Mücahitler Derneği Genel Sekreteri Adnan Işıman

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Mücahitler Derneği Genel Sekreteri Adnan IŞIMAN ın, GAÜ de 21 -25 Aralık Şehitler haftası münasebetiyle gerçekleştirilen oturumdaki konuşmaları.


Değerli konuklar, değerli gençler:

21 Aralık Şehitler haftası münasebetiyle Girne Amerikan Üniversitesinde
gerşekleştirilecek etkinlikte konuşmacı olurmusun sorusu geldiğinde, o günlerde yaşananların bir bölümünün canlı tanıklığını yapmış biri olarak nereden başlamam gerektiği hususunda tereddütler geçirdim.
Rumların, Kıbrıs’ta adanın tamamına egemen olma düşüncesine karşın Kıbrıs Türklerinin, biraz da aşırıya kaçan o hoşgörü anlayışıyla “ ya Taksim, ya ölüm” parolasıyla yola koyulması bile, ne kadar hak yiyici bir toplum olmadığımızın,
karşımızdaki unsurun kötülük yapma cesametine bakmaksızın, onların da hakkını gözetmekteki tavrımızın Türk ulusunun bir parçası olan Kıbrıs Türklerinin yapısını sanırım ortaya koyması açısından önemli bir bulgudur.
Dikkat buyurun, bir taraf “Enosis” tezi ile adanın tamamını istemekte, diğer taraf ise yarısına razı olduğunu, bu uğurda ölmeyi bile göze aldığını ifade ediyor.
***********
Padişah ikinci Abdülhamitin, geçici kaydıyla Kıbrıs adasını İngilizlere devrinden ve 1878 yılının 9 Temmuz Salı günü adaya ilk İngiliz askerinin adım atışından hemen sonra Papazlardan oluşan bir heyet İngiliz Valisinin huzuruna çıkar ve Kıbrıs adasının bir Yunan adası olduğunu bu nedenle adanın Yunanistana verilmesi gerektiği talebini ortaya atarlar.
Daha da gerilere göz atacak olursak, Kıbrısın Osmanlı İmparatorluğu döneminde, daha Yunanistanın bağımsızlığını elde etmesinden de önce , 1796 da Ethniki Eterya doğrultusunda ortaya çıkan Megalo İdea haritalarında Istanbul, İzmir hatta Ankara kapılarına kadar Yunan toprağı olarak gösterilirken bu topraklara Kıbrıs adası da dahil edilmişti.
1821 de Kıbrısta Klisenin önderliğinde bir isyan hareketi başlatılmış ancak bu hareket Osmanlı Valisi Küçük Mehmet Paşa tarafından bastırılmış, elebaşı 12 papaz darağacına yollanmıştır.
Ada İngiliz sömürge idaresine geçtikten sonra Rumların Kıbrıs Türklerine her vesile ile saldırmaları ardı ardına devam eder.
1912 yılında Limasolda başlayan Rum saldırılarına direnen Türklerden biri olan Kara Mehmet şehit edilir. O güne kadar verilen yüzlerce şehidimiz olmasına karşın bilinen ilk şehit adı Kara Mehmet’tir.
1923 lere kadar adanın İngilizler tarafından Türkiyeye yeniden devri konuşulurken 1923 te imzalanan Lozan anlaşması, Kıbrısın İngilizlerde kalmasının yasal zeminini hazırladıktan sonra, Rumlarının Yunanistana ilhak çığlıkları daha da artar. 1931 de yine klisenin önderliğinde isyan başlatırlar ama
Bu kez İngiliz sömürge idresinin sert tedbirleriyle karşılaşırlar.
1950 de bu kez Akel de devreye girer ve Kliselerde kurulan sandıklarda Yunanistana bağlanma konusunda plebisite gerçekleştirirler. Plebisitte oy kullananların 12 ci sırasında, günümüzde Türklere de haklar tanınacağını iddia eden Akelin Genel sekreteri Papayuannudur.
Plebisitin ardından Rumlar Self-determinasyon hakkı talepleriyle BM lere
Başvururlar, BM bu talebi reddeder.
20 Ekim 1950 de Başpiskobos seçilen Makariyos şöyle yemin etmiştir.
“Milli emellerimiz için çalışacağıma ve Kıbrısın anavatan Yunanistana bağlanması hedefimizden asla feragat etmeyeceğime kutsal kitap üzerine yemin ederim “
1 Nisan 1955 lerde önce İngiliz sömürge idaresini hedef alır şekilde başlatılan Eoka hareketi esasta tek bir amaca yöneliktir.
