Mağusa'nin taşlari ve yasalari

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
MAĞUSA'NIN TAŞLARI VE YASALARI
Taçgey Debeş (Ögretim Görevlisi, DAÜ)



Bir anda ilgi kurulmasi biraz zor olsa da Magusa'nin taslarinin birden fazla yasaya konu oldugunu biliyoruz.Degisik dönemlerde Magusa Taslari konusu son derece popüler olmus ancak henüz bir bütünsellik içinde ele alinarak incelenmemistir. Oysa bu degisik dönemlerdeki önemi bayagi yasamsal olmustur. Biz bu bildirimizde konuyu a- kronolojik gelismesiyle b- özellikle Ingiliz döneminde (1878-1960) yarattigi politik sikintilarla ve c- buna bagli olarak geçirtilen yasalar açisindan ele almaga çalisacagiz. Muhakkak ki bu arada konumuzun dogal ilgi alaninda olan mimarlik ve jeolojiyede geregince deginilecektir.

Geleneksel olarak Magusa'nin kurulusu M.Ö.285 yili olarak kabul edilir. Bu tarihlerde Ptolemi krali Philadelpfus kizkardesi ve esi olan ve ilahlastirilarak bir kült sahibi haline getirilen Arsinoe adina kentler ve mabetler insa etmektedir ve kentin kurulusu da böyle bir mabedin insaasiyla özdeslestirilmistir. Maalesef bu tapinak hakkinda bilgimiz son derece kisitli, yalniz burada çok büyük tas bloklarin kullanidigini biliyor ve olasi mekanini da tahmin ediyoruz. Ancak antik dönemlerden itibaren yikilmis binalarin taslarinin yeni bir insaatta kullanildigi malumdur. Bu sebeble bu ilk yerlesim noktasinin veya mabedinin taslarinin yöre kayaliklarindan çikartilabilecegi ihtimaline karsin Salamis veya Engomi'den getirtilmis olabilecegi de ihtimal disi degildir. Özellikle Roma Imparatorlugu döneminde ( MÖ 58-MS 395) genelde adada ve bilhassa Salamis yöresinde M.S. 322 depremi öncesi ve sonrasi devasa kamu binalarinin çoklukla insa edildigini ve bunlarin taslarinin çevredeki tas ocaklarindan karsilandigini biliyoruz. Ancak örnegin Salamis'teki Gimnasium'un bir kismini olusturan granit sütunlarin nereden ,nasil ve ne zaman geldigi konusu ayri bir inceleme gerektirecek denli önemlidir. Tabii ki bu yogun insaat döneminde hiç olmadi bir miktar granit sütunun Misir'dan getirildigi kesindir ; fakat bunlarin deniz ve kara nakliyati ve islemeleri son derece ilginçtir. Bu arada dallari, kayalari çatlatmada sikça kullanilan ve adadaki sayilari günümüzde hayli azalan Cümbez (SycamoreTree) agacinin da Misir'dan ayni dönemde Kibris'a getirildigi bilinmektedir.Magusa kentinin bu ilk safhasina ait tarihi kaynaklar son derece azdir ve kentin ikinci asamaya gelip tekrar tarih sahnesine çikabilmesi için aradan bir mileniyumdan fazla bir süre gerekecektir.

Bu arada adanin Bizans veya Dogu Roma Imparatorlugu yönetiminde oldugu dönemlerde (395-1192) Magusa kentinin hiç olmadi küçük ve dogal bir liman köyü olarak varligini bir müddet belki Konstantia ismi altinda sürdürdügünü biliyoruz.

