İsrail'in Afrika'daki Savaşı
İsrail, az önce değindiğimiz gibi Üçüncü Dünya'daki dekolonizasyon (sömürgeden kurtulma) sürecinden son derece rahatsız olmuş ve elinden geldiğince bu süreci engellemeye çalışmıştı. Bunun ardındaki mantık, ezilen halkların geliştireceği başkaldırının, Filistin halkını ezen ve Vaadedilmiş Topraklar'daki diğer halkları da ezmeyi, kontrol altına almayı hedefleyen Yahudi Devleti'ne de yöneleceği hesabıydı. Bunun yanısıra İsrail, Dünya Düzeni açısından da ezenlerin ve ezilen halkların var olması gerektiği düşüncesindedir. Bu bölümün sonunda bu konuya daha ayrıntılı olarak değineceğiz.
Ancak İsrail'in 1950'lerdeki dekolonizasyonu engelleme stratejisi fazla işe yaramadı. 1950'lerin sonundan itibaren Üçüncü Dünya'daki, özellikle de Afrika'daki bağımsız ülkelerin sayısında patlama yaşandı. 1950'de Afrika'nın tümünde sadece 4 resmi bağımsız ülke vardı. 1962'de bağımsız ülkelerin sayısı otuza çıktı, 1977'de Güney Afrika'nın Namibya üzerinde kurduğu egemenlik dışında kıtanın tümü hemen hemen bağımsızdı.
Ancak bu bağımsızlık yalnızca görünüşteydi, özellikle de halk açısından. Çünkü eski sömürgeci yönetimler gitmişti ama ülkenin yönetimi yine de halkın elinde değildi. Çoğu Afrika ülkesi son derece otoriter, baskıcı ve zalim, kısacası faşist diktatörlerin yönetimine girdi. Bu diktatörlerin hemen hepsi de eski sömürgeci güçlere, yani Batılı büyük devletlere bağlıydılar. Bazı ülkelerde ise Sovyet müttefiki diktatörler vardı ki, bunlar da gerçekte Batı yanlısı faşistlerden pek farklı değildiler. Bunlara "sol faşist' demek mümkündür.
Dolayısıyla dekolonizasyon Üçüncü Dünya halklarına özgürlük getirmedi. Özgürlük gelmeyince de Üçüncü Dünya'nın mücadelesi bitmedi. Üçüncü Dünya ülkelerinin çoğunda, iktidarı zor kullanarak elinde tutan faşistlere karşı çeşitli halk hareketleri gelişti. Bu halk hareketleri, ülkelerindeki diktatörlere karşı çıkarak, Düzen'e de karşı çıkmış oluyorlardı. Çünkü o diktatörleri o ülkelerin başına getiren güç, Düzen'di. Düzen'e karşı çıkan herhangi bir hareket ise İsrail için tehlikeliydi.
Bu nedenle de İsrail, bu "radikalizasyon"a karşı büyük bir savaş açtı. Savaşın mantığı, Üçüncü Dünya ülkelerindeki faşistlerin desteklenmesini öngörüyordu. Bu diktatörler hem para ve silahla desteklenecek, hem de "halk hareketlerinin nasıl durdurulabileceği" konusunda taktik yardım göreceklerdi. Bir "çete devleti" olan İsrail, bu konularda son derece uzmandı zaten.
İsrail'in Zaireli Dostu: Mobutu Sese Seko
Çok değil, bir kaç yıl öncesine kadar, New York'un Doğu Yakasındaki ünlü bir kuaför, hatırlı bir müşterisinin daveti üzerine ayda bir kere Afrika'ya uçardı. İsterse yolda kendisine refakat etmek üzere birkaç arkadaşını da beraberinde götürebilen bu kuaför, zengin ve güçlülerin kuaförüne yakışacak bir yolculuk sürer, Concorde'la yaptığı seyahatinde Eski Dünya'da sadece bir kaç saat kaldıktan sonra New York'taki müşterilerine geri dönerdi. Bütün bunların parasını ödeyen, yani tıraş olmak için New York'tan Concorde uçakla özel kuaför getirten kişi ise dünyanın en rezil diktatörlerinden Zaire Devlet Başkanı Mobutu Sese Seko'ydu.