Adada yaşayan ve Kıbrısın Yunanistana ilhakının karşısında duran, kim olursa olsun, sindirilerek, göçe zorlayarak, katlederek ortadan kaldırılması, karşılarına çıkan tüm engelleri aşarak amaçlarına ulaşılması
kararlılığındadılar.
Bu amaca ulaşmada en büyük engelin Türkler olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Rumların 1955 te oluşturdukları Eoka tedhiş örgütünün Türklere dönük hareketlerinin yoğunlaşması karşısında, mütevazı olanaklarla, Kıbrıs Türkü de Türk Mukavemet Teşkilatını oluşturarak karşılık vermeye başlar. Yıllarca
böl ve yönet anlayışının hakim olduğu bir idare uygulayan İngiltere İmparatorluğu temsilcileri, arap saçına dönen Kıbrıs olayları karşısında bir anlamda çaresizlik içine düşerler ve çeşitli baskıların da artmasıyla bu kez
1960 ta, Zurih ve Londra anlaşmasına göre adayı, % 70 Rum- %30 Türk temsiliyeti esaslarına göre oluşturulan Kıbrıs Cumhuriyetine devrederler. Ara bir başlık olarak vurgulamak istiyorum, Kıbrıs ordusunun oluşumındaki yüzdeler ise, % 60 Rum ve % 40 Türk esaslarına göre kabul edilmişti.
İngilterenin yeni düzenleme ile ada ile bağı, garantör ülkelerin üçüncü ayağını oluşturmak yanında Dikelya ile Ağrotur bölgelerinde yine aynı anlaşmanın hükümlerine göre askeri üslerine sahip olmakla sonlanır..
Kıbrıs Cumhuriyetinin oluşmasıyla birlikte suni olarak kurulan bu ortaklığın yürüyemeyeceği daha ilk gönlerden bellidir. % 70 çoğunluk avantajını değerlendiren Rumlar devletin kilit noktalarına azılı Eokacıları yerleştirir.
Çok sürmez, sadece kuruluşundan ikibuçuk yıl sonra bununlada yetinmezler, Türklere verilen % 30 luk temsiliyetin fazlalığından, anayasada on üç maddede yeniden bir düzenleme yapılması suretiyle bu temsiliyetin gerilere çekilmesi talepleriyle ortaya çıkarlar.
Cumhurbaşkan Muavinliği Türklerin uhtesindedir ve Cumhurbaşkan Muavini
Dr Fazıl Küşük’tür. Dr Küçük, Makariyosun bu yollu taleplerine şiddetle karşı çıkar, çıkar ama kızılca kıyamette bu karşı çıkışla başlar.
Esasen 1960-63 arasında Rumlar boş durmamıştır. Akritas adı verilen silahlı bir yok etme planı ellerinin altındadır. Anlaşma hükümlerine göre adada bulunan Yunan birliklerinin sayısı gizlice artırılmış, adaya yüklüce silah ve mühimat yığınağı yapılmıştır.
1963 ün son aylarına gelindiğinde Rumların çok açık bir şekilde Türklere karşı bir girişim başlatacakları, Türkleri imha kararı aldıkları ortadadır. Rumların
Kıbrıs Cumhuriyet anayasasının Türkler aleyhine değiştirmek istedikleri 13 madde bir paravandır.
O aylarda yaşanan bazı olaylarla Rum niyetlerinin netliği çok açık bir şekilde ortadadır.
İşte o günlerde yaşanılan bazı olayları aktarmak istersek.
-3 Kasım 1963 te Baf kapısında bulunan Eokacı Markos Dragos’un heykelinin kaidesinde bomba atılır. Rumlar “Türkler yaptı” yaygaraları ile nümayişler düzenleyerek yeri göğü çınlatır.
-Bu olaydan birkaç gün önce yine o bölgeden geçmekte olan iki masum Türk köylüsü Eokacı Rum Polislerce dövülmüş, sürüklenerek polis karakoluna götürülerek işkence görmüşlerdi. Amaç heykele bombayı atanların Türk oldukları imajını yaratmaktı.
-Aralığın ilk günlerinde radyo ve gerçekleştirilen diğer yayınlarla Türk düşmanlığını körükleyici davranışları başlatıyorlar yine Viktorya caddesinde yaya olarak evine gitmekte olan 65 yaşlarındaki tatlıcı Fevzi Ahmet isimli bir Türke Rumlar tarfından ateş açılıyordu.
-5 Aralıkta Bodamyada 40 yaşlarındaki Fatma Mehmet Salih isimli kadın 3 maskeli şahısın saldırısına uğruyor ağır yaralanan kadının hayatını, haykırışlarıyla saldırıyı duyuran 9 yaşındaki oğlunun sesine civardaki Türklerin gelişi kurtarıyordu.
