Mevlana Celaleddin'in Mesnevisi ve Neyde Dile Gelen Feryad

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Ali SARIGÜL

Gönüller sultanı Mevlana Celaleddin’in en çok bilinen eseri Mesnevi, bilindiği gibi yirmi beş bin beyitten meydana gelmektedir. Bu yirmi beş bin beyitten ilk on sekiz beyitin Mevlana’nın yolunu izleyenler için özel bir önemi ve anlamı vardır. Rivayete göre bu on sekiz beyiti bizzat Mevlana kaleme almış, kalan beyitler ise Mevlana çeşitli zamanlarda irticalen söylemiş, öğrencisi Çelebi Hüsamettin tarafından anında yazılmıştır ve Mesnevi adlı büyük eser bu şekilde meydana gelmiştir.

İster doğrudan Mevlana tarafından kaleme alınmış olsun, isterse yazdırılmış olsun kanımızca bu durum on sekiz beyitin mânâsından bir şey eksiltmez. Asıl önemli olan bu beyitlerin ifade ettiği mânâdır ki Mesnev-i Şerif’in özeti gibidir. Bu on sekiz beyit doğru anlaşılmadan kanımızca Mesnevi’yi anlamak zordur. Biz bu yazımızda bu on sekiz beyiti biraz daha daraltarak sadece neyle ilgili olan on üç beyitten anladıklarımızı, bu beyitlerde Hazreti Pir’in anlatmaya çalıştığı derin hakikatı açmaya çalışacağız.

Farklı zamanlarda ve farklı şarihlerce yapılan Mesnevi şerhlerinde Mesnevi’deki Ney sembolizmi değişik şekillerde yorumlanmışsa da biz Mesnevi’deki Ney’in doğrudan musikiyi ifade ettiği inancındayız. Mevlana, gerek Mesnevi’de gerekse diğer eserlerinde musikiye verdiği önemi ifade etmiş ve O’nun bu irşad edici işaretidir ki yolundan yürüyenlerin Klasik Musikimize büyük katkılar yapmalarına ve inanılmaz güzellikte başta -Mevlevi Ayinleri olmak üzere-eserler meydana getirmelerine yol açmıştır. Bu kısa girişten sonra Abdülbaki Gölpınarlı çevirisini(1) esas aldığımız Mesnevi’nin ilk on üç beytinin şerhine başlayabiliriz:

1.Dinle, bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor:
2. Diyor ki: Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımla erkek de ağlayıp inlemiştir , kadın da .

Birbirleriyle bağlantılı olan bu ilk iki beyitin zahiri anlamı herkesin anlayabileceği gibi açıktır. Ney, ney olmadan önce kamışlıkta kendi ortamında yani yurdunda, huzur ve mutluluk içinde idi. Ancak kamışlıktan alınarak, başı kesildi, içi boşaltıldı ve göğsü delinerek neyzenin nefesine terk edildi. Her ne kadar neyzenin üflemesi ile dinleyenlerin yüreklerini titreten nağmeleri gök kubbeye salsa da yine de vatanını özlemekte ve ayrılık acısıyla feryat etmekte ve bu yürek yakan feryatlar dinleyen kadın ve erkekleri de acıya boğmaktadır. Diğer yandan dini edebiyatta insanın Cennetten kovulduğu ifade edilir. Yani ney gibi huzur ve mutluluk içinde bulunduğu asıl yurdundan uzaklaşmak zorunda kalmış ve o günden beri acı ile feryat etmekte yeniden yurduna kavuşacağı günlerin özlemiyle yanıp tutuşmaktadır. Ancak insanın ayrıldığı(Cennet) yurduna kavuşması kolay değildir. O sonsuz huzur ve mutluluk yurduna tekrar dönmeye layık hale gelmesi gerekir ki bunun için neyin feryadında dile gelen musikinin dönüştürücü gücüne ihtiyaç vardır. Nitekim Mevlana bu hakikati şöyle ifade etmiştir:“İnsanı Hakk’a götüren bir çok yol vardır, ben sema ve musiki yolunu seçtim.”

