“Okutur cahili eçhel (en cahil) ederiz.”

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Okutur cahili eçhel (en cahil) ederiz.” Neyzen Tevfik






VASAT NASIL ÜRETİLİR?


Bir gazetenin birinci sayfasından haber verir gibi yapıp, büyük dümenlerle okurun çark ettirilmesi, değer sistemi kalmamış gazeteciler için başçavuş, general gibi sıfatlar ve Manukyan, Tansu, Dinç, Haldun gibi isimlerden çok onların iktidar niteliklerinin önemli olduğu açıkça görülüyor. Aptallaştırılarak iktidarlara pazarlanan kitlelerin müzmin birer alıcı yapılması ve iktidar cücelerinin de punto, katrat ve sütun marifetiyle, tiraj karşılığı bu zavallı alıcılara pazarlanması gerçekten yüzyılımızın büyük beceresi ve büyük üçkağıtçılığıdır.


Ancak bu iş, bu kadar tek boyutlu yapılsa kuşkusuz şimdiye kadar “kitleleştirilmiş” okur ya da bunu fark edecek ve bu büyük düzen bozulacaktı. Mekanizmayı karmaşıklaştıran ve düzeneğin her bir noktasından tekrar üreterek onu içinden çıkılmaz bir sistem haline getiren diğer sayfalardaki kurumsallığı atlamamak gerekir.


Şimdi orta sayfalarda konuşlanan ve vasat üretme merkezi olarak iş gören bir köşe türünden ve onun en çok okunan bir örneğinden söz etmenin yeridir.Yaratı cılığı ve kültürü öldürmek kolay değil,aptallaştırmak komplike planlar ve işlemler gerekiyor.




Vasatı Üretme Köşeleri
Bunlar gazetecilikten uzak bir işi büyük bir açıklıkla yaparlar. Kitlelerin o gün ne düşünecekleri, ne seyredecekleri, hangi şiirden zevk almaları gerektiği gibi ağır bir iştir yüklendikleri.


Bu yüzden gazeteci özelliklerinden ziyade başka ambalajlarla, etiket ve sıfatlarla donanmışlardır.


Bu tür bir vasat üretme köşesi yazarı olan Hıncal Uluç,eski TİP sempatizanlığı, güzellik yarışmaları daimi jüri üyeliği, taraftar spor yazarlığı, mankenlerle girişken röportajları, içlerinden bazılarıyla aseksüel medyatik dostlukları, sinema, konser, kaset dedikodularının yanı sıra politikanın da orta yolcu kulvarlarından yaptığı kontrataklarıyla türünün en gelişmiş örneğidir.


Hıncal Uluç, ”Galatasaraycılık” ve Mülkiyelilikten gelen devasa bir çevrenin, bütün meşhurlara abi diyen ya da küçük ismiyle hitap eden mütevazı soyluluğuyla donanmıştır. Ancak üzerine biraz düşünüldüğünde ve dikkatle bakıldığında cafcaflı kordelaların çözüldüğünü, ambalajların parçalandığını ve içinden vıcık vıcık bir sıradanlığın herkese sirayet etme isteğini görebiliriz.


Soysuzluğun bilinçaltından fırlaması bazen sürekli bir asalet arayışına dönüşür, ”Galatasaraycılık”, Mülkiyelilik yaşamda kendini ifade edebileceği tek merkez olur. Tatsız bir benlik algısı asalet zırhına bürünerek, bundan sonra karşısına gelenleri etkilemeye çalışır. Kendisine hayran olanlara soylu bir hümanizmle sarılır, düşüncelerine katılmayan hele gizlediği çarpıklıklarına tebessümlü bir bakış atanlara kanlı bıçaklı düşman olur. Onun gibi “aydın” olmayanlara da entellik damgasını hemen yapıştırır. Alparslan Türkeş’in ölümü ardından gözyaşlarıyla yazdığı “Güle Güle Aslan Amca” türünden yazılar iddiasını güttüğü “solcu”luğunu zedelemez çünkü o marjinal solcu değildir. Yakın dostlarına en çok satan gazetede ilericiliğin kolay olmadığını anlatır.


Hep geride kalmış ilericilikleri savunur. Tarihin 18. yüzyılında kalmış eşit vatandaşlık hakkını büyük bir devrimcilik edasıyla savunur. Hem de nerelerde… Örneğin üstadın konsere giderken arabasından ineceği kaldırım cebi önüne çakılmış kazıklar onu devrimci yapan konulardandır. Yazısı birden nasıl büyük bir hatibin konuşma metnine dönüşür, bir okursanız tüyleriniz diken diken olur. Haklı bir tepki nasıl da çıkartmak için oturduğunuz koltuğunuzda bir anda kapılır gidersiniz sütunların içindeki sabun köpüklerine.


Yazılarını oluşturduğu formül hiç bilinmeyenli bir denklem kadar basittir. Karmaşık olan,”fazla” soyut olan, düşünsel boyutu “aşırı” öne alan her etkinlik, film, tiyatro, roman, makale, her ne ise standartlar skalasından taşar defolu “entel” ürünler arasında teşhire sunulur. Bu onu, popüler kılacak, geniş bir kitlenin “hınçalıcı”sı yapacaktır. Ufak tefek haksızlıkları, sistemin değil uygulamalardaki hata ve sömürülerin acımasız eleştirmenini bu kitlenin gözünde mert, delikanlı ve sözünü esirgemez yapacaktır.


Uğur Çakıcı’yla ilgili bir haber nedeniyle tehdit edilen gazeteci Ayşe Önal’a sahip çıkarak cesaretini dost düşman herkesin gözüne sokmak istedi. Ancak bir benzin istasyonunda karşısında mafyayı bulunca bu tür konuların işlenmesinde pek de kamu yararı bulunmadığına ikna oluverdi. Kendi konularına döndü. Güzellik yarışmalarında kadın seçmek veya rahmetli Duygu Asena ile feminizm çalışmaları yaparmış” gibi yapmak onun uzman gazetecilik alanına giriyordu. Herkes kendi işine bakmalıydı.


Ayağından yediği kurşunlara karşı çelebi bir kayıtsızlık takınma ve bunu paraya çevirme zamanıdır şimdi. Ayağında bile değildir. Bütün pozlar bu umursamazlığın fotoğrafını sunarlar. Ne var ki, her anlatılan arasına minicik bir laf olarak giren ve vakur bir duruşla devam eden yazılara dikkatle bakılırsa tehlikesi atlatıldıktan sonra bu kurşunları mutlu bir olay olarak algılayan bir sevinç ışığı görülür. Bu ışık Hıncal Uluç’tun ayağında bir gazetecilik karizmasıdır artık. Kötü bir olay Allahtan ucuz atlatılmış güzel bir reklamdan öte piyasadaki değerini de artıran hayırlı bir olaya dönüşmüştür.


Hıncal Uluç, bir vasat üreticisidir. Onun köşesinde küçük kutucuklarda bir zengin sofrası şöyle eleştirilir: ”Bırakın da yesinler kardeşim. Onları korkutursanız İsviçre’de, Avrupa’da yerler. Bırakın burada yesinler. Hem o görkemli ve savurgan olarak suçladığınız sofra kurulana kadar kaç kişi ekmek yiyor biliyor musunuz? Manavı, aşçısı, garsonu, işletmecisi… Biraz da böyle düşünün.” Buna aptallık kültürünün anatomisi olarak da bakabiliriz vasatlığın patolojisi olarak da. Ama ortada büyük bir ölü kültür var. Yeni bir kültüre doğmak isteyenler eldivenleri giymek ve otopsi yapmak zorundalar. Otopsi, ölüm nedenini anlamak için cesedin ayrıştırılması ve ayrıntılar üzerine düşünülüp bağlantılar kurulmasıdır. Bu ölü kültürün en çok bu yalanlarla tükendiğini görmek anlamak gerekiyor. Mezar kazıcılara derin çukurların siparişlerini vermek, bu günlerin otopsiden sonra en önemli görevlerinden oluyor.


“Kusursuz Dünya” filminde vasatlara karşı, hele onu üretip büyütenlere karşı, nasıl büyük bir kin vardı. Bu Hıncal,

”kusursuz Dünya” filmini de mutlaka küçük bir kutucukla övmüştür: ”Kevin Costner ne duyarlı oynuyor” diye. Magazin Hıncal’ın, numaralarını aktüel siyaset sütununda deneyen Güneri Cıvaoğlu da “Schindler’in Listesi” filminden çok etkilenmiş. Bu filmin galasına giden Cıvaoğlu, adeti olmadığı halde bir film üzerine, tabii güncel politikaya servis yapmak maksadıyla: “Bu filmdeki ırkçılık eleştirisinden alınacak çok ders var” demiştir.


Ah be koca adamlar! Bu filmler sizi anlatıyor.




Gazete Sahipleri
Bu koca adamlara dolar üzerinden büyük maaşlar ödeyen gazete sahiplerinin ne kazandıklarını tam olarak bilemiyoruz. Ancak zaman zaman karşılıklı kavgalarından devletten sübvansiyon, teşvik, vs. adı altında aldıkları paraların küçük ülkelerin bütçelerinin epey üzerinde olduğunu biliyoruz.
Bunların okur tanımlamaları ilginçtir. Gazete patronlarının duayeni olarak bilinen Haldun Simavi, gazeteciyi ve okuru şöyle anlatmaktadır: “En iyi gazeteci en az kağıdı en ucuza boyayıp en pahalıya satandır. Gazetelerin kumaşı kültür, eğitim ve zeka seviyesi düşük, konsantre olma yeteneği kısıtlı, okuma isteği az, züğürt insanlara uygun olarak kesilmelidir. Bu tür insanlar Türk halkının büyük çoğunluğunu teşkil ediyor.”


Bu Simavi, gazetesini Aydın Doğan’a büyük bir servet karşılığı satmış ve şimdi İsviçre’de yaşamaktadır. Şu anda Türkiye’de ise Sirkeci’de beyaz eşya tüccarlığı döneminden biriktirdiği deneyimiyle kupon karşılığı beyaz eşya, porselen, elektronik eşya pazarlamacılığını basında kurumsallaştırılmasını Türk insanı, üzerine yaptığı bir tespite dayandırır. "Bizim insanımız rüşveti sever."


Beyaz eşya yanında gazetenin mi, gazete yanında beyaz eşyanın mı rüşvet olduğu zaman zaman karışsa da, gazetelerin insanların haber alma hakkıyla yakından uzaktan ilgili olmadığı ortaya çıkıyor. Rüşvet ilişkisi kısa vadede karşılıklı çıkara dayanan bir ilişki de olsa, uzun vadede tarafların birbirinin kişiliğini aşağılamalarına ve yok saymalarına yol açıyor.


Bu otopsi, toplumumuzda ki önemli bozulma kaynaklarından birini, şu çok satan gazete olgusunu, her şeyiyle ortaya koymaya muktedir değil. Yetkin bir otopsi için hepsinin kesilmesi gerekmektedir. Böyle olmadığı sürece saptamalar ve çözümler yetersiz olacaktır.


Bugün gazetelerden yararlanmak ve sağlıklı bir gazete okuru olabilmek için kitapların dünyasından süzülmüş ön birikim son derece gerekli görünmektedir. Ancak o zaman çarpıtılmış haberi, dezenformasy onu merceğimizden geçirip yerli yerine koymamız, gerçek bilgi ve habere ulaşmamız mümkün olabilir.
"Ölen Bir Kültür Üzerine İncelemeler"in yazarı Caudwell’in dediği gibi:


“Çağdaş kültürün bağrında yatan, onu öldüren yalandır; gene de bu yalanı tamamlayan doğru, kültürü dönüştürecek, onu yeniden canlandıracak olan doğru, kültürün daha da derinlerinde yatıyor.”


Hasip AKGÜL Görme Kılavuzu/ Sayfa :166-170 Duvar Yayınları
 
Üst