Üçlü Anlaşma Devletleriyle harbe tutuştuk ve sırayla cepheler açılmaya başladı.
a - Çanakkale Muharebeleri (3 Şubat 1915 - 9 Ocak 1916)
Anlaşma devletlerinin Çanakkale Boğazı’nı deniz yoluyla aşarak Rusya’ya yardım plânları hedefine ulaşamayınca boğazları kara harekâtıyla düşürmek maksadıyla 25 Nisan 1915’te Gelibolu yarımadasına çıkarma yaptılar.
Seddülbahir’e çıkanlar kuzey istikametine (Alçıtepe-Maydos), Arıburnu bölgesine çıkanlar doğu istikametine (Conkbayırı-Maydos) ilerlemeye başladılar. Yarımadayı bir iki gün içinde ele geçirmeyi planlamışlardı. Fakat kuzeydeki başarısızlıklarına Kirte’de özellikle 6 Mayıs 1915 günü 2’nci Kirte Muharebesi’nde verdikleri ağır zayiat da eklenince 300-500 metre ilerleyerek varabildikleri yerde toprağı kazıp gömüldüler. Akıtılan İngiliz kanı elde edilen kazançla orantılı değildi. Kıyı başlarında tutunup tutunamayacakları da şüpheliydi.
Amiral De Robeck’in yeni takviye kuvvetleri gelinceye kadar, donanmanın bir kez daha boğazı zorlama önerisi kabul edilmeyip, ordunun Kilitbahir platosunu ele geçirmesine kadar, boğazı geçme girişiminin durdurulmasından sonra yapılacak şey, orduyu yeterince takviye etmek ve Çanakkale Boğazı’nın açılmasını bu yolla sağlamaktı. Bu takdirde, Çanakkale sorunu başarı ile sonuçlanır, Türklerin yenilmesi, Rus Kafkas Ordusu’nun serbest kalması ve bu kuvvetleri başka alanlarda kullanma olanağı elde edilebilirdi. Fakat Lord Kitchener, Batı Cephesi’nin ısrarla takviye ve cephane istekleri, İngiltere’ye yöneltilecek bir Alman çıkarması endişesiyle, Çanakkale Cephesi için vadettiği birliklerden ancak 52’nci tümeni yola çıkarabilmişti.3.
Anlaşma devletleri üç hafta boyunca Çanakkale sorununa çözüm yolu ararken, 5’nci Ordu da bu zamanı değerlendirmiş ve savunma düzenini pekiştirmişti.
2’nci Kirte Muharebesi’nin başarıyla sonuçlanması, 5’nci Ordu Komutanının birliklerine güvenini arttırmış, alacağı takviyelerle özellikle Arıburun kesiminde bir taarruz yaparak düşmanı denize dökmeyi tasarlamasını sağlamıştı. Yalnız Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın 11 Mayıs 1915 günü yaptığı denetlemede “Kuzey Grubu iki adımlık yerdeki düşmanı tepeleyemedi” gibi sözlerle kınaması, 15 gündür gece gündüz durmadan çarpışan, düşmanla kıyasıya boğuşan birliklerin ve komutanların morallerini bozmuştu. Bu meyanda Güney Grubu Komutanlığı’na Weber Paşa atanmış ve 5 Mayıs 1915’te göreve başlamıştı. 9 Mayıs’ta İngiliz ve Fransızların 7’nci Tümen bölgesine yaptıkları taarruz püskürtülmüş, 10 Mayıs’ta Akbaş’a ulaşan 12’nci Tümen de bu grubun emrine verilmişti.
İngiltere Kralı’nın doğum günü olan 4 Haziran’da başlayan 3’ncü Kirte Muharebesi üç gün sürdü. Bu sırada Arıburnu’nda da gösteriş taarruzları yapıldı. 9 ve 12’nci Tümenler Kirte mevzilerini kahramanca savundular ve zaman zaman yaptıkları karşı taarruzlarla düşmanı yıprattılar. Fakat iki taraf da ağır zayiat vermişti. 21’nci Alay Komutanı Yarbay Halil’in cephedeki birlikleri başarıyla değiştirmesi düşmanı şaşırtmıştı.4
21 Haziran - 6 Ağustos tarihleri arasında yapılan Zığındere ve Kerevizdere muharebeleri de tarafları bir hayli yıpratmıştı. Bu arada Güney Grubu Komutanı Weber Paşa ayrılmış yerine 2’nci Ordu Komutanı Vehip Paşa atanmıştı. 2’nci Kerevizdere Muharebeleri sırasında (13 Temmuz 1915’te) Fevzi Paşa 5’nci Kolordu Komutanı olarak göreve başlamış, Yarbay Kazım Karabekir de 14’ncü Tümeniyle, 4’ncü Tümeni değiştirmişti. 8, 10 ve 13’ncü Tümenlerin de bu bölgeye gelmesiyle Türk savaş gücü artmış ve güven sağlanmıştı.5
5’nci Kolordu’nun Kerevizdere’deki 4’ncü Tümeni, Albay Celal’in; 6’ncı Tümeni, Kurmay Yarbay Şakir’in; 7’nci Tümeni, Kurmay Albay Halil’in komutasındaydı.
Batı’daki 14’ncü Kolordu’nun Komutanı da Mirliva Trommer Paşa idi.
İkinci Kerevizdere Muharebeleri sırasında Seddülbahir kesimindeki İngiliz ve Fransız birlikleri:
Başkomutan: Sir Jan Hamilton
8’nci İngiliz Kolordusu, Komutanı: General Hunter Westen 29,42 ve 52’nci İngiliz Tümenleri, Kraliyet Deniz Tümeni ve Seddülbahir’e çıkmakta olan 13’ncü Tümen.
Fransız Kuvvetleri Komutanı General Bailland 1 ve 2’nci Fransız Tümenleri
Bu muharebede yukarıdaki birlikleri, 4 ve 7’nci Türk Tümenlerini karadan ve denizden, 14 uçak da havadan bombardıman ederken piyadeleri de taarruzlarını geliştiriyorlardı. Türk birliklerinin boğaz boğaza yaptıkları muharebe karşısında İngilizler eski siperlerine kaçmaktan başka çare bulamadılar. Fransızlar da şaşkınlaşmıştı. 5’nci Kolordu birliklerinin emir beklemeden süngü takıp Allah Allah …sesleriyle kükremeleri gözleri yaşartan bir manzara oluşturuyordu. Bununla da yetinmeyip gece taarruzlarıyla bir kısım siperleri de geri aldılar. Bu muharebede 5’nci Kolordu’dan 29 subay, 984 er şehit düştü.6
Fevzi Paşa daha sonra Albay Mustafa Kemal’in rahatsızlığı nedeniyle Anafartalar Grubu Komutanlığı’ndan ayrılması üzerine bu göreve getirilmiş ve düşmanın tahliyesi sonuçlanıncaya kadar bu görevde kalmıştır. (6 Aralık 1915 - 9 Ocak 1916)
b - Doğu Cephesindeki Muharebeler:
5’nci Kolordu, 3’ncü Ordu’nun emrine verildikten sonra Fevzi Paşa, 16 Mart 1916’da kolordusu ile Doğu Cephesi’ne katıldı. Ordu Komutanı Vehip Paşa, Fevzi Paşa’yı Çoruh ve Lazistan Cephesi Komutanı olarak görevlendirdi. Fevzi Paşa 20 Mart’ta Bayburt’a geldiğinde, Rus birlikleri Çoruh Vadisi’nden Bayburt’a Hoğru ilerlemekteydi. Fevzi Paşa komutasındaki birlikler, Çoruh’ta Kaledere’de ve Kop’taki muharebelerde birer kahramanlık destanı yarattılar.
Fevzi Paşa, 19 Nisan 1916’da 3’ncü Bölge Komutanlığı’na, 7 Eylül 1916’da yapılan kuruluş değişikliğiyle de 2’nci Kafkas Kolordusu Komutanlığı’na getirildi ve kolordusu ile Murat Nehri kuzeyinde verdiği başarılı savunma muharebesiyle kuvvetli Rus birliklerini durdurdu.
Fevzi Paşa, 5 Temmuz 1917’den itibaren Doğu Cephesi’nde cereyan eden muharebelerde 2’nci Ordu’ya komuta etti. 9 Ekim 1917’de 7’nci Ordu Komutanlığı’na atanarak Suriye Cephesi’ne gitti.
Bu Cephe’de, İngilizlerin 8 Aralık 1917’de Kudüs’ü ele geçirmeleri sırasında, düşmana angaje olmuş, birliklerini zamanında çekerek, imha edilmekten kurtarmıştı.
1918 yılı başında 7’nci Ordu kuzeye çekilmişti. Allenby, sağ kanadının emniyetini sağlamak maksadıyla 19 Şubat’ta kuzey istikametinde taarruza geçti ve Eriha Muharebesi Türk birliklerinin Şeria Nehri kuzeyine çekilmesiyle sonuçlandı. Fevzi Paşa, buradaki hizmetlerinden dolayı 28 Temmuz 1918’de Ferik (Korgeneral) lige terfi ettirildi. 1 Eylül 1918’de rahatsızlığı nedeniyle 7’nci Ordu Komutanlığı görevini Mustafa Kemal Paşa’ya bırakarak İstanbul’a döndü.
3 - 1919-1922 İstiklâl Harbi:
Birinci Dünya Harbi’nin galip devletleri Mondros Ateşkes Anlaşması’na dayanarak, Hasta Adam dedikleri Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan Anadolu’yu parçalayıp, bölüşmeye ve stratejik yollara hâkim olmaya başlamışlardı. Yabancı devletlerce, kışkırtılan ve desteklenen azınlıklar da şiddet eylemlerine giriştiler.
Devletin ve vatanın düşmekte olduğu felâketi gören halk umutsuzluğa düşmüştü. Kurtuluş yolunu arayan bir kısım Türk toplumu, Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetlerini oluşturuyor fakat bu kuruluşlar bölgesel kalıyordu.
Osmanlı Hükümeti, işgalci devletleri gücendirmemeye çalışıyor ve kendi çıkarlarını düşünüyordu. Padişah ise, taç ve tahtını korumaya çalışıyordu.
Bazı sözde aydınlar İngiliz Muhipler Cemiyeti kuruyor, bazıları Amerikan mandası istiyordu.
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderilmesini sağlamaya çalışıyor. Padişahın büyük güvenini kazanmış olan Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderilmesi, Damat Ferit Paşa’nın da yerini koruması bakımından işine geldi ve 9’ncu Ordu Müfettişliği’ne atanan Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’dan ayrılmadan bir gün önce 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İtilâf Devletlerinin isteği ve desteğiyle İzmir’e çıktılar.
Mustafa Kemal Paşa İstanbul’da iken yakın arkadaşlarıyla görüşmüş ve onların kendisini desteklemelerini sağlamıştı.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Paşa gerek ordusunun başında iken ve gerekse görevinden ve askerlikten ayrıldıktan sonra yakın arkadaşları tarafından samimî bir şekilde desteklenmişti. Bu meyanda Genelkurmay Başkanlığı ve Harbiye Nazırlığında (Millî Savunma Bakanlığı) halef, selef olan Fevzi ve Cevat Paşalar da bütün olanaklarıyla kendisini desteklemişlerdi.
Yaşamı bölümünde belirtildiği gibi 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali sırasında Cevat Paşa Malta’ya sürülmüş, Fevzi Paşa da kendi makam odasında İngiliz subayları tarafından tehdit edilmişti.
Fevzi Paşa bu durumda İstanbul’da kalmasının yarardan çok zarar getireceği düşüncesiyle 27 Nisan 1920’de Ankara’ya gelmiş, önce Kozan Milletvekilliği’ne, sonra Millî Savunma Bakanlığı’na ve Bakanlar Kurulu Başkan Vekilliği’ne seçilmiştir. 9 Kasım 1920’de de, Genelkurmay Başkanı Albay İsmet Bey’in Batı Cephesi’nde görevlendirilmesi üzerine bir süre Genelkurmay Başkanlığı’na da vekâlet etmiş; 5 Ağustos 1921’de de Millî Savunma Bakanlığı’ndan ayrılarak asaleten Genelkurmay Başkanı olmuştur.
a - İnönü Muharebeleri:
Fevzi Paşa bu muharebelerde önce Türk Ordusu’nun düzenli bir ordu haline getirilmesi için büyük çaba harcamış, haber alma faaliyetini hızlandırarak düşmanın kuvveti, taarruz istikametleri hakkında kısa sürede önemli bilgiler elde etmiş, Batı Cephesinin cephane ihtiyacını kısmen sağlamış ve moral takviyesi yapmıştır.
b - Sakarya Meydan Muharebesi:
Fevzi Paşa, Başkomutanın yanında bir Genelkurmay Başkanından beklenenin çok üstünde çaba harcamış, siperden sipere koşarak Türk askerinin zafere inancı ve direnme gücünü arttırmıştır. 23 Ağustos 1921’de başlayan, 22 gün, 22 gece süren Yunan taarruzları bu sayede kırılmış ve 12 Eylül’de Sakarya batısına çekilmek zorunda bırakılmışlardı.
Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra Başkomutan Mustafa Kemal Meclis’te yaptıkları konuşmada Fevzi Paşa için: “Bu parlak muzafferiyetin âmili olan zevatı huzur-u âlinizde ve bu kürsüden büyük hürmet ve takdirat ile yadetmeyi bir vecibe-i vicdaniye addederim. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisimiz Fevzi Paşa Hazretlerinin bu meydan muharebesinde ifa ettiği hizmet pek büyük sitayişlerle yadedilmeye sezadır. Pek muhterem, faziletli ve kıymetli olan bu zatıâli muharebe meydanlarının hemen her noktasında gece ve gündüz hazır bulunmuş ve musib (isabetli) ve kıymetli tedbirleri mahallinde icap edenlere bildirmiş ve daima ferahlık verecek ve kuvve-i maneviyeyi yükseltecek öğütler vermiştir. Onun bu fevkalâde hizmetleri şayan-ı takdir ve tahsindir” diyordu.
c - Büyük Taarruz (Afyon-Dumlupınar Meydan Muharebesi) ve Takip Harekâtı (26 Ağustos - 9 Eylül 1922)
Taarruz plânının hazırlanmasında ve taarruzun icraasında Başkomutan’a yardımları; gelişen durumlara göre cepheden cepheye koşması, 4 Ekim 1922 günü yapılan Büyük Millet Meclisi toplantısında, Mustafa Kemal Paşa tarafından şöyle değerlendiriliyordu:
“Ordumuzun kudreti, kabiliyeti ve hazırlık derecesi hakkında güvenimiz tamdı. Fakat bir defa daha Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretleri ile cepheye gittik ve baştan sona kadar ordumuzu tekrar gözden geçirdik. Düşman mevzileri ve düşman ordusu da tetkik edildi. Bu son teftişimizin neticesi mevcut olan kanaat ve imanımızı kuvvetlendirdi. O, zaman kesin olarak taarruz hazırlığı için emir verdim.
Efendiler! Taarruz öteden beri Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretlerinin pek derin ilme vukufa, pek derin feyz ve tecrübelere dayanarak hazırladığı plân dahilinde vukubulacaktı. Bu plân dahilinde hazırlık emri verildikten sonra tabiatıyla maksatlarımızı gizlemekte fayda buluyorduk. Buna uygun olarak da Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ile cepheden Ankara’ya ayrı ayrı döndük.”7
d - Mareşal Fevzi Çakmak’ın Eserlerinden Alınan Dersler
Mareşal Fevzi Çakmak’ın Harp Akademilerinde verdiği konferanslar o dönemin genç kurmayları için yararlı olduğu kadar bugün de elden ele dolaşmakta, Harp Tarihi değeri yanında, “Ordunun Politikaya Karışmasının Sevk ve İdare Üzerindeki Etkileri”; “Stratejinin Politikayla İlişkisi, Harp Yönetiminin Ana Kuralları ve Stratejide Amaç’ın Önemi” gibi dersler ve Vardar Ordusu Kurmay Başkan Vekili olarak verdiği bilgiler çok değerlidir.
1 - 1927 yılında Harp Akademilerinde Verdiği “Garbı Rumeli’nin Suret-i Ziyaı ve Balkan Harbi’nde Garp Cephesi” Konulu Konferanslarından Çıkartılan Dersler:
Bu konferanslarda beş ilin (Selanik, Kosova, Manastır, İşkodra, Yanya) elden çıkmasından söz edilmekte ve bir iki meydan muharebesiyle kalınmayarak bir memleketin savunması ele alınmaktadır. Büyük asker, “Bulgaristan Birinci Dünya Harbi’ne girmiş ve bir çok yenilgiye uğramış fakat mevcudiyetini korumuş, halbuki bizim Rumeli’deki yenilgimiz doğrudan doğruya Avrupa’daki varlığımıza yönelmiş kesin bir çöküştü.
Bu çöküş nedenlerini iç, dış ilişkiler ve harekât olmak üzere üç bölümde arayabiliriz” diyor ve şöyle açıklıyor:
İç İlişkiler: Barışta milleti belli hedeflere yöneltecek bir programa ihtiyaç vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun düşüncesi ve politikası “Anane-i İslâmiye” idi.
1908 inkılâbıyla gelen Meşrutiyet idaresinin de bir hedefi yoktu. Halbuki İstiklâl Harbi’nde gaye, erden başkomutanına kadar herkes tarafından pek derin hissedilmiş ve idrak olunmuştu. Mondros Mütarekesi bütün milletin gönlünde istiklâl ateşini alevlendirmişti. Balkan Harbi’nde bunlar yoktu. Türklük düşüncesi gelişmemişti. Birlik yoktu.
Bir millette birlik olmazsa teşkil edeceği ordunun manevi gücü de zayıf olur.
Dış İlişkiler: Avrupa dengesi için Fransızlar bir İtilâf-ı Müselles yapmışlardı. Büyük Millet Meclisi Hükümeti de ülküsünü yürütmek için bir doğu politikası izledi. Ruslarla, Afganlılarla antlaşmalar yapıldı. İranlılarla iyi ilişkiler kuruldu. Halbuki Osmanlı Devleti’nin, Meşrutiyet döneminde dahi esaslı bir politikası yoktu. Biri Başbakan olur Alman siyaseti izler, diğeri gelir İngiliz siyaseti güderdi. Alman siyaseti izlediği sırada da İttifak Devletleri bize zarar verdi. Avusturya; Bosna-Hersek’ i ilhak, İtalya Trablusgarb’ı işgal etti.
Hükümetin Balkanların aleyhimizdeki birleşmelerinden bile haberi yoktu.
Ruslar harp olmayacağını garanti ederek hükümeti kandırıyor ve askerin terhisini sağlıyorlardı. Bunu Anadolu harekâtı sırasında “Lloyd George” da yaptı. Londra’da Bekir Sami Bey heyetiyle Barış Antlaşması yapılırken Yunanlılar taarruza hazırlanıyorlardı. Fakat inanmadık, aldanmadık. İkinci İnönü Zaferiyle onlara gerekli cevabı verdik.
Harekât: Ordu teşkilinde, savunma veya taarruz amacından hangisinin uygulanacağı önceden açık olarak belirtilmelidir. Almanlar taarruzî, Fransızlar tedafüi bir plânla amaçlarına ulaşacaklarını düşünüyorlardı. İstilâ siyaseti gütmediğimiz aksine haris hükümetlerin saldırgan tutumlarıyla karşı karşıya bulunduğumuz için askerî teşkilâtımız savunma amacına uygun bir şekilde düzenleniyordu. Rumeli’nin hemen her tarafı şüphesiz savunulacaktı. Cephenin bu durumuna göre irtibatların yapılması ve korunması ve kuvvet çoğunluğunun doğuda mı, merkezdi mi toplanacağının esaslı bir surette incelenmesi ve kararlaştırılması önemliydi.
Batı Rumeli’de üç kolordu ile müstakil üç tümen vardı. Seferberlikten önce Trakya ve Makedonya’daki askerî gücümüz düşmanlarımızın iki katı idi. Seferberlikte de tabii ki üstünlüğümüzü koruyacaktık. Halbuki Rusların harp olmayacak sözlerine kanarak 70.000 er terhis edilmişti. Bulgaristan ise bu sırada manevra bahanesiyle ordusunu takviye ediyordu.
Ordunun bir de manevî cephesi vardır. Avrupa, maneviyatı sarsılmış milyonlarca Türk’ün 1-2 milyon Ermeni veya Rum tarafından idare edilebileceği kanısına varmış ve bizim imhamızı kararlaştırmıştı.
Balkan Harbi öncesi ve harp süresince Batı Ordusu’nda hizmet etmiş olan Mareşal Fevzi Çakmak’ın görüşlerini yansıtan bu eserinden genç subaylara ışık tutacak ve ders alınacak konular aşağıya çıkartılmıştır.
a - Orduya Politikanın Sokulmasının Sevk ve İdare Üzerindeki Etkileri:
“1912 yılında İstanbul’dan Arnavutluğa gelen 1’nci Tümen’in eğitimi ve bütün hizmetleri çok düzenliydi. Ne yazık ki, her bakımdan örnek olan bu tümen de kendini partizanlığa kaptırdı ve birkaç subayın kışkırtması ile her türlü niteliğini ve yeteneğini kaybetti. Öyle ki erler subaylarını, subaylar komutanlarını tanımaz oldular. …Günden güne artan keşmekeş içinde devletin nüfuz ve itibarı zedelendi …panik başladı. Doğu ve Batı Ordularımız hemen aynı zamanda çöktü. Bozguna uğrayan bu birliklerden bazı subaylar çekilirken bile siyaset kavgası yapıyor, muhalifler birbirlerini kurşunlayabiliyordu. Çok gariptir; esir olanlar da aralarında bu tür kavgaları sürdürüyorlardı.”
Mareşal Fevzi Çakmak; bu günleri hiç unutmamış ve Gnkur. Başkanlığı süresince orduyu daima politikanın dışında tutmuştur.8
b - Strateji - Politika ilişkisi; Harp Yönetiminin Ana Kuralları ve Stratejide Amaç:
Balkan Harbi’nde Osmanlı Başkomutanlığının uygulayacağı stratejinin amacı düşmanı, güttüğü maksadı bırakmaya sürüklemek suretiyle tehdidi ortadan kaldırmak, müttefiklerin en güçlüsü olan Bulgarların karşısında, eldeki gücü yoğunlaştırarak, kuvvet çoğunluğu sağlamak olmalıydı. Başkomutanlık böyle bir amaç gütmediği gibi Batı Ordusu’nun verdiği emirlerde de stratejik bir amaç güdülmüyordu.
Batı Ordusu’nun 25 Ekim 1912’deki verdiği emre göre üç kolordu Manastır’da, iki kolordu Selanik’te, bir kolordu İpek-Manastır arasında, birer kolordu da İşkodra ve Yanya’da savunmada bulunacaktı. Bu düzende hiçbir stratejik amaç olmadıktan başka âdeta kuvvetlerin parça parça yenilmesi için düşmanlara fırsat verilmiş oluyordu. Hele Selânik’teki kuvvetin iki düşman arasında bırakılması büyük bir hatadır. Özellikle, sefer plânına da aykırıdır. Bu yüzden 40.000 kişilik bir kuvvet, oldukça çok mühimmat ve gereç Selanik’le Serez arasında dökülüp kalmıştı. Bu amaçsız tertiplenme ile son başarı umudu da yitirilmişti. Altı kolorduyu bütün araç ve gereçleriyle Manastır’da toplamak bize 100.000 kişilik bir Türk Ordusu kazandırırdı ki bununla, düşmanın yapacağı hatalardan da yararlanarak başarı sağlanabilirdi.
Batı Ordusu Komutanı’nın orduyu Vardar hattında toplamak istemesi yerindeydi. Ancak birliklerin perişan bir durumda bulunuşları, özellikle redif ve ikmal erlerinin tümünün memleketlerine savuşmuş bulunmaları, Üsküp’te, subayların bile savunmayı kabul etmeyecek kadar disiplinden yoksun oluşları çok feci bir durum yaratmıştır.
Batı Ordusu’nun bu amaçsız ve kararsız tutum ve durumu, askerin davranışı Koçan ve Pirlepe’de de sürdü. Pirlepe’de toplandıktan sonra düşmanın Kalkandelen yönünde belirmesi üzerine Kırçova’ya tekrar kuvvet göndermek zorunda kalınması Batı Ordusu komutanının ileri görüşten de yoksun olduğunu kanıtlar. Nitekim 6’ncı Kolordu, zamanında Soroviç’e gönderilseydi 18’nci Tümen bozulmamış belki de Selanik kurtarılmış olurdu. Kısacası, Batı Ordusu bir amaç doğrultusunda atılganlık ve cesaretle sevk ve idare edilmiş olsaydı başarı sağlanabilirdi. Şu halde durumu önceden görüp olaylara yön vermenin, durum üstünlüğü sağlayıcı önlemleri zamanında almanın; aracı amaca göre geliştirmenin bir strateji ilkesi olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
Batı Ordusu Yunanlıların güneyden Kayalar istikametinde ilerlediğini dikkate alarak Manastır Muharebelerinin alacağı duruma göre Soroviç bölgesine kuvvet ayrılmasını Rahmanlı dolaylarındaki eşkıyanın tenkilini, 1150 rakımlı tepenin geri alınmasını; Resne yolunun açık bulundurulmasını emretti ve karargâhıyla 16/17 Kasım gecesi Manastır’dan Filorina’ya geldi.9
c- 18 Kasım 1912 Sırp Harekâtı:
General N. Meyer “Türkler sol yanlarındaki bütün kuvvetleri ve genel ihtiyatının bir kısmını (25.000 - 30.000 kişi) ile batıya doğru Ohri yolunu tekrar açmak üzere 2’nci Ban Morova Tümeni üzerine bir karşı taarruz yaptılar, bu tümen çok zor duruma girdi, 1’nci Ban Morova ve hatta 1 ‘nci Ban Drina Tümenleri tarafından desteklendi” diyor.
Aynı yazar, 6’ncı Cavit Paşa Kolordusunun açılan Resne yolundan geçerek geldiğini Sırpların orada gerilediklerini, yukarda adı geçen Sırp tümenlerinin 18 Kasım’da Manastır’a giremediklerini de yazıyor.
Bukay da, Vardar Ordusu’nun iki yanından kuşatılarak imha edilecek duruma geldiğini, bununla beraber Sırpların da 8.000 kadar zayiat verdiklerini söylüyor. Sırp askeri çok yorgun ve bitkindi.
Bizim kaybımız da 1.000’i şehit olmak üzere 3.000’e yaklaşıyordu, diyor. Bu belgelerden zaferin Türklerde olduğu, ama farkında olamadıkları anlaşılıyor.10
d - Vardar Ordusu Kurmay Başkan Vekili Yarbay Fevzi (Mareşal Çakmak) Bey ‘e Göre Tarafların Gücü:
Vardar Ordusu’nun mevcudu 38.768 olup muharip er toplamı 33.000 idi. (78 tabur) kısmen Hıristiyan olan yerli erler Manastır çekilmesinden sonra dağılmışlardı.
Sırpların, 5 Tümeni ve bir bağımsız tugayları (80 tabur), Yunanlıların, 4 tümenleri vardı (36 tabur) tüfek mevcutları Türklerin iki katı kadardı.
Manastır Bölgesi’ndeki Genel Kaybımız: Yunanlılarla yapılan muharebedeki zayiat dahil 3.500 er idi. Manastır ve Florina’da bir hayli piyade cephanesi düşman eline geçmişti. Esir sayısı hasta ve yaralılar dahil 3.000 kadar olup 50 top düşmana terk edilmişti.
Vardar Ordusu Kurmay Başkanı Albay Halil’in hava değişimini geçirmek üzere İstanbul’a gitmesiyle 10 Mayıs 1913’ten beri Kurmay Başkanlığına vekâlet etmekte olan Yarbay Fevzi (Mareşal Çakmak) Nisan 1913 olaylarını da şöyle anlatıyor.
“Altı aydan beri devam eden Balkan Harbi Çatalca, İşkodra ve Fiyer dolaylarında birbirinden habersiz muharebe eden üç grupta da artık harbe son vermek lüzum ve ihtiyacını aynı zamanda hissettirmişti. Nisan ortalarında Çatalca’da ikinci mütarekenin yapıldığından Batı Ordusu habersizdi. Arnavutların Resneli Niyazi Bey’i iki arkadaşıyla birlikte şehit etmelerine benzer suikast, hırsızlık ve tecavüz hareketleri devam ettiği için yeni bir bindirme yeri yapılmasına teşebbüs edilmişti. İşkodra müdafilerinin Karadağlılarla anlaşarak silâhlarıyla kaleden çıkmalarına dair İstanbul’un ve Avrupa devletlerinin bilgisi olmadığı için, Batı ordusunun Draç üzerine yürüdüğünü sanarak mütarekeye aykırı bir durum çıkaracak bu hareketin acele durdurulması Başkomutanlık Vekâleti’nden emrediliyordu. Avrupa büyük devletleri de Batı Ordusu’nun o bölgeden (Bulgarların barış suretiyle çıkarılmasına itirazına rağmen) bir an önce ve barş suretiyle çıkarılmasını istiyorlardı. Mayıs’tan itibaren İstanbul’a nakliyat başladı.11
Haziran 1913’ün ilk yansında Batı Ordusu’nun genel kuvvesi şöyle idi.12