Zaire, bir yandan inanılmaz bir doğal kaynak servetine sahipken (bakır, kobalt, elmaslar, çinko, tin, uranyum, su gücü), bir yandan da inanılmaz ve anormal bir yoksullukla karşı karşıya olan bir ülkedir. Mobutu'nun inanılmaz lükslerine karşın, Zaire insanı, Afrika'nın en fakir insanları arasındadır ve hayatının büyük bir çoğunluğunu yarı aç bir durumda geçirmiştir.
Ülke 1960'da bağımsız olmuştu. Ancak bu bağımsızlık, az önce değindiğimiz türdendi; halk yine köleydi. General Mobutu, 1965'deki darbeyle başkan oldu. Ve kurduğu rejim, tek kelimeyle cani bir diktatörlük olarak tanımlanabilirdi. Amnesty International, hazırladığı raporlarda sürekli olarak Mobutu'yu Afrika'nın en baskıcı yöneticilerinden biri olarak tanımladı. Mobutu ayrıca ülkeyi inanılmaz bir şekilde sömürdü: Diktatör İsviçre'deki banka hesaplarına milyarlar pompalarken, Zaire'nin insanları açlıktan ölmek üzereydi ve yılda 80 dolardan az bir gelire sahiptiler. Ülkenin zenginliklerinin diktatör ve arkadaşları arasında sistematik bir şekilde yığılması ve paylaşılması sonucunda, Mobutu'nun şahsi servetinin 4 milyon dolara ulaştığı hesaplanıyor.
Amerikalı gazeteci J. Kwinity'nin yazdığı "Where Mobutu's Millions Go" (Mobutu'nun Milyonları Nereye Gidiyor) başlıklı bir makalede, Zaire sefaleti şöyle anlatılıyordu: "Kötü beslenme Zaire nüfusunun 1/3'ünden fazlasının ölümüne sebep olmakta ve pek çok çocukta da kalıcı beyin zedelenmesine yol açmaktadır. Zaire'nin yarısı çocuk olan 25-28 milyonluk nüfusu, çamur kulübelerinde açlıktan ölmek üzeredirler." 16
Dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Zaire'yi bu şekilde sömüren Mobutu, doğal olarak, iktidarda kalışını kurduğu baskı rejimine borçludur: Mobutu'ya karşı çıkmaya kalkanlar acımasızca yok edilir. Özel polisin işkence yöntemleri korku salar...
Peki bu rezil Üçüncü Dünya faşisti iktidarını kime borçludur?
En başta İsrail'e... İsrailli askeri uzmanlar, 1969 yılında Mobutu'nun ordusundaki özel timleri eğitmeye başlamışlardı. İlerleyen yıllarda ilişkiler daha da gelişti; Mossad Zaire'de son derece aktif hale geldi. Savunma Bakanı Ezer Weizmann (şu anki Cumhurbaşkanı) 1979'da Zaire'yi gizlice ziyaret etmiş ve Mobutu'ya askeri yardımı artırma sözü vermişti. 1981'de Mossad'ın ünlü ajanlarından David Kimche Mobutu'nun konuğu oldu. Aynı yıl Savunma Bakanı Ariel Şaron gizlice Zaire'ye geldi ve Mobutu'yla, diktatörün özel koruma birliğini eğitmek için anlaşma imzaladı. 1982 yılında, Mobutu, İsrail'le ilişkilerini geliştirmesine karşılık 10 milyon dolar bahşiş aldı. 1983'de Ariel Şaron 4 günlük bir Zaire ziyareti yaptı ve Mobutu'nun özel koruma birliğinin sayısının 3.000'den 70.00'e çıkması ve İsrailli uzmanlar tarafından eğitilmesi kararlaştırıldı. 1984'de İsrail Devlet Başkanı Haim Herzog, dünya Yahudilerini Zaire'de yatırım yapmaya davet etti. İlerleyen yıllarda İsrail lobisi, Washington'da Mobutu lehine lobilicilik yaptı. 1985'te Mobutu İsrail'e resmi ve anlı şanlı bir ziyaret yaptı. Zaire diktatörü, başkan Haim Herzog tarafından 21 el silah atışı ve İsrail hava gücü jetlerinin uçuşuyla gösterişli bir şekilde karşılandı.17
Mobutu, Üçüncü Dünya'nın gördüğü en rezil ve en baskıcı diktatörlerden biriydi. Eli kanlı diktatörün en yakın müttefiki ise Üçüncü Dünya'nın "kontrol altında" tutulması hedefindeki İsrail'den başkası değildi.
