Mazlume'nin Hayatı ve Girit'in Talihi

Katılım
22 Ağu 2008
Mesajlar
204
Tepkime puanı
1
Puanları
0
MAZLUME’nin HAYATI
ve GİRİT’İN TALİHİ !..

Sevgili okurlar başlığını okuduğunuz bu yazıma başlamadan önce hemen şunu ifade etmeliyim ki!..Kıbrıs müzakerelerinin yürütüldüğü bu dönemden tam 112 yıl önce yaşanları günümüze taşıyarak, Rum’ların Kıbrıs adasında yaşam hakkı tanımayı bir türlü kabullenemedikleri Kıbrıs Türk Halkının, Girit’te yaşananlardan yola çıkarak vatan toprakları olarak belledikleri K.K.T.C’nin varlığına sıkı, sıkıya sarılmalarına dikkat çekmek istedim..
Bu yazım, 1896 yılında Girit’te yaşadığı ve yaşanan olayları bir hatıra defterinde toplayan genç bir Türk kızı Mazlume’nin kaleminden derlenen küçük bir kitapçıktaki gerçekleri anlatacaktır!..Daha önce iki kez basımı yapılan ve Kıbrıs Türk’ünün medarı iftiharı büyük vatansever Prof. Dr. Derviş Manizade’nin üstün gayretleri, milli şair Behçet Kemal Çağlar’ın Osmanlı’ca dan Türkçe’ye çevirisi ile meydana çıkan bu çok önemli kitapçık özellikle; ‘’Megalo İdea’cı‘’ maceraperest Rum’ların Kıbrıs’ı ilhak edebilmek için hangi yollardan hareket etmek istediklerini bu Girit misali büyük bir açıklıkla ortaya koymaktadır..
Tarihin derinliklerinde saklı kalan ama Rum-Yunan ikilisinin gerçek yüzünü ortaya koyan bu kitapçıkta yaşananların sadece bu kitapta kalmasına gönlüm ve vicdanım razı olmadı.. Kamu oyu ile de paylaşmak istedim..Mazlume’nin Girit’te yaşadığı olaylar, 1963 yılında Kıbrıs Türk’ünün Rum’lar tarafından katledilmeleri ile tıpa, tıp aynıdır!.Okuyacağınız olaylar yalnızca Türk oldukları için öldürülen insanlarımıza yaptıkları işkenceleri unutarak!..Bu gün bir tiyatro oyuncusunun anlattığı gerçek dışı söylemleri nedeni ile bir bardak suda fırtına koparmaya çalışan Rum’ların sadece Kıbrıs’ta değil, Girit’te de kanlı geçmişlerini bir kez daha gözler önüne serecektir..
Unutulmaya yüz tutmuş olan bu tarihi gerçekleri yazarken Rum ve Yunan mezalimi ile hayatlarını kaybeden tüm şehitlerimizin aziz hatıraları önünde saygı, minnet, şükran duyguları ile eğiliyor ve rahmetle anıyorum..
İşte yiğit Türk Kızı Girit’li Mazlume’nin hatıra defteri!..

‘’ Girit’ten gözleri yaşlı ayrılan Türk’leri görmemek için Kıbrıs’a gemiler dolusu ve silahlı Türk’ün sevk edildiğini görmeyi de hesaba katıyorum. Ve çevirisini yaptığım bu kitapçığı haklı olduğu kadar Kıbrıs’ın cesaretli Türk’lerine ithaf ediyorum..’’