-9 Aralık akşamı Lefkoşanın en büyük lisesi olan Türk Lisesine Rum polislerce baskın düzenleniyor, yangın ihbarı bahane edilerek öğrencileri tahrik etmeye çalışıyorlardı.
-Yine aynı günlerde Girnede, Rumlar tarafından büyük bir tahrik kampanyası başlatılarak, sokaklarda Türlere hakaret içeren naralar atılarak nümayişler yapılmaktaydı.
-Ayın ikinci haftası dolarken bir Eokacının mezarı başında yapılan törende azılı Eokacılardan Nikos Koşis toplananlara şöyle sesleniyordu “ Zurih ve Londra anlaşmalarına asla daimi anlaşmalar olarak bakmadık. Çünkü bu anlaşmalar kendi öz gayelerimize ve milli hedeflerimize uygun değildir. Hayatta tek bir gaye için yaşıyoruz. Ölü kardeşlerimizin dökülen kanlarını değerlendirmek, onların bize bırakmış olduğu eseri tamamlamak için ayaktayız, bunun için yaşıyoruz.”
-1963 Aralık ayının 20 sine gelindiğinde Rum Polisler Türk bölgelerinde silahlarla donatılmış bir şekilde ve tatbikat yapar mahiyette köşe başlarında pusu kurmaya, sebepsiz yere olayları tırmandırıcı hareketleri başlatırlar.
Bilhassa Türkiye Büyükelçiliği kordon altına alınmış vaziyettedir.
Benzer durumlar Lefkoşada olduğu gibi, Mağusa, Girne, Baf, Limasol, Poli ve diğer yerleşim birimlerinde de ceryan ediyordu.
21 Aralık, sabahın ikisinde ceryan eden ve iki Türkün ölümü ve dört Türkün yaralanmasıyla başlayan Tahtakale olayları adanın her köşesinde elleri tetikte bekleyen üniformalı, üniformasız Rum katillere başlama işareti oluyor. Rum ve Yunan saldırıları amansızca başlıyordu.
******************

Sevgili gençler,
İşte henüz lise çağlarımıza denk düşen ve 21 Aralık la başlayan o karanlık günde onaltı yaşlarındaydım.
21 Aralık olaylarının patlak vermesinden önce, TMT nin varlığına rağmen mücadelenin yer altı safhasına dâhil edilmemiştik. Yaşı henüz küçük olarak değerlendirilmiştik ama milli şuur, ülke sevgisi, Atatürkçülük, Kıbrıstaki Türk varlığının idamesi için mücadelenin gereksiniminin bilincinde idik. Bu bilinci ailelerimizden ve Türkiye ile olan bağlarımızdan alıyorduk.
21 Aralık günü Erkek Lisesinde okuyan arkadaşlarımıza Rum Polislerce ateş açılıyor Musatafa Varol ve bir arkadaşımız ağır yaralanıyor aynı polis aracında bulunanlar bu kez Girne Kapısındaki Atatürk heykeline ateş açıyor ve süratle bölgeden uzaklaşıyordu.
Aynı gün ailemin yaşadığı Küçük Kaymaklıya döndüm. Dönmemle birlikte her taraftan gelen silah sesleri gittikçe yoğunlaştı, yaşanan gelişmeler adanın dört bir tarafında artık bir savaş havasındaydı.
Küçük Kaymaklı günümüzde Lefkoşanın en büyük bir semti olarak anılmaktadır. Hâlbuki 1963 Aralığına gelindiğinde Küçük Kaymaklı Lefkoşanın hemen yanıbaşında hergeçen gün büyüyen, gelişen bir yerleşim yeriydi. Nufusu 7000 Türk, 1000 i Rum olmak üzere 8000 civarındaydı. Türk İlkokulunda o tarihlerde 800 Öğrencinin eğitim gördüğü 28 civarında öğretmenin görev yaptığı düşünüldüğünde, Kıbrıs şartlarında büyük bir Türk köyüyüydü.
Küçük Kaymaklı 21 Aralıkta başlayan hadiselerden sonra cephane bakımından ancak dört gün dayanabiliyor donanımlı ve tam teçhizatlı Rum ve Yunan birliklerine karşı çözülmek zorunda kalıyordu.
Bir kısım halk Lefkoşaya, üyük bir kısmı Hamitköye göç etmek zorunda kalıyor, kaçamayanlar ise bir kısmı öldürülüyor, kurşuna diziliyor, bir kısmı ise esir alınıp Cikko Manastırı olarak bilinen yere götürülüyorlardı.