Diğer bir açıdan insan denilen canlının hermafrodit bir canlıdan evrimleştiği biyolojik bir gerçekliktir. Hermafrodit canlı bilindiği gibi dişilik ve erkeklik özelliklerini bünyesinde barındırır. Dolayısı ile kendi içinde uyum ve huzur içindedir. Ne zaman ki dişi ve erkek şeklinde cinsler ayrıldı bu ayrılma ile huzursuzluk başlamış oldu. Dişi erkeğe, erkek dişiye muhtaç hale geldi. Nitekim dini edebiyatta Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı beyanı bu hakikatin sembolik bir ifadesi olabilir. İnsanın neyde sembolize olan feryadının ve özleminin nedeni bu hermofradit döneme duyulan bir özlemin sonucu olabilir. Seyyid Hüseyin Nasr İnsan-ı Kamili tarif ederken bu gerçeği şu şekilde ifade etmiştir:"İnsan-ı Kamil içsel olarak her iki cinsiyetin mükemmeliyetine sahip olan iki cinsli(Androjenik) bir yaratıktır. Fakat her iki cinsiyetin gerektirdiği şartlar ve unsurlara sadık kalmadıkça insanın o mükemmeliyete erişmesi imkansızdır... İnsanlar varlıklarının temelinde taşıdıkları cennetimsi ahenk ve huzura, erkek ve kadında doğuştan bulunan yönler bütünüyle gerçekleştirilmediği takdirde kavuşamazlar."(2)

Neyle sembolize edilen musikinin bir rolü de erkek ve dişide huzurun ortaya çıkması için gerekli olan hormonal balansın teessüsünü mümkün kılmaktır. Bu husus Musiki ve Felsefe adlı yazımızda detaylı olarak ele alınmıştır.

3. Ayrılıktan şahrem şahrem olmuş bir gönül isterim ki iştiyak anlatayım ona.
4. Aslından uzak kalan kişi, gene buluşma zamanını arar.

Doğaldır ki tok açın halinden anlamaz. Ayrılık derdini çekmeyen de bu derdi çekeni anlamaz. Ancak huzursuzluk ve ıstırap içinde arayan canlar birbirlerini, ayrılıktan parça parça olmuş olan kalpler , arayıcı gönüller iştiyak(özlem) derdini anlayabilir. Aslından uzak düşmüş kişi yine vuslat zamanını arar. Bu vuslatın yeri ne muhayyel bir cennettir, ne de kopup gelinen kamışlıktır. Bu vuslatın yeri kişinin yine kendisidir, kendi varlığıdır. Bütün arayış kişinin kendini arayışıdır ki kendini bulan vuslata ulaşmış olur. Kendini bulma yolunda neyin feryadına kulak vermek gerekir. Neyin simgeleştirdiği ilm-i musiki bu feryadı ifade eder. İnsan, kendinden uzak düşmüş ve kendi zihninin bir projeksiyonu olan sahte bir dünyada yaşamaktadır ki bu bir çeşit “Matrix”tir.

5. Ben her toplulukta ağladım, inledim. İyi hallilerle de eş oldum, kötü hallilerle de.

Musiki insanın en önemli keşiflerinden birisidir. Dolayısı ile her cemiyette onu duyarsınız. İyi halliler de fena halliler de musikiye muhabbet duyarlar. Musiki, Ayin-i Mevlevi’de ibadete dönüşürken, işret alemlerinin malzemesi olmaktan da kurtulamaz. Yani musiki aşıkın aşkını, fasıkın fıskını artıracaktır.

6. Herkes kendi zannınca dostum oldu bana. İçimdeki sırlarımı ise kimse aramadı.

Günümüzde musikinin kötü bir şey olduğunu söyleyecek kişi ve çevreler pek bulunmamaktadır. Olumsuz düşünceler daha çok farklı müzik türleri ile ilgilidir. Dolayısı ile musiki toplumların hayatında ihmal edilemeyecek bir yer tutmaktadır. Herkes bir şekilde musiki dinlemekte ondan keyf almaktadır. Ancak ne amaçla dinlenirse dinlenilsin bütün kesimlerin yaptığı, musikiyi ya hoşça vakit geçirilecek bir araç ya da ibadette bir ritüel olarak görmektir. Kimse musikinin adamın adem olmasında nasıl bir sırra sahip olduğunu araştırmamakta hatta bunun farkında bile olmamaktadır. Oysa bu konu da bakınız Mevlana ne demektedir:“Musikinin ahenginde öyle bir sır saklıdır ki ben bu sırrı açıklarsam dünya alt üst olur”.