( Behçet Kemal Çağlar )
( 23 Aralık 1963 )

‘’ 1896 yılı şubat ayının bir karanlık gecesiydi. Ufuklar koyu bulutlarla kaplı, rüzgar şiddetle esiyor,ağaçların uğultuları derin bir iniltiyi andırıyordu.Dağların tepeleri kar ile kaplıydı; kışın şiddeti dayanılmaz bir halde idi. Rüzgar gittikçe korkunçluğunu arttırıyor, dehşetli bir bora baş gösteriyordu.
Tabiatın bu korkunç görünüşle hüküm sürdüğü çevrenin bir noktasında, koyu bulutlar altında bir başörtüsüne bürünmüş görünen Defne köyü, Girit Adasının kuzeydoğusunda, bir kasırganın ortasına rastlamış bir ağacın üstündeki kuş yuvası gibi titriyor sanılırdı.
Köy derin bir sessizlik içinde idi. Ortada in cin görünmüyordu. Bir-iki köpeğin kışın şiddetinden şikayet edercesine acı, acı havlamasından başka bir yaşama ve uyanıklık belirtisi yoktu. Erkenden yatmak zorunda olan rençberler derin bir uykuda idiler. Soğuktan uyuyamamış bir ihtiyar, mangal başında yaşlı karısı ile büzülmüş oturuyordu. Yeni evli bir çift, kavuşmalarının ilk gecesini yaşıyorlardı.Bir genç anne kim bilir hangi iç güdüsü ile uyanmış, çocuğunu vakitsiz emziriyordu. Herkes tabiatın bu amansız zalimliğinden kaçıp köşesine sığınmış, bunun geçici olduğuna, iyi günlerin geleceğine inanmış yuvasında uyuyordu..
Bilmiyorlardı ki, akıl edemiyorlardı ki, tabiattan daha zalim, kıştan daha amansız, insan kılığında bir sürü felaket, üzerlerine yaklaşmakta idi. Bu karanlık gecenin, yarını olmayan bir ebedi gece, kıyamete kadar uzayacak bir felaket gecesi olduğunu nereden bileceklerdi? Köyü kuşatan Rum çeteciler kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı:
-Ne ala tedbir! Herifleri ağa tutulmuş balık gibi elde edeceğiz!..
-Daha doğrusu kapana tutulmuş fare gibi yakalayacağız!..
-Şerif Alaki’nin ( Ali Ağakinin ) tarlaları benim olacak ha!..
-Budalalar şimdiden ne paylaşıyorsunuz? Bir şey yapamamak ihtimalide var: Bizim tüfeklerimize karşı onların martinleri de yok mu?
-Bir şeyden haberleri yok ki karşılık koymalarından korkalım.Tedbirli davranırsak Türk’lerin teki bile kurtulamaz.
-Evet hiç biri kurtulmamalı, bir teki bile sağ kalmamalıdır. Öteki isyanlarda olduğu gibi hücumumuz, dağınık ve önemsiz değil, bu defa esaslı, ciddi ve umumidir. Bu sefer Yunanistan’dan gelmiş 4000 kadar asker arkadaşımız ve yardımcımız, yine Yunanistan’dan gelen mükemmel toplarımız, subaylarımız da var. Etnik-i Eteria durmadan para ve malzeme gönderiyor. Bu sefer hiçbirini sağ bırakmamak şart. İleri, palikaryalar, ileri! Bu eşkiyaca konuşmalar, başlarında siyah mendiller bağlı, kaputlu, şalvarlı, çizmeli, tüfekli, kılıçlı, baltalı,yüz elli kadar korkunç kıyafetli haydut arasında geçiyordu. Her biri bir başka biçimde kan içmeyi kuruyor; kah ıslık çalıyor, kah eşkıya türküleri söylüyorlardı.Yaklaştıkça susup yavaşlayarak Defne köyüne doğru yürüyorlardı..
