Manzara-i Umumiye: 2004

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0

Manzara-i Umumiye: 2004​





3-14 Kasım 1975 günleri arasında, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde Bomba Davası’na ilişkin yaptığım Savunma’mın 1.Klasörü’nün başında yer alan Politik Savunma’yı 1986’da yayımlamak gereksinimi duymuştum.



Savunmam, 29 yıllık süreçte doğrulanmaktan da öte, adeta dünyada ve ülkemizde daha sonra olup biten gelişmeleri de işaret etmiştir.



ABD’nin günümüzdeki küresel saldırganlığı, iktidarı şaibeli yoldan ele geçiren Bush ve ekibinin liderliğinde sürmektedir. Dünya jandarmalığı, yerini küresel imparatorluk düşlerine bırakmıştır.



Bush Hanedanı’nın başını çektiği bu ekip, kendi özel çıkarlarının yanında ABD’nin hegemonik yönelişini gerçekleştirmek için, uygarlığın birkaç bin yıllık kazanımlarını yerle bir ederek Asya ve Afrika’yı başta enerji olmak üzere bütün zenginlikleriyle tamamen ele geçirme amacına dönük olarak vahşice sarsıyor.



Haksız savaşlar, Afganistan ve Irak’ta olup bitenler; işkence ve katliamlar, dünyanın gözü önünde yaşanan vahşetin son perdesidir. ABD, başta BM olmak üzere ne uluslararası örgütleri ne de uluslararası sözleşmeleri takmaktadır.



12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 dönemlerinde başta gençler olmak üzere; aydınlara, sendika aktivistlerine, yurtsever subaylara, demokratik hukuk devletinden yana tüm güçlere uygulanan işkence yöntemlerinin, bugünkü Afganistan’da, Irak’takilere koşut olması, benzerlikler taşıması Savunma’mı daha da güncel kılmaktadır.



Kendimi bildim bileli, ülkemin sorunlarıyla ilgilenmeyi bir misyon edindim. Sanırım, bu nedenle yakın tarihimize tanıklık etmek durumunda oldum. Bir aydın olarak olanaklarım ölçüsünde, emekli edildiğim yılın ertesinden, yani 1965’ten bu yana değişik zeminlerde etkinliklerimi sürdürdüm. Araştırma, inceleme ve düşüncelerimi kamuoyuyla paylaşmaya özen gösterdim.



Düzene egemen olan güçler aktivitelerimden rahatsızlık duymuş olacaklar ki, işsiz bırakmaktan, yazdıklarım hakkında tazminat davaları açmaya kadar çeşitli yöntemlerle beni susturmaya çalıştılar.



Şimdi, seksen yaşımdan sonra dostlarımın da destekleriyle, yeni bir itki ve heyecanla, başta elinizdeki kitap olmak üzere yeni çalışmalarımı kamuoyuna, değerli okurlarıma sunmak istiyorum.



Mustafa Kemal Atatürk’ün “tam bağımsızlık” ilkesine dün olduğu gibi bugün de sahip çıkmaya çalışıyorum. Ülkemizi bağımlı hale getiren iktidarları da lanet ve nefret duygularıyla ve üzülerek izliyorum.



Milli Şef İsmet İnönü döneminde yaşadım. Onun 1947’de ABD ile ilk İkili Anlaşma’ya imza koymasının ne anlama geldiğini, ancak merhum Haydar Tunçkanat’ın “İkili Anlaşmalar” adlı kitabından ve şaşırarak öğrendim.



Sonra, sözde demokrasi dönemi başladığında, dönemin ileri gelenleri Türkiye’yi ‘Küçük Amerika’ yapmak hedefiyle ABD’ye bağımlılığı iyice pekiştirdiler. Yıllar sonra, DP önde gelenlerinin ABD’nin dünya çapındaki gizli yapılanmasının Avrupa ayağı olan Bilderberg’e 1959’da üye olduklarını öğrendiğimde şaşkınlığım bir kat daha arttı!



Derken, 27 Mayıs 1960 geldi.. İlk bildirisinde NATO ve CENTO’ya bağlılığını ilke olarak benimsediğini açıklayan bir harekat, kuşkusuz ki ülkeyi o güne kadar sürüklendiği bağımlılıktan ve batağından kurtaramazdı.