7. Benim sırrım feryadımdan uzak değildir, fakat gözde, kulakta o ışık yok.

Hz. Mevlana bu beyitte bir bakıma “musikinin ahenginde” gizli olan ve açıklandığında dünyayı alt üst edecek olan sırrın yerini işaret etmektedir. Bu sır feryattadır. Bu feryadın iyi etüt edilmesi gerekmektedir. Sır neyin feryadında gizlidir. O feryat ki ayrılıktan dem vurur. Sır feryatta ,feryat ise ayrılıkta gizlidir. Dönüştürücü güç bu ayrılık ateşindedir ki bunu bize haber veren musikidir. Ey insan bu gün içinde bulunduğun batak hal senin asli halin değildir. Sen bu değilsin. Sen “cenneten” kovuldun. O “cennette” ne idin, şimdi nesin? Bunu düşün, bu konuda tefekkür et ve aslına dönmek için çabala,arayıcı ol demektedir musiki. Ancak neyde dile gelen bu uyarıyı görmek, işitmek her insanın nasibi değildir ne yazık ki. Her gözde onu görecek, her kulakta onu duyacak nur yoktur. Bu da taayyün meselesidir şüphesiz ki herkes kabının büyüklüğüne göre alacaktır.

8. Beden candan, can da bedenden gizli değil, fakat kimseye canı görmeye izin yok.

Beden bilindiği gibi insanın fizik varlığı olup hayvanlarda da var. Beden bakımından hayvanla insan arasında kayda değer bir fark yoktur. Bedenin işleyişi insanda da hayvanda da aynı yasalara uymaktadır. Can burada canlılık anlamında değildir. Çünkü canlılık hayvanda da vardır. Can ile işaret edilen şey hayvanda bulunmayan, insana mahsus bir özelliktir. Bunu ruh diye de ifade etmişlerdir. Ruh ve beden iç içedir, biri birinden gizli değildir. Ancak bu akıl yoluyla anlaşılacak bir husus değildir. Kimseye canı görmeye izin yoktur derken kemal mertebesine geleni bundan tenzih etmek gerekir. Kemal mertebesine gelen(İnsan-ı Kamil) “kendini bilmek” mazhariyetine eriştiği için kendinde olan ancak sıradan insanın “göremeyeceği” can hakikatinin de idrakine ulaşmış olacaktır. Canı bilebilmek için ölmeden önce ölmek, can olmak gerekmektedir.

9. Ateştir neyin bu sesi, yel değil. Kimde bu ateş yoksa yok olsun o kişi.

Şüphesiz ateş bir rahmettir, Cehennem ateşten oluşsa da. Neyin sesi ile musiki işaret edildiğine göre, bu ateş insandaki olumsuzlukları, hayvani, gayri cevheri halleri yok eden bir özelliğe sahiptir. Musiki insandaki sivrilikleri, nefse ilişkin katılıkları tatlı nağmeleri ile yakıp yok eder. İnsanda doğru “yol”da yürüme azim ve iradesini ortaya çıkarır. Onun için neydeki bu ateş mübarek bir ateştir ki Tanrı her insana o ateşte yanmayı nasip etsin. Eğer bir kişide bu ateş yoksa, bu şifa verici ateşten nasibini almamışsa, yani kişinin kulağı musikinin şifa verici nağmelerine kapalı ise o kişinin varlığı ile yokluğunun bir farkı yoktur. O ne acınacak haldir. W.Shakespeare’in dediği gibi “İçinde müzikten eser bulunmayan ve hoş nağmelerin ahenginden etkilenmeyen kimsenin nefsinin marifetleri gece kadar karatıcı, duyguları da Ereb kadar karanlıktır.”

10. Aşk ateşidir ki neye düştü , aşk coşkunluğudur ki şaraba düştü.

Herkes aşktan söz ediyor. O halde aşk nedir? Web sayfamızda Aşk, Sevgi ve Musiki ve Kutsalın Bilgisi: Aşk ve Özgürlük adlı makalelerde aşk kavramı ayrıntılı olarak işlendi. Kısaca söylersek “aşk, insanı, kendisi için iyi olanı aramak üzere harekete geçiren evrensel bir güçtür. Bu şekilde tinsel bir güç, bizi Bir'e ulaştıran bir rehber olarak karşımıza çıkan aşk, insanı erdemli insan kılan ve daha sonra da asıl varlıkla birleşmesini ve asıl varlıkta yok olarak gerçek anlamda varlık olmasını sağlayan güçtür.” İnsanı arayıcı yapan bu ateştir ki adına aşk ateşi diyoruz. Ney gibi, yurdundan ayrılmış insanı, yeniden yurduna ulaştıracak, kavuşturacak, sevgili ile vuslata erdirecek olan bu ateştir ki neyin içine düşmüştür, yani musikinin dokusunda mevcuttur. O ateştir ki onunla yanarsan seni sana götürür. Bütün arayış yollarından farklı olarak,şarapla simgelenen aşk coşkunluğu musikide mevcuttur. Musiki insanı değiştirir ve bunu kişiyi zorlamadan, her hangi bir riyazete gerek duyulmadan yapar ki bu şarabın yarattığı çoşkuya benzer.