Motubu, her faşist diktatör gibi rejim muhaliflerini baskı ve katliamla yola getiriyordu. 1978 yılında diktatöre karşı gelişen halk isyanı, son derece kanlı bir biçimde bastırıldı. İsyanın merkezi olan Kloweiz kenti, (üstteki gibi) ölülerle doldu. Mobutu'nun "güvenlik güçleri" başarılıydılar. İsrail tarafından eğitilmişlerdi çünkü...
Bu dönemde Mobutu'nun İsrail'den iki büyük ricası vardı: Zaire'deki baskıcı gizli polis servisinin İsrail tarafından eğitilmesi ve Yahudi lobisinin ABD'de Mobutu'yu desteklemesi. Bu isteklerin ikisi de İsrail tarafından kabul edildi. Kısa bir süre sonra iki İsrailli general, Ehud Barak (şu anda İçişleri bakanı) ve Abraham Tamir'in Zaire'ye yaptığı ziyarette Mobutu'nun gizli polisinin, sayıları yüzleri bulan özel "bodyguard"larının ve istihbarat servisinin İsrailli uzmanlar tarafından eğitilmesi kararlaştırıldı.
İsrail Mobutu'ya yardım etmek için gerçekten Amerika'daki nüfuzunu kullandı. Dışişleri Bakanı Yitzhak Şamir'in Aralık 1982 Zaire ziyaretinde, iki Yahudi ABD Kongre üyesinin, Howard Wolpe ve Stephen Solarz'ın Mobutu lehine lobi yapacağına söz verdi. Gerçekten de Solarz ve Wolpe Mobutu lehine lobi yaptılar ve etkili de oldular. İsrail, bu iki Yahudi Kongre üyesi aracılığıyla, Zaire'ye yapılan Amerikan yardımının artmasını ve Reagan yönetiminin genel olarak Mobutu rejimine olumlu yaklaşmasını sağladı.
İsrail, Mobutu'nun Amerika'daki imajını değiştirmek için de oldukça çaba sarfetti. 1981'de İsrail'in iktidar partisi olan Likud'un da seçim kampanya- sını yürüten İsrail Zeev First firması, bir Amerikan Yahudi delegasyonu tarafından 1982'de Zaire'ye yapılan ziyareti organize etti.18
Bu arada Mossad ajanı Meir Meyouhas, "Mobutu'nun sağ kolu" haline geldi ve Afrika diktatörüne hemen her konuda danışmanlık yaptı. Meyouhas, Zaire diktatörünün dış gezilerinin tümünde ona eşlik etti. Özellikle Mobutu'nun Amerika gezisinde önemli görüşmeler ayarladı: Zaire diktatörünü Amerika'daki Yahudi örgütleriyle görüştürdü ve bu örgütlerin aracılığıyla da IMF'nin Mobutu rejimine cömert krediler vermesini sağladı... Hallahmi, Meir Meyouhas'ın "Mobutu'nun en yakın dostu ve en iyi iş ortağı" olduğunu söylüyor.19
Mobutu 1995 yılında halen iktidarda. Ülkeyi, başkentten değil, Gbadolite şehri kıyısında, nehir üzerine yaptırdığı saray-gemisinden yönetiyor. Suikast korkusu nedeniyle buradan pek ayrılmıyor. Kişisel servetinin 5 milyar dolara ulaştığı, İsviçre'de şatoları, Cote d'Azur'da pahalı yatırımları olduğu biliniyor. Ülkede Mobutu'nun dalkavukluğundan başka bir şey yapmayan bakanlara yaklaşık 12 bin dolar aylık veriliyor, öğretmen maaşı ise 8 dolar kadar...