Geçenlerde, 27 Mayısçı ve MBK Üyesi E. Tümg. Sıtkı Ulay’ın “Giderayak” adlı kitabını gördüm.



1- Ulay’ın, kitabının 92’nci sayfasında “Orta Doğu’da Türk-Amerikan Menfaatleri Birleşiyor” başlığı altında, “İsrail ve Orta Doğu konularında Türk ve Amerikan çıkarlarının birleştiği” görüşünü ileri sürdüğünü öğrendiğimde 27 Mayıs’a ilişkin bütün hayallerim yıkıldı.



Bu görüşün, günümüzdeki Koç’ların, Fettullah Gülen’lerin görüşünden hiçbir farkı yoktu!



Ulay, “Atatürkçü Türk gençliğine” son söz olarak da ne önerse beğenirsiniz; “Dünyayı parmağında oynatan Amerika’yı solcu da olsanız karşınıza almayın”!..


Daha sonra, DP’nin devamı olduğu ileri sürülen iktidarlar işbaşına geldi. Onlardan farklı bir tavır beklemek, zaten eşyanın tabiatına aykırı olurdu.



Bir ara, Bülent Ecevit ve arkadaşlarının “demokratik sol”uyla oyalandık.



Ancak, 35 yılı aşkın bir süredir iki farklı siyasal görüşün lideri olarak karşımıza çıkarılan Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’in 1975’te Çeşme’de toplanan ABD güdümündeki Bilderberg’e aynı anda üye olduklarını öğrendiğimdeki duygularım şaşkınlıktan da öteydi!



Daha sonra, Ecevit’in 57’nci Hükümet’teki Başbakanlığı döneminde, Cumhurbaşkanı Demirel’in görev süresini uzatma girişiminde öncü bir rol almasının bu ‘örgütsel beraberlikten’ kaynaklandığını algılamama karşın, medyamızın bu gerçeği gözardı etmesini ‘küresel dayanışma’ olarak değerlendirdim.



Ve, 12 Eylül darbesi geldi.. M. Ali Birand’ın kitabında yer alan, darbe gerçekleştiğinde ABD Büyükelçisi’nin kendi Dışişleri Bakanlığı’na geçtiği kripto, yorum gerektirmeyecek kadar açıktı:



“Our boys have done it!-Bizim çocuklar halletti!”



2- Hele hele darbenin ardındaki beynin, ABD’nin işbirlikçi - uydu darbeci yetiştiren Ford Bragg’dan geçmiş olduğunu öğrendiğimde, mezarda Ata’mın kemiklerinin sızladığını duyumsadım!..



12 Eylül darbesini izleyen MGK döneminden sonra, sıra Cumhurbaşkanlığı seçimine geldiğinde, seçimden birkaç ay önce 9 Ağustos 1989 günkü Gazete’de yabancı kaynaklara atfen “Türkiye’yi Kucağa Oturtma Planı” başlıklı, manşetten bir haber yayımlandı.



“Özal’ın Cumhurbaşkanı olması için CIA devrede” ydi. Gazete’ye göre, “CIA’nın hazırladığı planı Bush onaylamıştı.”



Özal, bu haberden üç ay sonra Cumhurbaşkanı oldu.



“Türkiye’yi Kucağa Oturtma Planı” başlıklı makalemle konuyu gündemde tutmaya çalıştıysam da, medyanın suskunluğu devam etti.



3- Merhum Özal’ı ABD’nin yönlendirmesi ve zorlamasıyla iktidara, giderek Cumhurbaşkanlığı’na taşıyan ABD’nin “bizim çocuklar”ı sözde ‘Atatürkçü’ MGK mihrakı, onun Nakşibendi tarikatıyla yakınlığını bile gözardı etmek zorunda kalmışlardı.



“Konya Mitingi”ni 12 Eylül’ün gerekçeleri arasında gösteren ve MSP’yi kapatanların, 12 Eylül’den önce MSP adayı olan Özal’a tahammülleri başka türlü açıklanamazdı.



Yeni bir dönem geldi.. Önümüze CIA ajanlarınca "ılımlı islam" konsepti sürüldü.