Haçli Seferleri esnasinda da bazen bu dogal limandan yararlanildigi olmustur. Aslan Yürekli Richard olarak da bilinen Ingiliz Krali Richard 1, Kibris'in Bizans valisi Isac Commenos'u kovalarken Magusa'ya da karadan ve denizden ugradigi kronikerlerde mevcuttur. Ancak Magusa taslari kentin de önemli ölçüde deger kazandigi bu dönemden hemen sonra baslar. Ingiliz Krali isgal etmek zorunda kaldigi bu adayi ,bu arada taçsiz durumda kalan Fransiz asilli Kudüs Kralligi kurucularindan olan Lusignan sülalesine devreder. Lusignan'lar artik daha batiya çekilmemekte kararlidirlar ve Magusa'nin gerektiginde savunulmasi için derhal istihkam çalismalari baslatilir. (1192) Elimizde kentin kisa bir tarifini veren ilk eser bundan çok kisa bir süre sonra 1212 yilinda yazilmistir. Kuzeybati Almanya'da Oldenburg Piskoposu olan saygin yazarimiz Wilbrand, Magusa ile ilgili su açiklamalarda bulunur. "Magusa kenti deniz kenarinda iyi bir limana sahip ,kismen surlarla çevrili olarak kurulmustur. Lefkosa Piskoposlugunun 3. bölgesini olusturur.Yaninda ünlü Piskopos Ephipanius'un dogdugu, simdi tamamiyle tahrip edilmis olan bir kent bulunur. (SalamisTD)" Bu kisa yazidan Magusa limaninin bu tarihte kullanilir durumda oldugunu, tahminlere göre limani koruyan bugünkü Othello kalesinin yerinde bir kule veya kalenin mevcut oldugunu ve Lefkosa Piskoposluguna bagli birkaç bölgeden ancak biri olacak denli önemsendigini anliyoruz. Bu dogal ve yavas gelisme 1291 yilinda çok yüksek bir ivme kazanir. Filistinde son tutunak yeri olarak kalmis olan Akka da bu tarihte Müslümanlarin eline geçmis ve Haçlilar Kutsal Topraklardan tamamiyle atilmistir. Kibris bu arada buradan kaçan Hristiyanlara bir siginak olmus ve özellikle Magusa kisa bir sürede hem birinci sinif bir kale ve hem de tüm mezhep ve tarikatlarinin kiliselerinin bulundugu büyük bir kent haline dönüsmüstür.

Degisik inanç ve görüslerin yansitildigi bu mezhep ve tarikatlarin kendilerine özgü sayisiz mabetlerinin yanisira burda türeyen ticaret zenginlerinin ikametlerinde de bunun yansidigini tahmin etmek zor degildir.Sivil mimari de denen bu yapilarin az da olsa örnekleri halen kentte mevcuttur. Bu zenginlik özellikle fakir Avrupa'da biraz efsanelestirilmesine ragmen reeldir de. Buranin Aristokrasisi pek çok göz sahidinin yazdigi gibi dünyanin en zengin aristokrasisi durumuna gelmistir. Bu konuda sikça alintilanan pasaj bir göz sahidinin o dönemdeki Magusa'li bir zenginin (Sir Francis Lakhas) kizina evlenme töreninde taktigi mücevheratin Fransiz kraliçesinin tüm zenginliginden fazla oldugu seklindedir.