11. Ney,bir dosttan ayrılana eştir, dosttur, perdeleri perdelerimizi yırttı gitti.

Ney(musiki) bir dosttur. “Ayrılık” nedeniyle acı içinde olanı teselli eden bir dost. O öyle bir dosttur ki ayrıldığımız “dosta” yeniden kavuşmamızda da rol alır. Ayrılmış olduğumuz “dosta”(mânâ alemi, cennet, vahdet) yeniden kavuşabilmemiz için bizi hazırlar. Ancak “dosttan” ayrılmamıza neden olan ve ortadan kaldırılmadıkça “dosta” yeniden kavuşmamız imkansız kılan bazı engeller vardır. Onlara “perde” diyoruz. Bu perdeler ki aşk yolunda yürüyebilmek için gerekli olan hürriyeti engeller. O perdeler ki kişiyi toplumsal kural ve geleneklerin esiri kılar. Bu toplumsal kural ve gelenekler aşkın zıddıdır, aşka geçit vermez. Aşksız da “dosta” kavuşulamaz. Öyleyse bu perdelerin yırtılması gereklidir. İşte neyde simgelenen musiki bu perdeleri yırtacak yegane güçtür.

İnsanda bir çok perde vardır. Bunların bir kısmı doğuştan gelir, fıtrattan kaynaklanır. Bir kısmı da sonradan öğrenilir. İnsanda esas olarak dört perde vardır ki bunlara Hicabat-ı Erbaa denir. Bu perdeler :

I. Hübbül Mal(Mal sevmek mala düşkünlük)

II. Hübbül Cah(Mevkiye,makama, iktidara düşkünlük)

III. Hübbül Taklit(Onun bunun yaptığını yapmaya çalışmak)

IV. Hübbül İsyan(Nefse mağlup olmak, Hakk dışı bir şey olmadığını anlamamak)

Bu dört perdeyi yıkan adama aşıkan denir. Bu perdelerin yırtılması için en etken güç musikidir. Musiki insana bir “reh-i nareste açar” ki seni bu perdelerin esaretinden kurtarır, adamken ademe dönüştürür.

12. Ney kanlarla dolu bir yolun sözünü etmede, Mecnun'un aşk hikayelerini anlatmada.

Ancak insanı esir eden perdelerin yırtılması, insanın kendi içine veya Hakk’a doğru yaptığı yolculuk kanlı bir yoldur. Zalim olan nefs bu yolda sonuna kadar direnir. Ve onun(nefsin) oyunlarının sonu yoktur. Bu yol Mecnun’un yürüdüğü yoldur ki sonunda Leyla’yı değil Mevla’yı bulursun. Ney bu yoldan bahseder.

13. Ney gibi bir zehir, ney gibi bir panzehiri kim gördü ? Ney gibi bir solukdaşı, bir iştiyak çekeni kim gördü ?

Neyde temsil edilen ilm-i musiki hem zehir, hem de bir panzehirdir. Kemal yolunda yürüyen bazı arayıcıya zehir bazı arayıcıya ise panzehir gerekir.Değişmeyen şudur ki hem zehir hem de panzehir rahmete yol açar. İçene şifa olur. Bu nedenle musikinin tatlı nağmeleri ile göz yaşı dökenler ya da coşku ve sevinç içinde bulunanlar aynı şifayı almışlardır. Bu şifa nefsin zulmünden kurtuluş şifasıdır ki seni kemal yolunda ilerletir, “dosta”, “sevgiliye” kavuşacağın günleri yakınlaştırır.

Ney insanla solukdaş, hem demdir . İnsana yakındır,onun fıtratına uygundur. Musikinin kişisel gelişim ve aydınlanma, kemale yürüme yolunda etken olması adeta bu yolda iştiyak içinde bulunması arayıcı gönüllere Hakk’ın eşsiz bir lütfudur. O kemal yolunda bir mayadır ki bu maya ile mayalanmak gerekir.



Notlar:

1. A.Gölpınarlı,Mesnevi ve Şerhi, I.cilt. Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Kültür Yay. İst.1973

2. Seyyid Hüseyin Nasr-Modern Dünya ve Geleneksel İslam,çeviren: S.Barkçın, H.Arslan, İnsan Yay. İst. 1989​
 
Üst