Yirmi yılı aşkın bir süre uğraşılarak bunun altyapısı hazırlanmıştı.



ABD küresel hegemonyasının emrinde ve hizmetinde olan medya tarafından bu konsepte uygun insan da bulundu. ‘Dinlerarası Diyalog’ yaklaşımıyla, tüm dışişleri protokolleri bir yana bırakılarak Vatikan buluşmalarıyla Gülen, şişirildi.



‘Anavatanında’ güvenlik içinde yaşamasının koşulları sağlanırken, dünyada ve ülkemizde örgütlenme olanakları sağlandı.



Sıra ‘Ilımlı İslam’ı iktidara taşımaya gelmişti.



İşte, bu noktada, ABD emperyalistlerinin kullandığı en etkin araç "psikolojik savaş" devreye sokulur.



Psikolojik savaş, çoğunlukla sivil bir kavram gibi görülür ve propagandayla eş anlamlı sayılır.



Oysa, 1963’den bu yana, Kennedy tarafından askeri bir savaşın parçası olarak algılanarak askeri literatüre sokulmuştur.



İlgili okullarda psikolojik savaşın yöntemleri öğretilmektedir.



Özetle, tüm dünya ulusları, küresel güçlerin bir parçası olan medya grupları kullanılarak, süresiz askeri psikolojik savaş yöntemleriyle emperyalist değer yargılarına teşne hale getirilmektedir.



Bu aygıtı devreye sokarak dünyanın herhangi bir ülkesinde istediğinizi iktidardan indirir, istediğinizi iktidara oturtabilirsiniz!..



Protokolde olmadığı halde, henüz sadece parti başkanıyken ABD Başkanı Bush’un karşısına çıkarılan dünyadaki tek politikacı, belki de AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan’dır.



Onun, ABD’deyken sık sık yinelediği “dünya küresel bir köye dönüşmüştür” sözünü bir an için düşünelim: Köyün muhtarı belli, Erdoğan’a ihtiyar heyetinde bile yer yok!..



ABD, hiç boş durmuyor; 58 ve 59’ncu hükümetlerdeki en genç Bakan olan Ali Babacan’ın 2003 ve 2004’de üst üste Bilderberg toplantılarına çağrılarak katıldığını gördüğümde, ister istemez Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni anımsadım.



Anglo-Sakson egemenliğindeki masonik ve siyonist karar merkezleri önce kendi çıkarlarına hizmet edecek kişileri kulüplerine, yani uluslararası örgütlere üye yapıyorlar.



Yani, ‘global elit’ ya da ‘küresel seçkin’ sınıfına sokuyorlar.. Sonra da kontrollarındaki medyayı kullanarak yıldızlarını parlatıp halklarına seçtiriyorlar.. Ülkelerinde ‘seçilmiş’ yönetici konumuna getiriyorlar.



Nitekim, Bilderberg üyesi olan küresel seçkinlerimiz arasında; cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, büyükelçiler, akademisyenler, holding patronları ve medya mensuplarının (Dinç Bilgin, Sedat Ergin, Nuri Çolakoğlu, Hasan Cemal...) olduğunu görüyoruz.



Bu cephe, otomatik olarak ABD çıkarlarını kollayıp gözetme misyonu üstlenmektedir.



4- Medyada bir de iç ve dış istihbarat örgütleriyle United States Information Service (USIS)’e angaje olanlar var.. Bunlar, “mütareke basını”nı oluşturuyorlar.



"Küresel seçkin" konumlardan ABD’nin çıkarları için ahkâm kesiyorlar..



Hiçbir gücün tarih sahnesinde ilelebet kalmadığını biliyoruz.



Elinizdeki kitapta sakın ABD düşmanlığı yaptığımı sanmayın!..



Ülkemin çıkarlarını korumak için, ABD emperyalizminin içyüzünü özellikle asker gözüyle, tüm güç ve olanaklarımı kullanarak kamuoyuna yansıtmak ve Atatürk’ün bize emanet ettiği Türkiye’ye geri dönmek özlemine sahip çıkacak yandaşlar arıyorum.



Umutsuz değilim.



Küreselleşme dayatmasına karşı, başkaldırı başlamıştır.