Kentimizin bu son derece sasaali durumu çok uzun sürmemistir. 1373 yilinda bir Kudüs Tacini giyme töreninde çikan çatisma neticesinde Magusa Cenevizliler tarafindan önce isgal sonra da talan ve pekçok eseri de imha edilmistir. Denebilir ki o tarihten itibaren Magusa o eski zenginligine bir daha dönemiyecektir. Kentin Ceneviz'den tekrar Lusignan yönetimine geçmesi yaklasik bir yüzyil sonra gerçeklesecektir. 1464 de yörenin yönetimini yeniden ele alan Lusignan'larin bu ikinci safhasi da yine kisa sürmüs aristokrasi büyük ölçüde ayni kalmakla beraber yönetim bu kez de Venedige geçmistir. (1489).Venedikle Magusa'nin surlari ve kentin genel görünümü de yine önemli ve degisik bir safhadan geçer. Venedik'lilerin, Lusignan'larin ticaretin getirdigi zenginlikle gerçeklestirdikleri imar faaliyetleri yerine askeri endiselerden kaynaklanan bir savunma stratejisi çerçevesinde insaatlarda bulundugunu söyleyebiliriz. Bu dönemde surlarin büyük bir kismi sadece güçlendirilmekle kalmaz ciddi yapisal degisikliklere de ugrar. Artik askeri çag ok, yay ve kiliç döneminden top mermilerinin kullanilmaga baslandigi bir döneme girmistir. Bu açidan bakildiginda Martinengo Tabyasi ve bugün Akkule olarak taninan Ravelin (dis kale) dönemin askeri mimarisinin saheserleri arasinda sayilir. Askeri amaçli bu degisikliklerin kisa bir sürede yapilabilmesi için Venedikliler gerekli taslari bulmak gayesiyle bazi dini ve sivil binalari yikmislar ve ve taslarini bu degisik amaçla kullanmislardir. Bu arada hendek de yeni ve farkli bir boyut ve görünüm kazanmis ve surlar için dogal bir tasocagi görtevi de görmüstür. Bugün ayni dönemde ve sekilde kesilmesi tamamlanmamis taslari burada görmek mümkündür. Hem Lusignan ve hem de Venedik dönemlerinde insaatlarda kullanilan taslarin Salamis haricindeki diger kaynaklarini hendek ve yine hendekten pek uzak olmiyan ve 1950'li yillara kadar zaman zaman çalistirilan bugünkü Karakol mevkiinde yer alan tas ocaklari olusturmustur. Venedik dönemine ait taslarla ilgili bir baska olay da bugün halen yerlerinde duran ve Salamis'ten getirildiklerine kesin gözüyle bakilan granit sütunlardir. Bunlar günümüz Namik Kemal Meydani'nin bati kisminda yer alan Venedik Sarayi girisindeki 4 sütun ve bunlarin karsisinda olan ve bir zamanlar üzerlerinde St Mark Aslaninin yer aldigina inanilan diger iki sütundur. Bunlarin haricinde yine kale içinde St Antony Hospital olarak bilinen kalenin dogu surlarinin hemen dibinde yer alan yapida da görülür ki bunlar devrik durumdadirlar. Bugün surlar disinda Belediye Sarayinin karsisinda yer alan parkta görülen granit sütun ise oraya Ingilizler tarafindan dikilmistir. Genelde surlar üzerindeki incelemelerde Lusignan ve Venedik dönemlerinin ayrimi oldukça kolaydir.

Bizim biraz daha detayli olarak üzerinde durmaga çalisacagimiz Osmanli-Türk dönemi 1570 de baslar. Ilk muhasaranin etkilerini bugün dahi görmek mümkündür.Gerek surlarda gerekse yüksek yapilarin duvarlarinda gömülü bir hayli tas ve demir gülle mevcuttur. Ancak hemen basta sunu söylemekte fayda vardir. Genelde Magusa'nin içindeki tahribati Osmanli kusatmasindaki bombardimana baglamak ve kentteki her yikintiyi bu hazir nedenle açiklamak bati tarihçilerinde adeta gelenek halindedir. Oysa muhakkak ki bu kusatmada, özellikle surlarda bir miktar yikim olmustur, ancak bu 1571-72 yilinda derhal onartilmis ve kale eski sekline getirtilmistir. Bugün dahi gördügümüz pek çok kilise ve sivil yapinin yikilisi ya Osmanli-Türk yönetiminden önce Ceneviz'liler tarafindan ya da Osmanli yönetiminin ortalarinda depremler vasitasiyle meydana gelmistir.

Genel kanaatin aksine Osmanli-Türk döneminde Magusa taslari konusunda son derece hassas davranilmis tek bir tasin bile kentten çikartilmasina izin verilmemistir. Bu konudaki en kesin kanit yine bir bati kaynagidir.1760-1767 yillari arasinda adada kalan ve bu arada kentimizi de bir çok kez ziyaret eden Italyan rahib Mariti eserinde söyle yazar "Kentte eski harab evler sürekli alinir ve satilir ve bunlari alanlar yikarlar ve sadece ahsap kisimlari tekrardan kullanirlar, zira tek bir tasin dahi surlar disina çikartilmasi kesinlikle yasaktir.O sebeble burada yiginlar halinde taslar görülür. Konumuzla yakindan ilgili oldugu için Ingilizce orjinal tercüme cümleyi de aynen vermek istiyorum. -But it is strictly forbidden to take away a single stone, so everywhere you see great heaps. Burada papaz Mariti'nin evlerin yikilip ahsap kisimlarinin alinmasi sözü pek çok batili yazarda oldugu gibi kötüleme amaçli olup manasizdir da, zira Mariti'nin ziyaretinden 30 yil kadar önce bölgedeki büyük deprem zaten pek çok binanin yikilmasina neden olmustu. Az önce zikredilen Ayasofya (Lala Mustafa Pasa ) Camiinin yikilmasi da bu esnada olmus ve kisa bir sürede Türkler tarafindan büyükce kismi yeniden insa edilmisti.