Uganda'nın Faşisti İdi Amin
ya da Kuzuların Sessizliği
Üçüncü Dünyanın en ünlü faşistlerinden biri Uganda'daydı. 1971'de gerçekleşen bir askeri darbeyle eski Başkan Obote'yi devirerek iktidarı ele geçiren İdi Amin, tüm faşist diktatörler gibi İsrail'le çok yakın ilişkiler kurdu.
İdi Amin, darbe yapmadan önce de İsraillilerle yakın ilişki kurmuştu. Zaten İsraillilerin Amin'in darbesini desteklemelerinin de başta gelen nedeni, onu önceden "gözlerine kestirmiş" olmalarıydı. İdi Amin'in sözkonusu bağlantısı, Obote döneminde başlayan İsrail-Uganda ilişkileri sırasında doğmuştu.
Uri Dan, Entebbe Havaalanında 90 Dakika adıyla Türkçe'ye çevrilen kitabında bu konuda şöyle diyor:
Uganda bağımsızlığını kazandıktan kısa bir müddet sonra, o zaman İsrail Savunma Bakanlığında Müsteşar olan Şimon Peres bir ziyaret için Uganda'ya gelmişti. Ev sahipleri, Peres'ten kendi ordu ve hava kuvvetlerini kurarlarken yardım etmesini istediler. Peres uygun buldu ve 1963 Nisanı'nda, o zaman Dışişleri Bakanı olan Golda Meir İsrail'le Uganda arasındaki yardım ve işbirliği anlaşmasını imzaladı... Anlaşmadan sonra, Albay Şaham, İsrail Savunma Bakanlığı heyetinin başında Uganda'ya geldi. Şöyle üstün körü yaptığı bir teftiş Şaham'a yapılacak çok şey olduğunu gösterdi. Uganda ordusu, 700-800 askerden müteşekkil bir tek piyade taburundan ibaretti. Taburun hem komutanı, hem de diğer bütün subayları İngiliz'di. Piyade taburu, herşeyden önce merasimler ve resmi geçitler için kullanılıyordu. Genellikle bayramlarda sokaklardan geçiyor, pek başka bir işe yaramıyordu. Zonik ve yanındaki İsrailli subaylar, işte bu komik-opera taburunu, etkin bir savaş gücüne dönüştüreceklerdi.20
Uganda'nın 1960'lı yıllarda İsrail'le girdiği bu yakınlaşma süreci sırasında, Uganda ordusunda general olan İdi Amin İsrail'le "kişisel" bir yakınlık kurmaya başladı. Uri Dan şöyle anlatıyor:
İsrail, anti-Siyonist bir politika izleyen Uganda lideri Obote'yi (en solda) devirerek yerine "İsrail hayranı" bir subay getirdi: İdi Amin (yanda). Amin, İsrail'in yardımıyla gerçekleştirdiği darbenin ardından, 8 yıllık rejimi boyunca 300 binden fazla insanı öldürttü.