Subay
Er
Hayvan
Top
Makineli TüfekVardar Ordusu
1.252
20.201
2.500
18
28İşkodra’dan Çıkanlar
348
7.953
1.100
26
15Toplam
1.600
28.154
3.600
44
43
2 - 7936 Yılında Yine Harp Akademilerinde Verdiği “Büyük Harpte Şark Cephesi Hareketlen” Başlıklı Konferansından Çıkarılan Dersler:
Büyük Harp’te Türkiye altı büyük cephe açmıştı.
1 — Doğu Cephesi
2 — Çanakkale Cephesi
3 — Suriye Cephesi
4 — Irak Cephesi
5 — Yemen-Asir-Hicaz Cephesi
6 — Avrupa’daki Cepheler
Bunlardan, Çanakkale Cephesi Gelibolu Yarımadası burnuna tıkanmış, Suriye Cephesi Akdeniz’de Şeria Nehri doğusuna kadar dayanmış, Irak Cephesi Dicle’nin iki tarafında kalmıştı. Yemen-Asir-Hicaz tali bir cephe olup, Avrupa’daki cepheler millî yararlar düşünülmeden Enver Paşa tarafından Almanlar’ın yükünü hafifletmek için açılmış cephelerdi.
Doğu Cephesi ise, takriben Karadeniz’den Hemadan’a kadar 1.000 kilometrelik cephe üzerinde gerçek bir stratejik harekât olarak cereyan etmiş ve her iki taraf da bu cephede büyük birlikler görevlendirmiştir (16 kolordu, 10 süvari tümeni gibi). 13
3’ncü Ordu: 161.762 er, 168 top (92.094’ü muharip idi. Top ve Mt. olmayan ve talim terbiyeden yoksun birlikler düşülünce gerçek muharip 66.000).
Rus 3’ncü Kafkas Ordusu 120.000 piyade, 12.000 süvari, 432 toptan oluşuyordu (Avrupa cephesine gönderdikleri iki kolordu yerine yeni birlikler kurmuşlardı)
Alman Amirali Şoson’un idaresindeki Osmanlı donanmasının 29 Ekim 1914’te Sivastapol ve Odesa’ya yaptığı baskın sonucu 1 Kasım 1914’te Ruslar Doğu sınırlarımızı geçerek muharebeyi başlattılar. Biz de 11 Kasım 1914’te resmen harp ilân ettik. 14
a - Birinci Dünya Harbi’ne Girmemizin Doğurduğu Sonuçlar: Harbe girmemiz şu sonucu doğurdu:
Muharebeyi iki yıl uzatmakla her iki taraf da bitap düştü ve Almanya’yı ezmek hırsı yerine milletlerden sulh isteği belirdi.
Doğu’da Bolşeviklik çıktı ve sosyal düzeni sarstı. Harp sürseydi Fransa, İngiltere ve Almanya’da da aynı şey olacaktı.
Avrupa emperyalizmine karşı Amerikalılar, Wilson’un 14 maddelik prensipleri ile karşı çıktılar. İstilâ politikasını manda düşünceleriyle örtmeye zorunluluk görüldü ve bu suretle Alman toprakları büyük bir istilâ görmeksizin harbe son verildi.
Biz bu harbe girmeseydik boğazları açınca Rusya daha önce güçlenecekti. Bize ayrılan Rus ve İngiliz kara kuvvetleri ve donanması Almanlara gönderilecekti. Bulgaristan belki bu harbe katılmayacak ve Avusturya ise Sırbistan ve müttefikleri tarafından bir yılda yıkılacaktı.
Bütün bunlara karşın dökülen Türk kanları Almanları kurtardığı kadar Türkleri de kurtarmış yeni bir Türkiye kurulmuştur. 15
b - Doğu Cephesindeki Harekât ve Muharebeler Hakkında 0 Cephede 2’nci Ordu Komutanı Olarak Çarpışmış Fevzi Paşa (Mareşal Çakmak) ‘in Görüşleri:
Köprüköy muharebesi dediğimiz tesadüf muharebesinde 9 ve 11 ‘nci Kolordular arasında cepheyi mailen kesen bir yola paralel arahattı verilmesinden dolayı eğri şeritler oluşturmuş ve yan ateşlerine ve yorgunluklara ve birliklerin ileri geri dalgalanmalarına neden olmuştur. Savunma ve çekilmede birliklere bu şekilde arahattı verilebilir. Fakat taarruz ve takipte düşmanın çekilme yollarına dikey şeritler verilmelidir ki kesin sonuç alınabilsin. Görülüyor ki 3’ncü Ordu’nun sevk ve idaresinde ana fikir yoktur. Bir tesadüfi muharebe, keşif taarruzu ve büyük karargâhın baskısı sonucu ilerleme vardır. Sırf komutanların ve askerlerin kahramanlığı ile bu hareket gelişmiştir.
Azap muharebesine gelince, Maslofski’nin eserinden anlaşılıyor ki Azap muharebesini biz kazanmışız. Ruslar panik yapmışlar 20, 21 Kasım’ da Rus cephesi sıkışık bir durumdadır. Düşmanın kol ve katarları 21 Kasım’da panik yaptığından 1’nci Kolordu Komutanı Berhman ve kurmay başkanı Sarıkamış’a kaçmış ve muharebeyi Türkler’ in kazandığını Tiflis’e bildirmiştir. Tiflis’ten durumu incelemek için Ordu Kurmay Başkanı Yüdeniç geliyor. O, birlikleri durdurmaya çalışırken garip bir tesadüf eseri olarak 3’ncü Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa da o gece çekilme kararı veriyor. (Nedeni çok mermi sarfolunması, İd ve Narman’da Rus Tugayı’nın ufak bir başarısının büyütülmesidir. Halbuki bu 30’ncu Tümen’le önlenebilirdi) Çekilme fırtınalı bir gecede yapıldı. Bazı kolordu komutanları üzüldü. Askerin güveni sarsıldı. Gnkur. 2’nci Başkanı Albay Hafız Hakkı cepheye gönderildi. 2 Aralık’ta Köprüköy’e gelerek durumu inceledi. Bir kolorduyla cepheden taarruz ederken iki kolorduyla düşmanın kuşatılmasını, Başkomutanlık Vekâleti’ne önerdi. Enver Paşa da Aralık ortasında Doğu Cephesi’ne geldi. Bu sırada Başkomutanlık karargâhında beraberinde getirdiği Poselt Paşa; Kars’ı kuşatmak için Erzurum’da hazırlık yapıyordu. 16
c - Enver Paşa’nın Doğu Cephesi’nde Komutayı Alması ve Sarıkamış Felâketi:
Enver Paşa Doğu Cephesi’ne geldikten sonra, Kafkas hareketini yapan 3’ncü Ordu’nun uzağında 500, 600 ve hatta 1.000 kilometre yarı çapıyla hareket yapacak tümenlere Rusları Dağıstan’da ve Türkistan’da tespit etmek görevini vermişti.
İran’ı, Afganistan’ı Rus ve İngiliz nüfuzundan kurtarmak için buralara tümenler yerine, para ile bazı yetenekli kimseleri göndermek ve bu insanları yavaş yavaş kendi tarafına çekmek daha akıllıca bir davranış olurdu.
Albay Hafız Hakkı Bey’in plânına gelince: “Düşman arkasında adam görünce kaçar, Rusların tabiatı budur. Almanlar Tamenberg’de böyle yapmıştır” diyerek büyük çevirme hareketleri düşünülüyordu. Almanlar bu görüşü destekliyorlardı. Albay Hafız Hakkı, Ruslar kaçmadan onları ters cepheli bir muharebeye mecbur ve esir etmek ve Kars’ı baskın ile almak istiyor, “İlkbaharda barış olunca bizim elimize bir şey geçmiş bulunmalı” diyordu. O da Enver Paşa’nın İran’daki kavislerinden daha küçük olmak üzere Ştanke Bey müfrezesini (2 tabur) bir kaç hudut taburu ve çetelerle takviye ederek Ardahan üzerinden Kars’a, 10’ncu Kolordu’yu Oltu üzerinden Novoselim’e, 9’ncu Kolordu’yu da Bardız üzerinden Sarıkamış’a gönderecekti ki, bu olanaksızdı. Çünkü aralarındaki mesafe uzaktı. Tam zamanında muharebe meydanında birleşemezdi. Bu süre zarfında cepheden ilerleyecek 11’nci Kolordu’yu kendi haline bırakıyorlardı. Top cinsleri harekâta uygun değildi.
Gerçeği gören ve bu plâna karşı çıkan 3’ncü Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, görevden alındı. Enver Paşa komutayı aldı.
Hasan İzzet Paşa pasif, Hafız Hakkı ve Enver Paşa çok aktif idiler. İş başında ikisinin ortası normal bir komutan bulunamadığından Sarıkamış felâketi olmuştur.
27-31 Aralık 1915 tarihleri arasında Novoselim hattı kesilmiş, telsizler bozulmuş, Rusya Sarıkamış’tan haber alamıyor. Mişlayevski Tiflis’e gitmiş, bu sırada Rus ordularına komuta eden Grandük Nikola 2 Ocak 1915’te İngiltere’den Türk kuvvetlerinin tespitini istiyordu. Bunun üzerine İngilizler Çanakkale harekâtı için görüşmelere başladılar. İşte bu sırada Sarıkamış felâketi yaşanmış ve Rusların bu başarısı İngilizleri kuşkulandırmıştır. Bu nedenle 19 Şubat 1915’te Çanakkale Cephesi’nin açılmasına karar verdiler. 17
d - Sarıkamış Harekâtı Nasıl Yapılmalıydı?
İlk gün, 22 Aralık 1914’te kuzeyde Oltu taarruzu ve güneyde süvari tümenimizin harekâtı başlatılarak düşmanın iki yanı tehdit olunmalıydı.
23 Aralık’ta 9’ncu Kolordu, Kızılkilise - Mihkâr hattına, 10’ncu Kolordu Oltu’dan Çitak-Çardaklı hattına, Mürettep Tümen Tuzla’dan Kop’a ilerlemeli ve 24 Aralık’ta bütün ordu erkenden düşmana her taraftan taarruz ederek kesin sonuç alınmalıydı.
e - Sarıkamış Harekâtı ‘na Katılan Türk ve Rus Kuvvetleri ve Her İki Tarafın Zayiatı:
Sarıkamış harekâtına katılan Türk kuvveti 118.000 kişi, 75.000 tüfek, 170 toptur. Rusların kuvveti de buna yakındır.
Ruslar 7.000 esir almışlardı. Bunlar da yaralı ve hastalardı. Zayiatın 40.000 olduğu kabul ediliyor. 78.000 kişi ne oldu? 3’ncü Ordu Kurmay Başkanı Alman Albay Göze bile bunun hesabını veremiyor. Sonradan 38.000 kişinin hastanelere geldiği tespit edilmiş bunlardan da her ay 10.000 kişinin öldüğü kayıtlara geçmiş. Böylece ölü sayısı 60.000’i bulmuş, tifüs (humma-yı racia), dizanteri, tifo… vb. de askeri kırıp geçirmişti.
Rus yazarları, Rusların zayiatını, 32.000 olarak ifade ediyorlar.
Bu felâketi hazırlayan, Paşalığa yükselen ve 3’ncü Ordu Komutanı olan Hafız Hakkı da tifüsten ölmüştür.18
f- 2’nci Ordu’nun Doğu Cephesi’ne Gelişi:
1915 yılı sonuna kadar bu cephede çeşitli muharebeler verdik. Çanakkale’den düşman çekildikten sonra Başkomutan Vekili Enver Paşa, iaşe güçlüğü nedeniyle Suriye çöllerine birlik göndermeyi düşünmüyordu. Irak’ta Tavshend kuşatılmış yeni gelen İngiliz kuvvetleri de durdurulmuştu. İran’da Kirmanşah elimizdeydi.
Doğu Cephesi için kuvvet isteniyordu. Enver Paşa “Rus baskısı karşısında Sivas’a kadar çekilebilirsiniz” diyerek bütün gayesini Avrupa’daki kesin sonuç yerinde kuvvet toplamaya hasretmişti. Falkenhayn’a bu kuvvetin o yerde kullanılmasını teklif ediyordu. Falkenhayn ise, sizin kuvvetleriniz dinlenmeye muhtaçtır. Sınırlarınızı savununuz diyordu. Buna rağmen, Galiçya, Makedonya ve Romanya’ya birer kolordu gönderildi ve birçok memleket evlâdı bu ülkelerde toprağa verildi. Nihayet Erzurum çekilmesinden sonra Başkomutan Vekili, memleketi düşmandan tahliye için 2’nci Ordu’nun Diyarbakır ve daha doğusundan Erzurum ve kuzeyindeki Rusların yan ve gerilerine taarruz etmek üzere 14 Nisan 1916’da yola çıkarılmasına karar verdi. Birinci Ferik (Orgeneral) Ahmet İzzet Paşa’nın komutasındaki 2’nci Ordu, 2’nci, 3’ncü, 4’ncü ve 16’ncı Kolordulardan oluşuyordu. Doğu Cephesi’nde 2’nci Ordu başarılı muharebeler verdi. Özellikle Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 16’ncı Kolordu 7 Ağustos 1916’da Bitlis ve Muş’u Ruslardan geri aldı.
Doğu Cephesi komutanlığını da üstlenmiş olan Ahmet İzzet Paşa ile 3’ncü Ordu Komutanı Vehip Paşa arasında harekâtın sevk ve idaresi bakımından bazı anlaşmazlıklar çıktı ve Ahmet İzzet Paşa, 25 Kasım 1916’da görevinden ayrılarak İstanbul’a gitti.
Bir süre 2’nci Ordu Komutanlığı’na vekâlet eden Mustafa Kemal Paşa, 7 Mart 1917’de 2’nci Ordu Komutanlığı’na asaleten atandı. 5 Temmuz 1917’de Mustafa Kemal Paşa’nın 7’nci Ordu Komutanlığı’na atanması üzerine, bu sırada 3’ncü Ordu Komutanlığı’nda bulunan Fevzi Paşa 2’nci Ordu Komutanlığı’na verildi ve 27 Temmuz’da da yeni görevine başladı.
Temmuz sonlarına doğru Almanlar Galiçya’da Rus cephesini yararak Kerenski hükümetini zayıf düşürdüler.
Fevzi Paşa 9 Ekim igi7’de 7’nci Ordu Komutanı oldu ve 13 Ekim de Halep’e geldi. İngilizlerin Irak ve Suriye’deki gayretlerine rağmen Rusların genel durumlarının bozulması nedeniyle 2 Kasım 1917’de Lenin taraftarlarının Kerenski’yi devirmesiyle Rusya’ya Bolşevikler hâkim oldu ve barış istediler. 7 Aralık’ta, Rusya, Almanya ve Avusturya arasında bir ateşkes anlaşması yapıldı. 16 Aralık’ta da Kafkas Orduları Grubu lağvedildi. 18 Aralık 1917’de Erzincan’da Ruslarla aramızda bir ateşkes anlaşması imzalandı.
Bu sırada beş Ermeni taburu Van’da toplanıp teşkilâtlandı ve her tarafta Müslümanlara zulüm yapmaya başladılar. Bolşevikler de banş görüşmelerini uzatarak propagandaya hız vermişlerdi. Bunun üzerine Almanlar anlaşmayı bozarak taarruza geçtiler.
Ermeni zulmünden Türkleri kurtarmak için 2’nci, 3’ncü Ordulara da ilerlemeleri için emir verildi. 7 Şubat’ta Kelkit işgal edildi. 3’ncü Ordu Erzincan’a, 2’nci Ordu Halep’e gitti. Bunun üzerine Bolşevikler tekrar barış istediler. 3 Mart 1918’de Brestlitovsk Antlaşması yapıldı. 19
g - 3’ncü Ordunun İleri Harekâtı:
12 Şubat 1918’de 3’ncü Ordu, Erzincan-Bayburt istikametinde ileri harekete geçti. Rus Ordusu ile aramızda bir çatışma yoktu artık. Karşımıza çıkan kuvvetler Ermenilerden ibaretti. Bunlar da Erzurum-Van genel istikametinde çekiliyorlardı. Sansa boğazında Dersimlilerin taarruzuna uğrayarak Erzincan’da Türklere yaptıkları zulmün cezasını çektiler.
3 Nisan’da Ardahan işgal olundu. 8 Nisan’da 4’ncü Kolordu Van’ı Ermenilerden aldı. Bu sırada 3’ncü Ordu’da 25.000 muharip bulunuyordu.
14 Nisan’da Batum, 25 Nisan’da Kars zaptedildi ve 589 top, 2.525 tüfek, birkaç uçak, iki bin ton erzak ele geçirildi.
15 Mayıs’ta Yakup Şevki Paşa grubu (Org. Subaşı) Gümrü’yü aldı. Ermeniler çekilmeye devam ediyorlardı.
1’nci Kafkas Kolordusu, Erivan’a doğru harekete geçti. 26 Mayıs’ta Karakilise’yi aldı. 28 Mayıs’ta 15’nci Tümen Batum’a çıktı. 31 Mayıs 1918’de Ermenilerle antlaşma yapıldı ve harekât durduruldu.
4’ncü Kolordu’nun İran’daki harekâtı İngilizlerin ilerlemesini durdurmak için sürdü ve 8 Haziran’da Tebriz işgal edildi. Bu sırada Ermeni kuvvetleri Şahtahtı-Tebriz hattımızı yararak Antranik kuvvetleriyle birleşmek ve İngilizleri Azerbaycan’a hâkim kılmak istiyorlardı. Başaramadılar. 31 Temmuz’da Rumiye’yi 15 Eylül’de Baku’yu aldık.
h - Kafkasya ‘daki Türk Ordularının Çekilmesi:
Kafkasya, Azerbaycan ve Bakü’yü ele geçirmek Enver Paşa’nın öteden beri takip ettiği istilâ düşüncesinin sonucu idi. Elviye-i selâse hakkımızdı. Azerbaycan’da İslâm Ordusu kurulması bir sergüzeşt idi. Bir yüzyıl kadar Rus tazyiki altında ezilmiş askerlikten hoşlanmayan bir kavimden arzu edilen ordu yapılamazdı.
Kafkasya’da istilâ peşinde koşar ve İran üzerinden Bağdat’ın alınması için plânlar yapılırken ihmale uğrayan Filistin cephesi zayıf kaldı ve oradaki ordularımız yenildi. Enver Paşa’nın hülyalarına da son darbeyi Ateşkes Anlaşması vurdu. Kan dökerek aldığımız yerleri de geri vermek zorunda kaldık.20
E - FEVZİ ÇAKMAK’IN POLİTİK YAŞAMI:
1 - Fevzi Çakmak, Demokratik Parti Listesinde Bağımsız Aday:
Demokratik Parti’nin kuruluşundan kısa bir süre geçtiği halde bu parti memleketin hemen her tarafında halk kitlelerince benimsenmişti. Bu nedenle, Demokrat Parti’nin bir muvaza partisi olduğu hatta komünistler tarafından idare edildiği dedikoduları yayılmaktaydı. Eğer Fevzi Paşa bu partiye girerse Demokrat Parti bu ağır suçlamalardan kurtulacaktı. Bunu sağlamak için bizzat Celâl Bayar kendisiyle görüşerek, partilerine şeref vermesini rica etti.
Fevzi Çakmak hiçbir siyasî partiye girmeyeceğini bildirince bu defa Tevfik Rüştü Aras’la birlikte Demokrat Parti listesinde bağımsız aday olması ricasında bulundular. O da eski arkadaşlarını kıramayarak bu teklifi kabul etmiş ve 21 Temmuz 1946 seçimlerinde İstanbul ve Kastamonu’dan büyük oy farkıyla milletvekilliğine seçilmişti. İstanbul Milletvekilliğini kabul etti ve bu şekilde politik yaşamı da başlamış oldu.
Yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Demokratlar tüm oylarını Fevzi Çakmak’a verdiler. O dönemde Halk Partisi çoğunlukta olduğu için Cumhurbaşkanlığı’na İsmet İnönü seçildi.
2 - Fevzi Çakmak, Millet Partisi Fahrî Genel Başkanı:
Demokrat Parti içinde anlaşmazlıklar çıkmış beş milletvekili partiden çıkartılmış altı milletvekili de kendiliğinden ayrılmıştı. Bunlar yeni bir parti kurmak ve başkanlığına da Fevzi Paşa’yı getirmek istiyorlardı.
Demokrat Partililer gelecek seçimleri kazanmayı ve Cumhurbaşkanlığına Celal Bayar’ı, Başkanlığa da Adnan Menderes’i getirmeyi düşünüyorlardı. Bu durumda Fevzi Paşa ne olacaktı. İşte bu nedenle kendisine eski ilgiyi göstermiyorlardı. Son İzmir seyahatinde Mareşal’e yapılan büyük sevgi gösterisi de iktidarı kızdırmış, muhalefeti ürkütmüştü. Demokrat Parti kurucuları tarafından tenkit ediliyordu.
Fevzi Çakmak, bu durumda daha samimî bulduğu Millet Partisi kurucularının teklifini kabul ederek bu partinin fahrî başkanı oldu ve halka bir beyanname neşretti. Millet Partisi’nin kuruluş nedenlerini ve programını açıkladı. Bu beyanname ve Millet Partisi’nin kuruluşu memlekette akisler yarattı. Diğer partiler tarafından sürekli sataşılıyor, hatta Meclis’te yaptığı bir konuşma nedeniyle Millet Partisi Kütahya Milletvekili Ahmet Tahtakılıç, üç Halk Partili Milletvekilinin saldırısına uğrayarak dövülüyordu.
Mareşal Fevzi Çakmak 10 Nisan 1950 Pazartesi sabahı saat 07.30’da vefat etmiş ve Eyüp Mezarlığı’na defnedilmişti.
14 Mayıs 1950 günü yapılan seçimlerde muhalefetin oyları ile Demokrat Parti de iktidara gelmişti. 21
SONUÇ:
Fevzi Çakmak yaşamının büyük kısmını asker olarak geçirmiş politik yaşamı pek kısa sürmüştü.
Asker olarak en elverişsiz koşullarda savaşmış, politikacı olarak iktidar ve muhalefetin saldırılarına göğüs germiş, ülkesinin İkinci Dünya Harbi’ne katılmamasında önemli rol oynamıştır.
O, dürüstlüğü, önsezisi, bilgisi, muhakeme gücü, kesin kararlılığı, cesareti ve adaletiyle kitleleri peşinden sürüklemiş, fizikî güçlüklere katlanmış, nefsinden daima fedakârlıkta bulunmuş, çok çalışmış, birçok değerli subay ve komutan yetiştirmiş, eserlerinden bugün hâlâ yararlanılan, Atatürk inkılâp ve ilkelerine bağlı büyük bir asker ve çok saygın bir kişiydi.
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