Bildirimizin bir baska tezi de Süveys Kanali ve Port Said Limani insaatlarinda Magusa taslarinin kullanilmasi konusudur. Bu dönemde de, yani kanal insasinin devam ettigi 1859-69 yillarinda, halen Osmanli idaresi altinda olan Kibris'in ve bilhassa Magusa'nin en büyük darbeyi yedigi iddia edilir. Ingiliz yazar Rupert Gunnis bu konuda söyle der : 19. yüzyil ortalarinda Magusa tarihinin en büyük tahribatini görmüstür. Süveys kanali ve Port Said'i insa eden mütehaitler materyale ihtiyaç duyarlar, saglam kiliseler yerle bir edilir ve yeni kentin rihtim ve otel insaatlari için Misir'a tasinir. Gunnis'in bu iddiasinin dogru olmadigi ve Magusa'nin taslarinin özellikle Ingiliz döneminde satildigina dair pekçok delil göstermek mümkündür.Bunlardan biri Gunnis'inkinden yarim yüzyildan fazla bir süre önce basilan (1878 de) A R Saville'nin Cyprus adli kitabidir.

Saville bu eserinde (Sayfa .42-43) söyle der: Pekçok kilisenin duvarlarindaki freskler halen belirgin durumdadir. Evlerin insasinda kullanilan kesme taslar her tarafda mevcuttur....denebilir ki kent sahiboldugu bu taslarla yeniden insa edilebilir. Bu alinti açikça gösteriyor ki 1877-78 yilinda Magusa taslari kentte her yerdedir ve kenti yazar Saville'nin eserinin bir baska yerinde bahsettigi gibi 30 000 kisiyi baridiracak bir hale sokmaga yeterlidir. Oysa 1878 de Magusa nüfusu 500 civarinda tahmin edilmektedir. Demek ki biraz önce bahsedilen Osmanli-Türk titizliginin yönetimin son günlerine kadar devam ettigini söylemek hata olmaz. Magusa taslarinin Ingiliz döneminin basina kadar yerlerinde durdugunun bir baska kaniti da Namik Kemal ve Mektuplaridir. 1873 den sonra yani Süveys kanalinin bitirilip açilisindan en az 4-5 yil sonra yazilan bu mektuplarindan birinde ünlü sair ve yazarimiz bakin ne diyor:penceremden bakip da sahralar dolusu harabelerini, daglar parçalanmiscasina tas yiginlarini gördükçe Sur-i Israfil çalinmis fakat ben isitmemisim zannediyorum. Bu da bize taslarin Ingiliz yönetimini baslangicina kadar tamamiyle yerinde oldugunu gösteren bir baska kanittir. Oysa 1878 de basliyan Ingiliz döneminde 20. yüzyil baslarina kadar uzanan bir tas talani sorunu yasamistir. Ingiliz yönetimiyle insaat alaninda adada bir canlanmadan ve spekülatif faaliyetlerden bahsedilir. 1881 de fiilen Ingiliz yönetimi altina giren Misir'da da özellikle de Port Said'de devam eden insaatlarda Magusa'nin taslarinin kullanimi artmistir. Bizim kanaatimize göre iste bu dönemde (1880-1890) yikim ve istismar o derece artmistir ki Ingiliz yönetimi 1891 de Famagusta Stones Law (1891 No 14) adiyla bir yasa çikartmak durumunda kalmistir. Bu yasayla Ingilizler son safhaya varan yikimi durdurmagi amaçlamislardir. Bu arada sunun da zikredilmesi gerekir ki bu dönemde arkeolojik kazilar ve bunlardan ortaya çikan eserler de son derece keyfi bir sekilde adadan çikartilmaktadir. Kisa bir süre önce Osmanli yönetimi altinda Amerikan Konsolosu Cesnola'nin sorumsuzca yaptigi kazilar neticesinde ortaya çikan eserleri yurt disina çikartirken az bir gücü kalmis Türk valisi bunu engellemek için her yolu denemis ancak basaramamisti. Simdi ise resmi merciler bu eserleri istedikleri gibi yurtdisina , özellikle de Ingiltere'ye gönderebiliyorlardi.