Zonik ve arkadaşları işe ufaktan başlayarak, sadece bir bölüğü savaşabilecek bir bölüğe dönüştürmeye koyuldular. Ugandalı askerler eğitilmek için İsrail'e gönderildiler. Piyade bölüğünün eğitilmesinde İsrailli subayların gösterdikleri başarı, Cumhurbaşkanı Obote'nin, İsrail heyetine, Uganda'nın özel polis kuvvetlerini yetiştirmesi için istekte bulunmasına yol açtı. İsrail'den gönderilen Fuga-Magista ve Dakota'ları kullanan İsrailli havacı öğretmenler Uganda Hava Kuvvetlerinin temelini attılar ve hatta teknik bir okul bile açtılar. Uganda'nın bağımsızlığının ikinci yıldönümünde, İsrailli subayların gururlu bakışları önünde altı tane Fuga-Magista uçağı hava gösterilerinde bulundu... İdi Amin, Kampala'daki İsrail misyonuyla özel ilişkiler kurdu; sık sık İsrail'i ziyaret ediyor ve her seferinde bu ülkeye duyduğu hayranlık bir kat daha artıyordu. İsraillilerin çalışkanlığını öve öve bitiremiyordu. Deniz ve karadan taşınmak üzere parçalara demonte edilmiş şekilde Uganda'ya getirilen ilk jet uçaklarının orada tekrar monte edilişini görünce, İsraillilerin bu metal parçalarını nasıl bir jet uçağına dönüştürdükleri karşısında hayretlerini gizleyemedi. Monte edilen ilk Fuga-Magista'nın ilk uçuşuna gönüllü olarak katıldı ve bu işten son derece zevklendi. Daha sonra İsrailliler Amin'e nadir kimselere verdikleri bir ödül verdiler: Paraşütçülerin işareti. 2 Temmuzda Moritanya'ya giderken bile, saklamadığı bir gururla bu işareti taşıyordu... Aradaki ilişkiler o denli iyiydi ki, Amin bir gün, Kampala'da askeri ateşe olarak görev yapan Şaham'dan, İsrail'in, Kongo'dan çalınan muazzam miktarlardaki altının satışı için yardımcı olmasını istedi. Bankerler, işin esasını kurcalamak gereği hissetmedi altınların satış işlemlerini ayarladılar.21
Kısacası İsrail, Uganda devleti ile yakın ilişkiler kurarken, bir yandan da kendi savaş yeteneklerine ve güçlerine hayran olan İdi Amin gibi faşistleri de "özel" bağlantılarla kendi yanına çekiyordu (Güce, hatta şiddete olan hay- ranlık, faşistlerin değişmez özelliğidir).
İdi Amin'in henüz ordu görevlisi olduğu sıralarda İsrailliler tarafından keşfedilmiş olmasına, Amerikalı yazarlar Andrew ve Leslie Cockburn de değinirler. Buna göre göre, İdi Amin ilk önce İsrail'in Uganda Büyükelçisi Uri Lubrani'nin dikkatini çekmişti. Lubrani, Uganda'ya gelen İsrail askeri heyetine "Bu Amin bizim adamımız sayılır, şimdi öyle olmasa da yakında öyle olacak" demişti. Askeri heyetin başındaki Mossad ajanı ve albay Baruch Bar Lev de İdi Amin'i beğenmiş ve Lubrani'nin teşhisine katılmıştı.22 İsrailliler, Uganda'da bir piyon bulmuşlardı.
Ve İsrail, kısa süre sonra İdi Amin'i Obote rejimine karşı kullanmakta gecikmedi. Çünkü Obote, diğer bazı Afrika ülkeleri gibi 1967'deki Altı Gün Savaşı'nın ardından İsrail'e soğuk bakmaya başlamıştı. İsrail'in bu savaşta işgal ettiği bölgelerden çekilmemesi, Obote'ye ve benzeri liderlere eski sömürgecilik çağını hatırlatmış ve bu liderler Filistin davasına destek olmaya başlamışlardı. Bu devletler 1967 savaşının hemen ardından Birleşmiş Milletler'de İsrail aleyhine oy kullanarak tavırlarını gösterdiler.