İnsanlar ki aynı Tanrının yarattığı, aynı atanın ürettiği kardeşlerdir.Akıllarını, güçlerini ve değerlerini, topluluklarının daha rahat, daha güzel yaşaması için yeni çareler bulmaya harcayacakları yerde, böyle kötülüklere, hainliklere, alçaklıklara sapmaları, ne hazin ne akıl almaz şeydir. İnsanlar arasındaki bu çekişme, bu boğuşma din ve mezhep ayrılığından mı? İnsanları doğruya çağıran hak dinler hiç böyle hayvanca şeyler ister mi?
Gece yarısı gelmiş, haydut takımı köye yaklaşmıştı. İlk işleri köydeki samanlıkları ve ahşap kulübeleri tutuşturmak olmuştu. Köy bir anda bir yangın yerine, bir savaş meydanına dönmüştü. Kapısını açıp dışarı fırlamak, penceresini açıp bakmak isteyen her köylü bir kurşunla yere seriliyordu. Şurada bir kadın saçlarından çekilerek sürükleniyor, eziliyor, öteden beriden ‘’ vay anam ‘’, ‘’ aman çocuğum ‘’, ‘’ kıymayın alçaklar ‘’ gibi sesler yükseliyordu. Haydutlar bir, bir evlere giriyorlardı. Can çekişen vücutların üstüne basarak dolapları kırıp eşyaları ortaya yığarak buldukları paralarla yükte hafif, pahada ağır şeyleri bölüşüyorlardı. Barut ve yanık kokusu genizleri tıkıyor, ötede beride alçakça tecavüze uğramış kadınların çığlıkları duyuluyordu. Köyün minaresi, sabahleyin çalışkan, masum ve asil halkına mezar olmuş köyün başında bir mezar taşı gibi sessiz duruyordu!..
Bir gece sonra idi; Defne Köyünün birkaç saat uzağında, adanın güneyine doğru, iki adam, biri ötekinden daha telaşlı, seyirtip gidiyorlardı. Yarı çıplak, pes perişan hallerinden belliydi ki bunlar, köy halkından olup her nasılsa kılıçtan geçmekten, balta altında can vermekten kurtulan kimselerdi.Gerideki gittikçe ona yaklaşıyordu; nihayet kim olduğunu seçebilecek kadar yanına gelince birden haykırdı, ‘’ Vay Mehmet Ağaki! ‘’ Öteki, ‘’ Sen misin Mahmut Boğçalaki? ‘’ diye seslendi. El sıkıştılar birbirlerine dert yanmaya başladılar. Mahmut oğlunun nasıl öldüğünü anlatmaya koyuldu. Eşkıya köyü bastığı anda yiğit çocuk silaha sarıldığı gibi pencereye koşmuş, kepengi açması ile birkaç kurşunun birden göğsüne girmesi ve ‘’ Ah babacığım ‘’ diye yere yuvarlanması bir olmuştu.Zavallı baba gözyaşları içinde korkunç hikayesine devam ediyordu:
‘’ Oğlumun kanlı göğsüne sarıldım, hıçkırmaktan kendimi alamıyordum.O sırada kapının vurulduğunu, vurulma değil yumruklandığını duyunca birden doğruldum, tüylerim ürperdi, martini aldım kapı tarafına çevirdim, birkaç el attım.Zorlanan kapının çatırdayarak kırıldığını duyunca, evin arka odasına geçtim, kapıyı kilitledim.Sapa sokağa bakan pencereyi açarak kendimi aşağıya salıverdim.Dünyada varım yoğum bir tek oğlumdu…Serif Alaki’nin kızı ile evlenmeleri yakındı. Muradını kursağına kodular kahrolasıcalar.’’ Mahmut hıçkıra, hıçkıra ağlarken Mehmet söze başladı:Biliyorsun karım bugünleri görmeden ölmüştü.Çoluğum çocuğum yoktu.Ama yakınlarım vardı. Bana evlattan yakındılar. Onlarla avunup gidiyordum. Zavallıların hepsini ayrı, ayrı işkence yaparak gözlerimin önünde öldürdüler.Nasıl can çekiştiklerini gördüm. Dayanamadım silahımı çektim, beş on haydudu yere serdim.Sonra intikamımızı almaya daha elverişli zaman olur ümidi ile kendimi karanlığa attım!..