İsmet İnönü


Mustafa İsmet İnönü
(1884 - 1973)
ismet İnönü, yetenekli bir asker, muharebe meydanlarının başarılı bir komutanı ve büyük bir devlet adamı olarak tarihe geçmiştir.
O, yaşamına bir asker olarak başlamış, yakın tarihimizdeki harplerin hemen hepsinde görev almış ve bu görevler, O’nu askerlikte, sevk ve idarede yetiştirmiştir.
O, bir subay ve komutan olarak Yemen’de, Balkan Harbi’nde, Birinci Dünya Harbi’nde başarılı görevler yapmış ve 2’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’dan (Atatürk), bir kolordu komutanına verilebilecek en iyi sicili almıştı.
Mustafa Kemal Paşa, çok yakın bir arkadaşlık duygusu ve geleceğe uzanan realist bakışlarıyla Albay îsmet Bey’in hangi görev ve hizmetlerde başarılı olacağını daha o dönemde sezinlemiştir. Milli Mücadele’nin ölüm kalım günlerinde en büyük askerî görevleri, daha sonra da yüce devlet görevlerini İsmet Paşa’ya vermiştir.
Türk Bağımsızlık Mücadelesi’ni bir süre İstanbul’dan destekleyen Albay İsmet Bey önce izinli olarak, sonra temelli Ankara’ya geldi ve Büyük Millet Meclisi’nin açılış hazırlıklarına katıldı. Edirne Milletvekili olarak Meclis’te, Genelkurmay Başkanı olarak da hükümette görev aldı. Cephe Komutanı sıfatıyla İnönü Muharebeleri’ni kazandı ve Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından unutulmaz ve askerî edebiyat açısından şaheser bir mesajla tebrik ve takdir edildi. Bu muharebelerin kazanılması, Türk milletinin varlığını savunmada ne kadar azimli olduğunu kanıtladı. “Milletin makûs talihini”de bu muharebelerle yendi.
Lozan’daki ünlü politikacılara karşı etkin mücadelesi ve başarısı O’nu daha da yüceltti. Artık bakan, ileride başbakan ve cumhurbaşkanı olarak ağır sorumluluklar taşıyacaktı.
O, ruh yapısı ve mizacı itibariyle övülmeye de, yerilmeye de önem vermeyen, kendini savunmaya en az zaman ayırabilmiş bir devlet adamıydı. Bu nedenle birçok hücuma uğramış, buna karşın en az şikayette bulunmuştu. Sorun yaratan adam değil, sürekli sorunları çözen adam olmuş, bu özelliği ile de Türk tarihinde özgün yerini almıştır.
İsmet İnönü, hiçbir zaman, hiçbir otoriteye kayıtsız şartsız teslim olmayan; kendi soğukkanlılığına, kendi değerlerine, hesaplılığına güvenen bir denge adamıydı. Başarılarından gururlanmadığı gibi yenilgilerinde de yılgınlık göstermezdi. Bu nedenle Türk tarihi ve diplomasisinde her zaman ön plândaydı.
1938-1950 yılları arasındaki dönem O’nun en yalnız olduğu zamandı. Atatürk’ten sonra ve O’nun boş bıraktığı yerde bir devletin ve bir milletin sorumluluğunu yüklenmiş, sonra acımasız ve o denli korkunç bir dünya harbi içinde Türkiye’yi bu harbin dışında bırakmayı başarmıştı.
İkinci Dünya Harbi bitiminde, Sovyetler Birliği’nin topraklarımızı ve bağımsızlığımızı hedef alan istekleriyle karşılaştı, fakat kararlı tutumu ile bu isteklerin geri alınmasını sağladı.
İnönü’nün yaşamında, tarihimizin önemli bir olay ve deneyimi de, tek parti ve otoriter hükümet sisteminden, bizzat O’nun önderliği ile ayrılınmış ve demokrasiye geçilmiş olunmasıdır. Bu olay O’na, partisine iktidarı kaybettirmiş ve muhalefet sorumluluğunu yüklemiştir. Yaklaşık yirmi beş yılını askerî zaferlerin tacıyla süsleyerek, tek başına ve tartışmasız iktidar olmuş, lider ve şef olarak yaşamış bir insan için durum kolay hazmedilir bir olgu değildir, fakat İsmet Paşa yurtseverliği,çağa ve demokrasiye sarsılmaz inancı sayesinde bu zoru da aşmayı başarmıştı.
14 Mayıs 1950’de yayınlanan seçimler sonunda iktidara gelenlerin görüş ve uygulamaları farklıydı. Lâiklik, inkılâpçılık gibi temel ilkeler ve bunlara bağlı reformlarda yeni bir anlayış egemen olmaya başladı. Bu durum Meclis’te iktidarla muhalefet arasında tartışmalara yol açtı. Muhalefet lideri İnönü bunlara katılmadı. Yalnız bu çekişmelerin rejimin geleceğini tehlikeye sokacağına işaret etti. Nitekim tavizlerle birlikte saldırılar da artınca Silâhlı Kuvvetler ve gençlik huzursuzlaştı. Olaylar, tutuklamalar, parti kapatmalar, 27 Mayıs 1960’ta ordunun, ülke yönetimine el koymasına neden oldu.
İsmet İnönü, ileride çıkacak olayları tahmin ediyordu. Bunları önleyebilmek ve demokratik rejimi kanunî yetkilerle koruyabilmek için 15 Kasım 1961’de Başbakanlığı kabul etti ve Koalisyon Hükûmeti’ni kurdu. Kısa bir süre sonra çıkan 12 Şubat 1962, daha sonraki 21 Mayıs 1963 darbe teşebbüsleri ve askerî olayları O’nun ileri görüşlülüğünü ve bu olayları ancak Başbakan İnönü’nün önleyebileceğini kanıtladı.
Dış dünyada da yeni gelişmeler oluyor ve dış politika yeni boyutlar kazanıyordu. Bu defa, Kıbrıs Rumlarının, Türklere saldırıları başladı. Bu saldırıların katliama dönüşmesi üzerine 25 Aralık 1963’de ihtar uçuşları yapılarak Rumlar uyarıldı. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Johnson, Amerikan yardımından alınan silâhları Kıbrıs’da kullanamayacağımızı bildirmekle, bir müdahaleyi önleyebileceğini sanarak, İnönü’yü sert bir dille uyarınca, İnönü’nün buna cevabı “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini bulur” oldu.
Bu iktidar dönemi uzun sürmedi, iç ve dış siyasal olayların etkisi ile zorunlu olarak Başbakanlık görevini bıraktı. Yine muhalefet liderliğini üstlendi.
Nihayet 1972’de iç politikadaki gelişmeler partisi içinde de bazı anlaşmazlıklara yol açtı. Bunun sonunda 7 Mayıs 1972’de İsmet İnönü kendi kurduğu ve yıllarca başkanlığını yaptığı partisinden, 25 Aralık 1973’te de aramızdan ebediyen ayrıldı.
1. İsmet İnönü’nün Öğrencilik Yılları ve Askerî Yaşamı:
Türk İstiklâl Harbi’nin ünlü komutanı Lozan Antlaşması’nın mimarı, Cumhuriyetimizin ilk başbakan ve ikinci cumhurbaşkanı, demokrasimizin kurucusu ve yöneticisi olarak tanıdığımız İsmet İnönü, ülkenin bunalımlı bir döneminde, 24 Eylül 1884 tarihinde İzmir’de dünyaya gelmiştir.
a. O’nun başarılı öğrencilik yılları, Osmanlı İmparatorluğu’nda yönetimin en bozuk olduğu döneme rastlar. Birbirini kovalayan harpler, iç ayaklanmalar, ekonomik ve sosyal durumun her gün biraz daha kötüye gitmesine neden olmuş; güçsüz ve yeteneksiz bir kadro yönetiminde, işlemez hale gelen bir sistem içerisinde millet, büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır.
b. İsmet İnönü, 14 Şubat 1901 ‘de girdiği Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’u (Topçu Okulu) 1 Eylül 1903’te topçu teğmeni olarak ve birincilikle bitirmiş; basan derecesi nedeniyle kurmay sınıfına geçen Teğmen İsmet, Harp Akademisi’ni de birincilikle bitirerek Altın Maarif Madalyası’yla ödüllendirilmiştir. 26 Eylül 1906’da kurmay yüzbaşı rütbesiyle Edirne’deki 2’nci Ordu emrine verilmiş, batarya komutanı olarak kıta stajı yaptığı topçu alayında ve bu alayın bağlı bulunduğu tümende verdiği konferanslar, hazırladığı ve yönettiği tatbikatlar ile komutanlarının dikkatini çekmiştir. 1908’de kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) olan İsmet Bey, 13 Nisan 1909’da 31 Mart Olayı’nı bastıran “Harekât Ordusu” 2’nci Süvari Tümeni Karargâhı’nda çalıştı. Buradaki kısa görevi sırasında, ordunun politika dışında kalmasını savundu. İsmet Bey Rumeli’de yapılan büyük manevrada zekâ ve bilgisiyle zamanın Genelkurmay Başkanı Ahmet İzzet Paşa’nın dikkatini çekmişti. Paşa, 1910 Yemen Ayaklanması’nı bastırmakla görevlendirilince İsmet Bey’i de karargâhına aldı. Buradaki başarılı hizmetleri nedeniyle kendisine Dördüncü Rütbeden Mecidi Nişanı ve bir yıl kıdem verildi. 26 Nisan 1912’de binbaşılığa yükseltilen İsmet Bey Yemen Mürettep Kuvvetleri Kurmay Başkanı oldu.
1913’te 2’nci Balkan Harbi Genel Karargâhı’na atandı sonra Çatalca’daki sağ cenah komutanlığı emrine verildi. Çok kritik bir dönemdi. Bulgarlar Edirne’yi almışlardı. Orduda görüş ayrılıkları ve çekişmeler vardı. Enver Bey ve arkadaşları genel taarruza geçilmesini istiyorlar, ordunun başındakiler bunu olanak dışı görüyorlardı.
Sırplar, Bulgarlar ve Yunanlılar arasında harp başlayınca bundan yararlanarak Edirne geri alındı ve Balkan Harbi sona erdi. Birinci Dünya Harbi’nde Genel Karargâh’ta görevlendirildi ve geceli gündüzlü çalışarak seferberlik hazırlıklarını tamamladı. Sonra, Liman Von Sanders Paşa’nın komuta ettiği 1’nci Ordu Karargâhı’na atandı. Başkomutan Vekili Enver Paşa ve 1’nci Ordu Komutanı bu genç kurmaya çok güveniyor ve ona en önemli görevleri veriyorlardı. Bu sırada Balkan Harbi’nden aldığı iki yıl kıdemle 29 Kasım 1914’te yarbay oldu. Birinci Dünya Harbi’nden almış olduğu üç yıl kıdemle de 14 Aralık 1915’te rütbesi albaylığa yükseltildi ve Çanakkale’de bulunan 2’nci Ordu’nun Kurmay Başkanlığı’na atandı. 2’nci Ordu Doğu Cephesi’ne gittikten sonra bu ordunun 16’ncı Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’yı Diyarbakır’da ilk karşılayan Albay İsmet Bey oldu. Mustafa Kemal Paşa, 25 Kasım 1916’da 2’nci Ordu Komutanı Vekili olunca Albay İsmet Bey’in 4’ncü Kolordu Komutanlığı’na atanmasını teklif etti ve 12 Ocak 1917’de bu teklif gerçekleşti. İsmet Paşa’nın stratejik birliklere komutanlık dönemi de, 4’ncü Kolordu Komutan-lığı’yla başladı. Albay İsmet Bey’in 1 Mayıs 1917’de 20’nci Kolordu Komutanlığı’na atanmasıyla, muharebe alanında sıkı bir kader ve işbirliği yapan ve vatan savunması için elele veren bu iki arkadaş geçici bir süre için ayrıldılar.
Arabistan cephesindeki kolordusuna katılan Albay İsmet Bey kısa bir süre sonra, 20 Haziran 1917’de 3’ncü Kolordu Komutanlığı’na atandı. 5 Temmuz 1917’de Mustafa Kemal Paşa’nın da 7’nci Ordu Komutanlığına atanmasıyla Suriye-Filistin cephesinde aynı kuruluşta buluşan bu iki arkadaş, 11 Ekim 1917 tarihine kadar birlikte çalıştılar. Bu tarihte Ordular Grubu Komutanı Falkenhein ile anlaşamayan Mustafa Kemal Paşa istifa ederek ayrıldı. 7 Ağustos 1917’de, 2’nci defa 7’nci Ordu Komutanlığı’na atanan Mustafa Kemal Paşa ile harekâtın en kritik döneminde tekrar buluştular ve Mustafa Kemal Paşa’nın tam zamanında vermiş olduğu çekilme kararını en az zayiatla uygulayarak birliklerini imhadan kurtardılar.
İsmet Bey rahatsızlanmıştı; tedavi için önce Halep’e oradan İstanbul’a gitti ve 24 Ekim 1918’de Harbiye Nezareti Müsteşarlığı’na atandı.
Birinci Dünya Harbi’ndeki başarılı çalışmaları nedeniyle, kendisine dört yıl sefer kıdemi verilmiş, onbir nişan ve madalya ile ödüllendirilmişti.
İstanbul’da bulunduğu sürece Mustafa Kemal Paşa ile önce Şişli’deki evinde, sık sık buluşup Kurtuluş Savaşı’nı tasarlamasına katıldı. Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya geçtikten sonra da onunla sürekli irtibat halinde idiler. 8 Ocak 1920’de kendisini Ankara’ya davet etti. Orada uzun uzun görüştüler, plânlar yaptılar 3 Şubat’ta Harbiye Nazırı Fevzi (Çakmak) Paşa’nın çağırması üzerine İstanbul’a döndü.
İngilizlerin İstanbul’u işgali, Meclisi Mebusan’ın kapatılması, milletvekilleri ve bazı generallerin, subayların tutuklanıp Malta’ya gönderilmesi üzerine, 19 Mart 1920’de İstanbul’dan er kıyafetiyle ayrılarak çok zahmetli bir yolculuktan sonra 9 Nisan 1920’de tekrar Ankara’ya geldi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması hazırlıklarına katıldı. Bu sırada Yunanlılar, Batı Anadolu’da bütün cephelerde taarruza geçmişlerdi. Albay İsmet Bey, 23 Nisan 1920’de Edirne Milletvekili, 3 Mayıs 1920’de Genelkurmay Başkanı olmuştu. 10 Kasım 1920’de Genelkurmay Başkanı görevi saklı kalmak üzere Ordu Komutanı yetkisiyle, Batı Cephesi Kuzey Kesimi Komutanlığı’na atandı. 4 Mayıs 1921’de de Batı Cephesi Komutanı oldu.
İnönü’de millî kuvvetlerin en güçlüsünün başında bulunan Ethem Bey, düzenli ordunun ve bu arada İsmet Bey’in emrine girmek istemedi ve bilindiği gibi kendisine yöneltilen kuvvetler karşısında çekilerek kardeşleriyle birlikte Yunanlılara katıldılar. Batı Cephesi’ndeki bazı birliklerin asi Ethem’e karşı yöneltilmesinden yararlanan Yunanlılar, 6 Ocak 1921’de İnönü mevziîne taarruza geçerek Birinci İnönü Muharebesi’ni başlattılar. Birinci İnönü Muharebesi, Cephe Komutanı’nın aldığı önlemler sayesinde basan ile sonuçlandı. Bu basan üzerine Albay İsmet 1 Mart 1921’de Büyük Millet Meclisince Generalliğe yükseltildi.
Bu yenilginin acısını çıkartmak isteyen Yunanlılar kuvvetlerini toplayarak 23 Mart 1921’de bütün cephede taarruza geçtiler. Taarruzların sıklet merkezi yine İnönü mevzilerine yönelmişti. Fakat bu defa da yenilerek geri püskürtüldüler. İsmet Paşa, 1 Nisan 1921’de Metristepe’den Ankara’ya çektiği telgrafta özet olarak: “Düşman binlerce ölüsü ile doldurduğu muharebe meydanını muzaffer silâhlarımıza terk etmiştir” diyordu.
Mustafa Kemal Paşa, bu telgrafa Ankara’dan, “Sjz orada yalnız düşmanı değil, Türk milletinin makûs talihini de yendiniz” şeklindeki eşsiz kutlama mesajı ile cevap veriyordu.
O, İnönü zaferleriyle, Millî Hükümetin içte ve dışta saygınlığını, ordunun kendine güvenini artırmıştır.
Yunanlılar, Türk ordusunun büyük kısmını güneyden kuşatıp imha etmek maksadıyla toplayabildiği büyük kuvvetlerle 10 Temmuz 1921’de Kütahya-Eskişehir genel hattında bulunan batı cephesi birliklerine taarruz ettiler. İsmet Paşa, Yunan Küçük Asya ordusunun karşısında kuvvetlerini ezdirmedi. O sırada cepheye gelmiş bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın direktifleri gereğince, birliklerini Eskişehir kuzey ve güneyinde topladı ve Sakarya Nehri’nin doğusuna çekmeyi başardı.
Sakarya Meydan Muharebesi’nde; Türk Silâhlı Kuvvetlerinin uygulamış olduğu stratejinin amacı, stratejik savunma yolu ile Yunanlıların savaşma güç ve azmini yavaş yavaş felce uğratmak ve bu sağlandıktan sonra Yunan Silâhlı Kuvvetleri üzerinde kesin sonuç almak üzere girişilecek taarruzun hazırlıklarına başlamaktı. Taktik bakımdan Sakarya Meydan Muharebesi 25 kilometre derinlikte yapılmış bir satıh muharebesidir.
Düşman, kuşatmayı başaramayınca yarmayı denemiş ve topladığı kuvvetlerle Çaldağı’nı ele geçirmişti. Cephe Komutanı İsmet Paşa, başkomutanın da direktifleriyle gerekli önlemleri alarak Yunan taarruzlarını durdurmuş ve topladığı ihtiyat birlikleriyle cephenin bütünlüğünü sağlamıştır.
Türk direnişi karşısında, Yunan Ordusu, 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi’nde yenilmiş ve Eskişehir-Afyon mevzilerine çekilmiştir. Ne yazık ki Cephe Komutanlığı emrinde güçlü çevik birliklerin bulunmayışı nedeniyle Yunan çekilmesi bozguna uğratılamadı. Sakarya Zaferi, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin içte ve dışta saygınlığını artırdı; Kars Antlaşması ve Ankara Anlaşması’nın yapılmasını sağladı. İsmet Paşa’ya Sakarya Meydan Muharebesi’ndeki başarısı nedeniyle Büyük Millet Meclisi’nce takdirname ve Altın Muharebe İmtiyaz Madalyası verildi.
Büyük Taarruz, Afyonkarahisar güney cephesinde, düşmanın bir kısım tahkimli mevziîni ezip geçen bir harekâtla başladı.
Türk ordusu, hâkim bir arazide normal koşullarda yerleşmiş, tertiplenmiş ve tahkimatını yapmış olan Yunan ordusunu tam bir baskın taarruzuyla söküp atmış, onu ihtiyatlarını kullanmaya fırsat vermeden dağıtmış ve yenilgiye uğratmıştır. Bu arada süratle takibe geçilerek düşmanın daha gerilerdeki mevzilerde tutunarak direnmesine meydan verilmemiştir.
Büyük Taarruz, Türk İstiklâl Harbi’nin odak noktası ve düşmanın Türk yurdunun kutsal ocağında yok edildiği büyük bir askerî zaferdir.
Atatürk, onun için, “İsmet Paşa’nın, gerek Genelkurmay Başkanlığı’nda gerekse daha sonraki cephe komutanlığında gösterdiği varlık ve üstün çaba, kendisine görev verişteki yanılmazlığımı edimli olarak ortaya koymuş bulunduğu için millet karşısında, ordu karşısında ve tarih karşısında içim adamakıllı rahattır” diyordu.
İsmet Paşa, sadece bu harekâtın Cephe Komutanlığı ile kalmamış, Mudanya Konferans’ında Türk Heyeti Başkanı, Lozan Konferansı’nda Türk Baş Delegesi olarak Türk Bağımsızlık Mücadelesi’nin siyasî yönden de güvencesini sağlamıştır.
İsmet Paşa, 31 Ağustos 1922’de Korgeneral, 30 Ağustos 1926’da da Orgeneral olmuş ve 30 Haziran 1927’de askerlikten emekliye ayrılmıştır.
İsmet Paşa, bütün rütbeleri düşman orduları karşısında kan ve ateş içinde elde etmiştir. Kahramanlığa verdiği anlam ise, savaşta gösterilen kahramanlıktan çok daha geniştir. Özgür düşünebilmek, gerçekleri dolambaçlı yollara sapmadan, yalana tenezzül etmeden söylemek de bu kavrama dahildir. 21 Kasım 1923’te Büyük Millet Meclisi İsmet Paşa’yı İstiklâl Madalyası’yla ödüllendirmiştir.
