Pan-Tûranizm

DEMİR

Beğ Yönetici
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
374
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Pan-Tûranizm (Turancılık):

Pan-Tûranizm siyasi düşünce olarak, bir taraftan Türkçülüğün parelelinde onunla etkileşerek yürüyen bir kavram olarak kullanılmış diğer taraftan da Tûran kavimlerinin birbirleriyle olan yakınlıklarına ilişkilerini belgelemiştir.. Pan-Tûranizm tabiri özellikle ondokuzuncu yüzyılın sonlarında Macaristanda Macar bilim adamlarınca ilmileştirilmiştir.
Bu tabirin, uzak anayurt ideali manasında kullanılışı, 1839’a kadar çıkar. Birinci Cihan Harbi esnasında Tûran cemiyeti (Turanische Gesellschaft) tarafından Budapeşte’de çıkarılan Turan mecmuası, akraba olan milletler (bizimle ayni kökten olan milletler)’in tarih ve kültürünü tetkike mahsus bir yayındı işlediği konular ise "Coğrafi bir mefhum olarak Turan" "milletlerarası politikalarda Turan gerçeği" Kont Teleki ve Prof. Cholnoky göre (Turan- ein Landschaftsbegriff, bir bölge mefhumu) Bu bölge ise yani Turan Coğrafi bölgesi .

"Hazar Denizi, İran yaylası, Sır-Derya ve İrtiş’in kaynaklarının bulunduğu sıradağlar ve Akmolins yaylası arasındaki hudutlar içinde uzanan mıntıka" olarak tasavvur etmekte idiler. Bu tarif Ulu Türkistan coğrafi kavramının yerin almış gözükmektedir. Daha sonraları konuya getirilen yeni açıklama tespit ve yorumlar neticesi "

Turan: kendini Turani soydan sayan herkesin yaşadığı bölge ve sosyal coğrafya" olarak belirlenmiştir.

Bu coğrafî bölgenin vahdeti ve orada yaşamış olan kavimleri izah eden çalışmaların yaygınlaştırılması neticesi Turan gerçeği net olarak ortaya çıkacaktır.

Rusya’da da, Macar Turancı çalışmalara parelel bazı eğilimler göze çarpar.Avrasya grubu denilen grup, jeopolitik meseleler ve Avrasya halklarının harsî tesirleri ile ilgilendiler.
Pan-Turanizm (daha dar manasıyla Pan_Türkizm) hareketinin esas ve eyilimleri açınımları çok daha nettir.
Osmanlı İmparatorluğu gelişme dönemlerinde açıkça faaliyet gösteren bir Turan düşüncesi tesbit edilememesi yanında, Osmanlı bürokrasisinin dilinin ısrarla Türkçe olarak sabitlemeleri ve Türk unsurun Osmanlının demografik olarak dayandığı esas unsur olması özellikle Osmanlı hanedanının şecerelerini her seferinde Oğuz handan itibaren sayabilmeleri ve öyle değerlendirmeleri Turan Mevhumunun isimsiz devam ettiğini gösterir.
Bilhassa Osmanlı bilginlerden Aşık paşa, Kemalpaşa zâde ve Vani Mehmet Efendi’nin fikirlerinden söz edilmelidir. Özellikle sonuncusu, dar manada Türkçü, Oğuz Türkçüsü olduğunu söylemek gerek.Turan düşüncesinin Osmanlılarda biraz muğlak olarak seyretmesinin yanında ne enteresandır ki Kızılelma Ülküsü neredeyse fiziki boyut kazanmıştır. Hatta Kızılelma ya mekanlar hayal edilmişti, Mesela;

Engerus Ungarus Kızılelma sı: Budin;
İkinci Engerus Kızılelma sı: İstoni-i Belgrad/İstolni Belgrad
Orta-Macar Kızıl-Elması: Usturgon = Esztergon/Gran;
Küçük-Macar Kızıl-Elması yahut Alaman Kızıl-Elması veyahut Beç Kızılelma sı Viyana;
Rim-Papa Kızılelma sı: Roma.