Acı çekmiş zulüm görmüş bu iki bahtsız böyle dertleşerek çekingen ve ürkek ilerledikleri sırada ortalık ağarmaya başlamıştı. Beş altı saatlik daha gidecek yolları vardı. Ancak iyice yorulmuşlar adım atacak halleri kalmamıştı.Açlıktan ve yorgunluktan bitkin düşmüş vücutları ne olursa olsun uzanıp uyumak için çırpınıyor gibiydi. Bir ağaç parçasını yastık yaptılar. Mahmut’un sırtındaki kilim ikisine birden yorgan oldu; kıvrılıp yattılar!..
Biz gelelim Defne Köyüne, daha doğrusu Defne yıkıntısına! Köy evlerinin hepsi yanmış, damlar çökmüş yarı yıkılmış isli duvarlar iskeletler gibi sırıtıyordu.Ötede beride kana bulanmış insan cesetleriyle hayvan leşleri koyun koyuna yatıyorlardı. Köyde ses seda yok, mezarlık gibi bir sessizlik her tarafı sarmıştı!..
Ne o? Yanıp yıkılmış bir evin devrilmiş kapısı içinde bir gölge kıpırdanıyor. Bir kaputa sarılmış, başı örtülü ilk bakışta erkeğe benziyor ama biraz dikkat edince kadın olduğu fark ediliyor! Yürümeye çabalıyor ama zayıf bacakları bitkin vücudunu taşıyamıyor.Etrafı gözden geçiriyor. Birden gözleri parlıyor yıkıntılar arasında yanmış kurumuş bir ekmek parçası bulmuştur..Onu kapıyor; karnı doymasa da oyalanarak aklı başına gelir gibi oluyor. Söylenmeye başlıyor: ‘’ Yarabbi! Allahım! Merhameti sonsuz Tanrım Nedir bu başımıza gelenler? Nedir bu başıma gelecekler? İşte koca köyden ayakta kalan tek insan benim. Babam, anam, kardeşlerim toprak altında kaldılar! Ben olduğum yerden kendilerini duyuyordum da kendimi öldüm sanıyordum!...Eyvah! Nişanlım da ilk kurşunlardan birinin kurbanı oldu. Bir tek ümidim var: Ağabeyim yakındaki şehirde; bari onu bulmak kısmet olsa!.. Orası da kim bilir ne haldedir? İşte güneş yakında batacak; baştanbaşa yanmış yakılmış köyde ne bir ışık, ne bir ses, ne bir lokma yiyecek!..’’Kızcağız bir köşede donup kalmasa, başını yıkık duvar yığınlarına çarparak delirmese keşke!..
‘’ Şerif Aleki ‘’ diye adını, haydutlardan kaçıp kurtulan Mahmut ve Mehmet’ten duyduğumuz zengin adamın kızı bu. Babası Şerif efendi, Defne köyünün en zengini ve en iyi kalpli adamı idi.Defne köyünün yıkıntıları arasında bir başına kalan kızı Mazlume ise köy kızları arasında güzelliği ile nam salmıştı. Az çok okuması ve yazması da vardı. Daha okul sıralarında iken Mahmut’un oğlu Behçet ile birbirlerine yakınlaşmışlardı. Büyümüşlerdi artık; görüşemiyorlardı. Mazlume çarşafa girmişti. Behçet’in de bıyıkları terlemişti.Artık evlenmelerinin sırasıydı.Babaları anlaşmışlar bir iki ay sonra düğün hazırlığına başlanacaktı...