5-

-Tüm dünyada küreselleşmenin örgütleri; bilinçli ve onurlu ülkeler, uluslar ve kamuoyunca protesto edilmektedir.



-Tüm dünyada savaş karşıtları seslerini yükseltmektedir.



-Özellikle bu günlerde, toplumun değişik kesimlerinın NATO ve ABD karşıtı protestolara katılması, bu kitaptaki ABD emperyalizmine ilişkin savlarımın ne kadar haklı çıktığını göstermektedir.



1991’de bir gazeteye verdiğim mülakatta, NATO’ya üye olduğu halde, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hiçbir zaman NATO standartlarına getirmemesi nedeniyle bu paktın ülkemize ihanet ettiğini açıklamamın bugün yankılanmasından huzurlu ve sevinçliyim.



Bu arada, tam 18 yıl önceki saptamalarımın bugün doğru çıkmış olmasına sevinemiyorum..



“...Körfez sorunu sıcak savaşa dönüşecek, Amerika’nın elindeki çevik kuvvetlerle Körfeze yönelik, yani NATO amaçlarının dışında kendi kuvvetlerini Türkiye’de konuşlandırması ve bunlara bağlı olarak kendilerine bağlanması istekleri oldu.



Kapalı kapılar ardında pazarlıklar sürdü.



Amerika’nın Muş bölgesinde bir üs kurma girişimleri var.



Türkiye’de bulunan üsler, NATO amaçlarına hizmet etmek yükümlülüğü altında.



NATO’nun patronu Amerika olduğuna göre, Amerika’nın bütün niyeti yurdumuzdaki bu üsleri gerektiğinde kendi çıkarları yönünde olası bir sıcak savaşta kullanmaktır.”



6- Kanımca, ülkemiz ve dünya, 29 yıl önce tanımladığımdan da ha vahim bir noktada. Ancak, ABD’nin hegemonik saldırısı karşıt cepheyi de örmektedir.



Küresel saldırı, Kurtuluş Savaşı’yla elde ettiğimiz ulus devletimizi bertaraf etmeye çalışıyor.



Milliyetçi ve yurtsever direnişi kırmaya çalışıyor.



Ülkemizde tarımın çöküşü hızlandırılıyor, sendikasızlaştırma operasyonu sürüyor, Cumhuriyet Devrimi’nin armağanları olan büyük çaplı kamu kuruluşları yok pahasına özelleştirilmeye çalışıldığı gibi, ekonomideki işlevleri tasfiye ediliyor.



Sosyal devlet anlayışının gerektirdiği ne varsa bir bir tırpanlanıyor.



1990’da Paris Şartı imzalanırken, baba Bush, bundan böyle dünyadaki çatışmanın siklet merkezinin Kuzey-Güney ve dolayısıyla beyaz-Hıristiyan ‘uygarlıkla’ İslam arasına kayacağını açıklamıştır.



İflah olmaz bir Hıristiyan köktendinci olan evangelist oğlu George W. Bush da mirası devralarak haçlı seferlerine başlamış bulunuyor.



Haksız savaş, Afganistan ve Irak işgalleriyle başlayan sürecin önü ulusal direnişlerle kesilmiştir.



Böylelikle, şer mihverinin hevesleri doğrultusundaki yürüyüşü şimdilik kesilmiştir.



Ancak, ülkemizi taşeronlaştırarak Büyük Orta Doğu (BOP) projesi adı altında kaldıkları yerden devam etmek istiyorlar.



CFR, Bilderberg, Japon ayağından oluşan Trilateral Coğrafya, Güney’e, yani üçüncü dünyaya ve İslam coğrafyasına karşıdır.



Uluslararası finans kapitali kontrol eden ÇUŞ’lar sömürü ve yağmalamayı işgallerle hızlandırarak Güney’i tam teslim almak istiyorlar. Fiili işgallerin bittiği yönündeki tezler, dünyanın tek kutuplu bir hale dönmesiyle iflas etmiştir.



Öte yandan, nedense bir süredir ABD’de ikamet eden "ılımIı İslam" şeyhi “Amerika bize düşman olsa da biz onunla dost olmalıyız” yolunda fetvalar üretmektedir.