Altınca Kızıl-Elmanın da Prusyadaki (Cologne = Kolonya) şehri olma ihtimali Peçevî’nin (Ehl-i İslam Kızıl-Elma’ya dek gidecekdür didükleri kelamun sebebini beyan) ederken kaydettiği şu fıkradan anlaşılmaktadır:

“Bu dahi malum ola ki Böyük-Kapona varoşunda yılda bir muayyen günde bütün varoşun ve etraf u cevanibinin sağir ü kebiri ve cüvan u piri taşra sahraya çıkarlar ve ol sahrada olan Kızıl-Kapona da oğluncuklar bir eski türkü ırlarlar: (Kızıl-Kapona) didüğü Kızıl Almadur, sınır taşı gibi alamet için vaz olunmuştur ve ırladukları türkünün meali:

........Türk Padişahı cümle kuvvet ü azametiyle bu mahalle değin gele gerekdür ve bunda Allahu Teala emriyle fevt olsa gerekdür ve Allaha itikad ü itimat olunsun ki Türk Padişahı ol kadar yukaruya gide ki Kolona’ya vara! Nemçe memleketine çok şenlik kalmaz, zira kolona şehri uzak yerde vaki, olmuştur.....

Kızılelma isminin Asya’dan sonra Avrupa tarafından daha nerelere götürüldüğü ayrıca araştırılacak önemli bir konudur.. Her halde bu birkaç örnekten de anlaşılacağı gibi Osmanlı İmparatorluğunu kurup genişletenlerin milli ideal sınırları siyasi haritalarından çok geniştir. Çünkü Viyana, Roma ve Kolonya gibi Kızıl-Elmalar hiçbir zaman ülkü haritasından devlet haritasına intikal edememiştir. Osmanlılarda Kızıl elmanın izini takip etmek Adeta Turan coğrafyasını taramak gibi bir şey.

Kızılelma ve Turan kavramlarının Ne kadarda birbirini çağrıştırdığına dikkat edilmeli. Bununla beraber, bu uzak Kızılelma ya karşı duyulan arzu ve bunları ele geçirmek için yapılan büyük hamlelerin İmparatorluğu genişletmekteki büyük tesirleri de kolay inkar edilebilecek şeylerden değildir.

Türk ordusu Kızılelma dan Kızılelma ya atılırken, sanki Turan birliğinin coğrafyasını arşınlıyordu. İlk idealist Osmanlı padişahları Kızılelmalar gösteren birer millet kılavuzu rolünde görülür: Mesela Kosova meydan muharebesinde Sırp ordusu imha edilip Sırbistan tabiiyet altına alınarak (Engerus Kızılelma’sına yol açıldığı zaman babasının yerine geçen Yıldırım Bayezit, cülus tebriki için Edirne sarayına gelen Venedik, Ceneviz ve sair İtalyan hükümetlerinin sulh ve ticaret anlaşmalarını yenilemek isteyen elçilerine Türkiye’de ticaret serbestisinin tabii bir hal olduğunu söyledikten sonra, yeni anlaşmalar yapılmasını reddetmiş ve hatta: Roma’ya kadar gidip Saint Pierre Kilisesinin Mihrabında atıma yem yedireceğim! Sözleriyle (Rim-Papa Kızılelma sı)’nın daha (Şarkî-Roma Kızılelma sı) fethedilmeden evvel Türk ülküsünün manevi haritasına girmiş olduğunu Batı Hıristiyanlığına rağmen ilan etmekte hiç tereddüt etmemiştir.

İstanbul’un fethinden 64 sene evvel Yıldırım’ın adeta elini uzatarak gösterdiği bir Kızıl-Elmanın fetihten sonra Fatih tarafından ihmali tabii kabil değildi. Hatta bazı batı kaynaklarında şanlı atasının sözünü Fatih’in de tekrar edip durduğundan bahsedilir.