Mazlume o korkunç gecede bile çeyizlerini hazırlamak için epeyi zaman uyanık kalmıştı.Nihayet yorgun, bitkin ama memnun uyuyakalmıştı. Rüyasında Behçeti’ne kavuştuğunu görüyordu. Kollarını onun boynuna dolamak için uzatır gibi olmuştu. Büyük bir gürültü ile uyandı.Evi alevler sarmış ön odalardan iniltiler geliyordu! Babası Şerif efendi hemen duvarda asılı martinine sarıldı. Pencereden dışarıya ateş etmeye başladı. Karısı ve çocuklar evi saran alevleri söndürmek için çırpınarak, haykırarak odada dönüp duruyorlardı. Bu sırada dolabın birinde saklı barut dolu bir kap birden ateş aldı. Dehşetli bir gürültü ile patladı.Yarı yanmış evin bir yanını birden çökertti. Mazlume’yi bu basınç ileri fırlattı; ötekilerini yıkılan duvar, altına alıvermişti!..
Ya Behçet ne halde idi? Babası Mahmut’un anlattığı gibi köyü basan alçakların attığı kurşunlardan biri ile göğsünden fışkıran kan ile yere serilivermişti. Evde tek sağ kalan babası ciğeri yana, yana pencereden atlamış yollara düşmüş, ormanlarda gecelemiş, rastladığı köylüsü Mehmet ile yoluna devam etmişti. Behçet’ini gömmeye bile vakit yoktu!..Halbuki Behçet yaşıyordu, göğsünden giren kurşun kalbin biraz ötesinden sıyırarak çıktığı için, kan içinde yere yığılmış ama ölmemişti.Yani Mazlume’de nişanlısı Behçet’te yaşıyordu. Birbirlerinin yaşadığından habersiz olan bu iki gence kavuşmak nasip olacak mıydı?
Mazlume, yarı ölü-diri bir gece daha geçirdiği köyünde, daha sonra yakılıp yıkılan köye gelerek eski dostlarını arayan 60 yaşlarında bir ihtiyar tarafından bulunarak Yenişehir’e götürüldü.Oradaki komitecilerden bir tanıdığına durumu anlattı. Kızı onlara kılına dokunulmamak kaydı ile teslim etti.
Girit, artık asilerin eline geçmiş, bir çok köyleri harabeye dönmüş, büyük şehirleri birer, birer Osmanlı idaresi zamanındaki huzuru kaybetmişti.Bu arada; Hanya çevreden kaçıp kurtulabilmiş zavallı Türk’lerle doluvermişti. Bu yüzdendir ki palikaryalar gözlerini her şehirden çok Hanya’ya dikmişlerdi.Yunanistan’dan getirilen toplar ve asilerin başına geçen Yunan subayları Hanya’yı saranlara kuvvet ve cüret kaynağı oluyordu! Hanya kalesi içinde sıkışıp kalan Girit’li Türkler etraflarını saran düşmanların üstünlüğüne aldırmadan zaman, zaman kaleden çıkıyorlar, asilere gerekli darbeyi vurup tekrar kaleye dönerek aslanca savunmalarına devam ediyorlardı. Özellikle bunlar arasında ölümü çoktan göze almış en büyük yararlıkları gösteren orta boylu düzgün endamlı bir yiğit vardı. Defne köyü baskınından yaralı olarak kurtulmuş olan ve bir kayık ile Hanya’ya gelen Behçet’ti bu kahraman. Her rastladığına nişanlısı Mazlume’yi ve babası Mahmut’u soruyordu..
Türk ve Müslüman Giritliler, yiyecekten-giyecekten yoksun, çaresiz ve bitkin düşmüşlerdi. İstanbul’a Sultan Abdülhamit’e gönderilen ricacılar nihayet Sultanın değil de milletin kalbini harekete geçirebilmişlerdi. Girit’e erzak yardımı başlamıştı. Daha önce ekilen tarlaları hasat için giden Türkler, Rum asilerin kurşunlarına hedef oluyorlardı.