Bu durumdan rahatsiz olan Osmanli aydinlari Istanbul'u uyarmis ve Bab-i Ali de Ingiliz hükümeti nezdinde girisimlerde bulunarak bir yaziyla bu eski eserleri yurt disina çikartilmasinin yasaklanmasini istemistir (1892).Ancak Ingilizler bu dönemde Türk taleblerine yaptiklari genel reaksiyonu burada da sergilemisler ve Ingiliz Disisleri bakani Lord Ripon bunun "bir Türk kurnazligi oldugunu ve dini konularda dinleme hatasina düstügümüz Türkler simdi de diger konularda islerimize karismak istiyor " diyecek kadar konuya tek tarafli yorumlamaktadir. Yeni atanan Yüksek Komiser Sir Walter Sendal (1892-1897) Osmanli hükümetinin bu konuda geçirdigi yasayi 1878den sonra geçirtildigi için Kibris'ta geçerli olamiyacagi görüsünü savumustur. Ancak bu arada sunu da hatirlamakta fayda vardir. Bizzat ünlü Ingiliz tarihçiler bu dönem yöneticilerinin ilgi ve bilgisizliklerini göstermek için su fikrayi anlatirlar. Girne kazasindaki Bellapais Manastiri bir kaza sonucu kismen yikilmistir. Bunu haber alan Yüksek Komiser yol yapiminda kullanilmak için malzeme çikmistir diyerek olaya sevinmis, sonradan bunun dahi mümkün olmadigi çünkü taslarin bu is için çok yumusak oldugu ortaya çikmistir. 1898 de yeni bir yasa ile (Famagusta Improvements Law. No 12) kentin bu yikilmis durumunun saglikli bir sekilde düzeltilmesi amaçlanir. Bu yasa hedef itibariyla Magusa'nin rehabilitasyonunu benimsemekle birlikte yapilacak kamu harcamalarinin hangi vergilerle karsilanacagi konusuna daha çok yer verir. Sir George Hill gibi konunun birinci derecede uzmani bu yasanin hiç de gayesine hizmet etmedigi fikrindedir.

1899 yilinin 18 Aralik tarihli sayisinda ünlü The Times gazetesi bir okuyucu mektubunda Magusa taslarinin yogun trafiginin halen devam etmekte oldugunu yazar. Buna göre yüz tasin fiyati 15 Cyprus Penny yada 1S. 8d. (Ingiliz parasi)dir. Bu taslar satilirken üzerlerindeki oymalar, girinti ve çikintilar düzeltilir ve öyle satilirlardi. Ertesi yil yani 1900 yilinda Italyan medyasi bir Venedik eseri olarak kabul edilen Magusa surlarinin Misir'da bir tramvay yolu ihalesini kazanan bir sirkete bu taslari orada kullanmak üzere satildigini bildiriyordu. 14 Mayis 1900 tarihli Ingiliz Imparatorlugu Koloniler Bakanligi yazisinda böyle bir seyin söz konusu olmadigini, Magusadan giden taslarin süslü taslar olmadigini ve bunlarin da ya özel kisilerin mali oldugunu ya da gizlice kaçirildigini bildiriyordu. Oysa Magusa'yi biraz daha yakindan taniyanlar bu Italyan iddiasinin tamamen asilsiz olmadigini da bilirlir.Bugün dahi Othello burcu ile Porte del Mare denen Deniz kapisi veya Aslanli burç arasindaki duvarin kalenin diger kisimlarina nispetle çok daha yeni bir yapi oldugu derhal farkedilir. Iste Victoria dönemi mütehaitleri önce bu kismi tamamen yikmislar , çok fazla reasksiyon gelince de duvar yeniden yapilmis ve bugünkü üç büyük kapi birakilmistir. Yine 1903 de limanin temizlenmesi ve rihtimin genisletilmesi çalismalarinda da gerekli malzemenin Magusa'dan karsilanmasina izin verilmistir. Bahsedilen yikimlar görüldügü gibi Türk döneminden sonra olmus ve hatta bir Ingiliz tarihçinin dahi"Eger bu Victoria vandallarina birakilsaydi gerçekten de tüm surlari yikacaklardi" yorumunu yapmasina sebeb olmustur. Magusa Limanini planlama çalismalarinda Ingiliz Palamentosu Avam kamarasinda bir muhalefet milletvekilinin iddiasini Chamberlain su sözlerle yanitliyordu. "Eger Kibris'lilar da kendi eski eserlerine bizler kadar deger verselerdi durum bugün çok farkli olacakti.( Mayis, 1902) Biz bunu Ingilizlerin adada bu konuda kontrolu kaybettiklerinin bir tescili olarak kabul etmek durumundayiz.