Yıldırım’ın o meşhur sözünden 91 sene sonra Doğu Kızılelma sına Batı Kızılelma sınıda da ilave etmek isteyen Fatih, 1480 tarihinde Osmanlı aydınlarının (Pulya seferi) dedikleri Güney-İtalya seferini açtırıp on bir Ağustos Cuma günü Otranto şehrini fethettirdikten sonra etrafını da işgal ettirmiştir. Görünüşte Napoli krallığına karşı açılan bu seferin gerçek hedefi (Rim-Papa Kızılelma sı)’dır ve hatta papa Dördüncü Sixtus canını kurtarmak için Roma’dan Fransa’ya kaçmak istemişse de nihayet müdafaa masraflarına karşılık olarak gümüş takımlarını satıp bazı yardım ümitlerine kapılarak yerinde kalmıştır! Roma’nın kurtuluşu Papanın gümüş takımları sayesinde değil, dokuz ay sonra Fatih’in vefatı ve Cem Sultan vakasının zuhuru sayesindedir!

Fatih’in ölüm haberi üzerine Papalık makamının emriyle bütün Avrupa kiliselerinde Allaha şükür duaları yapılmıştı. Fatih’in nazarında olgun bir meyve haline gelen bu (Rim-Papa Kızılelma sı) ile olgunlaşmalarını beklediği (Engerus) ve Alaman (Kızılelma larından başka Paris bile artık bir nevi (Fransa Kızılelma sı) demekti. Hatta Yıldırım’ın İtalyan elçilerine söylediği söze adeta nazire olmak üzere kendisi de Papalık makamından elçilikle gelen bir Fransız kardinaline Paris’in 13. asırda ikmal edilmiş olan meşhur katedralinden kinaye olarak:
“... Koma’nın kurtulması şöyle dursun, senin kendi büyük kilisenin kulesine bile Türk bayrakları dikeceğim!” demişti.

Eski Türk halkının "Turan Budununun" Kızılelma dediği ve görkemli dönemlerde Türk Milletinin maneviyatını idare eden Bilgelerinde sulh zamanlarında bile (Darü’l-harp) ve Darü’l-Cihad) isimleriyle andığı uzak, yakın Doğu ve Batı ülkelerinin milli ideal sınırlarına girmesi gelişi güzel bir istila siyasetiyle değil, milletleri mahalli idarenin üstünde umumi ve müşterek bir nizam altına almak fikriyle izah edilebilir.

Yavuz’a izafe edilen ve bütün dünya arazisini tek bir devlete kafi gelmeyecek kadar küçük ve dar gösteren Büyük Turanı çağrıştırır sözün Kanuni devrinde kan dökülmesine sebep olmuş bir harici siyaset düsturu şekline inkılap etmesi bütün insanlığı alakadar eden o geniş ve yüksek telakkinin en açık delilidir. (... Yer yüzünde bir tek imparator vardır, o da (Sultan-ı Alem=Turan Hükümdarı) olan Türk padişahıdır) şeklinde ifade edebileceğimiz bu harici siyaset düsturunun diploması sahasındaki ilk neticesi, Avrupa’nın en mühim kısımlarından başka Amerika’da bile arazisi bulunan İspanya kralı ve Almanya İmparatoru Charles-Quint beşinci Karlos’un (İmparator) unvanını Türk hükümetinin kabul etmemesinde gösterilebilir.

Charles Quint’in o sırada Avusturya hükümdarlığında bulunan kardeşi Ferdinand, Türklerin fethetmiş oldukları Macaristan üzerinde bir takım haklar iddia ederek İstanbul’a elçiler göndermiş ve bu elçiler 1530 senesi Vezir-i Azam İbrahim Paşa’nın huzuruna kabule edildikleri zaman kendilerine sulh şartı olarak dünyada Osmanlı padişahından başka bir kimsenin (İmparator) unvanını taşımasına müsaade edilmeyeceği için (Vilayet-i İspanya kralı olan Karlos’un) Almanya’dan çekilmesi ve (onun valisi olarak karındaşı Ferendus)’un da her türlü iddiadan vazgeçerek Türk hakimiyetine girmesi şartından bahsedilmiştir.
Kanuni’nin 23 sene Nişancılığında yani o zamanki teşkilata göre Hariciye Nazırlığında bulunmuş olan meşhur tarih yazarı Celalzade Mustafa Çelebi’nin “Tamakatü’l-Memalik”’inde Charles Quint’ten bahsederken:

“Çevresindeki bir takım yalaka adamlarının nitelemesi ile imparator geçinir!” demesi işte bu milli siyaset düsturundan dolayıdır. Kanuni’nin 938-1532’deki (Alman seferi)’nin en mühim sebeplerinden biri de işte budur. Bu “Beşinci sefer, sefer-i hümayun”da takip edilen maksat Avrupa’yı fethedip doğrudan doğruya Türk idaresine almak değil, Türk üstünlüğüne karşı gelebilecek hiçbir kuvvet bırakmayarak tekmil Avrupa üzerinde umumi bir hegemonya kurmaktır.