Girit isyanının baş teşvikçisi, cephane ve erzak bakımından tek besleyicisi Avrupa’nın şımarık çocuğu küçük Yunanistan hükümetiydi!.Osmanlı sınırına asker yığmaya başlamış ve ilk kazanacağı yeni zafer ile Girit’in bağımsızlığını tasdik ettirmek kaydı ile sulh yapmayı planlıyordu.Sonuçta bu planlarında başarıya ulaştılar..
Abdülhamit’in korkaklığı, halkın çaresizliği, Hristiyan devletlerin Yunan tarafını tutması Osmanlı askerinin büsbütün Girit’ten çekilmesine sebep oldu. Artık Girit Türk vatanı, İslam vatanı olamaz hale gelmişti. Girit Türklerinin hepsi kan ağlıyordu..
Bu arada; birbiri ile buluşan baba oğul: Mahmut’la Behçet, Mazlume’ye de rastlamış olmakla, bu dertlilerin içinde, az çok mutlu olan üç müstesna insandı. Hatta bir aralık Behçet ile Mazlume’nin evlendirilmesi bile kararlaşır gibi oldu ama, kızın kardeşinin dediği gibi bu, mezarlıkta şenlik yapmaya benzeyeceği için geriye bırakıldı.
Artık Girit’i terk etmekten başka çare yoktu. Vatanlarını yabancı ayaklara çiğnetmemek için ölümleri hiçe saymış, bu kadar çile çekmiş, cefa görmüş insanların şimdi bir başka bayrak altında bir düşman hükümetinin tebaası olarak yaşamaya gönülleri nasıl razı olabilirdi? İçleri bir tek gün rahat olmayacaktı. Her gün biraz ölerek yaşamanın sürünmekten ve yavaş, yavaş intihar etmekten ne farkı vardı?
Ah, fakat Girit nasıl bırakılırdı? Her karışı bir avuç Türk Kanı ile sulanmış bir aziz topraktı burası; suyu, havası, ürünleri birbirinden eşsizdi. İlk savaşlar hesaba katılmasa bile Osmanlılar yalnız son üç senelik kavgada 135 bin Şehit vermişlerdi. Girit’i bırakmak zordu, günahtı, ayıptı! Şuydu-buydu ama çilekeşler artık yorulmuşlardı, canları burunlarına gelmişti. Burada kalıp ölmektense bir yerlere göçüp yaşayıp toparlanmak ve ilk fırsatta tekrar vatana dönmek, o zaman için tek akıllı çare görünüyordu.
1897 yılının bir sonbahar günü, Akdeniz’in pek uysal günlerinden biri idi; tatlı bir rüzgar esiyor ve su üstündeki gemilerin yelkenlerini iyice şişiriyordu. Bu gemilerden biri Girit’ten hemen yeni açılmıştı. Güvertede birbirine sokulmuş üç-beş kişi dolu, dolu gözlerle Girit güzelliklerine dalmışlardı. İçlerinden bir erkek, bir kız birbirlerine sokulmuşlardı. Ötekilerin bir elleri böğürlerinde, bir elleri yaşlı gözlerinde idi. Bunlar Mazlume’nin Anı defterinin son sayfasına kaydettiği hikayemizin sağ kalan kahramanları idi; Behçet, Mazlume, Şerif ve Mahmut...
Girit dağları adadaki Türk’lerin talihleri ve istikballeri gibi koyu bulutlarla kaplı idi. Girit örtünüyor, yasa boğuluyor ve diri, diri gömülmeye razı oluyor gibiydi.
Gemi adadan uzaklaştıkça bizimkilerin derdi artıyordu. Hepsi bir ağızdan, bir ağıtın nakaratı gibi bir cümleciği yürekleri parçalanarak tekrar edip duruyorlardı: ‘’