Böylelikle, ‘dinlerarası hoşgörü’ adı altında küresel güçlerin amaçlarına hizmet eden bir islam yaratılmak istenmektedir.



Tüm bu dolapların ardında altı ayaklı bir örümcek görüyoruz. Bir ayağı ABD’de, bir ayağı işbirlikçi sermayede, bir ayağı İslami sermayede, bir ayağı Nur tarikatında, bir ayağı Kürtlerde, bir ayağı siyasal partilerde.



‘Dinlerarası hoşgörü’ tuzağındaki islamı, ‘ılımlı islam’ olarak muhatap almak isteyen emperyalist küresel merkezlerin bu yönelişinin arkasında ne yatıyor?



Onu da bizzat Papa 2’nci Jean Paul açıklasın: “Birinci bin yılda Avrupa’yı ve Afrika’nın bir kısmını, ikinci bin yılda Kuzey ve Güney Amerika’yı Hıristiyan yaptık. Üçüncü bin yılda Asya, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya’yı Hıristiyanlaştıracağız. Hıristiyanlaştırılacak ilk ülke Türkiye’dir.”



7- Gün, gerçek yurtseverlik günüdür, gün gerçek, saf ve temiz; ülkesine ve bağımsızlığına bağlı olarak inançları yaşama günüdür.



Yarım yüzyılı aşkındır bizi yönetenlerin; Küçük Amerikacılar, Babalar, Karaoğlanlar, Kadayıfçılar, Başbuğlar, Bizim Çocuklar, Tontonlar, Ilımlı İslamcılar’ın ülkeyi getirdiği yer dışa bağımlılık ve gırtlağa kadar dayanan borç batağıdır.



Büyük güçlerin, emperyalistlerin Türkiye’yi işgalini ve işgal niyetlerini yaşayarak gördük.



Bugün de, “Türkiye, Türklere bırakılamayacak kadar önemlidir” diye egemenliğimize sulanıyorlar; artık tekli yönetim zamanı geçti, diyorlar..



Tevrat’taki vaadedilmiş topraklann fethi ile BOP’un amacının ne farkı olduğunu bize, örneğin sayın Erdoğan ve Gül anlatsa da öğrensek?!.



BOP, Fırat’tan Nil’e; Lübnan’dan Arap Yarımadası’na, Hint Okyanusu’na kadar uzanan bir proje...



Ya ‘vaadedilmiş topraklar’ neresi? Onu da Tevrat’tan aktaralım:



“Sınırlarımız çölden ve Lübnan’dan büyük ırmağa Fırat ırmağına kadar Hititlerin bütün diyarı ve gün batısına doğru büyük denize kadar olacaktır.”



8- Ulusal onurumuza ve bağımsızlığımıza sahip çıkmak, Yeni Dünya Düzeni’ne, küresel dayatmalara karşı çıkmakta eş anlamlıdır.



Ülkemizin ulusal refleksleri ve birikimleri; askeriyle ve siviliyle; aydınıyla, genciyle, namuslu sanayicisi ve işçisiyle, tarımdaki çilekeş üreticisi ve yoksul köylüsüyle, esnaf ve zanaatkarıyla; beyaz ve mavi yakalısıyla; emperyalizme pabuç bırakmayacaktır. Emperyalist-kapitalizmin dediği olmayacak, hegemonların diktatörlüğü tersyüz edilecektir!



Bu bilinç ışıdıkça siyasal anlamda güçlenecek ve yandaşları artacak, başta Irak olmak üzere ezilen uluslar direndikçe ABD balonu sönecek; uluslar gerçekten bağımsız, özgür, demokrat ve ulusal reflekslere duyarlı düzenlere birgün mutlaka kavuşacaklardır.



(Talat Turhan’ın Bomba Davası - Savunma 1 kitabına yazdığı önsözdür.)



Dipnotlar

1.Giderayak, E. Tümg. Sıtkı Ulmay, Milliyet Yayınları, 1. Baskı Mayıs 1996, İstanbul.



2.12 Eylül, Saat:00.04, M. Ali Birand, Milliyet Yayınları, 1984, İstanbul.



3.11.8.1991, 2000’e Doğru



4.Konuyla ilgili olarak “Çeteleşme” adlı kitabımın 191’inci sayfasındeki “Bilderberg Toplantısı’na Katılanların Listesi”ne bakılabilir.