2. İsmet İnönü’nün Hükümet Üyeliği ve Başbakanlık Dönemi
Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’yı Lozan’da başlayacak barış görüşmelerine göndermeden önce, Dışişleri Bakanlığına getirdi ve İsmet Paşa, Lozan Konferansı’na bakan olarak katıldı.
İsmet Paşa, savaş meydanlarındaki imtihanların çok daha büyüğünü Lozan’da verdi. 500 yıllık bir İmparatorluk tasfiye ediliyordu. Kapitülâsyonlar vardı, borçlar vardı, savaş tazminatı, sınırların yeniden çizilmesi, bağımsız bir Türkiye’nin kurulması vardı. Bütün bu güç davalar, İsmet Paşa’nın sabrı, Mustafa Kemal Paşa’nın desteği ile bir bir çözüldü ve barış imza edildi.
Millet Meclisi’nin 2’nci dönem çalışmaları 11 Ağustos 1923’te başlamıştır. 14 Ağustos’ta yeni kabine kuruldu. Eski Başvekil Rauf Bey (Orbay), Lozan Konferansı sırasında İsmet Paşa ile anlaşamadığı için, istifa etmişti. Yeni kabineyi Fethi (Okyar) Bey kurdu. İsmet Paşa bu kabinede Dışişleri Bakanlığı’nı muhafaza ediyordu. Meclis 23 Ağustos 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nı onayladı.
28 Ekim gecesi, Mustafa Kemal Paşa, Çankaya’da bazı arkadaşları ile bir yemek sohbeti yaptıktan sonra, İsmet Paşa’yı alakoymuş ve kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası için gerekli tadili, İsmet Paşa’ya not ettirmiştir. Ertesi günü Meclis bu tasarıyı kabul etti.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, böylece kurulmuş oluyordu. Yeni devletin ilk Cumhurbaşkanlığı’na 29 Ekim 1923 saat 20.44’de Mustafa Kemal Paşa seçilmiş o da ilk kabineyi kurma görevini, Malatya Milletvekili İsmet Paşa’ya vermiştir. İsmet Paşa, küçük bir fasıladan sonra, sürekli olarak 12 yıl Atatürk’ün başvekilliğini yapmıştır. Bu dönem, inkılâpların birbiri ardına yapıldığı, Türk ekonomisinin temellerinin atıldığı Cumhuriyet’in yerleştiği, dünya devletleri ile geniş bir ilişki içerisine girildiği dönemdir.
3 Mart 1925’te Fethi Bey Hükümeti düşmüş İsmet Paşa ikinci hükümetini kurmuştu. Fethi Bey zamanında başlayan Şeyh Sait İsyanı Doğu ve Güneydoğu’da 14 ile yayılmıştı. İnönü Hükûmeti’nin ilk işi isyanı bastırmak oldu. Diyarbakır ve Elazığ’da çalışan İstiklâl Mahkemesi 27 Haziran 1925’de 29 kişiyi idama mahkûm eti. Gerçi isyan bastırıldı. Hatta Dersim gibi, Ağrı gibi geniş bölgeler tamamen boşaltılarak yasak bölge haline getirildi. Ama toprak tasarrufu ve onun koruyucu müessesesi olan şeyhlik, müritlik tasfiye edilemedi. Aşar vergisinin kaldırılması köylüyü biraz ferahlattı. Bu vergiyi hükümet adına tahsil eden müteahhitlerin zulmü köylüyü çok bunaltmış ağalığın, eşraflığın besleyici gücü olmuştu. Kısa bir süre sonra büyük bir demiryolu siyasetini uygulayacak olan İsmet Paşa Hükümeti için bütçesini aşar gelirinden mahrum bırakmak cüretli bir karardı.
29 Ekim 1929’da Amerika’da patlayıp, 1930’da bütün dünyayı saran büyük bunalım, Türkiye ekonomisini herhangi bir Batı ülkesini etkilediği boyutlarda sarsmamıştı ama siyasî ve ekonomik ilişkilerinden çoğunu bunalımın doğrudan etkisi altında bulunan ülkelerle kurmuş olan Türkiye, dolaylı olarak belli dar boğazlarla karşı karşıya kalmıştı.
24 Kasım 1934’te Millet Meclisi, Gazi Mustafa Kemal’e özel bir kanunla Atatürk soyadını verdi. İki gün sonra (26 Kasım 1934’te) Atatürk, İnönü Muharebelerindeki yararlılıkları nedeniyle (İnönü) soyadıyla İsmet Paşa’yı onurlandırdı.
Atatürk, bilindiği gibi daha ziyade devletin izleyeceği genel politika ve meselelerle dil, tarih gibi kültür işleriyle uğraştı. Falih Rıfkı Atay, “Atatürk, büyük hareketler adamıdır. Teferruat ile didişmekten hoşlanmazdı. Yeni bir devlet kuruluyordu. Bunun binbir meselesi ile uğraşacak bir ehil yardımcı lâzımdı. İnönü, yeni devletin kuruluşunda ve hükümet işlerinin yürütülmesinde belli başlı âmil olmuştur.” diyor ve Atatürk’ün her fırsatta “Eğer Çankaya’da rahat edebiliyorsam, İsmet’in sayesindedir” dediğini ekliyordu. İsmet Paşa da, yaşamı boyunca çok değerli silâh arkadaşı ve Cumhurbaşkanını daima övgüyle yadetmiş, yolundan ayrılmamış, O’nun ilkelerinden asla taviz vermemişti.
İsmet İnönü’nün Başbakanlıktan ayrılmasına, Atatürk’ün tutumunu, hükümet tasarrufuna müdahale sayması neden olmuştur.
İnönü Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra, Atatürk’le arkadaşlıkları sürmüş, hatta İnönü’ye stadyumda yapılan olağanüstü gösteriler kendisine aktarıldığında “pekâla yapmışlar, bunca sene Başbakanlık yapmış bir adamı alkışlamaktan doğal ne olabilir? Bu millet büyük farzettiklerine saygı göstermesini biliyor demektir” şeklinde görüşlerini bildirmişti.
O’nun yerini alan Celâl Bayar da, arada, İsmet İnönü lehine ve daima nazik bir mesafe muhafaza etmiştir.
Atatürk ve İnönü, gerek saltanatın ve gerekse halifeliğin kaldırılışında sadece işbirliği değil kader birliği de yaptılar, yani, İsmet Paşa’nın gerek bu ana kadar olan gelişmeler ve gerekse bundan sonraki olaylardaki rolünü bir başbakanın belli ve sınırlı vazifeleri içinde değerlendiremeyiz.
3. İsmet İnönü ‘nün Cumhurbaşkanlığı Dönemi
Türk milleti, Atatürk’ü 10 Kasım 1938’de kaybedince, 11 Kasım’da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, İnönü’yü Türk Devleti’nin 2’nci Cumhurbaşkanlığı’na seçti. İkinci Dünya Harbi’nin arifesi yaşanmaktaydı. İnönü, Cumhurbaşkanı ve Halk Partisi’nin Genel Başkanı olarak çok partili parlamenter sisteme dönmeyi tasarlıyordu. Nitekim bu düşüncesini, İstanbul Üniversitesi’nde yaptığı bir sohbet konuşmasında açıkladı. Fakat İkinci Dünya Harbi başladığı için tasarladıklarını olduğu yerde bıraktı.
Altı yıl süren savaş sırasında İsmet İnönü, dış politikada da çok başarılı olduğunu ortaya koymuş, bütün dikkati, Türkiye’yi ateşe sokmamakta toplamıştı.
İnönü, içinde bulunulan koşulları çok iyi değerlendirmekte ve harbin ne olduğunu yakından tanımaktadır. Bu nedenle mantığı onun hem kendini, hem etrafındakileri gözü kapalı maceralardan kurtarmıştır. Soğukkanlılık ve mantık; İnönü’de hissiyet ve heyecana her zaman üstün gelmiştir.
1 Eylül 1939’da savaş Alman-Polonya harbi olarak başlayıp 1940’da Avrupa Harbi olarak gelişmiş 1941’de Dünya Harbi halini almıştır. Bu harpte Türkiye’nin halledilecek hiçbir davası yoktu. O, varlığının devamını düşünüyor ve bütünlüğünü korumak için gerekli önlemleri alıyordu.
Ama Türkiye’nin politik durumu onu hem bir Akdeniz, hem de Balkan Devleti olarak, dünyanın ihtilaflı alanları ve bu alanların meseleleri içinde bulunduruyordu.
Bir de Türkiye’nin giriştiği taahhütler vardı ki, onun bu harpte çatışmaların dışında kalmak gayretleri ve zaruretleri ile ciddi surette çelişiyor ve bu nedenlerle Türkiye için meseleler gittikçe çatallaşıyordu.
1940 yılına girerken Almanya-Sovyetler Birliği, henüz müttefiktiler. 1940 Martı’nda Moltof, Alman dostluğunu öven nutuklar veriyor, Hitlerde kendi usulünce bu dostluğun felsefesini yapıyordu. Hitler’e göre Almanya ile Rusya arasında ebedî sulhu sağlayacak olan bu pakt gerçi yapıldı ama onun ömrü, ancak 22 Haziran 1941’e kadar sürebildi ve bu tarihte Almanlar ile Sovyetler Birliği arasında, tarihin en kanlı hesaplaşması başladı.
1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya taarruzu ile başlayan İkinci Dünya Harbi öyle çabuk gelişiyordu ki harita üzerinde bile zorlukla izlenebiliyordu. Özellikle Fransa’nın bu kadar çabuk çökeceğini kimse beklemiyordu. Almanlar Birinci Dünya Harbi’nde yaptıkları gibi, bizi yanlarına almak için, Hitler’in başarısı gecikiyorsa, nedeni İnönü’dür diyor, harbe girseydik Ruslar’dan Baku’yu, İngilizler’den Musul’u alacağımızı ve dünya egemenliğinde söz sahibi iki devletten biri olacağımızı söylüyorlardı.
Almanya’nın müttefiki olan İtalyanlar da istilâcı tutumlarını sürdürüyorlardı.
28 Ekim 1940’da İtalyanlar, Yunanistan’a saldırdılar. Bu durum bizi harbe girmeye mecbur kılabilirdi. Çünkü üçlü ittifakın 3’ncü maddesi gereğince İngiltere ve Fransa’nın Yunanistan’a yardım etmesi halinde, Türkiye de harbe katılacaktı. Bu devletler 13 Nisan 1939’da Yunanistan ve Romanya’ya garanti vermişlerdi. Nitekim bizim en kısa zamanda harbe katılmamazı istediler.
Türkiye, Balkan Paktı’nın üyesiydi. Bu pakt nedeniyle de Yunanistan’a taahhütleri vardı. Bu da harbe katılmamızı gerektiriyordu.
İnönü tarafsız olmasa da genel harp dışı kalarak, Atatürk’ün sağladığı ve çok kanlar pahasına elde edilen Türk bağımsızlığını korumak için, 18 Haziran 1941’de Almanlarla bir saldırmazlık paktı imzaladı. Bu pakt İngilizleri biraz şaşırttı. Ama Amerika’yı çok kızdırdı. Yardımı kestiler.
Almanlar, 22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne taarruza geçti.
1942 yılında mihver cephesi, dünya üzerinde en geniş hadlerine varmıştı, fakat Alman gücünü Rus ovalarında yenen ilk büyük düşman Rusya’daki 1942 kışı oldu. -40 dereceye inen sürekli bir soğuk, Almanların alışık olmadığı sonsuz tipiler Alman ordusuna çok zayiat verdirdi ve yenilmelerine neden oldu.
Churchill (Vinston S. Çürçhil) Adana’da İnönü’ye, harbin Balkanlara intikali Almanları yenilgiye uğratacaktır diyor ve hem kara, hem hava harekâtı için yardımımızı, yani 1943 yılı sona ermeden harbe katılmamızı istiyordu.
İnönü, Türkiye’nin Sovyet Rusya’dan emin olmadığını bildirdi ve ordu için geniş ölçüde silâh ve teçhizat istedi.
Tahran Konferansı’nın 28 Kasım 1943 günkü toplantısında Türkiye’nin durumu görüşülmüş ve İnönü Kahire’ye davet edilmişti.
1-6 Aralık 1943’te cereyan eden Kahire Konferansı’na İnönü, eşit taraflar arasında yapılan serbest münakaşa yoluyla konuları müzakere etmek koşulu ile katılmıştır. Kahire’de bir çok şeyler hallolunmuş, bir mesele kalmıştı. O da Türkiye’nin harbe girmesi idi. Şöyle çözümlendi. Türkiye’den gerektiği kadar hammadde ve malzeme alınacak, ancak Türkiye taarruza uğradığı takdirde harbe girecektir.
6 Haziran 1944’de müttefikler Batı Fransa’nın Normandiya sahillerine çıkarak ikinci cepheyi açtılar.
Almanlar gizli silâhlarını harekete geçirdiler. V.1 ve daha sonra V.2 pilotsuz uçakların İngiltere’ye akınları başladı. Ama artık çok geçti.
Türkiye 13 Ocak 1945’te Boğazları müttefik gemilerine açmak kararını verdi. 23 Ocak 1945’te, Almanya ve Japonya’ya harp ilân etti.
28 Nisan 1945’te Mussolini İtalya’da kendi vatandaşları tarafından kurşuna dizildi. 30 Nisan 1945’te Hitler intihar etti.
2 Mayıs’ta Berlin düştü. Almanya kayıtsız şartsız teslim oldu.
6 ağustos 1945’te ilk atom bombası Japonya’da Hiroşima şehrine atıldı. Bunu Nakazaki’ye atılan bomba takip ederek Japonya’da 14 Ağustos 1945’te teslim oldu.
Bu harpte öyle anlar olmuştur ki yalnız Türkiye’nin geleceği değil, bir aralık bütün kaderi, İnönü’nün tutumuna ve vereceği kararlara bağlı kalmıştır.
Örneğin, Türkiye’nin Almanya safında harbe girmesi, Almanları hızla Süveyş’e ve Basra Körfezi’ne indirip, Alman-Japon birleşmesini sağlayabildiği gibi, Kafkaslar üzerinden harekete geçip hem üzerine önemli Rus birliklerini çeker ve hem de Uzak Doğu’daki birliklerin Alman cephesine kaydırılmasını önleyebilirdi.
İkinci Dünya Harbi’nde hiçbir devlet başkanı İnönü’nünki kadar problemlerle dolu ve zaman zaman içinden çıkılmaz gibi görünen bunalımlar karşısında kalmamıştır. Kalanlar da kendisinin ve ülkesinin kaderini sonu belirsiz akıntılara kaptırmışlardır.
Dünya Harbi bitmişti. Fakat bu defa ülkenin toprak bütünlüğünü, milletin bağımsızlığını tehdit eden çok ciddi bir dış politika meselesi ile karşı karşıya bulunuyorduk. İsmet İnönü çok sıkıntılı günler geçiriyordu. Konuyu şöyle özetleyebiliriz:
Sovyetler Birliği, Türkiye ile 17 Aralık 1925’te yapılmış olan Dostluk Antlaşması’nı yenilemek için, Kars ve Ardahan’ın Rusya’ya bırakılmasını ve boğazlarda üs verilmesini ileri sürüyordu. Bu istek, 17 Temmuz 1945’te başlayan Potsdam Konferansı’nın da konuları arasında yer almıştı. Konferans, bu isteklerin Türkiye’ye bildirilmesi huşunda karar aldı. İsmet İnönü de: “Türkiye’nin bir karış toprağı bile vermeyeceğini, gerekirse şerefimizle öleceğimizi” ilân etti.
O sırada ABD Cumhurbaşkanı olan Truman’ın Türkiye’nin Amerika’nın müttefiki olduğunu münasip şekilde ihsas ettirmesi ve İnönü’nün kararlı tutumu Sovyetlerin bu isteklerinden vazgeçmelerini sağladı.
Türkiye, 17 Ekim 1951’de dünyanın en büyük kollektif güvenlik sistemi olan “Kuzey Atlantik Paktı Teşkilâtı” (NATO) içinde yerini alarak güvenliğini sağladı.
İnönü, 1945 yılının 19 Mayıs’ında verdiği nutukta: “Harp zamanlarının ihtiyatlı tedbirlere lüzum gösteren varlıkları kalktıkça, memlekette siyaset ve fikir hayatında da demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir.” dedi. Bu söz, Türkiye’de çok partili parlamenter sistemin kurulması, demokratik bir yapı oluşturulmasına yol açtı.
1946 yılı başında, Celâl Bayar’ın Genel Başkanlığını yaptığı Demokrat Parti kuruldu. Aynı yıl içinde belediye ve milletvekili seçimlerinde çoğunluğu Halk Partisi kazanmış, fakat yönetim ile muhalefetin bu seçimlerde arası açılmıştı. İnönü, 12 Temmuz Beyannamesi adıyla bilinen bir genelge yayınlayarak iktidarla muhalefeti uyuşturdu. Bazı kanunlar değiştirildi, yeni bir seçim kanunu çıkarıldı. 1950’de yapılan milletvekili seçimlerini Demokrat Parti kazandı.
4. İsmet İnönü, i960 yılına kadar muhalefet lideri olarak çalıştı. 27 Mayıs i960’da ordu idareye el koydu. Demokrat Parti iktidarı yargılandı. Kurucu Meclis seçildi ve yeni anayasa yapıldı. 27 Ekim 1961’de yeni seçimler yapılmış ve bu seçimlerde en çok milletvekilini Halk Partisi çıkardığı halde, tek başına iktidar olamamıştı. Cumhurbaşkanı seçilen Cemal Gürsel, kabineyi kurma görevini İnönü’ye verdi. İnönü, ardarda üç koalisyon kabinesi kurdu. Son kabinesi de Meclis’te düşürülünce, tekrar muhalefet liderliğine döndü. Ancak, başbakanlığı sırasında ortaya çıkan 22 Şubat ve 21 Mayıs ayaklanmalarını cesaretle bastırması önemli bir hizmetti. Plânlı ekonominin başlatılması onun başbakanlığı dönemine rastlar.
Genel Sekreter’le ihtilâfa düşmesi üzerine, toplanan fevkalâde kurultayda genel başkanlıktan ayrıldı. Daha sonra eski cumhurbaşkanlarına tanınan senatörlük hakkını kullanarak senatoya girdi ve meclis çalışmalarını sade bir parlamenter gibi sürdürdü. 25 Aralık 1973 tarihindeki ölümü, bütün yurtta ve dünyada yankılar yapmıştır.
Sonuç:
İsmet İnönü’nün yaşamı, bir dönemin koşullarını, olaylarını kapsar. Âdeta bir devrin akışıdır. O, yakın tarihimizin harpler, ihtilâller, dış ülkelerle hesaplaşmalar, çeşitli ıslahat ve inkılâp hareketleri ve tek partili rejimden yeni bir düzene geçiş ve bu geçişin tüm sarsıntıları, bu olayların bütün problemleri içindedir.
İsmet İnönü yaşamının birinci bölümünde asker, sonraları hem asker, hem diplomat, yaşamının ikinci bölümünde ise Devlet Adamı’dır; kâh hükümet, kâh devlet başkanı olarak ülkenin kaderini tayin eden kişi veya bu kişilerden biridir.
Onun bir asker, bir lider olarak prensibi şudur: “Harpler ve mücadeleler, önce komutanın, liderin kafasında kaybedilmemelidir. Yoksa muharebe meydanlarında, mücadele alanlarında, her şey kaybedilebilir. Fakat eğer komutan veya lider mücadeleyi kendi kafasında kaybetmemişse, muharebe kaybedilmiş değildir.”
İsmet İnönü bu prensibini yaşamı boyunca uygulamış ve genellikle de zaferi kazanmıştır.
Asker olarak, en elverişsiz koşullarda muharebeleri nasıl kazanmışsa, Cumhurbaşkanı olarak da en güçlü devletlerin zıt istek ve baskılarına göğüs germiş, ülkesini 30 milyon insanın hayatına mal olan İkinci Dünya Harbi dışında tutmayı başarmış ve harbin sonunda bir sürpriz olarak karşısına çıkan Sovyetler Birliği’nin toprak bütünlüğümüzü, bağımsızlığımızı tehdit eden isteklerini kesinlikle reddetmiştir.
Demokrasiden vazgeçen kapalı bir sisteme asla müsaade etmeyeceğini bildiren kararlı tutumu ile iki ihtilâl teşebbüsünü kısa sürede bastırmıştır.
İsmet İnönü’nün şan ve şeref dolu yaşamı 25 Aralık 1973’de sona ermiş, yakın arkadaşı ve Cumhurbaşkanı Atatürk’ün Anıtkabiri’ndeki yerini almıştır. Ruhları şadolsun.
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Kazım Özalp


Kazım Fikri Özalp
(1882-1968)


Türk Kurtuluş Savaşı ve devrimler süresince, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında ve karşısında belirli simaların yer aldığını görürüz. Yanı başında bulunan ve Millî Mücadele’ye birlikte başladığı arkadaşlarından bir kısmı, mücadelenin belirli aşamaları geliştikçe bir bir çevresinden kopmuş ve Onun karşısında yer alarak muhalefet etmişlerdir. Atatürk, bu kişiler hakkındaki hükmünü büyük Nutuk’un başlangıcında, Türk Devriminin amacını ve kapsamını ele alırken, pek güzel bir biçimde anlatmaktadır1.
O’na bilinçsizce muhalefet edenlerin yanında, O’nu çok iyi anlamış ve büyük işler başararak, Türk milletini kurtuluşa götüreceğine inanmış; bu nedenle etrafında çelik bir duvar oluşturarak, millî birlik ve bütünlüğün sağlanmasında büyük bir destek olmuş kişiler de vardır. İsmet Paşa (İnönü) ve Fevzi Paşa (Çakmak) gibi büyük komutanların ve devlet adamlarının yer aldığı bu grup içinde adı ve yaptıkları unutulmayacak kadar büyük olanlardan birisi de, hiç şüphesiz Kâzım Paşa (Özalp)’dır. Kâzım Paşa, gerek askerî dehası, gerek yüksek vatanseverliği ve devrime bağlılığı; gerekse, büyük devlet adamlığı yönüyle, Mustafa Kemal Atatürk’e karşı öylesine bir güven ve itimat oluşturmuştur ki; Atatürk, Başkumandan Meydan Muharebesi’nden söz ederken, kahraman Türk Ordusunun, zalim ve mağrur Yunan Ordusu’nu acı yenilgiye uğratan zaferini kumandanların görev anlayışına, vatana muhabbetine ve ortak düşüncesine bağlayarak şunları söyler: “Hakikaten ordumuzun… böyle kahhar bir netice alacağına benim kanaatim vardı. Kemal-i hürmet ve tebcil ile zikretmek mecburiyetindeyim ki, aynı kuvvet ve kanaatle bana iştirak eden bu zevattan birisi muhterem Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretleridir. Diğeri Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ve üçüncüsü de, Müdafa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa Hazretleri’dir2.
Kâzım Özalp, 17 Şubat 1882’de Köprülü’de (Titov Veles) dünyaya gelmiştir. Kendisi gibi vatanına büyük bir muhabbetle bağlı subay olan Manastırlı İsmail Nazmi Bey ile, Yıldız Hanım’ın dokuz erkek çocuğunun en büyüğüdür. Bir subay ailesinin ev ortamı içinde dünyaya gözlerini açan Kâzım Özalp, yaşı ilerledikçe, askerlik mesleğine ilgi duymaya başlamıştır. Zaten bu istek, o dönem için, Osmanlı toplumunda okumak isteyen pek çok Türk çocuğu için geçerli bir durumdur Askerlik disiplinine ve geleneğine bağlı olunan ailede, anne ve babası da Kâzım Özalp’in asker olmasını istemişlerdir. Bu nedenle, önce Üsküp Askerî Rüştiyesine gönderilen Kâzım Özalp, bu orta mektebine büyük bir hevesle devam etmiş ve burasını başarıyla bitirmiştir. Bundan sonra O, Manastır Askerî İdadisi’ne devam etmiştir. 1 Mart 1900’de ise, İstanbul’daki Harbiye Mektebi’ne kayıt yaptırmıştır3 . Döneminin en fazla itibar edilen bu okulu, “mümtaz yüzbaşı” olarak, parlak bir dereceyle bitirmiş; ilk görevine ise, 5. Ordu emrinde başlamıştır4 .
O’nun askerlik görevine fiilen başladığı yıllar, Osmanlı Devleti’nin askerî, sosyal ve ekonomik yönden büyük sıkıntılar yaşadığı yıllardır. Özellikle Balkanlar’daki huzursuzluk ve buna bağlı komitacılık hareketleri, merkezî hükümeti büyük sıkıntılarla karşı karşıya getirmiştir. Osmanlı Devleti’nin yitirdiği büyük toprak parçalarının yanısıra, eldeki Balkanlar’da, özellikle Bulgar ve Arnavut çetelerinin merkezî hükümete yönelik başkaldırma hareketleri, pek çok kesimde ümitsitsizlik ve hayâl kırıklığı ile endişe uyandırmıştır. Özellikle Harp Okulu öğrencileri ile yeni mezun olmuş subaylar, memleketin bu kötü tablosu karşısında kaygılara kapılarak, bu gidişi mutlaka durdurmak gerektiğini düşünmüşlerdir. Bu nedenle, büyük bir şevkle, komitacılara karşı savaştıklarını görürüz. Genç bir subay olarak, kendisini memleketinin saadetine ve bekasına adamış olan Kâzım Özalp de, memleketinin acı kaderine üzülerek, kendisine verilen görevleri en iyi şekilde yerine getirmeye uğraşmış; büyük bir şevkle Bulgar çetelerine karşı Gevgili ve Menlikte savaşmıştı. Nevar ki, merkezi hükümetin uyguladığı istibdat rejimi ve arka arkaya sergilediği politika hataları O’nda bazı hayâl kırıklıkları da yaratmıştır. Mutlaka bir şeyler yapmak gerektiğini düşünen Kâzım Bey, özellikle genç subayların rağbet ettiği İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girerek, bu örgütün çatısı altında bütün vatanseverlerin güçlerini birleştirmeleri için çaba harcamıştır. Bu cemiyet içinde kısa süre sonra aktif bir görev de üstlenmiştir: 1908 yılında, Serez Redif Fırkası Erkânıharb iyesi’ne tayini çıkınca, çok işler başaracağına inandığı bu cemiyetin Serez’de de örgütlenmesi ve gelişmesi için etkin çalışmalarda bulunmuştur5 .
Nevar ki yıllar geçtikçe, Osmanlı toplumsal düzenindeki çalkantılar durulup yatışacağına, daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz bir durum almıştır. Sosyal ve ekonomik sorunlar bir yana, özellikle Balkanlar’daki ayaklanmalar ve çetecilik hareketleri, devletin varlığını bile tehlikeye düşürecek düzeye erişmiştir. Kâzım Özalp da, gittikçe yoğunlaşan ve devleti bölüp-parçalama eğilimine ve düzeyine erişen çetecilik ve isyan hareketlerine karşı, pek çok arkadaşı gibi yoğun bir savaşım içine girmiştir. Özellikle 31 Mart gericilik hareketi, pek çok aydını ürkütmüştür. Ufak tefek yenilikçi girişimlerini kökten temizleyecek özelliğe erişme niteliği taşıyan bu ayaklanma, bilindiği gibi Hareket Ordusu tarafından kanlı bir biçimde bastırılmıştır. 31 Mart ayaklanmasının ülkenin basma açabileceği tehlikelerin boyutlarını sezen Kâzım Özalp, ünlü Bulgar çeteci Sandanski’yi ikna ederek, onunla birlikte isyanı bastırmak için İstanbul’a gelmiştir. Nevar ki bir süre sonra adı geçen çete ayaklanmış; Kâzım Özalp bu kez, bu çetenin ortadan kaldırılması için kaymakam rütbesiyle, 1910 yılında Menlik’e gönderilmiştir. Aynı yıl Arnavutluk’ta isyan girişimleri ortaya çıkmış; bu kez de, söz konusu isyanı bastırmakla görevlendirilmiş olan Mahmut Şevket Paşa’nın karargâhında görevlendirilmiştir. Buradaki başarılı hizmetinden sonra Selanik Vilayeti Jandarma Alayı Takip Kuvvetleri Kumandanlığına ve Vilâyet Komisyonu azalığı görevine getirilmiştir. Artık O, yetkili bir asker olarak, Bulgar ve Rum çetelerine karşı amansız bir savaşım içine girmiştir6. Bir süre için Edremit Redif Tümeni Kurmay Başkanlığı’na da atanan Kâzım Özalp, aynı yıl, Harbiye Nezareti Ordu Dairesindeki Kurmay Heyetinde göreve başlamıştır7.
Oysa, çetecilik hareketlerinin devlet üzerindeki tahribatı, bir süre sonra, acı sonuçlarıyla tarihe geçen 1912-1913 Balkan Savaşı’nın getirdiği tahribatla bütünleşmiştir. Bu tarihte, bağımsızlıklarına kavuşmuş olan Balkan Devletleri birleşerek, bu ittifak içinde Osmanlı Devleti’ne karşı savaş açmışlardır. Bu savaş başlayınca Kâzım Özalp, Vardar Ordusu Erkân-ı Harbiyesi’ne atanmıştır8. Balkan Savaşı süresince O Kumanova, Pirtepe ve Manastır Muharebeleri’nde görev almıştır9. Balkan Harbi’nin en kanlı evrelerinden birisini oluşturan ünlü Çatalca direnişinde, Çatalca Ordusu’nun sol cenahı komutanlığının kurmay heyetinde bulunmuştur10. Bu sırada yüzbaşı olan Kâzım Özalp, Sırplar’ın güneye doğru yayılmalarına engel olmak için, Arnavut gönüllüleri toplamak üzere Iskrapar’a girmiştir. Bektaşi dedelerinin yardımıyla topladığı gönüllülerden oluşturduğu güçlerle, başarılı direniş muharebeleri yapmıştır11. Rahmi Apak hatıralarında, bu dönemde Osmanlı Devletinin askerî yönden zor durumunu ve yöredeki karmaşıklığın panoramasını pek hoş bir anlatımla dile getirir12. Nevar ki, Kazım Özalp, o dönemde pek yaygın olan tifüs hastalığına yakalanmış ve uzun süre hasta olarak yatmak zorunda kalmıştır13.
Balkan Harbinin sonunda Osmanlı Devleti büyük toprak kayıplarına uğramıştır. Osmanlı Devletinin son bir çaba ile Edirne’yi geri alması sırasında, Edirne üstüne yürüyen ordunun sol cenah erkânıharbiyesinde Kâzım Özalp da yer almıştır14.
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti’ne daha büyük felâketleri beraberinde getirdi. Öyle ki, bu savaş sonunda, fiîlen artık Osmanlı Devleti tarihten silinecekti. Bu savaş başladığında Kâzım Bey binbaşı rütbesinde bulunuyordu ve Van’daki Jandarma Alay Kumandanı’ydı. Binbaşı Kâzım Bey, bölgedeki jandarma taburlarıyla hudut bölgelerini de emri altına almış; böylece, Van Seyyar Jandarma Fırkası’nı kurmuştu. Bu fırka ile Dilmen, Rumiye, Hoy, Saray ve Van yakınlarında, Ruslarla yaptığı başarılı muharebeler nedeniyle kaymakamlığa (yarbay) terfii etmiştir15. Bu görevindeyken Kiği, Erzurum ve Kemah yakınlarında yaptığı muharebelerdeki başarılarından dolayı muharebe imtiyaz madalyası kazanmış ve miralay (albay) olmuştur. 1917 yılının sonunda, Tirebolu’daki 37. Kafkas Fırkası Kumandanlığına getirilmiştir. Bu görevinde O, Trabzon ve Batum’un Ruslar’dan geri alınmasında önemli bir rol oynamıştır16.
Birinci Dünya Savaşı da, bütün bu büyük fedakârlıklara karşın, Osmanlı Devleti’nin acı yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Mondros Mütarekesi’nden sonra, öz Türk toprakları olan Anadolu bile, talihsiz işgallere şahit olmuştu. Bu tarihte. Kâzım Özalp, Şarköy’de 60. Fırka Kumandanıydı17. Güçlü devletlerin, bir maşa gibi kullandıkları Yunanistan’ı Anadolu’nun bağrına doğru itmeleri, Türk Milleti’nde haklı tepkiler uyandırmıştı. Tepkilerin en anlamlısı ise, hiç şüphesiz, 15 Mayıs 1919’da, İzmir’in işgali ile ortaya konulan tavırdı. Miralay Kâzım Bey, o gün kendini bu tepkilerin içinde bulmuştu.
Doğu Cephesi’nden gelmiş olan Kâzım Özalp, izinli olarak İzmir’de bulunuyordu. Mondros Mütarekesinin ağır hükümlerinden ve bu hükümlerin güçlü devletlerce en ağır biçimde Osmanlı Devleti’ne uygulatılmasından millî vicdanı sızlıyordu. O anılarında, mütarekenin tüfek süngü kollarının, top kamalarının ve diğer harp malzemesinin depolara konularak teslim edilmesi koşulunu hatırlatarak, bunun vicdanı üzerinde son derece ağır tesirler yaptığından sözediyor. Tavrmı ise şu cümleyle açıklıyor: “Bu gibi sıkıntılı günlerde Anadolu’da bulunmayı faideli gördüm ve bir buçuk ay izin alarak, İzmir’e gittim18”.
Oysa, tanık olduğu bazı konular, onu bir parça olsun rahatlatıyordu: O da, merkezî hükümetin bütün nasihatlarına, uyarı ve tedbirlerine kulak asmayan Türk vatanperverlerinin uyanış ve direniş hareketleriydi. İşgalden önce, ünlü İzmir Maşatlık Mitingi’ni yakından görmüş, başta Türkocağı olmak üzere, cemiyetlerdeki çırpınış ve arayışın kutsal boyutlarına tanık olmuştu. Nitekim pek çok İzmirli vatanperver idealistin şehrin içindeki savunma hareketinin imkânsızlığını görerek, yakın kazalardaki halkı ikaz ve memleketi savunmaya hazırlamak amacıyla harekete geçme çabaları O’nu pek etkilemiş; kendisi de Menemen’e gitmeye karar vermiştir19. Öyle ki, Haydar Rüştü (Öktem) anılarında. Kâzım Paşa’nın, Redd-i İlhak Cemiyeti’nin hazırladığı beyannameye bütünüyle katıldığını belirttikten sonra, çevresindeki vatanperverlere, kendisinin Menemen’e gideceğini, onların da sonradan birer vasıta bulup Menemen’e gelmelerini ve birleşip ortak hareket etmelerini telkin ettiğini söyler20. Haydar Rüştü’ye göre Kâzım Özalp, İzmir’in işgalinden önce kendilerine yol gösteren “zat”tır21.
Kâzım Bey Menemen’de Jandarma Alay Kumandanı olan kardeşi Asım’ın yanına gitmek istiyordu. Yanında ise, yedeksubay olan küçük kardeşi Fethi vardı. Bütün tehlikeleri göze alan Kâzım Bey, sivil kıyafetler içinde, yanında kardeşi Fethi olduğu halde tren istasyonuna gitti. Bu dönemde istasyon, mütarekenin başlangıcından beri bir Fransız müfrezesi tarafından işgal edilmişti ve işletme işini de Fransızlar üstlenmişti22. Sivil kıyafetler içinde olan Miralay Kâzım Bey, nöbetçi Fransız askerine Fransızca olarak, Menemenli bir tüccar olduğunu, Menemen’e gitmek istediğini söyleyerek, yardımcı olmasını rica etti. Şirket memurlarının itirazına rağmen O, ısrarcı tavrıyla trene binmeye muvaffak oldu. Tren hareket edip, Kâzım Bey Karşıyaka’yı geçerken, işgal askerlerini boşaltacak olan Yunan gemileri de İzmir Limanı’na giriyorlardı23.
Miralay Kâzım Bey, pek hunharca bir Yunan davranışın eseri olan İzmir katliamını Menemen’de öğrendi. Yüzlerce sivil, asker, bürokrat Türk, Yunan kurşunları ve süngüleri altında can vermişti. Haydar Rüştü; “Güzel İzmir’imin saçlarını kanlı bir düşman pençesi parmaklarına doluyordu” diyerek, bu kötü günü tasvir eder24.Miralay Kâzım Bey ise, bu kadar hunharlıklar sonrasında, artık Türklerin karşı koymalarını vatanseverlerin bir “vazifesi” olarak görüyor, “mukaddes” ve “meşru” olarak niteliyordu25. Artık O, kardeşi Asım ve Menemen’in işgalinde şehit olan Kaymakam Kemal Bey’le birlikte, halkı harekete geçirebilmek için neler yapılabileceğini araştırıyordu. Bu nedenle Manisa, Akhisar, Kırkağaç, Soma ve Balıkesir üzerinden Bandırma’ya gitti, halkla temas kurdu; hızla silahlanmalarını isteyerek, yedeksubayların kumandasında işgale karşı koyan İzmir çevresindeki direnişçileri örnek gösterdi. Bu vatanseverler gibi Redd-i İlhak teşekkülleri oluşturmalarını teklif etti. Bandırma’ya, 61. Fırka Kumandanı olan Muhittin Bey’i görmeye gitti; onunla neler yapılabileceği üzerinde konuştu. Vasıf Bey’le (Çınar) görüşerek, ulusal direniş konusu etrafında fikir alışverişinde bulundu. Manisa’ya geldiğinde, yol boyunca uğradığı yerlerde halktan millî kuvvet oluşturma düşüncesinin uyandığını, bunun için canla başla çalışıldığını gördü. İstanbul’dan Bandırma’ya gelerek, kendisi gibi millî cepheler kurmaya çalışan Miralay Bekir Sami Bey’le görüştü. O’nun, İzmir’in işgalinden sonra sağa sola dağılan subay ve askerleri intizama sokmak görevini üstlendiğini öğrenince, oluşturulacak bu ulusal güçlere kumandan olmaya karar verdi ve bu kararını Bekir Sami Bey de destekledi26.
Bu arada Yunanlılar’a karşı ilk düzenli mukavemetin Ayvalık’ta, 172. Alay Kumandanı Kaymakam Ali Bey (Çetinkaya) ve Köprülülü Hamdi Bey tarafından başlatılması, Kâzım Bey’i oldukça etkiledi. Artık millî mukavemet ruhu gelişiyordu. Artık O da bu savaşın içinde fiilen yer almak istiyordu. Bu nedenle resmi bir sıfatının olmasının yararlı olacağını düşündü. Kılık değiştirerek İstanbul’a gitti; Erkan-ı Umumiye Reisi Cevat Paşa’yla görüştü. Düşünce olarak millî direniş fikrine yakın birisi olan Cevat Paşa, O’na bu düşüncesinde hak verdi; sonra da padişah iradesi olmadan, 61. Fırka Kumandanlığına tayin etti27.
Bu fırkanın merkezi Bandırma’daydı. Miralay Kâzım Bey, İstanbul’da bazı subay arkadaşlarını Anadolu’ya geçmeye teşvik etti;
Bandırma’ya geldi28. Bu fırkanın kumandanı Miralay Muhittin Bey, çekimser yapısı olan bir kişiydi. Kaymakam Ali Bey (Çetinkaya)’in anılarından, Kâzım Bey kumandan olmadan önce, 61. Fırka’dan beklenen etkinliğin görülemediğine ilişkin yakınmalara tanık olmaktayız29. Gerçekten de bir süre sonra, Batı Anadolu’daki direniş cephelerinin kurulmasında üç ismin baş sırayı aldığını görmekteyiz: Bekir Sami Bey, Kaymakam Ali (Çetinkaya) Bey ve Miralay Kâzım (Özalp) Bey… Nitekim Atatürk Büyük Nutuk’ta, İzmir cephesinin kuruluşundan sözederken, 172. Alay Kumandanı Ali Bey ile, 61. Fırka Kumandanı Kâzım Bey’den övgüyle sözeder30. Bu güvenin gereği olarak Mustafa Kemal Paşa, 56. Tümen Komutanı Bekir Sami Bey ile, 61. Fırka Kumandanı Kâzım Beye, Anzavur İsyanı üzerine “fevkalade” yetkiler verildiğini bir genelge ile bildirmiştir31.
Kuva-yi Millîye’nin örgütlenmesinde önemli bir rol oynayan Kâzım Özalp, Heyet-i Temsiliye tarafından, İzmir Kuzey Cephesi Komutanlığı’na atanmıştır32. İstanbul İtilâf Devletleri tarafından işgal edilince, artık İstanbul Hükümeti ile bir bağ kurmanın olanaksız olduğunu düşünerek bir genelge yayınlamış;”… şu hale nazaran, memleketin vahdet hayatını temin etmek, bir kargaşalığa meydan vermemek için İstanbul’da meşru ve müstakil bir hükümetin mevcudiyeti sabit oluncaya kadar”, bölgesinde bulunan bütün makamların kendisinden emir alacaklarını duyurmuştur. O’nun bu genelgesinden ilk başlarda Heyet-i Temsiliye haberdar olmadığından, Kâzım Özalp’in düşünce yapısının, Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa ile ne büyük paralellik taşıdığı görülür. 17 Mart 1920’de bu kararı veren Kâzım Paşa, böyle bir kararın gerekli olduğunun bir süre sonra anlaşıldığını anılarında belirtir33. Gerçekten bir süre sonra Mustafa Kemal Paşa da, “ahkâmı kanuniyenin seyyanen ve şiddetle tatbiki koşuluyla” böyle bir kararı onaylamıştır34. Daha da öte giden Mustafa Kemal Paşa, 17 Nisan 1920’de Bekir Sami Bey’le Kâzım Bey’e gönderdiği bir yazıyla, millî birliği bozacak davranışta bulunan mülkî ve askerî görevliler için görevden alma, tutuklama ve hatta idam cezası uygulama yetkisi vermiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın bu davranışı, hiç şüphesiz büyük güvenin bir sonucuydu35.
İstanbul’un işgali sonrasında Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması, Kâzım Bey’de radikal tedbirler alma düşüncesini doğurmuştur. Nitekim O, yeni açılacak meclisin Anadolu’da toplanmasının pek doğru olacağını düşünmesinin yanısıra, ulusal egemenlik ilkesinin yaşama geçirilmesini de düşünmüş ve desteklemiştir. Bu düşünceyi Atatürk’ün de taşıdığı bilinmektedir. Anılarında Kâzım Özalp, Ankara’daki yeni durumu öğrenmek ve bulunduğu yöredeki koşulları Mustafa Kemal’e anlatmak üzere, Balıkesir’den mebus seçilen Basri Bey’i Ankara’ya gönderdiğini söyleyerek, gizli olarak kendisinden şu ricada bulunduğunu söyler: “Benim samimi fikrim, bu memleketi kurtarmak için mümkün oluğu kadar süratle cumhuriyet idaresine kavuşturacak yola girmektir. Mustafa Kemal Paşa’ya gizli olarak bu düşüncelerimi söyleyiniz” 36.
Bir süre sonra O, Mustafa Kemal’in güvendiği üç komutandan birisi olmuştur. Gelibolu civarında, Akbaş mevkiinde, Fransızlar’ın korumasındaki depolarda bulunan silahların Anadolu’ya nakledilmesinde oynadığı rol yanında, Biga ve Gönen’den başlamak üzere Anzavur’a ve Gavur İmama karşı yaptığı muharebeler tarih içindeki önemini korur. Nitekim Anzavur’un Bandırmaya girmesinden sonra, Balıkesir’i de ele geçirmesinin mümkün olduğunun ortaya çıkması üzerine, cephe komutanlarına gönderdiği bir genelgede şunları söylemiştir: “Asilerin Balıkesir’i ele geçirmeleri Yunanlılarla irtibat kurmalarını sağlayacaktır. Bunun ne kadar vahim bir sonuç doğuracağını tahmin edersiniz. Ben son itaat edecek neferim kalıncaya kadar döğüşeceğim. Fakat maksat şahsi şeref değil, ortak ve mukaddes bir gayedir”37.
Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmadan önceki en önemli isyanlardan birisi olan Anzavur İsyanı, milli kuvvetlerin fedakâr subayları ve askerleri sayesinde bastırılabilmiştir. Bu başarıdaki onur paylarının en büyüklerinden birisi de, hiç şüphesiz ki Kâzım Özalp’indir.
İç Ayaklanmalar’ı, özellikle Batı Cephesi’ndeki Yunan ilerleyişi sırasında çıkan bir dizi muharebe izlemiştir. 1920 yılı içinde yaşanan Eskişehir-Kütahya, I. ve II. İnönü Muharebeleri; 1921 yılındaki Sakarya ve nihayet 1922’de Büyük Taarruz ve Başkumandan Meydan Savaşı, Türk topraklarını kan gölüne çevirmiştir. Bütün bu büyük olayların içinde Kâzım Özalp da vardı ve cephede ulusunun zaferi için savaşıyordu. Özellikle, Sakarya Savaşı içindeki Duatepe Muharebesi’nde, adını tarihe altın sayfalarla yazdıran kahramanların en önde gelenlerinden birisi de Kâzım Özalp’ti. Bu savaşta öyle büyük yararlılıklar göstermiştir ki, savaş sonrasında rütbesi kadirşinas Türk Milleti adına, 13 Eylül 1921de Fahrettin Paşa ile generalliğe yükseltilmişti38. Garp Cephesi Kurmay Başkanı olarak Kurtuluş Savaşı’nda görev yapmış olan Asım Paşa (Gündüz), Sakarya Savaşı’nın en şiddetli ve kanlı muharebelerinin yapıldığı Duatepe Muharebesi’nde tanık olduğu güzel bir hatırasını şöyle dile getirmektedir: “Ortada bir cılız tavuk ile, dört beş dilim siyah ekmekten başka bir şey yoktu. Dünden beri ağzımıza en ufak bir lokma girmemişti. Gazi Paşa, İsmet Paşa, ben, Kâzım Bey sofraya bağdaş kurduk. Atatürk Kâzım Bey’e dönerek: ‘Erlere yiyecek ne verebildiniz?’ dedi. Kâzım Bey şaşırdı, durakladı: ‘Efendim, dün sabah tedarik ettiğimiz buğdayı kavurmaları için birliklere dağıtmıştık’. Mustafa Kemal Paşa biraz durakladıktan sonra ayağa kalktı ve tavuğa el atmadan yürüdü. O akşam hepimiz aç yattık”39.
İşte Kurtuluş Savaşı bu fedakârlıklarla kazanıldı. Sonuçta ise Türk Milleti, hakkı olan bağımsızlık ve özgürlüğü, bu fedakârlıkları sayesinde elde etti.
15 Ocak 1922 tarihinde Kâzım Paşa, Millî Müdafaa Vekilliği’ne vekil olarak getirildi. Böylece O’nu, bir taarruzla düşmanı vatan topraklarından atacak Türk Ordusu’nun her yönden güçlendirilmesi gibi büyük bir görev bekliyordu. Bu yeni göreve atandığı gün büyük bir şevkle cepheden ayrılarak Ankara’ya hareket etti. 17 Ocak’ta, TBMM’nde bir konuşma yaparak şunları söyledi: “Ordumuz, meclis-i alinin arzusuna tamamıyla uygun bir surette vazifesini ifa etmektedir. Buna emin olunuz ve daha mühim olan asıl vazifesini de her zaman ifaya kadirdir. İnşallah zamanı gelince -ki o da yakındır- bunu isbat edecektir”40.
Gerçekten de O, yoğun bir çaba sarfederek, orduyu teçhizat yönünden güçlendirmeye çalıştı. Anılarında; “Millî Müdafaa Vekilliği’ni üzerime aldığım zaman, ordumuz Sakarya Savaşı’nın kayıplarını henüz yerine koyamamıştı” demektedir41. Ordunun kayıplarını yeniden kazandırmada ve daha da güçlendirmede O’nun ne denli özverili çalıştığını gelişmeler göstermiştir. Büyük Taarruzdan yaklaşık bir ay kadar önce, 17 Temmuz 1922’de, TBMM’nin bir gizli oturumunda vekaletin mali durumu hakkında ayrıntılı bilgi vermiştir42. On gün sonra, Büyük Taarruz’un plânını komutanlarla görüşmek için gizlice Konya üzerinden Akşehir’e gelen Mustafa Kemal Paşa yanına Kâzım Paşa’yı da almıştır. Burada birlikte, ordunun ikmal hazırlığını ayrıntılı olarak görüşmüşlerdir43. Nitekim Mustafa Kemal, işin başından beri Fevzi Paşa ve ismet Paşa’nın yanında Kâzım Paşanın kendisine bütünüyle iştirak eden üçüncü kişi olduğunu belirtmiştir44 .
Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922 sabahı, fecirle birlikte başladı. 9 Eylül’de, Yunan askerlerinin İzmir’de denize dökülmesine kadar ağırlıklı olarak süren bu büyük ve kutsal savaş, Anadolu’yu yeniden Türkleştirdiği gibi, ebedi Türk yurdu olduğunu bütün dünyaya isbat etti.
Bu savaş süresince büyük bir özveri ve şevkle çalışan Kâzım Paşa, savaşın hemen bitiminde yorgun düşmekten hastalandı. Oysa bu yorgunluk bedensel bir yorgunluktu; O’nun düşünceleri ve idealleri dipdiri ayaktaydı. Bu millî inançlar, Onu hasta yatağından kaldırmak için en etkili ilâç oldu.

14 Ağustos 1923’te kurulan Fethi Bey Hükümeti de O’na aynı görevi verdi. Millî Müdafaa Vekili olarak bu hükümette de başarılı çalışmalar yapan Kâzım Paşa, bu görevini 30 Ekim 1923’te kurulan ve 6 Mart 1924te yenilenen İsmet Paşa hükümetlerinde de sürdürdü. 26 Kasım 1924 tarihinde TBMM Başkanlığı’na seçildi ve bu görevini 1935 yılına kadar aralıksız sürdürdü. 1 Mart 1935te TBMM Başkanlığı’nda ayrılan Kâzım Paşa, tekrar Millî Müdafaa Vekili oldu. Bu görevinden 17 Ocak 1939’da istifa ederek ayrıldı. Bu tarihten sonra onu, dört yıl süreyle CHP Meclis Grubu Başkan Vekili olarak görüyoruz. Türkiye fiili olarak çok partili rejime geçtiğinde Van milletvekili olarak parlamentoya girdi. Bu seçim yılı sonunda, yani 1954’te, 72 yaşında iken politik yaşamdan bütünüyle ayrıldı.
Kâzım Özalp bu tarihten sonra, ondört yıl boyunca, aile ortamının sıcaklığı içinde yaşamını sürdürdü. 6 Haziran 1968’de, üçüncü kez geçirdiği bir kalp krizi sonunda İstanbul’da hayata veda etmiştir. Öldüğünde 86 yaşında olan bu büyük asker ve devlet adamı, yüce ulusuna şan ve şeref dolu bir mazi bırakmıştı. Cenazesi İstanbul’dan Ankara’ya uçakla nakledildi; yıllarca en üst düzeyde görev yaptığı TBMM önünde düzenlenen törenden sonra, 8 Haziran 1968’de Cebeci’deki Askerî Şehitlikte toprağa verildi.
Kurtuluş Savaşımız’ın cesur komutanlarından, Cumhuriyet dönemimizin ise “vefakâr” devlet adamlarından Kâzım Özalp, kendisine “Özalp” soyadını veren Atatürk’e bağlılığını bir “millî görev” olarak görmüş ve bunu ömrü boyunca sürdürmüştür. Atatürk döneminde ve Atatürk’ün ölümünden sonra, pek çok siyasî çalkantıların ve iç hesaplaşmaların yaşandığı dönemlerde, karakterindeki sağlamlık, alçak gönüllülük, hoşgörü ve uzlaştırıcı yönüyle, hep bir denge unsuru olmuştur. Özellikle çok partili siyasi yaşama geçerken, dörtlü takriri verenlerle, Cumhuriyet Halk Partisi’nde kalanlar arasında ortak bir güven kaynağı olmuş; bu dönemi çalkantısız ve zararsız bir biçimde geçirmek için yoğun çaba sarfetmiştir. Atatürkçü düşünceye ve lhaik cumhuriyet ilkelerine yürekten bağlı bir vatansever olduğundan, Türk Vatanı’nın bölünmez bütünlüğünü her türlü şeyin üzerinde tutmuştur. Anadolu düşman çizmeleri altında çiğnenmeye başladığında, her türlü tehlikeye göğüs gererek, vatanın savunması için yaşamını ortaya koymuş; kuva-yi millîyeyi örgütleyerek düşmana karşı koymuştur. Üstlerinden gelebilecek her türlü tehdidi hiç dikkate almamış; bütün iradesini ulusal duygularına vermiştir. Bu özelliğini o, son nefesine kadar muhafaza etmiştir.
Bu büyük insanın tarihe geçmiş hizmetleri, bütün genç nesiller için daima örnek olacaktır.​
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

İzzettin Çalışlar


İzzettin Çalışlar
(1882 - 1951)

Asker, Kurtuluş Savaşı komutanlarından ve siyaset adamı. 1882 yılında Yanya’da doğdu. İstanbul’da Milli Savunma Bakanlığı Personel Dairesi emrinde çalışmayı reddederek Mudanya’da Milli Mücadele kuvvetlerine katıldığında (1 Temmuz 1920) yarbaydı. O tarihe kadar Üsküp’ten Anafartalar’a uzanan çeşitli yerlerde görev yaptı. Çalışlar, Milli Mücadele’yi yürüten kuvvetlerden 23. Tümen komutanlığına atandı, 20. Kolordu’nun da komutan vekilliğiyle görevlendirildi. Kütahya-Eskişehir, Birinci ve İkinci İnönü ve Sakarya Meydan Savaşları’nda tümen ve grup komutanı olarak bulundu. 1921′de albaylığa, 1922′de generalliğe yükseldi. 1926′da korgeneral oldu. Bu sırada 1. Ordu’ya komuta ediyordu ve bir ara İzmir valiliği ile Askerği Mahkeme üyeliği de ek görev olarak kendisine verilmişti. Çalışlar, 1930′da orgeneralliğe yükseltildikten sonra ordu komutanı olarak 1939′a kadar görevini sürdürdü. Emekliye ayrıldıktan sonra Aydın (1939), Muğla (1940 ve 1943), Balıkesir (1943) milletvekili olarak Meclis’de bulundu. 1951 yılında İstanbul’da öldü.

(Canakkale’de Bnb. İzzettin)
ESERLERİ
On Yıllık Savaşın Günlüğü
Balkan, Birinci Dünya ve İstiklal Savaşları
İzzeddin Çalışlar
Yapı Kredi Yayınları / Cumhuriyet ve Türkiye Dizisi
I. Dünya Savaşı’nda tümen, kolordu ve ordu kurmay başkanlığı yapmış olan Orgeneral İzzettin Çalışlar’ın (1882-1951 )
çeşitli cephelerde yazmış olduğu bu günlüğün özelliği, onun kendi anılarının yanı sıra, iki buçuk yıl kurmay başkanlığını
yaptığı Atatürk’ün yaşamının da bir kesitin vermesi. Günlüğün 2 Ağustos 1914 - 9 Aralık 1917 dönemini kapsayan bölümü 1993′te,
“Atatürk’le İkibuçuk Yıl - Orgeneral Çalışlar’ın Anıları” adıyla Cumhuriyet’in 70. Yılı’na armağan olarak YKY’de yayımlanmıştı… İlk yayın sırasında varlığı bilinen, ancak bulunamayan bölümleri de bulundu günlüğün: yayımlanan dönemle ilgili noksan günlerle,
-ailevi bilgiler olabileceği düşüncesiyle- ilk yayına alınmayan notlar saptandı. Böylece günlüğün tümü,1912-1922 dönemini kapsayacak biçimde
yayımlanıyor. 14 özgün fotoğrafla birlikte ve yazım dokusuna dokunulmadan yayımlanan
günlüğün ekinde Mustafa Kemal’in I. Dünya Savaşı anıları da yer alıyor.​
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Cafer Tayyar Paşa


Cafer Tayyar Eğilmez
(1877 - 1958)