Bu durumda İsrail'in yapabileceği tek bir şey vardı: Üçüncü Dünya ülkelerinde, Filistin davasına değil, kendi işgalci rejimine sempati duyan güçleri iktidara getirmek. İşgale sempati duymak; baskıya, şiddete, haksızlığa sempati duymayı, "güçlü olan haklıdır" prensibini kabul etmeyi gerektiriyordu. Bu mantık, bilindiği üzere, faşist mantığıdır. Güçlü olanın haklı olduğunu kabul edebilecek insanlar, doğal olarak İsrail'in haklı olduğu sonucuna varacaklardı. İsrail'in Üçüncü Dünya'daki faşist rejimlere verdiği desteğin en önemli nedenlerinden biri budur.
Bu "faşist bağlantısı"nın en iyi örneklerinden biriydi İdi Amin darbesi. İdi Amin, darbeyi üstte belirttiğimiz nedenle gittikçe İsrail aleyhtarı bir çizgiye girmeye başlayan Obote'ye karşı yapmıştı. Bu nedenle de Mossad, İdi Amin'e destek verdi. Amin'in darbesi, Mossad'ın büyük yardımı ile yapılmıştı; az önce sözünü ettiğimiz Mossad ajanı Albay Baruch Bar-Lev, olayda büyük rol oynamıştı. Baruch Bar-Lev, darbe sonrasında da İdi Amin'le çok yakın ilişki içinde olmaya devam etti. İdi Amin'in İsrail ilişkileri ise hep sürdü: Sık sık İsrail'i ziyaret ediyor ve her seferinde bu ülkeye duyduğu hayranlık bir kat daha artıyordu.23 Uri Dan, "İdi Amin hayatını bile bir İsrailli subaya, Ze'ev (Zonik) Şaham'a borçludur" diyor.24
İsrail'in "Uganda'daki adamı" olan İdi Amin'i ünlü yapan özelliği ise uyguladığı vahşetti. Ülkedeki tüm rejim muhaliflerini ortadan kaldıran Amin, uluslararası kuruluşların verdiği rakamlara göre, 8 yıllık iktidarı boyunca 300 bini aşkın insan öldürttü. Bunların bir kısmı Uganda nehirlerindeki timsahlara parçalatılmıştı. Ayrıca Amin'in bir de ilginç "hobi"si vardı: Uganda canavarı aynı ünlü Kuzuların Sessizliği filminde Antony Hopkins'in canlandırdığı "yamyam" doktor gibi siyasi muhaliflerini öldürttükten sonra onların karaciğerlerini yiyordu...
Ancak 1970'lerin sonuna doğru "yamyam"la İsrail arasındaki balayı sona erdi. Neden, artık İsrail'e ihtiyacı kalmadığını düşünen Amin'in, İsrail-karşıtı cephenin renkli ismi Kaddafi ile yakın ilişkiler kurmaya başlamasıydı. Ancak Amin İsrail'e ihtiyacı kalmadığını düşünmekle yanılmıştı. Yahudi Devleti'nden aldığı destek sona erince, iktidarı da fazla sürmedi. 29 Mart 1979'da Uganda'dan kaçmak zorunda kaldı. Hükümet birlikleri Uganda Halk Kurtuluş Ordusu gerillaları tarafından yenilgiye uğratılmış ve Amin de tek çareyi kaçmakta bulmuştu. Amin'i korumak için Kaddafi'nin yolladığı birlikler ise bu hezimeti yalnızca bir kaç gün geciktirebilmişti. Kaddafi'nin verdiği destek, İsrail'inki kadar etkili olamazdı kuşkusuz. İsrail, "halkları baskı altında tutma" yöntemlerinin biricik uzmanıydı. Yamyam, yanlış müttefik seçmenin cezasını çekmişti; yamyamlar için en iyi müttefik, İsrail'di...