Tüm bu münakasalardan ve Kibris Yasama Meclisindeki tartismalardan anlasilan 1905 tarihine kadar adadaki taslarin ve eski eserlerin ihracatinin Ingiliz görevliler tarafindan bir kanunla yasaklanmasini istemedikleri ortaya çikar. Bunun sebebi bu yasaklamayla adaya arkeolojik kazi yapmaga kimsenin gelmiyecegi endisesidir. Ancak bu tarihde çikartilan The Antiquities Law (1905, No 4) bu soruna kismen yanit verecektir. Adada degisen ve gelisen ortama uygun bir eski eserler yasasinin çikartilabilmesi için 30 yilin daha geçmesi gerekecektir. The Antiquities Law , 1935 ayni isimli 1905 deki yasanin yerini alacaktir. Bu son zikredilen yasanin taslagi ünlü tarihçi Sir George Hill tarafindan hazirlanmis ve konusunda zamaninin örnek bir yasasi olarak ragbet görmistür. Bugün yasanan sorunlar bu bildirinin hedefleri arasinda degildir, ancak kisa bir süre önce yasanan ve konumuzla direkt iliskili olan bir anekdotla yazimizi noktalamak istiyoruz. Bilhassa 20. yüzyilin ikinci yarisinda genel olarak adada insaatlarda tas kullanimi yerini tugla, briket VS ye birakmistir. Bu durum özellikle önce Yüksek Teknoloji Enstitüsü ve sonrada D.A.Ü. nün gelismesiyle eski konutlarin yikilip yerlerine apartman binalarinin kaldirilmasi sonucu daha da artmistir. Bu tutku arttikça asirlar boyunca kullanilan Magusa taslari bir bakima ise yaramaz bir konuma düsmüstür. Eski tas binalar yikildik sonra bu malzeme büyük apartman binalarina dolgu malzemesi olarak kullanildilar. Sanki artik ömürleri bitmis ve misyonlari tamamlanmisti.

Ilginç bir raslanti 1989 da DAÜ Fen Edebiyat Fakültesi binasinin insa edildigi dere yataginin doldurulmasinda da kismen bu malzeme kullanilmistir. Kamyonlar dolusu böyle malzemeden birkaç ilginç süslemeli tas Zeka Mazharin da gayretleriyle kurtarilmis ve halen Üniversitemizin degisik yerlerinde ornamental olarak kullanilmaktadir. Oysa eski eser restorasyonu konusunda bugünkü trendin devam edecegi varsayilirsa Magusa taslarinin elan korunmasi gerekliligi kendiliginden ortaya çikar. Bizlere kadar ulasan taslarin etkin bir sekilde nasil korunacagi ve alternatif kullanim alanlari bu yazimizdan o derece farkli konumlarda ortaya çikiyor ki tabiatiyla farkli bir arastirma konusunu olusturur.
 
Üst