‘’ Ah vatan, ah vatan!..’’

Ey Kıbrıs Türk’ü!
Yukarıda aktarmış olduğum yaşanmış anılarda Mazlume’nin ve Girit’in kaderini okudunuz. Sizler, babalarınız, anneleriniz, kardeşleriniz, Kıbrıs olaylarını yaşadınız. Şimdi son bölüme gelindi; hangi ad, hangi şekil ve yapıda olursa olsun sonucun, Girit’in devamı olmaması, bizim elimizdedir.Devlet olarak, aile olarak, fert olarak her aldığımız nefeste bu gerçeği unutmamak ve beklemek; tarihte bu gerçekleri yaşamış olan atalarımızdan ve Şehitlerimizden bize kalmış son uyarı son emanettir..

Allah hiç kimseyi vatanından ayrı bırakmasın!..

( Bu hatıratı tekrar gün ışığına çıkararak 21 Aralık 2008 tarihinde okurların görüşüne sunan Kıbrıs Türk Kültür Derneği İstanbul Şubesinin Vatanperver yönetim kurulu üyelerine teşekkürlerimle..)

Atilla ÇİLİNGİR.
 
Son düzenleme:

Volkan

-Otağ Hanı-
Katılım
20 Haz 2008
Mesajlar
969
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Altaylar
Cevap: Mazlume'nin Hayatı ve Girit'in Talihi

saygıdeger komutanım ;Atilla Çilingir. paylaştıgınız yazı beni çok duygulandırdı.bir kez daha anladımki TÜRK E TÜRK TEN başka dost yok.
ve Kıbrıs ın bir Girit olmaması da Kıbrıs Türk halkına baglıdır.inşallah seçimlerinde en dogru olanı yaparlar.saygılarımla.

TTK.
TMT.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Cevap: Mazlume'nin Hayatı ve Girit'in Talihi

MAZLUME'nin HAYATI, inşallah Kıbrıs TÜRKÜ için uyandırma vesilesi olur ve; vatanlarına, devletlerine, bağımsızlıklarına sahip çıkmayı tercih edip Rumlarla beraber aynı devlet çatısı altına girme gafletini göstermezler....Teşekkürler Sayın Çilingir.
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Mazlume'nin Hayatı ve Girit'in Talihi

Git gide seçime yaklaşıyoruz. Halkımızdan doğru karar vermelerini istiyorum. Karar vermeden iki kere düşünsünler. Yoksa kanla alınan toprağı ve kanla çizilen sınırı elimizden kaybedeceğiz. Hemde masa başında... Yani bir kağıt parçasıyla...

Sayın Komutanım. Elleriniz dert görmesin. Bu yazıyı ilk defa okudum. Çoğu insanda ilk defa okuyacaktır. Sayenizde bir çok insan bilgileniyor ve bilgilenmeye devam ediyor. Sağolun varolun.
 

BACANAK

New member
Katılım
12 Haz 2008
Mesajlar
133
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Mazlume'nin Hayatı ve Girit'in Talihi

Elimizde dünya delil var. Doğu Türkistan'dan Batı Trakya'ya , Kırım'dan Kıbrıs'a... Bize soykırım uygulandığını herkes bilmeli, herkes duymalı. Unutturmaya çalışan ve birleşme yolunda geçmişi silmeye kalkışan devlet büyüklerimizin yanlış oldukları yoldan dönmelerini istiyorum. Bizim kimseye ihtiyacımız yok. Biz tarihimizle her türlü şekilde söz sahibi olabilirz. Yeterki başımızdakiler şu katledilen Türklerin ruhunu feraha kavuşturmak için adım atsınlar...

Yazınız için teşekkür ederim Sayın ÇİLİNGİR.
 

BAHRİYELİ

New member
Katılım
27 Eyl 2008
Mesajlar
69
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Mazlume'nin Hayatı ve Girit'in Talihi

Bu değerli bilgiyi bizimle paylaştığınız için şahsınıza ve Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul şubesinin üyelerine teşekkür ederim. Sanırım herkes aynı şeyden dert yanıyor. Biz bu yazıları okuyoruz, okuduktan sonra eşimize dostumuza anlatıyoruz. Bilgileniyoruz ve bilgilendirmeye çalışıyoruz. Ne yazıkki isim veremediğim bazı şahıslar sanki bu olaylardan bir haber! Bu da beni sinir ediyor. Geçmişimize baktığımızda geçmiş için şu anda hükümetler tarafından yapılan icraatler çok anlamsız ve mantıksız.

Geçmişimizi sizin gibi büyüklerimiz sayesinde unutmuyoruz sayın Çilingir. Sağolun.
 
Üst