A- AİLESİ VE EĞİTİMİ

Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında önemli görevler üstlenen ve Milli Mücadele Dönemi’nin “Trakya Milli Kumandanı” olan Cafer Tayyar Paşa, 1877’de Kosova Vilayeti’ne bağlı olan Priştine Sancağı’nda doğdu. “Çolakoğulları” lakabıyla tanınan Anadolu kökenli bir ailedendir.Babası Emin Efendi, gönüllü olarak Osmanlı Ordusuna katıldı. Genç yaşında Süvari Yüzbaşısı rütbesine terfi etti. Alay komutanı olarak katıldığı 1877-78 Türk Rus Savaşı’nda Plevne’de şehit oldu. Babası’nın şehit düştüğü sırada dünyaya gelen Cafer Tayyar Paşa, 10 yaşındayken Annesini de kaybetti1.Büyük Ağabeyi İsmail Hakkı Bey 1872’de doğmuştur. Harp Okulu mezunudur. Çocukluk ve gençlik yıllarında Cafer Tayyar Paşa’nın yetişmesinde etkili olmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti Mensubu olan İsmail Hakkı Bey, çeşitli askeri ve idari görevlerde bulunmuş, 1918’de Bursa Valisi iken vefat etmiştir.
Cafer Tayyar Paşa’nın diğer Ağabeyi Ahmet Hamdi Bey 1875’de doğdu. O da diğer kardeşleri gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyesiydi. Harp Okulu’nu bitirdikten sonra askeri okullarda öğretmenlik yaptı. Mayıs 1920’de Cafer Tayyar Paşa’nın Trakya’daki faaliyetleri ve İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olduğu için tutuklandı. Sekiz ay tutuklu kaldıktan sonra Anadolu’ya geçen Ahmet Hamdi Bey 1948 yılında İstanbul’da ölmüştür2.
Cafer Tayyar Paşa, eğitimine Drama İdadi-i Mülkiye Mektebinde başladı. Şehit asker çocuklarının askeri okullara yatılı olarak kabulleri için çıkanları bir İrade-i Seniyye üzerine kardeşleri Manastır Askeri İdadisi’ne, Cafer Tayyar Paşa da Manastır Askeri Rüştiye Mektebine kayboldu. Eğitimini Manastır Askeri İdadisi’nde sürdürdü3.
Cafer Tayyar Paşa, Manastır Askeri İdadisini başarıyla bitirdikten sonra 1 Mart 1898’de İstanbul’da Harp Okulu’na kayboldu. Süvari Teğmeni olarak Kurmay sınıfına seçildi. 9 Ocak 1902’de Üsteğmen oldu. 4 Ocak 1902’de Harp Okulu’ndan ilk on kişi arasına girerek mezun oldu4.
Cafer Tayyar Paşa’nın Okul arkadaşları arasında Ali Fethi Okyar, Hafız Hakkı, Ali Fuat (Erdem) Kara Vasıf (Karakol) gibi şahsiyetler bulunuyordu5. Dönemin diğer sivil ve asker aydınlan gibi öğrencilik yıllarında “hürriyet ve yenilik hareketleriyle” ilgilendi. Kendi deyimiyle “faal bir teşkilata girmemekle beraber fikri yapısı bu dönemde olgunlaştı”6.
B- CAFER TAYYAR PAŞA’NIN I. DÜNYA SAVAŞINA KADAR ASKERİ VE SİYASİ FAALİYETLERİ
Harp Okulu’ndan Kurmay Yüzbaşı Rütbesiyle mezun olan Cafer Tayyar Paşa, Stajını yapmak üzere merkezi Selanik’te olan III. Ordu emrine verildi. İlk görevi Üsküp’te bulunan “Yetmişikinci Nizamiye Alayı’na bağlı Üçüncü Tabur, ikinci Bölük Kumandanlığı” idi. Bu sırada Makedonya Bölgesi son derece karışıktı. Bulgar, Sırp Rum ve Arnavut çeteleri birbirleriyle ve Türklerle çarpışmaktaydı. Cafer Tayyar Paşa eşkiya takibinde görev aldı.
Komonova’da Bulgar çeteleriyle çarpıştı. 12 Mayıs 19O5’te Yemniya Tepelerinde güçlü bir Sırp Çetesini yenilgiye uğratarak ilk askeri başarısını gerçekleştirdi7. Komonova, Eğri Palanka ve Karatova Kazalarının Eşkıya Takibi Müfettişliğine atandı. Bölgedeki Sırp ve Bulgar çetelerinin etkisiz hale getirilmesinden sonra Üsküp Topçu Alayı’na gönderildi ve stajını burada tamamladı. Cafer Tayyar Paşa, Eşkıya takibindeki hizmetleri nedeniyle 5 Haziran 19O5’te Dördüncü Rütbeden Osmani ve 14 Aralık 19O5’te Dördüncü Rütbeden Mecidi Nişanlan ile ödüllendirildi8.
25 Mart 19O6rda kolağası olan Cafer Tayyar Paşa, Kosova Mıntıka Kumandanlığı, Kurmay Başkanlığına tayin edildi9. Makedonya’da çıkması muhtemel olan bir ihtilalde komitelerin faaliyetlerini engellemek amacıyla tedbirler almak üzere Köprülü’de Enver Paşa ile görev yaptı. Bu arada ittihat ve Cemiyeti’ne üye olarak Cemiyet’in Üsküp Şubesi’nin kuruluşunda görev aldı. Bölgede Cemiyet’in teşkilatlanmasında aktif olarak çalıştı10. 24 Şubat 19O8’de Binbaşı Rütbesiyle Onyedinci Nizamiye Alayı Birinci Takip Taburu Kumandanı oldu.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra1’ uygulamalardan memnun olmayan Arnavutlar, özellikle Avusturya ve Rusya’nın da teşvikiyle ayaklanmaya başladı. Cafer Tayyar Paşa, Metrovice Tümeni Kurmay başkanı olarak Arnavutların isyanını bastırmakla görevlendirildi. Metrovice, İpek ve Gosniye bölgelerindeki isyanlara karşı yapılan harekatı idare etti. Bu sırada ittihat ve Terakki Muhalefeti’nin etkisiyle 31 Mart Vakası mey Şevket Paşa’ya asi Arnavutların İstanbul’a müdahale etmesini engelleyeceğine dair teminat vererek bulunduğu bölgede bu görevi üstlendi. İstanbul’a giden Hareket Ordusu, kısa sürede duruma hakim oldu. II. Abdülhamit tahttan indirilerek V. Mehmet Reşat padişah oldu12. II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi O’na sempati duyan Arnavut halkının İttihat ve Terakki’yi duydukları düşmanlığı artırdı. Arnavut milletvekilleri, Avusturya, Karadağ ve italya’nın da teşvikiyle isyan büyüdü. Hükümet isyanı sonlandırmak amacıyla ıslahat tedbirleri almaya başladı13. Cafer Tayyar Paşa, 1909 Ağustos ayına kadar ipek çevresi ve Ragova’daki isyancı Arnavutlara karşı yapılan harekatı idare etti. 7 Ağustos 1909’da Tasviye-i Rütep Kanunu ile rütbesi Kolağası’na indirildi14.
Cafer Tayyar Paşa, 8 Eylül 1909’de Aydın Eşkıya Takip Kumandanlığı, Takip Müfrezesi Komutan Yardımcısı oldu. Burada Rum çetelerine karşı başarılı mücadele verdi. 18 Ekim 1909’da Aydın Divan-ı Harb Üyesi oldu. 26 Ocak 1910’da Ödemiş Divan-ı harb Reisliğine tayin oldu. Bu sırada Almanya’da eğitim almak isteğiyle istifa ettiyse de izin verilmemesi üzerine Genelkurmay Başkanlığı 3.Şube emrine alındı. 27 Nisan 1910’da Binbaşı Rütbesine terfi etti.
1910’da Arnavutluk’taki olayların artması üzerine Hükümet bölgede örfi idare ilan etmişti. Cafer Tayyar Paşa’nın İpek Sancağı Mutasarrıfı olan Ağabeyi 1. Hakkı Bey de olaylarda yararlanmıştı. Cafer Tayyar Paşa, Kosova Mürettep Kolordusu’nda görevlendirdi. Kolordu Kurmay Heyeti’nde bulunan Kazım Karabekir ve Aziz Samih Beylerle Arnavutların etkili olduğu Çilova Boğazı’nın açılışında görev aldı. Kazım Karabekir Paşa ile dostlukları burada başladı15, isyanın bastırılmasından sonra Yakova Divan-ı Harb Başkanı, 15 Temmuz 1910’da Kosova Divan-ı Örfî Başkanlığına getirildi16.
Cafer Tayyar Paşa, 4 Ağustos 1910’da İpek Sancağı Mutasarrıflığı’na atandı. 19 Ekim 1910’da îpek Kumandanlığı da O’na verildi17. Hükümet isyanlar sırasında oluşan zararları gidermeye çalışırken Karadağ sınırında yaşayan Malisörlerin18 isyanı başladı. Cafer Tayyar Paşa Kosova Mürettep Kolordusu 4. Tümen Kurmay Başkanlığına atandı. 15 Mayıs - 16 Haziran 1911 arasında yapılan beş büyük çarpışmada bizzat birliğinin başında Malisörlerle çarpıştı. Salıca, Kaprişka ve Barana bölgeleri Malisörlerden aldı. Malisörler Karadağ’a sığındıysa da Hükümet’in genel af ilanı vb. imtiyazlar vermeye başlaması üzerine geri dönmeye başladılar19. Cafer Tayyar Paşa Dahiliye Nazın Halil Bey ile görüş ayrılığı üzerine îpek’teki görevlerinden istifa etti. Genelkurmay Başkanlığı 4. Şubesi emrine verildi. 14 Ekim 191 l’de Rumeli’de Mustahfız Taburlarının kurulmasında görev aldı20.
Bu sırada Arnavutluk’ta yeni bir isyan başladı, isyanın merkezi ipek ve Yakova Sancaktan idi. Hükümet (Harbiye Nazın Mahmut Şevket Paşa’nın isteğiyle) tecrübesinden dolayı Cafer Tayyar Paşa’yı yeniden İpek Sancağı Mutasarrıf ve Kumandanlığına atadı (29 Aralık 1911). Cafer Tayyar Paşa’ya göre Hükümet’in Arnavutluk’ta uyguladığı siyaset yanlıştı. Her isyan sonunda verilen tavizler, özellikle genel af ilanı yeni isyanlara sebep oluyordu. O’na göre bölgenin idaresinde “adil, fakat kuvvete dayanan” bir sistem uygulanmalıydı. Aslında Malisörlere verilen imtiyatlar yeni bir isyana sebep olmuştu. İsyanlar İtalya, Rusya, Avusturya ve Karadağ tarafından da destekleniyordu21.
Cafer Tayyar Paşa, İpek’de Orfi İdare ilan ederek emniyeti sağlamak için tedbirler aldı. Islahat programı dahilinde yollar, okullar, resmi binalar yapımına hız vererek, idari düzenlemeler yapmaya çalıştı22. Bu sırada Ordu tam anlamıyla siyasetin içindeydi. İttihat ve Terakki karşıtı, Hürriyet ve İtilaf Yanlısı Subaylar “Halaskaran Grubu”nu kurdular. Hürriyet ve İtilaf Fırkası hükümet değişikliği için Arnavutların isyanını kullanmak istiyordu. Arnavutların isyanını bastırmakla görevlendirilen 1. ve 21. Tümenlerdeki subaylar asi Arnavutlarla anlaştılar. Cafer Tayyar Paşa’yı da kendileriyle işbirliği yapması için ikna etmeye çalıştılar. Cafer Taylar Paşa, onlara yaptıklarının yanlış olduğunu anlatmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Hükümet istifa etti, yerine kurulan Gazi Ahmet Muhtar Paşa Hükümeti, Arnavutluk’ta ıslahat yapmaya başladı. Cafer Tayyar Paşa, olayların Arnavutluk’un Osmanlı Devleti’nden ayrılma noktasına doğru gittiğini, olayların ve halkın isteklerinin bitmeyeceğini anlamıştı23. 3 Ağustos 1912’de İpek Sancağı Mutasarrıf ve Kumandanlığı görevlerinden istifa ederek ayrıldı. İstanbul’da 3. Seferberlik Şubesi’ne tayin edildi.
Mart 1912’den itibaren Balkan Devletleri arasında anlaşmalar yapmakta idi. Osmanlı Devleti’nin Balkan Devletleriyle ilişkileri gerginleşirken, ordudaki ikilik, halk arasındaki siyasi kargaşa sebebiyle iç ortamında oldukça bozuktu. Ordu sayıca olmasa da donanım ve disiplin bakımından yetersizdi. Balkan Savaşı 17 Ekim 1912’de başladı.
Cafer Tayyar Paşa, Balkan Savaşı’nda Osmanlı Doğu Ordusu, 16. Kolordu Kumandanlığı, Kurmay Başkanlığına atandı. Doğu Ordusu Edirne, Kırklareli, Paşmaklı civarında görevlendirildi. Doğu Ordusu taarruza gerçikten hemen sonra Kırklareli civarında büyük kayıp vermiş, geri çekilmeye başlamıştı24. Ordu Vize ve Lüleburgaz’a çekilip toparlanmaya çalışırken 1 Kasım 1912 günü cepheye ulaşan Cafer Tayyar Paşa’ya Pınarhisar-Kıraklareli arasındaki mevzilerden, diğer birliklerin geçişini “himaye” görevi verildi. Görevini tamamladıktan sonra Doğu Ordusu’ndan oluşturduğu bir “piyade alayı” ile Osmanlı Ordusu’nun Bulgarlar’a önemli kayıplar verdirdiği Vize muharebelerine katıldı. Ordu umumi ricat emriyle Çatalca’ya çekildi25. Buradaki düzenleme ile Cafer Tayyar Paşa, Doğu Ordusu 2. Kolordu Kurmay Başkanlığına getirildi. 28 Ocak 1913’te Batı Ordusu’nda görevlendirildi. Buradaki ilk görevleri hakkında açık bilgiye sahip değiliz26. Lüşne’de Sirplar’la çarpışmış, burada tifüs hastalığına yakalandıktan sonra 20 Mayıs 1913’te İstanbul’a döndü. İstanbul’da “Üsküdar Ciheti Kumandanlığı” görevine getirildi (14 Haziran 1913). Ancak Cihet Komutanlıkları kaldırılınca 10 Aralık 1913’te İstanbul’da Askeri mahkeme üyesi oldu. Kışı bir süre sonra İzmir’deki 4. Kolordu Kurmay Başkanlığı’na tayin oldu.
Cafer Tayyar Paşa’ya Balkan Savaşı sonunda iki yıl kıdem verilmiş, 9 Aralık 1914’te Kaymakam (Yarbay) rütbesine terfi etmiştir.
C- 1. DÜNYA SAVAŞI SAVAŞINDAKİ FAALİYETLERİ
1. Çanakkale Cephesi
Cafer Tayyar Paşa, Osmanlı Devleti fiilen savaşa girdiği sırada Birinci Tümen Kumandanlığına tayin edildi. Bir süre Tümen’in eğitimi ve eksikliklerini tamamlamak amacıyla27 İstanbul’da kaldıktan sonra Çanakkale (Seddülbahr) Cephesinde görevlendirildi. Ancak cepheye ulaştığında emrindeki tümenin iki alayı yeni oluşturulan Asya Grubu’na verilmiş, 124. Alay da II. Kolordu emrine verilerek bölünmüştü. Cafer Tayyar Paşa, bu uygulamaya karşı çıkmış, Seddülbahr cephesindeki tahkimatın yetersiz olduğunu görerek II. Kolordu Komutanı ile tartışmıştı. O’na göre tahkimatın yetersizliği yanında cepheye yeni gelen her birlik taaruza geçilerek daha etrafını tanımadan eritiliyordu. Burada taarruzu karşı taarruzla karşılamak ve tahkimatı güçlendirmek kayıpları azaltacaktı. Aslında, cephedeki bazı Türk subaylar da Cafer Tayyar Paşa ile aynı görüşte idi28. I Tümen 124. Alay’ın vermiş olduğu ağır kayıp sonunda Tümenin bütün birlikleri tekrar Cafer Tayyar Paşa’nın idaresine verildi. Aynı zamanda Seddülbahr cephesindeki tahkimatın Cafer Tayyar Paşa tarafından yönlendirilip yaptırılması emri de verildi29.
Ağustos 1915 sonlarında Anafartalar ve Seddülbahr cephelerinde savaş eski hareketliliğini kaybetmiş, siper çatışmaları yapılmaya başlanmıştı. Cafer Tayyar Paşa komutasındaki I. Tümen’in bağlı olduğu “14. Kolordu ve sağ cenah kumandanı” Trommer Paşa tebdili hava olarak Edirne’ye gidince O’nun görevleri vekaleten Cafer Tayyar Paşa’ya verildi30. Ancak, 9 Eylül 1915’te yürüttüğü görev Albay Konengiesser’a verildi. Cafer Tayyar Paşa yürürlükteki nizamnameye göre Kolordunun en kıdemli Tümen komutanı olarak kendisinin yürütmesi gereken bu görevlerin bir alman subayına verilmesine sinirlenerek ordudan ayrılmak istedi. İtirazları sonunda 31 Eylül 1915’te tekrar 14. Kolordu ve I. Mıntıka komutanlıklarına vekaleten adandı.
Cafer Tayyar Paşa Çanakkale Cephesi’ndeki hizmetlerinden dolayı üç yıl “kıdem zammı” alarak 14 Aralık 1915’te Albay oldu. Gelibolu Yarımadası’nın İtilaf Devletleri tarafından tahliyesi tamamlandıktan sonra (9 Ocak 1916) İstanbul’a döndü.
2. Kafkas ve Irak Cephelerindeki Faaliyetler
Cafer Tayyar Paşa, İstanbul’da I. Tümen’e yeniden savaş gücü kazandırmaya çalıştı. Kafkas Cephesi’nde Rusların Muş, Tatvan, Bitlis’i işgal edip Erzurum’u da almaları sonunda Çanakkale Cepheleri’nden dönen birliklerin bölgeye gönderilmesine karar verildi. II. Ordu’ya bağlı I. Tümen komutanı olarak Kafkas Cephesine gitti (Haziran 1916). Emrindeki I. Tümen Çapakçur ve Oğnut’ta Ruslara karşı başarılı savunmalar yaptı. Cephede Oğnut Bölgesi’ndeki aşiret alayları ve milisler de Cafer Tayyar Paşa’nın emrine verilmiştir. 27 Temmuz-1 Ağustos 1916 tarihleri arasında verilen mücadele sonucu Cafer Tayyar Paşa idaresindeki I. Tümen olağanüstü başarı göstererek Ruslara üç binden fazla kayıp verdirmiştir31.
Cafer Tayyar Paşa, 2-3 Eylül 1916’da Mürettep Kolordu Kumandanlığı’na tayin edildi. Karir dağlan, Göynük ve Çorsan bölgesinin tahkimi ve savunmasında görev aldı. Cephedeki yeni düzenlemeyle II. kolordu kumandanlığına atandı (25 Eylül 1916). II. Kolordu, Mustafa Kemal Paşa komutasındaki II. Ordu’ya bağlıydı.
Cafer Tayyar Paşa 8 Nisan 1917’de Irak Cephesi’nde 18. Kolordu komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın isteği ile karşılıklı görev değişikliğini kabul ederek 18. Kolordu kumandanı oldu32. 18. Kolorduya bağlı birlikler Dicle yakınlarındaki Tikrit bölgesinde İngilizlere karşı eldeki imkanları ölçüsünde başarılı savunma yaptı. 18. Kolordu ihtiyaç sevkiyatındaki zorluklar vb. sebeplerle Tikrit’ten Cebel-i Harameyn mevkine yerleştirildi. Haziran 1918 sonlarında 18. Kolordu lağvedildi.
Cafer Tayyar Paşa 14 Temmuz 1918’de “Kuzey Kafkas Kumandanlığı”na atandıysa da 6 gün sonra, Talat Paşa’nın isteği ile İstanbul’da bulunan I. Kolordu komutanlığına getirildi33. Bir tarafta I. Kolordu birliklerine düzenlemeye çalışırken İstanbul’da asayişin sağlanması, Boğazlardan geçişin kontrolü gibi görevleri yerine getirdi. Firariler ve kurulan çetelerin faaliyetlerine karşı tedbirler aldı34.
14 Eylül 1918’de İngiliz, Fransız ve Sırp Birlikleri Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Bulgaristan’a karşı gelen taarruza geçmişti. Durumun nazikliğinden dolayı savunmasız durumda bulunan Doğu Trakya’ya asker gönderilmesine karar veren Harbiye Nezareti, Cafer Tayyar Paşa komutasındaki I. Kolorduyu bölgeye gönderdi (29 Eylül 1918). Cafer Tayyar Paşa, emrindeki birliklerin ihtiyaçlarını temin etmeye ve savunma tedbirleri almaya çalıştı35. Bu sırada Bulgaristan’ın mütareke imzalamasından sonra Almanya ve Osmanlı devleti de mütareke imzaladı.
D. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDEKİ FAALİYETLERİ
Cafer Tayyar Paşa, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı gün İstanbul’daydı. Burada askeri ve sivil şahsiyetlerle görüştü36. Yapılan görüşmeler sonunda Türkiye’nin Avrupa’daki son toprağı olan Doğu Trakya (Edirne Vilayeti)’nin savunmasının önemi üzerinde duruldu. 2 Kasım 1918 günü İstanbul’da bulunan Trakya ileri gelenleri toplanarak Trakya’nın kaderini görüştüler. Bu görüşme ile Trakya-Paşaeli Müdafai Hukuk Cemiyeti’nin ilk nüvesi oluşturulmuştur37. Cafer Tayyar Paşa aynı gün Edirne’ye gitmek üzereyken Ağabeyi İsmail Hakkı Bey’in ölümünü haber alarak Bursa’ya gitmiş, cenaze töreninden sonra Edirne’ye dönmüştür.
2 Aralık 1918’de resmen kurulan Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi Cemiyeti38 ile işbirliği yaptı. Cemiyet üyelerinin büyük kısmı, siyasi yollarla mücadeleden yanaydı. Az bir kısmı silahlı savunmadan başka bir çare olmadığının bilincindeydi. Balkan savaşı sonrasında Bulgaristan sınırında kalan Batı Trakya’yı da birlikte düşünüyorlardı.
Cafer Tayyar Paşa, Doğu Trakya’nın Yunan işgali ihtimaline karşı hazırlıklara başladı. Mondros mütarekesi hükümlerine göre terhis edilmeleri gereken erlerin terhisini geciktirmeye çalıştı. Silah ve cephaneyi mümkün olduğunca elde tutmaya gayret etti. Doğu Trakya’daki İngiliz kontrol subayları ve İstanbul Hükümeti’nin emirlerine rağmen Jandarma teşkilatını takviye etti. İç asayişi sağlamak amacıyla yeni birlikler oluşturuldu39. Buradan geçişi bir süre için Trakya’ya alınan Tekirdağ’daki XIV. Kolordu Komutanlığına atanmış olan Kazım Karabekir Paşa ile görüştü. Görüşmelerinde İstanbul’un güvenliği açısından Edirne’nin savunmasının önemi konusunda görüş birliğine vardılar40. Kazım Karabekir Paşa’nın Doğu Anadolu’ya gidişinden sonra Hükümet O’nun emrindeki 55. Tümeni de Cafer Tayyar Paşa’nın idaresine bırakmıştı. Doğu Trakya’da I. Kolordudan başka birlikte kalmamıştır.
Bu arada İstanbul Hükümeti Cafer Tayyar Paşa’ya İtilâf Devletleri temsilcilerine yardımcı olması konusunda baskını sürdürmekte idi. Cafer Tayyar Paşa’nın Yunanistan’dan gelen Trakya Demiryolu Muhafaza Taburu’nun yerli Rumları silahlandırma hatta Türk subaylarına harekete varan taşkınlıkları sebebiyle değiştirilmesi için İtilâf Devletleri nezdinde ve Osmanlı Hükümeti’ne yaptığı başvuruları sonuçsuz kaldı41.
Bu arada Paris Barış görüşmelerinde İzmir ve çevresi ile ilgili tartışmalar sona ermiş “İzmir’i işgal hakkı” Yunanistan’a verilmişti. 15 Mayıs 1919 günü İzmir’in işgalinden sonra Doğu Trakya’nın akıbeti de belirginleşti. Cafer Tayyar Paşa, Doğu Trakya’nın İstanbul’a yakın olmasından dolayı her türlü ihtiyacını buradan sağlamak zorundaydı. Bu nedenle İstanbul Hükümeti ile ilişkilerini sürdürmüş, Hükümeti Edirne’ye yardımcı olmaya ikna etmeye çalışmıştır. Yunanlıların Faaliyeti ve İzmir’in işgalinden sonra Trakya’yı da işgal etmelerinin İstanbul’u tehlikeye düşüreceğini anlatan raporunu Harbiye Nezareti’ne göndererek seferberlik ilan etmek için yetki istemişse de beklediği desteği alamamıştır42.
İzmir’in işgalinden sonra Anadolu’ya geçerek Milli Mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal Paşa ile işbirliği halinde Trakya’daki Mücadeleyi sürdürmeye çalıştı43. Mustafa Kemal Paşa ile Cafer Tayyar Paşa’nın işbirliği Trakyalıların maneviyatını güçlendirdi. Sivas Kongresi’nde Anadolu ve Rumeli’deki Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetleri birleştirildi. Sivas Kongresi’ne Edirne’den temsilci gönderilmemiş ancak Kongre Kararlarına uyulacağı bildirilmişti. Trakya Paşaeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin bir şubesi olarak çalışmaya başladı. Cafer Tayyar Paşa, I. Kolordu’ya bağlı Tümen komutanlarından görev bölgelerinde milli teşkilatlanmanın gerçekleştirilmesini ve resmi görevlilerle halkın yardımını sağlamalarını istedi. Ancak halkın büyük kısmı ve bazı idareciler Trakya’da silahlı savunma yapılmasına karşıydı. Milli teşkilatlanmaya engel oldular. Özellikle Tekirdağ Mutasarrıfı büyük zorluklar çıkarmıştır. Bu durum Trakya’daki Mücadele’yi olumsuz olarak etkiledi. Cafer Tayyar Paşa’nın bütün çabalarına karşılık teşkilatlanma tam anlamıyla başarılı olamadı.
16 Mart 1920 günü İstanbul’un resmen işgali üzerine Cafer Tayyar Paşa İstanbul’la irtibatını büyük ölçüde keserek, aynı gün yayınladığı Kolordu emriyle Doğu Trakya’da seferberlik ilan etti. İstanbul’la olan telgraf hattı kapatıldı, buradan gelen yayınlara sansür koydurdu44. 19 Mart 1920’de Edirne Selimiye Camii’ndeki Miting’den sonra toplanan askeri ve mülki görevliler arasında Trakya’nın savunmasında izlenecek yol tartışıldı. 31 Mart - 2 Nisan 1920 tarihlerinde gerçekleştirilen Lüleburgaz Kongresi’nde “Trakya’da iç ihtilal ve yabancı işgaline karşı müdafaa mukavemet” kararı alındı. Cafer Tayyar Paşa’nın görevi savunma kararını askeri komutan olarak uygulamaktı. Kongrenin aldığı karar TBMM’nin açılış hazırlıklarını yürütmekte olan Mustafa Kemal Paşa’ya bildirildi. Aynı Kongre’de Cafer Tayyar Paşa TBMM’ne Edirne Milletvekili seçildi45.
Kolordu’nun seferberlik ilanıyla artan ihtiyaçlarını sağlamakta zorlanan Cafer Tayyar Paşa, İstanbul Hükümeti ile ilişkisi olan Edirnelilerin teşviki ve Trakya-Paşaeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin aldığı karar neticesi İstanbul’a gitti46. Ancak İstanbul’da bulunduğu sırada beklediği yardımı alamadığı gibi Kolordu Komutanlığı’ndan da azledildi. Cafer Tayyar Paşa’ya TBMM tarafından “Rumeli Umum Komutanlığı” unvan ve selahiyeti verildi. Edirne’nin savunmasıyla ilgili derin tartışmaların yapıldığı Edirne Kongresi’nde Cafer Tayyar Paşa’ya “Trakya Milli Kumandanı” unvanı verildi47.
İstanbul Hükümeti tarafından I. Kolordu Komutanlığına atanan Muhittin Bey, Edirne Kongresi kararlarına rağmen açıkça seferberlik ilan etmedi. Muhittin Bey, Milli Mücadele’ye taraftar olmasına rağmen İstanbul’la irtibatın devam etmesini Trakya’nın Savunması için gerekli olduğuna inanıyordu. İstanbul’la olan telgraf hattını açarak ilişkilerini devam ettirdi. İstanbul basınının Milli Mücadele aleyhindeki yazılan halkın silahlı mücadele azmini kırdı. Muhittin Bey sonunda seferberlik ilan etti. 14 Mayıs 1920 tarihli Kolordu seferberlik emriyle 1316 doğumluları Jandarma birliklerinde toplanmaya çağırdı, doğrudan Kolordu’ya almadı. Bu durum Muhittin bey ile Cafer Tayyar Paşa’nın mücadele konusundaki fikir ayrılıklarını ortaya koydu. Milli Komutan Cafer Tayyar Paşa ile O’na bağlı çalışması gereken Kolordu Komutanı savunma planlan üzerinde de anlaşamadı, emir komuta zinciri gerçekleşmedi48. Bu durum Doğu Trakya’nın savunmasını olumsuz yönde etkiledi. Milli Mücadele’nin belli bir plan üzerinde gerçekleşmemesine neden oldu. Mustafa Kemal Paşa’nın Trakya harekatını mümkün olduğunca uzatılması yönündeki emrine rağmen I. Kolordu Komutanı’nın Yunan saldırısı başlamadan önce verdiği emirle başarısızlık durumunda Ordu birliklerinin Bulgaristan’a geçmesini planladığını açıklaması da sonucu etkiledi.
Yunan Ordusu, 20 Temmuz 1920’de taarruza geçti. Marmara kıyısında başlayan çıkarma ile Ereğli ve Sultanköy’e giden Yunan Ordusu, aynı anda Tekirdağ kıyılarına da çıkarma yapma imkanı buldu. Tekirdağ’daki 55. Tümen, kısa sürede dağıldı. 55. Tümen’in yenilgisi 60. Tümeni de zor durumda bıraktı. 23 Temmuz 1920 günü Kolordu Karargahında toplanan Cafer Tayyar Paşa ve Muhittin Bey I. Kolordu’yu Babaeski’de toplayarak savaşı sürdürme kararı aldılar. Cafer Tayyar Paşa, durumu değerlendirmek amacıyla Kolordu Süvari Takımının bir kısmıyla sivil olarak Havsa-Babaeski yönüne keşfe gitti. Bu sırada bir Yunan Piyade Bölüğü ve bir süvari takımının ateşi arasında kaldılar. Açılan ateş sonucu attan düşen Cafer Tayyar Paşa, yanındakiler tarafından öldü sanılarak baygın bir şekilde bırakılmış Bostanlı Köyü halkı tarafından Yunanlılara teslim edilmiştir. İki gün Edirne’de tutulduktan sonra Atina’ya gönderilmiştir49.
Cafer Tayyar Paşa’nın esaret hayatı oldukça sıkıntılı geçti. Attan düştüğü sırada başından aldığı darbe sebebiyle rahatsızlığı devam ettiğinden dolayı Atina’da bir hastanaye yatırılmıştı. Burada Yunan Gazetecileriyle yaptığı görüşmede Anadolu’daki Milli Mücadele’nin başarısından emin olduğunu ve Yunanistan’ın İngiltere’nin “maşası” olarak Anadolu’da bulunduğunu ifade ettiğinden nisbeten iyi olan hastane günlerinden sonra sıkıntılı bir esaret dönemi geçirmiştir50. Esareti, Lozan’da (30 Ocak 1923) yapılan anlaşma gereği karşılıklı esir değişimi sonucu 4 Haziran 1923’te sona erdi.
E- MİLLİ MÜCADELE SONRASI ASKERİ VE SİYASİ FAALİYETLER
Cafer Paşa’nın esaretten dönüş tarihi TBMM’nin yeniden seçilmek üzere dağıldığı günlere rastlanmıştı. Mustafa Kemal Paşa Meclis’teki odasında kendisini ziyaret eden Cafer Tayyar Paşa’yı esareti ve Trakya harekatının başarısızlığından dolayı teselli etmiş ve O’nu Trakya’daki seçimleri idare etmekle görevlendirmişti51. Yapılan seçimlerde Cafer Tayyar Paşa TBMM’de İkinci Dönem Edirne Milletvekili olarak yer aldı52.
Cafer Tayyar Paşa, 12 Ağustos 1923 günü, M. Kemal Paşa ile T.B.M.M.’deki odasında yaptıkları özel görüşme sonunda 7. Kolordu Komutanlığı’na atandı. Bu sırada Musul Meselesi gündemdeydi. Bu nedenle Diyarbakır’da güçlü birliklerin bulundurulması gerektiğini ifade eden M. Kemal Paşa, bölgede güvenilir birinin bulunması gerektiğini bu sebeple kendisini düşündüğünü belirtmişti. Cafer Tayyar Paşa, Musul’un Mondros Mütarekesi’ne aykırı olarak işgal edildiğini, kendisinin de Musul’u almasının mümkün olabileceğini, bu konudaki sorumluluğun kendisine bırakılmasını istedi. M. Kemal Paşa’da bunu uygun bulduğunu ve O’na bu konuda güvendiğini belirtti. Cafer Tayyar Paşa’nın Milletvekilliği de devam edecekti53.
Cafer Tayyar Paşa, “üstlendiği tarihi vazife” dolayısıyla bir yandan Kolordu’yu düzene koymaya çalışırken, bir yandan da yerel halkla temasa geçerek bölgede Devlet nüfuzunu yerleştirmeye çalıştı. Burada bulunduğu sırada 24.09.1923 tarihinde Generalliğe (Mirliva) terfi etti. 7. Kolordu’nun sorumluluğundaki bölge oldukça genişti54. Musul’a hareket düzenlemeye hazırlanırken İngilizlerin teşviki ile Nasturilerin isyani başladı55. Hükümet İsyanı bastırma görevini Cafer Tayyar Paşa’ya verdi. Kısa sürede isyan bastırıldı. Cafer Tayyar Paşa, Nasturi isyanını daha çok milli kuvvetlerle gerçekleştirdiğini, hareket sırasında Musul’a yönelmek için Ankara’yla görüştüğünü ancak bu sırada yeni bir savaşı göze alamayan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin kendisine izin vermediğini zaman zaman dile getirmiştir56.
Bu sırada Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa ve Refet Paşa gibi Ordu Komutanı ve Milletvekili olan şahsiyetler milletvekilliğini tercih ederek Ordudaki görevlerinden istifa etmişlerdi. Cafercih etmesi istendiğinde milletvekilliğini tercih ederek 3 Kasım 1924’te Kolordu Komutanlığından ayrıldı57. İki ay Halk Fıkrasından istifa etmeden Milletvekilliğini sürdürdükten sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na üye oldu. Partiye katıldığı ilk günkü konuşmasında nuhalefetin görevinin ülkede demokrasinin yerleşmesine hizmet etmek olduğunu ve yıkıcı bir muhalefetten yana olmadığını ifade etmiştir. Rauf Bey ve Kastamonu Milletvekili Halit Bey’in de bulunduğu bir toplantı da Parti üyelerinden bazılarının gündeme getirdiği “Alay kumandanlarıyla irtibat tesisi” fikrine karşı çıkarak, Ordu ile siyasetin ayrı tutulması gerektiğini aksi takdirde kendisinin partiden ayrılacağını belirterek bu konuda kesin tavır almıştır58.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 3 Haziran 1925’te Hükümet tarafından kapatıldı. Fırka Programındaki “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası efkar-ı itikadat-ı diniyyeye hürmetkardır” ifadelerinin Doğu Anadolu’da çıkan Şeyp Sait İsyanı’nı körüklediği şeklinde yorumlanmıştır59. Cafer Tayyar Paşa ve arkadaşları bağımsız olarak milletvekilliğini sürdürdüler. İzmir’de M. Kemal Paşa’ya karşı yapılması planlanan suikast hazırlığı ortaya çıkarılınca suikastın arkasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası olduğu iddiası üzerine Cafer Tayyar Paşa, Kazım Karabekir ve Ali Fuat (Cebesoy) gibi Parti mensuplarıyla yargılandı. 27 Haziran 1926’da beraat ettiler60.
Cafer Tayyar Paşa’nın milletvekilliğini süresi 1 Kasım 1927 tarihinde sona erdi. 9 Ocak 1928’de Ordudan da emekli edildi61. Bir daha aktif siyasete dönmeyen Cafer Tayyar Paşa, 3 Ocak 1958’de İstanbul’da vefat etmiş, Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Kanaatimize göre O görevini titizlikle yerine getirmeye çalışan vatanperver bir komutan, iyi bir aile reisi, dürüst bir şahsiyettir. Kazım Karabekir Paşa’nın “Taktik kabul etmeyen adam…” sözleri Cafer Tayyar Paşa’nın baskıya gelemeyen karakterini anlatmaktadır. Bu nedenle soyadı olarak Ailesinin Lakabı olan “Çolakoğulları”nı almak isterken Kazım Karabekir’in “Hiç eğilmeden Eğilmez soyadını al” tavsiyesiyle bu soyadı almıştır.​
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Selahattin Adil


Selahattin Adil Paşa
(1882 - 1961)

19 Ocak 1882’de İstanbul’da dünyaya geldi. 1902’de Kurmay Yüzbaşı oldu. 1905’de Şam’daki 5. Orduyaardından Selanik’teki 3.Orduya atandı.1906’da İstanbul Mekteb-i Harbiye’de öğretmen yardımcısı olarak görev aldı. 31 Mart olayında hareketordusunda görevliydi. Bükreş ataşeliğinde bulundu. Daha sonra Trablusgarp ve Balkan savaşlarına katıldı. I. DünyaSavaşında Çanakkale ve doğu cephelerinde bulundu.
Daha sonra Doğu cephesinde savaştı. 1920’de Fransız kuvvetlerine karşı Kuva-i Milliyeyi kurmak veFransızların yayılmasını önlemek üzere Güney Cephesi komutanlığına atandı. 1921’de Bursa Cephesi II. KolorduKomutanı oldu ve Sakarya muharebesine katıldı. 1 Kasım 1922’de Müdafa-i Milliye Vekaleti Müsteşarı ve İstanbulKomutanı oldu. 1929’da Tüm Generallikten emekliye ayrıldı, 1950-54 yılları arasında Demokrat Parti den Ankara Milletvekilliği yaptı. Anıları, hayat mücadeleleri adı altında yayınlandı (1982). 26 Şubat 1961’de İstanbul’da vefat etti