5.Küresel başkaldırıya ilişkin olarak, Aykırı Yayınları’ndan 2004 Nisan’ında çıkan ve Neva Welton-Linda Wolf’un yazdıkları, D. Ekim Savran’ın çevirdiği “Küresel Başkaldırı-Yirmibirinci Yüzyıl Tiranlarına Karşı Mücadele” adlı kitaba bakılabilir.



6.Çağdaş, 8.12.1986; Vural Ahı’yla Söyleşi’den



7.Dr. V. Fatih Güven “Terörizm Olgusunda Dinin Yeri”, Stratejik Analiz, Haziran 2004 Sayısı



8.Tevrat’ın Yeşu Bölümü, Bap.1’den akt: Turhan, Talat “Çeteleşme...” Akyüz Yayıncılık, İstanbul
 

Mehmetcik

New member
Katılım
17 Haz 2008
Mesajlar
41
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Manzara-i Umumiye: 2004

TALAT TURHAN KİMDİR ?


Emekli Topçu Kurmay Yarbay, araştırmacı yazar Talat Turhan 2 Eylül 1924'te Elazığ'da doğdu.

Kara Harp Akademisi'nden 1958 mezun oldu. 17. Topçu Alayı Topçu Takım Komutanlığı, 156. Ağır Topçu Taburu Müstakil Topçu Takım Komutanlığı, 13.cü Uçaksavar Alayı Topçu Takım ve Batarya Komutanlığı, 1.Uçaksavar Alayı Topçu Takım Komutanlığı, 5. Kore Tugayı Uçaksavar Batarya Komutan Yardımcılığı, 56.Uçaksavar Alayı 187'nci Hafif Uçaksavar Batarya Komutanlığı, 2.Ordu Karargâhı Harekat Başkanlığı Kurmay Stajyerliği, 39.Tümen Topçu Komutanlığı Ağır Topçu Tabur Komutan Yardımcılığı, 39. Tümen Harekat ve Eğitim Şube Müdür Vekilliği, Genelkurmay Harekat Başkanlığı Plan Harekat Dairesi Plan Kısım Amirliği, Milli Savunma Bakanlığı Kara Emir Subaylığı, Milli Savunma Bakanlığı Özel Kalem Müdür Vekilliği, Batı Menzil Komutanlığı Plan Prensipler Şube Kısım Amirliği, Batı Menzil Komutanlığı Lojistik Başkanlığı Kısım Amirliği görevlerinde bulundu.

1964 yılında Topçu Kurmay Yarbay rütbesiyle 42 sayılı yasa uyarınca resen emekli edildi. (Bu tarihte kıdem sıra kitabında kendi devresi kurmay subayların en başında bulunuyordu.)

Talat Turhan adı, yakın siyasal tarihimizin 27 Mayıs 1960 devrimiyle açılan sürecinde sıklıkla gündeme geldi.

Hem Kurmay Yarbay rütbesi ile "Atatürkçülük" suçlaması ile konulduğu Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi günlerinde hem de 12 Mart darbesi ertesinde Sunay - Batur - Gürler kliğinin onun devrimciği kişiliğinden öç alırcasına ağır işkenceler göreceği gözaltılar ve Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi'nde alıkonulacağı "Bomba Davası" ve "Sabotaj Davası" gibi uydurma suçlamalar icat ettikleri süreçte.

Suçlandığı davalara karşı oluşturduğu 10 klasör ve 5000 sayfalık savunması ile suçlayıcıları bizzat kendisi yargıladı mahkeme sürecinde.

Bu savunması, siyasal ve hukuksal açıdan bir savunma klâsiği olarak tarihimize geçti.

Tüm bu süreçlerin ardından da araştırmacı-yazar olarak çıktı kamuoyunun önüne.

12 Eylül sürecine değin Vatan, Cumhuriyet ve 7 Gün'de makaleler ve dizi yazılar, bu süreçten sonra da aralıksız kitaplar yazdı.

Kamuoyunu uyarma ve yönlendirme görevini onur sayan Talat Turhan geçtiğimiz yıl 80. yaşını kutladı.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst