B. ÇAĞDAŞ EĞİTİM SİSTEMİ
Atatürk Dönemi Milli Eğitim PolitikasıMilli Mücadele hareketinin başarıyla sonuçlanmasından sonra Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmayı isteyen Atatürk, bu amacını gerçekleştirmek için ülkede köklü inkılâp hareketlerine girişti. Bu hareketleri engelleyecek her şeyin ortadan kaldırıldığı bu dönemde, hedef alınan anadüşünce milli, çağdaş ve laik bir toplum meydana getirmekti. Bütün bunlar ise ancak milli bir eğitim sayesinde gerçekleşebilirdi. Milli Mücadelenin kazanılmasında etkili olan milli birlik ve milli şuur anlayışı yeni devletin eğitim politikasının da esasını oluşturdu.Zira, Osmanlı'dan farklı olarak üniter milli bir devlet olarak kurulan Cumhuriyet'in eğitim politikası da milli olmalıydı. Bu konu ile ilgili olarak, daha milli mücadelenin devam ettiği yıllarda 1921'de Ankara'da milli bir eğitim programının oluşturulması amacıyla Maarif Kongresi toplandı. Atatürk kongrenin açılışında yaptığı konuşmasında, önceki eğitim sistemini eleştirerek, ülkenin geri kalmasında oynadığı role dikkatleri çektikten sonra, yeni devletin eğitim politikasının Osmanlı'daki gibi gayr-i milli olmayıp, doğu ve batı tesirlerinden uzak milli bir politika olacağını vurgulamıştır. Cumhuriyet ile beraber milli eğitimin amacı, milliegemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerini benimsemiş, milli birlik ve bütünlüğe önem veren nesillerin yetiştirilmesi olarak belirlenmiştir Bu dönemde milli eğitimin, aynı zamanda çağdaş ve laik özellikler taşıması için çalışıldı. O dönemde batı medeniyeti en ileri çağdaş tek medeniyettir ve temelinde akılcılık ve gerçekçiliğe dayalı bilimsel düşünce anlayışı vardır. Türk toplumunun çağdaşlaşabilmesi için bu düşüncenin temel alınması dolayısıyla eğitimin dinin tesirinden kurtarılarak laik esaslara göre yeniden düzenlenmesi gerekiyordu ki, bu doğrultuda laikleşme hareketlerine ağırlık verildi. Böylece, milli ve laik bir eğitim politikası ile ümmet toplumundan millet toplumuna geçiş sağlanmaya çalışıldı. Bunların yanı sıra dönemin milli eğitim politikasının bir özelliği de halkçı, halka doğru olmasıdır. Daha çok ilk ve orta öğretimde belirgin olarak ortaya çıkan bu özellik, eğitimde fırsat eşitliğinin yaratılması, okulların bütün ülke çocuklarına açık ve parasız hale getirilmesi anlayışı ile kendini göstermiştir.Cumhuriyetin ilk Maarif Vekili olan İsmail Safa (Özler) döneminde eğitim politikasının tespiti için oluşturulan 'Misak-ı Maarif'te eğitim ve öğretimin hedeflerini belirleyen şu ilkelere yer verilmiştir İlköğretimi fiilen umumi halegetirmek, herkese okuma yazma öğretmek, vatandaşları milliyetçi, halkçı ve cumhuriyetçi yetiştirmektir. Aynı Misak'ta eğitimin genel hedefi ise, Türk milletini medeniyet safında en ileriye götürmek ve yeni nesilleri Türk olmak haysiyetinin istilzam ettiği gayeye en kısa zamanda varmayı mümkün kılacak aşk, irade ve kudretle yetiştirmek olarak belirlenmiştir.
a) Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Uygulamaları
Cumhuriyetin ilanı sonrasında gerçekleştirilen inkılâplar arasında eğitimdeki gelişmeler önemli bir yere sahiptir. Bu alandaki en önemli adım 3 Mart 1924'dekabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretimin Birleştirilmesi) ile atıldı. Bu konuda 1923 yılı başında İzmir'de yaptığı bir konuşmasında medreseleri eleştirerek, Arapça öğrenmenin güçlüğünden bahseden Atatürk ...Milletimizin Darül irfanları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı kadın ve erkek aynı surette oradan çıkmalıdır... diyerek konuya dikkatleri çekmiştir. Nihayet, 3 Mart 1924'te Saruhan Mebusu Vasıf Bey ve arkadaşları tarafından T.B.M.M.'ne verilen Tevhid-i Tedrisat Kanununa dair verilen kanun teklifi yapılan görüşmeler sonunda kabul edildi. Buna göre ülkedeki bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı. Medreseler kapatıldı. Kanuna dayanarak İstanbul Darül fünununa bağlı 'İlahiyat Fakültesi' ile ülkenin değişik bölgelerinde İmam-Hatip okulları açıldı. Köklü değişiklikleri getiren bu kanun ile eğitim merkezileştirilerek devletin kontrol ve denetimine geçti. Farklı programlarla eğitim yaparak ikiliğe yol açan mektep-medrese ayrılığının önüne geçilmeye çalışıldı. Yine, Osmanlı dönemindeki zararlı faaliyetleri ile dikkatleri çeken azınlık ve yabancı okulları, denetim altına alındı.Ders kitapları dönemin politikasına uygun olarak yeniden hazırlandı. Yeni çıkarılan ders kitaplarında eskiye ait bilgiler azaltıldı ve milli eğitim politikası çerçevesinde Cumhuriyet ideolojisini yerleştirecek milli şuur uyandırıcı konulara ağırlık verildi.Eğitim ve öğretimde sağlanan bu birlik ve laiklikten sonra 1930'lardan itibaren kültürün ve dilin millileşmesi yolunda çalışmalara önem verildi. 1928'de Latin Harflerinin kabulünden sonra hem yeni harfleri öğretmek hem de okur yazar oranını arttırmak gayesiyle 'MilletMektepleri' açıldı. Atatürk'ün başöğretmenliğinde yürütülen bu çalışmalarla harf inkılabını yaygınlaştırmak için 16-45 yaş arasındaki çok sayıda vatandaşın katıldığı kurslar düzenlendi. Bu kurslarda daha çok okuma yazma, hesap, sağlık ve yurt bilgisi derslerine ağırlık verildiği görülmektedir. Ayrıca açılan 'Halk Okuma Odaları' ile okuma alışkanlığı kazandırılmaya çalışıldı. 1926'dan itibaren ortaöğretimde karma eğitime geçilerek kız ve erkeklerin aynı okuldan aynı programla bir arada okumaları sağlandı. Kısacası, bu kanun ile inkılâpların eğitim yoluyla gerçekleştirilmesi ve bütün topluma yaygınlaştırılması çabası söz konusudur.
b) İlk ve Ortaöğretimdeki Gelişmeler
Cumhuriyetten önce sıbyan okulları ile iptidaî mekteplerinde yapılan ilköğretim istenilen amacı gerçekleştiremiyordu. Zira, 1920'lerde okuma yazma bilenlerin oranının % 10 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzdendir ki, Cumhuriyet Türkiye'sinde yöneticilerin en çok üzerinde durduğu konu ilköğretim alanı olmuştur. Bunun için ilköğretim yaygınlaştırılarak parasız ve zorunlu hale getirilmiştir. İlkokuldaki eğitimin gayesi çocukları milli hayata hazırlamak olarak belirlenmiştir.Cumhuriyet döneminden önce rüşdiye, idadi ve sultani gibi değişik adlardaki okullarda yapılan ortaöğretim, bu dönemde üçer yıllık ortaokul ve lise olarak iki devreye ayrıldı Ortaokulların liseye liselerin de yüksek okullara öğrenci hazırlayan kurumlar olarak ele alındığı bu dönemde ortaöğretim, mesleki bilgilerin de verilmesi gereken yerler olarak görüldü. Bu doğrultuda hazırlanan yeni programlarda Cumhuriyet ideolojisinin yanı sıra bazı mesleki bilgilere de yerverildi Türkçe ve edebiyat gibi derslere ağırlık verilerek, liselere ilk kez Sosyoloji dersi konuldu. Bu dönemde önem verilen bir diğer alan mesleki ve teknik eğitimdir. Bu konuda yabancı uzmanlar davet edilerek onların bilgi ve tecrübelerinden yararlanıldı. Bu uzmanlardan biri 1924'te Ankara'ya davet edilen John Dewey' dir.Dewey görüşlerini hazırladığı bir rapor ile ortaya koyar. Raporunda özetle, eğitimkonusunda kararlar alacak kadronun yetiştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Dewey'i 1925'te Kuhne ve 1927'de Buyse takip eder. Bu kişiler de Türk eğitimi üzerinde incelemeler yaparak mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilmesi yolundaki tavsiyelerini birer raporla bildirmişlerdir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren eğitim alanında gösterilen gayretler sonucunda % 10 civarında olan okur-yazar oranı 1935'de % 19'a, 1940'da ise % 22'ye çıkarılabilmiştir. Bu dönemde erkeklere nazaran kadınların okur yazar oranı oldukça düşüktü. 1935'de erkeklerdeki % 23'lük oran kadınlarda % 8civarındadır. Bu rakam 1950'lere gelindiğinde erkeklerde % 55'e çıkarken kadınlarda % 25'e ulaşmıştır ki, bu rakam kırsal kesimdeki kadında daha düşük-tür.
c) Yükseköğretimdeki Gelişmeler
Batılı anlamda modern bir toplum meydana getirecek kadroları yetiştirmek ve özellikle bilimsel zihniyeti yerleştirmek için yüksek öğretimde düzenlemelere gidildi. Bu amaçla Tanzimat döneminde açıldığını gördüğümüz Darül Fünun'da reform yapılmasına karar verildi. Bu konuda dönemin hükümetinin kanaati,Darül Fünun'un özellikle son dönemde kendinden bekleneni yerine getiremediği ve gerçekleştirilen inkılâpların gelişimine ayak uyduramadığı şeklindeydi. Atatürk ise bu konudaki görüşünü TBMM'nde yaptığı bir konuşmasında Üniversite tesisine verdiğimiz ehemmiyeti beyan etmek isterim. Yarım tedbirlerin kısır olduğuna şüphe yoktur. Bütün işlerimizde olduğu gibi maarifte ve kurulan üniversitede de radikal tedbirlerle yürümek kati kararımızdır... sözleri ile ortaya koymuştur.
Bu amaçla İsviçre'nin Cenevre Üniversitesi pedagoji profesörlerinden Albert Malche Türkiye'ye davet edilerek, kendisinden Darül Fünunu Avrupa normlarına göre değerlendiren ayrıntılı bir rapor hazırlaması istendi. 1932 yılı başlarında Türkiye'ye gelen Malche raporunu 1 Haziran 1932'de Türk Hükümetine sundu. Malche Darül Fünun'la ilgili Raporda, özetle Darül Fünun'un bilimsel yetersizliği ifade edilerek, bu durumun ortadan kaldırılması için araştırmaya ve yabancı dil derslerine ağırlık verilmesi önerilmekteydi. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Milli Eğitim Bakanlığı, üniversite reformu konusunda sadece Malche'dan değil, Darülfünun Divanı, fakülte meclisleri ve fakülte reislerinden de reform tasarıları istemiştir. Sonuçta; Malche'ın raporunun yanı sıra fakültelerden gelen raporlar da değerlendirilerek Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanan bir rapor Bakanlar Kuruluna sunulmuş, Bakanlar Kurulu da 15 Mayıs 1933 tarihli toplantısında konuyu Meclise götürmüştür. Darülfünun'un ortadan kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesi'nin kuruluşu 31 Mayıs 1933 tarih ve 2252 sayılı kanun ile gerçekleştirilmiştir.
Bir yandan bu gelişmeler sağlanırken diğer yandan da alınan kararları hayata geçirecek çalışmalar sürdürüldü. 20 Mayıs 1933'te Malche'ın başkanlığında Talim ve Terbiye Dairesi üyeleri Avni (Başman) ve Rüştü (Uzel) Beyler,Mühendis Mektebi Müdürü Kerim (Erim) ve Ankara Lisesi Müdürü Osman(Horasanlı) Bey'den oluşan bir Islahat Komitesi oluşturuldu. Çalışmalar sonucunda yeni üniversitenin kadrosu oluşturuldu. Buna göre Darül Fünunda görev yapan 92 Öğretim üyesi işten çıkartılırken, 59'u görevine devam ettirildi.Bütün bu çalışmalar sürerken Almanya'daki gelişmelerin sonucu da yakından takip edilmiş, 1933'te iktidara gelen Adolf Hitler'in zulmünden canını kurtarmak için yurt dışına kaçan yüzlerce Alman bilim adamından bir kısmı ile yukarda da belirtildiği gibi temas kurularak Türkiye'ye davet edilmiştir.
Bu şekilde Türkiye'ye gelen profesörlerin büyük bir kısmı İstanbul Üniversitesi'nin Tıp, Fen, Edebiyat ve İktisat fakültelerinde çalışmıştır. Bunun yanında Ankara'da Hukuk Fakültesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Ankara Devlet Konservatuarı, Hıfzısıhha Enstitüsü, Yüksek Ziraat Enstitüsü, Numune Hastanesi gibi kurumlarda da az sayıda bilim adamı görev yapmıştır. Bu şekilde Batı örneğinde bir bilim yuvası olarak düşünülen üniversite,Edebiyat, Fen, Tıp ve Hukuk Fakülteleri olarak yeniden teşkilatlandırıldı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği açılan İlahiyat Fakültesi İslam Tetkikleri Enstitüsü olarak düzenlendi. Ayrıca Türk İnkılabı Enstitüsü, Kimya Enstitüsü ve Morfoloji Enstitüsü gibi araştırma kurumları açıldı. Yeni Türkiye Devleti'nin akla ve bilime verdiği değer ölçüsünde kalkınabileceğine inanan Atatürk, bilim adamlarına büyük önem vermiştir. Cumhuriyetin onuncu yılında gerçekleştirilen bu düzenlemelerin yanı sıra Ankara'da 1925'de açılan Hukuk Mektebi 1934'de Hukuk Fakültesi haline getirildi. Daha önce açılan Ankara Yüksek Ziraat Mektebi 1933'te Yüksek Ziraat Enstitüsü olarak düzenlendi. 1930'lardan sonra takip edilen milli kültür politikası gereğince Türk dilinin ve tarihinin bilimsel metotlarla araştırılması için Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu (1936). Aynıyıl eski Mülkiye Mektebi, Siyasal Bilgiler Okulu olarak Ankara'da yeniden düzenlendi. Ankara Üniversitesi'ni (1946) meydana getiren bu okullarla Türkiye'de yüksek öğrenimin geliştirilmesi sağlandı.
Bu konuda sonuç olarak şu değerlendirmede bulunabiliriz.Türkiye Devleti'nin eğitim politikası her şeyden önce milli idi. Akla ve bilime dayalı laik ve çağdaşözellikler taşımaktaydı. Öncelikli mesele cehaletin ortadan kaldırılmasıydı. Buamaçla parasız eğitim esas alındı ve ilköğretim bütün ülke çocuklarına zorunlu kılındı. Tevhid-i Tedrisat'la eğitim merkezileştirilerek bu alandaki çalışmalar MEB'nın sorumluluğuna verildi. Böylece ilk kez milli eğitim politikası bir devlet politikası haline getirildi. Yeni devletin kısa sürede gelişip kalkınmasını sağlayacak kadrolar yetişmesi için mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilerek öğretimin her kademesinde pratik hayatta işe yarar bilgilerin verilmesi esas alındı.
Eğitim politikalarının, kültür İnkılâbıyla birlikte değerlendirilmesi daha açık bir fikir edinmemize yardımcı olacaktır. Bu yıllardaki okullaşma oranının yüksekliği büyük bir ileri görüşlülükle bu konuya eğilimliğini göstermektedir. 1923-1932yılları arasındaki bütün ekonomik zorluklara rağmen büyüklü küçüklü 2650 yeni okul binası yaptırılmıştır.
Kısacası, öğretmenlerden genç neslin Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller olarak yetiştirilmesi istenen bu dönemde bir taraftan çok düşük olan okur-yazar oranı arttırılmaya çalışılırken diğer taraftan Türk toplumunu muasır medeniyetler seviyesine çıkaracak, cumhuriyet ilkelerine bağlı, diline, tarihine ve kültürüne saygılı, bilimsel zihniyeti benimsemiş milli şuura sahip gençlerin yetiştirilmesi için gayret sarf edilmiştir.
Yararlanılan Kaynaklar ve İnternet Adresleri
· Ekmelettin İhsanoğlu Osmanlı Medeniyeti Tarihi Eğitim ve Bilim Bölümü.
· Eğitim Alanındaki İnkilaplar httpwww.ait.hacettepe.edu.trgenelderslerII4.pdf
· Medreseden Mektebe Osmanlı Eğitim Sistemindeki Değişme httpwww.egitim.aku.edu.trergun3.htm