Çanakkale Cephesindeki Faaliyetleri
Selahattin Adil, 12. Tümen Komutanlığını üstlenmek amacıyla İstanbul’dan Çanakkale’ye hareket etmiştir. GüneyGurubu emrine verilmiş olan 12. Tümenin ilk kademesiyle 9. Mayıs 1915’te Akbaş’ta yarımadaya çıkarılmayabaşlanmıştır.4 Nisan 1915 tarihinde Selahattin Adil’in komuta ettiği 12. Tümen bölgesine bütün Fransuz tümeni ile İngiliz, RoyalNaval Tugayı taarruz etmişse de bu kısımda hemen hemen hiçbir ilerleme kaydedemeyen düşman kuvvetleri yalnızcagurubun sağ yanında bazı mevzi başarıları elde edebilmiştir. 12 Tümen Seddülbahir gurubuna yapılan bu en büyüksaldırıyı, yedekteki alay işe karışmadan yalnız 34. ve 36. alaylarıyla karşılamış ve geri püskürtmüş olduğu gibi düşmanaağır kayıplar verdirmiştir. Ayrıca 500 kadar silah ve 7 makineli tüfek kazandırmıştır. Değerli alay komutanının elindeyetişmiş ve iyi idare olunmuş olan bu birlikler bu başarıya kadrolarının 114’ünü kaybetmek pahasına elde etmişlerdir.Bu sebeple Selahattin Adil Paşa’nıntümeni 13 Haziran 1915’te dinlenmek için gurup yedeğine alınarak yerlerini kuzeygurubundan gönderilen 2. Tümene teslim etmişlerdir.21 Haziran 1915’te düşmanın yeni bir saldırısına esasen kuzey gurubunda 19 Mayıs saldırısında kırpalanmışolan bu iyi yetişmiş mükemmel tümen, Kurmay Başkanı Yüzbaşı Kamil Bey’inşehit olması merkezde 400 metre kadarbir kısım siperlerimizi bırakmaya mecbur kalması ve Fransız birliklerinin Kerevizdere ağzını işgal ve hatta doğuyamaçlarına geçerek savunma hattımızın gerisini tehdit etmesi gibi kötü bir durumun meydana gelmesi üzerine 12.Tümen tekrar eski bölgesine cepheye alınmıştır. Daha sonra 12. Tümen 1-2 Temmuz 1915 günlerinde 83 rakımlı tepenin hemen gerisinde yeni siperler yaparak savunma hattını tamamlamak ve genellikle mevzilerini düzeltmeklegeçirmişti.17 Haziran saldırısını gurupta bulunan başkumandan vekili Enver Paşa’da Alçıtepe’den takip etmiş ve 12.Tümene olan güvenini belirtmiştir.Selahattin Adil Paşa’nın komuta ettiği 12. Tümenin başarı ile neticelendirdiği savaşlardan sonra kesin birdinlenmeye ihtiyacı olduğu değerlendirilerek 5 Temmuz 1915’te yerini guruba yeni katılan 4. Tümene teslim ederekgurup yedeği olarak görev yapacakken ordu tarafından savaş gurubuna katılması emredilmiş ve güney gurubundanayrılarak Bolayır’a hareket etmiştir.10 Temmuz 1915’ten itibaren parça parça gelen birlikler ile Bolayır iskelesi yakınlarında çadırlı ordugahkurulmuştur.7 Ağustos 1915 saat 06.30’da 7. ve 12. Tümenleri ile Anafartalar bölgesine hareketle emir ve kumandayıüstlenmesi Saros Gurup Komutanlığına bildirilmiştir.Selahattin Adil de saat 07.15’te aldığı emre uyarak seyyar jandarma taburlarını 6. Tümen emrinde Sarosbölgesinde bırakmış ve sahil gözetlemesine ayrılmış olan taburlarının toparlanmasını beklemeden yaklaşık 34., 35.,36.Piyade alayları ve bağlı birlikleriyle yaklaşık saat 12’de Kavaklı-Karaburgaz yönünde 7. Tümeni takip ederekharekete geçmiştir. Birliklere gereken emirlerin iletilmesi ve yürüyüş kolunun tertiplenmesinden sonra Selahattin Adil,Kurmay Başkanı ve sınıf arkadaşı Süleyman Bey’le beraber yolda birlikleri teftiş ederek akşam karanlığı basarkenarazi durumunu görmek üzere küçük Anafarta’ya gelmiştir.9 Ağustos 1915 sabahı saat 4’te Tekke Tepe’de 35.alay kumandanı ile buluşan Selahattin Adil’in taburlarıfundalık sırtlarından yavaş yavaş ovaya inmeye başlamıştır.General Hasmilton’un kesin emirleriyle nihayet harekete geçen İngiliz birliklerinin sırtlara tırmanmakta oldukları,ansızın ve yakından atılan tüfek seslerinden anlaşılmıştır. Abbas Bey gibi balkan savaşında kendisini tanıtmış bir alaykumandan8ı elinde yetişmiş ve henüz ateşe girmemiş taze ve dinç bir birliğin karşıladığı yorgun İngiliz taburları 31, 32ve 53. Tümenin 159. Tugayı büyük kayıplarla perişan bir halde sırtlarından aşağı atılmış ve iki üç saatlik bir savaştansonra 53. alay tarafından Anafarta Ovasının ağaçlık düzlüğüne kadar atılmışlar, gemilerin devamlı top ateşi korumasınasığınmışlardır.Selahattin Adil, savaşın başarı ile sonuçlanmasından dolayı ordu Komutanlığının memnun olacağını beklerkenertesi sabah Liman Paşa’nın azarlaması karşısında şaşkın kalmıştır. Paşa, bin başı Wilmer tarafından kendisine verilenbilgiye dayanarak Mastantepe’nin işgal edilmemiş olduğunu bu sebeple raporun doğru olmadığını sert bir dillebildirmişti.
Selahattin Adil ise kendi tümeninin ikji misli üstün düşmanı nispetsiz bir kayıp farkı ile kıyıya atmış olduğundanve tamamen hakim bir duruma geldiğinden dolayı daha fazla atılgan bir devamın daha tehlikeli olabileceğine inanıyordu.Çok hafif bir topçu kuvvetiyle, sayıca üstün ve arkasında kuvvetli bir donanma ateşine dayalı bir düşmana karşı düz veaçık arazide ilerlemenin şimdiye kadar Çanakkale cephelerinde yapılan deneylerle verdiği ters sonuçlardan dolayızararlı olacağını düşünen Selahattin Adil, düşmanın fena şartlar altında yapmak zorunda olduğu taarruza kolayca karşıkoymayı tercih etmişti.Fakat uğradığı bu muameleden derin bir üzüntü ve tümeninin namı adına büyük bir acı duymuştur. ÇünküSelahattin Adil, hayatında şan ve şeref ihtiraslarından daima uzak kalmaya çalışmış ve hangi vazife ise onu bütüngücüyle ve yalnız vatana karşı bir borç bilerek yapmayı kendine amaç edinmiş ve bu düşünceyle yetişmiş, başkasınınlütuf ve himayesine girmeyi onur kırıcı bulan, bütün sakin ve çekingen tabiatına rağmen bu kanaat ve düşüncelerinebütün gücüyle sarılmış ve bu yüzden bu haksız ve hoş olmayan davranışa dayanamamıştır.21 Ağustos 1915’te II.Anafartalar savaşında 12 Tümen komutanı olarak katılmıştı Selahattin Adil. Bu savaştadüşman pek ağır kayıplara uğratılarak geri atılmış ve başarı ümitleri de tamamen kırılmıştı. İngilizlerin asil aileevlatlarından oluşan Hassa süvari tugayı da siperlerimiz önünde tam anlamı ile erimiş varlığı kalmamıştı. Anafartacüzlüğü ve İsmail oğlu yamaçları binlerce düşman cesedi ile örtülmüştü.4 Eylül 1915’te Liman van Sanders 12. Tümenin gece yaptığı taarruz-u keşifler hakkında malumat ister, bubilgileri İzzettin Çalışlar vasıtasıyla alır ama Selahattin Adil’den hiç memnun kalmaz ve 8 Eylül günü 13. Fırka KomutanıHaluk Bey’le yer değiştirir.​
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Asım Gündüz


Asım Gündüz
(1880 - 1970)


Orgeneral Asım Gündüz, 1880′de Kütahya’da doğdu. Kütahya Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra Kuleli Askeri Lisesi’ne girdi. Harbiye ve Harp Akademisi’nde okudu ve kurmay yüzbaşı olarak ordu saflarına katıldı. Harp Akademisi’nde Mustafa Kemal’in sınıf arkadaşıydı. 1920 yılında Mustafa Kemal’in daveti üzerine Ankara’ya gitti ve Garp Cephesi Kurmay Başkanlığı’na getirildi. Cumhuriyet devrinde Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, 2. Başkan ise Asım Gündüz’dü (Paşa). Asım Paşa, 1946 yılında emekli olana kadar bu görevi yürüttü. 14 Ocak 1970′de vefat etti.



1901′de Harp Okulu’nu, 11 Ocak 1905′de Harp Akademisi’ni bitirmiş ve Kurmay Yüzbaşı olarak orduya katılmıştır.
27 Kasım 1911′de Bnb., 14 Eylül 1915′de Yzb., 12 Mayıs igi8′de Alb. olmuş çeşitli kurmay görevlerinde bulunduktan sonra 2 Ekim 1918′de Şam dolaylarında İngilizlere esir düşmüştür. 22 Temmuz 1919′da esaretten İstanbul’a dönmüş Harp Akademisi Tabya Öğretmenliği ve aynı zamanda Şehzade Öğretmenliği yapmıştır. 3 Ağustos 1921′de Anadolu’ya geçmiş, 18 Ağustos 1921′de Batı Cephesi Komutanlığı Kurmay Başkanlığına vekaleten ve bir ay sonrada (Kolordu Komutanı yetkisiyle) asaleten atanarak, İstiklâl Harbi’nin sonuna kadar bu görevde kalmıştır.
31 Ağustos 1922′de Tümgeneralliğe yükseltilmiş, 2 Eylül 1923′de Genelkurmay İkinci Başkanlığına atanmıştır. 8 ve 9 ncu Kolordu Komutanlıklarında bulunduktan sonra 30 Ağustos 1926′da Korgeneral olmuş, 5 nci Kolordu Komutanı iken 5 Ocak 1929′da tekrar Genelkurmay İkinci Başkanlığına atanmış, bu görevdeyken 30 Ağustos 1937′de Orgeneral olmuştur. 1 Aralık 1943′de Yüksek Askeri Şura Üyeliğine atanmış, 3 Ağustos 1945′de yaş haddinden emekliye ayrılmıştır.
Katıldığı Savaşlar:
1912 — 1913 Balkan Harbi, Genel Karargah Harekat Şube Müdür Yardımcısı,
1914 — 1918 Birinci Dünya Harbi, Kolordu Kurmay Başkanı, Sina Cephesi Kurmay Başkanı, Tümen Komutanı (48 inci Tümen)
1919 — 1922 Batı Cephesi Kurmay Başkanı (İstiklâl Harbinde)
Nişan ve Madalyaları:
Beşinci ve Üçüncü Rütbelerden Mecidi Nişanları
Dördüncü Rütbeden Osmani Nişanı, Harp Madalyası
Gümüş Muharebe Liyakat, Gümüş Muharebe İmtiyaz Madalyaları
Alman Üçüncü Rütbeden Muharebe Kırmızı Kartal ve İkinci Sınıf Demir Salip Nişanları
Avusturya - Macaristan Üçüncü Rütbeden Harp Alametli Liyakat Salibi, Bavyara Üçüncü Rütbeden Kılıçlı Meziyet Nişanları
Afgan, Yugoslavya ve Yunan Nişanları
İstiklâl Madalyası ve Takdirname
Yazdığı Eserler:
On yedi eseri olup; Sahra Tahkimatı, Mevzi İnşası, Yakın Muharebe Araçları, Lağım Muharebeleri, Şeria Muharebeleri, İstihkam Kıtaları, ve Kaleler başlıcalarıdır.
1909 — 1911′de Alman ordusunda eğitim gördü, Almanca ve Fransızca biliyordu.


Büyük Taarruz kararı alınırken, İsmet Paşa, iki ordunun birlikte hücuma kalkmasını ‘risk’ olarak değerlendiriyordu. Kurmay Başkanı Asım Gündüz ise farklı düşünüyordu. Mustafa Kemal, kendi planını uygulattı. Yaşananlar, yıllarca sürecek bir dargınlığa neden oldu
Sonradan Genelkurmay 2. Başkanı olacak Asım Gündüz Paşa’nın anılarına göre, Büyük Taarruz kararının alınması sırasında, büyük tartışmalar yaşanmıştı. Büyük Taarruz planına, Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile iki ordu komutanından Yakup Şevki Paşa açıklıkla, Nurettin Paşa, kısmen karşıydı. Tartışmalar bazen had safhaya ulaşıyordu. Ancak Mustafa Kemal Paşa, topyekun bir taarruz fikrini sonunda kabul ettirmişti.

MAÇ SONRASI PLAN

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisi Fevzi Paşa, 28 Temmuz 1922′de Akşehir’de buluşmuşlardı. Bir futbol maçı düzenlenmişti. Futbol maçı aslında bir paravan olarak kullanılıyordu. Komutanlar, 2-2 biten maçı seyrettikten sonra taarruz planını görüşmek üzere toplandılar. O gece ve diğer üç gece, toplantılar aralıksız sürdü. Mustafa Kemal, toplantılar sonrası 15 Ağustos’a kadar genel taarruz için bütün hazırlıkların tamamlanmasını emrederken, planın ana hatlarını da dikte ettirdi. Plan, İkinci Ordu ile düşmanın 2. ve 3. kolordularını ve 1. kolordunun Akarçay kuzeyindeki birliklerini tutmak, Eskişehir-Afyon irtibatını kesmek, eğer düşman taarruza geçerse oynak bir savunma ile Güney’de kesin sonuç alınıncaya kadar düşmanı oyalamak, Birinci Ordu ile Akarçay-Toklu sivrisi bölgesinden kesin neticeli bir taarruzla düşmanı kuzeye atıp kuşatarak yok etmekti. Süvari kolordusu da Yunanlıların boş bıraktığı Ahır dağları geçitlerinden girerek, düşmanın gerideki birlikleriyle irtibatını kesecek ve arkadan hücumla onu yıpratacaktı.
BEKLENMEYENİ YAPTI


Mustafa Kemal Paşa’nın planının ana hatları böyleydi. 15 Ağustos’a kadar taarruz hazırlıkları tamamlandı. 22 Ağustos’tan itibaren Türk birlikleri geceleri yürüyerek düşman hatlarına yaklaşmaya başlamıştı. Mustafa Kemal’in planının esası, düşmanın beklemediğini yapmaktı. Düşman, Türklerin kesin netice alacak bir taarruzu yapabileceğine kesinlikle inanmıyordu. Onlara göre Türkler, düşmandan taarruzdan bekliyorlar ve savunmalarını güçlendiriyorlardı. Bu günlerde İsmet Paşa’nın kurmay başkanı Asım Gündüz, taarruz emrinin müsveddesini hazırladı.





İstifa etmeyi düşündü

Bundan sonrasını Orgeneral Asım Gündüz’ün Ekim 1973′te Kültür Yayınları Matbaası’nda basılan ‘Cumhuriyet’in 50. yılında Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım Gündüz-Hatıralarım’ adlı anılarında yazdıklarından takip edelim: ‘Ben, Mustafa Kemal Paşa gelmeden taarruz emrinin bir karalama taslağını hazırlamıştım. İşte, burada, İsmet Paşa ile aramızda en büyük ihtilaf patlak verdi. Biz, taarruzun en ağır yükünü omuzlarına alan Birinci Ordu’yu, İkinci Ordu’dan aldığımız kuvvetlerle takviye etmiş ve taktik icabı da İkinci Ordu’yu zayıf bırakmıştık. Bu bakımdan iki ordunun da aynı gün ve aynı zamanda, bu kuvvet zayıflığını düşmana hissettirmeden taarruza geçmeleri lazımdı. Oysa İsmet Paşa tam aksi tezi savunuyor ve: ‘Hayır, diyordu, İkinci Ordu 25 Ağustos’ta taarruz etsin, böylece ihtiyatı da kullanmış oluruz…’ Ben bu görüşe tamamen karşı idim. Düşüncelerimi uzun uzun açıkladım ve şu sonuca bağladım: ‘Bu takdirde zayıf olan İkinci Ordu güç duruma düşebilir ve açacakları gediklerden sarkan Yunanlılar Birinci Ordu’yu da taarruzdan alıkoyarak güneye atabilirler. Bu da bizim planımızın kökünden yıkılması olur.’
İsmet Paşa, kendi görüşünde ısrar ediyordu. Büyük bir üzüntü içiydeydim, bütün emeklerimizin tehlikeye düşeceğine inanıyordum. Tecrübelerim, doğruluğuna inandığım teoriler, tarihteki örnekler kanaatimin dayanakları idi. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Hatta bir an istifa etmeyi düşündüm. O sırada Süvari Kolordumuzun kumandanı Fahrettin Paşa (Altay) odama geldi. Saklanmayacak kadar derin teessürümün nedenini sordu. Anlattım. Bana hak verdi ve ‘Öyle şey olmaz, dedi… Mustafa Kemal Paşa’ya durumu anlatırız. Sen merak etme. Göreceksin ben meseleyi halledeceğim.’
İsmet Paşa unutmadı
‘…Fahrettin Paşa dediğini yapmıştı. Hadisenin sonrası şöyle cereyan etti. Akşam olmuştu. Başkumandan odama girdi: ‘Hazır mısın Asım?’ dedi. Ben de söyleyeceklerimi en sona bırakarak İsmet Paşa’nın arzuladığı şekilde, İkinci Ordu’nun 25 Ağustos’ta taarruz etmesi dahil, planımızı izaha başladım. Başkomutan hemen müdahale etti: ‘Olmaz öyle şey…Taarruzu iki ordu, aynı günde yapacak, devam ediniz!…’ Bana fikrinde o kadar ısrar eden İsmet Paşa tek kelime söylemedi. Huzura kavuşmuştum. Gözlerim Fahrettin Paşa’ya kaydı. ‘İstediğin oldu’ der gibi bir hali vardı. Nitekim daha sonra öğrendim ki Fahrettin Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya durumu anlatmış ve ikaz etmişti. Olup bitenleri sezen İsmet Paşa, bu hareketimizi ömrü boyunca unutmadı: Yıllar sonra, Mareşal Fevzi Çakmak, Cumhuriyet’in büyük ve unutulmaz Genelkurmay Başkanı, ben de İkinci Başkanı idim. Allah’a çok şükür, aziz milletimizin ve şanlı ordumuzun hizmetinde, hak ettiğim Orgenerallik rütbemi, Mareşal’in terfi listelerine defalarca koymasına rağmen İsmet Paşa adımı çıkarmıştı. En sonra Atatürk adımı bizzat ve el yazısı ile yazarak şahsi bir kine son verdi. Daha önce de, büyük taarruzdan sonra, Eşme sırtlarında, o unutulmaz emri ‘Ordular!…İlk hedefiniz Akdenizdir, ileri’ zafer parolasını yazdırdığı tarihi anda, generalliğimi kendi tebliğ etmiş, kucaklamış, öpmüştü. Mustafa Kemal, sayısız meziyetleri içinde vefası, alicenaplığı, kadirbirliği ile de eşsiz insandı. Her hatıra beni, rastlanmamış şahsiyetini tekrar vesile oluyor.’​
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Mehmet Emin Koral


Mehmet Emin Koral
(1881 - 1959)
Kurtuluş Savaşı’nda yararlı hizmetler yapan Korgeneral. Sakarya Savaşı’nın kazanıldığı sırada Ankara’ya gelerek Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda Birinci Ordu Kurmay Başkanı olarak görev almıştır. Bu görevde iken, 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’e ilk giren komutanların arasında da yer almıştır.


1 NCİ ORDU KOMUTANLIĞI KURMAY BAŞKANI KURMAY ALBAY EMİN
(KORGENERAL MEHMET EMİN KORAL) (1318-Ağ.-Top. 1)
1902′de Mühendishane-i Berri-i Hümayun’u, 1905′de Harp Akademi-si’ni bitirmiş Kurmay Yzb. olarak orduya katılmıştır.​
1912′de Bnb., 1915′de Yarbay, 1916′da Alb. olmuş çeşitli kıta ve karargah görevlerinde bulunduktan sonra 11 Nisan 1916′da, 17 nci Tümen Komutanı, 12 Haziran 1916′da 10 ncu Kafkas Tümen Komutanı, 29 Haziran 1917′de 49 ncu Tümen Komutanı, 19 Temmuz 1917′de 59 ncu Tümen Komutanı, 25 Eylül 1918′de 61 nci Tümen Komutanı, 21 Mart 1919′da Karadeniz Boğazı Müstahkem Mevki Komutanı, 9 Aralık 1920′de Mürettep Tümen Komutanı olmuş n Ocak 1922′de İstanbul’da Genelkurmay Başkanlığı İkinci Şube Müdürü iken İstiklâl Harbi’ne katılmak üzere Anadolu’ya geçmiş ve 23 Ocak — 23 Kasım 1922 tarihleri arasında Birinci Ordu Kurmay Başkanlığı Büyük Taarruz’dan sonrada 18 nci Tümen Komutanlığı, İzmir Müstahkem Mevki Komutanlığı yapmıştır.
1922′de Tümgeneral olmuş 4 ncü Kolordu Komutanı iken 1926′da Korgenerallege yükseltilmiş, 26 Ağustos 1929′da da malulen emekli olmuştur.
Katıldığı Savaşlar:
1911 — 1912 Osmanlı — İtalyan Harbi, Kurmay görevlerinde
1912 — 1913 Balkan Harbi, Yanya Kalesi Komutanlığı emrinde
1914 — 1918 Birinci Dünya Harbi, Tümen Komutanlıklarında
1919 — 1922 İstiklâl Harbi, Birinci Ordu Kurmay Başkanlığında
Nişan ve Madalyaları:
Dürdüncü Rütbeden Osmani ve Üçüncü Rütbeden Kılıçlı Osmani Nişanlan
Harp ve Gümüş Muharebe İmtiyaz Madalyaları
Alman İkinci Sınıf Demir Salip Nişanı
Avusturya — Macaristan Üçüncü Sınıf Askeri Meziyet ve Şövalye Nişanları
İstiklâl Madalyası
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Kurtuluş Savaşı Komutanları

Naci Tınaz


Ahmet Naci Tınaz
(1882 - 1964)

1882 yılında Serfice’de doğdu. 1904 yılında Harp Okulundan Teğmen, 1907 yılında Harp Akademisinden Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu. 1907-1914 yılları arasında Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşı’na katıldı, 28′inci ve 9′uncu Alay Komutanlıkları emrinde, Ankara Redif Tümeni Kurmaylığında görevler yaptı.​
Birinci Dünya Harbi içinde; 13′üncü Tümen Kurmayı, 17′nci Kolordu’da 1′inci Şube Müdürü görevlerinden sonra Binbaşı oldu. 1′inci Kolordu Kurmay Başkanı Vekili, 3′üncü Kolordu Şube Müdürlüğü ve 3′üncü Kolordu Kurmay Başkanı görevlerinde bulundu.
10 Ocak 1921′de İstiklal Harbi’ne katılmak üzere İnebolu’ya geçti. 13 Eylül 1921′de Yarbaylığa terfi ederek 15′inci Tümen Komutanlığına tayin edildi. 1926′da Tümgeneralliğe yükseldi. 1927-1928 yıllarında Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı, 1928-1929 yıllarında Milli Savunma Bakanlığı Kara Müsteşarı, 1929-1930 yıllarında Milli Savunma Bakanlığı Baş Müsteşarı görevlerini yürüttü. 1930′da Korgeneral oldu ve 4′üncü Kolordu Komutanlığına getirildi. 1935′te Jandarma Genel Komutanlığına getirildi. 1938 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
Sivil yaşamında, V, VI, ve VII. Dönemlerde Bursa, VIII. Dönemde Ankara Milletvekili seçildi. V. Dönemde 18 Ocak 1939′da II. BAYAR Hükümetinde Milli Savunma Bakanlığına getirildi. 5 Nisan 1940 tarihine kadar I. Saydam ve II. Saydam hükümetlerinde de aynı bakanlığını korudu.25 Kasım 1964′te vefat etti.
Katıldığı Harpler :
1911 — 1912 Osmanlı — İtalyan Harbinde,
1912 — 1913 Balkan Harbinde,
1914— 1918 Birinci Dünya Harbinde çeşitli kıta ve kurmay görevlerinde bulunmuş,
1919 — 1922 İstiklâl Harbinde Batı Cephesi Komutanlığı Kurmay Başkanlığı ve Tümen Komutanlığı yapmıştır.
Nişan ve Madalyaları :
Dördüncü Rütbeden Osmani Nişanı Harp Madalyası
Gümüş Muharebe Liyakat Madalyası Alman Birinci ve İkinci Demir Salip Nişanları İstiklâl Madalyası​
 
Üst