İşte o Cikko Manastırı olarak anılan yere götürülen 500 civarındaki Türkün arasında ben ve ailem de vardı. Yol boyunca aramızdan bazı Türkleri çekip alıyorlar, ardından gelen silah sesleri ile alınanların akibeti adeta göklerde yankılanıyordu.
Bir hafta boyunca aç ve sefil bırakılan, çeşitli hakaretlere maruz kalan Türklerin Cikko da tutsak olarak tutulduğumuz esnada dozerlerle hazırlanan ölüm çukurlarının açıldığını pencerelerden görebiliyorduk.
Yüzlerce Küçük Kaymaklı esirin Cikko Manastırına götürüldüğünü tesbit eden Birleşmiş Milletler askerlerine bağlı birlikler kapıları tutmak suretiyle katliamı önleyebiliyor ve daha sonra yapılan kimlik tesbitleriyle ölüm çukurlarına gidişimizi bekleyen bizler, salim Türk bölgelerine iade ediliyorduk. Aramızda kundakta neler olup bittiğinin farkında bile olamayan bebekler yanında 80 lik, doksanlık nineler dedeler vardı. Vardı ama Rumlar için Türk kimliği infaz uygulaması için yeter ve artardı.
Yaşamış olduğum bu olaylar korkunun doruklara ulaşmasına bir neden teşkil edebilirdi. Bu belki de çok normal bir gelişme idi ama yaşadıklarımızın üzerimizde bıraktığı gelişme tam tersi yönde tecelli etti. Mücadeleye daha büyük bir şevkle daha büyük bir azimle ve daha büyük bir inançla katıldık.
Bu inançla ve bu şevkle 1964 ün Şubat ayında dağdaki Türk direnişini bertaraf edip Lofkoşayı Girne yönünden muhasara etmeye çalışan, bu yönden olabilecek bir gelişmeyi durdurmayı amaçlayan Rum ve Yunan taaruzlarını durdurmak üzere dağ bölgesindeki savaşlarına gönderildim. Büyük çatışmalardan sonra Rum ve Yunan birliklerinin Lefkoşayı gören stratejik tepeleri ele geçirmesini angelledik.
Ateş kesin gerçekleşmesiyle Lefkoşada teşkilat kotlamasıyla sarı petek 2 veya sonraki adıyla 22 bölükte 1968 in Ekim ayına, yüksel tahsil için ayrılacağım, terhis olacağım güne kadar hızmet ettim.
1974 Barış harekâtlarına girdiğimizde artık delikanlılık gerilerde kalmıştı.
Gerye dönüp baktığımızda olumlu gelişen barış harekatları ile birlikte oluşturulan Cumhuriyetimizin getirdiği egemen varlığımız dışında,Türk- Rum münasebetlerinde değişen bir şeylerin olmadığını söylemek, bunu gözlemlediğimi ifade etmek istiyorum. Bir de sizlere kişisel olarak bir özeleştiride bulunmak istiyorum. “ çok erken ve gelişmeleri dikkate almadan rehavete kapıldığımız inancındayım.”
Rum kesiminde gelişen olaylara, Kıbrıs Türküne olan bakış açılarına bakıldığında ve bunu değerlendirdiğimizde 1958 lerden günümüze gelene kadar hiçbir şeyin değişmediğini, aksine güneyde verilen eğitimlerin, aşılanan Türk düşmanlığının, Rum klisesininde etkisiyle kinle yoğrulan birikimlerin daha da yoğunlaştığını ve bilhassa Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, bunları görmezden gelenlerin hayal içinde yaşadığını belirtmek istiyorum.
Tarih kitaplarımızdaki hakikatler ne kadar tahrif edilirse edilsin, yıllarca çekilen acılar isenirse yok farzedilsin, günümüzde bire bir yaşanılan olaylar
Gelecekte Kıbrıs Türkünü neleri beklediğinin en basit bir tarifidir.
Sizlere son söz olarak şunu ifade etmeliyim. 21 Aralık sadece Kıbrıs Türklerine yapılan mezalimlerin, verilen şehitlerin, Türklerin Kıbrıs Cumhuriyetini terk etmesinin, yaşanan göçlerin tarihi değildir. Aynı zamanda 21 Aralık, Kıbrıs Türklerinin var oluşunun yankılandığı, özgürce yaşam mücadelesinden asla kopmayacağının dünyaya duyurulduğu gündür. 21 Aralık aynı zamanda özgürlük kavgasının başladığı gündür.
Hepinize sevgiler, saygılar esenlik dolu mutlu yarınlar dilerim.
Hoşçakalın.
 
Üst