Seferden sonra 1533 senesinin 22 Haziran Pazar günü akdedilen İstanbul analaşması bu maksadı kısmen temin etmiş ve Kral Ferdinand Osmanlı padişahını “Baba ve metbu” tanıdıktan başka kardeş diye hitab ettiği vezir-i azamla da eşit sayılmayı kabul etmiştir. Charles Quint’in idaresinde bulunan bütün devletler namına Türk hegemonyasına resmen boyun eğmesi kardeşi Ferdinand’dan 14 sene sonra 1547 tarihinde akdetmek mecburiyetinde kaldığı muahede üzerinedir. Bu ağır muahede mucebince her sene “ Mart ayının evvelinde” Türk hazinesine otuz bin altın haraç verilmesi Kararlaştırılmıştı.

Charles Quint’in Almanya İmparatorluğu tasdik edilmediği için “Vilayet-i İspanya kralı Karlo” unvanıyla iktifa mecbur olmuş bu muahede ahkamı Papalık makamıyla Venedik cumhuriyetine ve Fransa ile Avusturya Kralları da bu anlaşmanın içine dahil edilmiş ve Avrupa üzerinde bir Türk hegemonyası kuran böyle bir anlaşmayı bile karşı tarafın dilek ve ricası üzerine “kemal-i inayet-i Padişahane ”sinden dolayı kabul buyurduğundan bahseden Kanuni bu şerefli vesikayı o senenin 23 Şaban Cumartesi günü tasdik etmiştir.

Kendisini yeryüzünün yegane imparatoru ilan eden Sultan Süleyman’ı bu büyük dava uğrunda giriştiği hegemonya seferleri esnasında Protestan mezhebini neşre çalışan Luther’in vaizlerinde Türklere mukavemeti Allah’ın kuvvetlerine karşı gelmekle bir tuttuğu ve bir taraftan da Avusturya topraklarından birçok ailelerin muntazam ve adil bir idare altında insanca yaşayabilmek için Türk illerine=Turana hicret ettikleri ve hatta bu muhaceretler bir asır kadar devam ettiği için daha sonraları 1631 tarihinde Budin beylerbeyi Hasan Paşa tarafından Payatin Eszterhazy’ye zulümden vazgeçilip bu muhaceret cereyanına bir nihayet verilmesi hakkında ihtarnameler bile gösterildiği muhtelif vesikalarla sabittir.

Tabii artık hükümdarlar hükümdarı ve insanlık haklarının muhafızı vaziyetine geçen Kanuni ile dünyada ondan başka imparator olamayacağını ilan eden hükümeti nazarında bütün yer yuvarlağı bir tek Kızıl-Elma ve onun bulunduğu coğrafyada Turan haline gelmiş demektir.

Bu büyük fikir Kanuni’nin ölümü ile sönmüş değildir Ondan sonra da devam ettiği için, onun torununun torununun oğlu olan ve on yedinci asrın başlarında dört sene saltanat süren Genç Osman’ın Lehistan seferinde bile bu eski Türk ülküsünün başlıca etken olduğu çağdaş belgelere dayanarak yazılmış önemli bir eserle ortaya konmuştur.

Birinci Ahmet, Birinci Mustafa ve İkinci Osman devirlerinde İstanbul’da bulunmuş üç Fransız elçisinin evrakına dayanan (Madame de Gomez)’in 1734’te ikinci cilt olarak çıkan (Histire d’Osman) ismindeki eserine göre, “Genç Osman” denilen dahi çocuğun Lehistan seferi Baltık denizine çıkmak, orada donanma kurup hem Akdeniz’den hem Baltık Denizinden Avrupa’yı abluka altına alarak İtalya üzerinden kıtanın ortalarına doğru yürümek imkanlarını temin için açılmıştır!

Her halde bu heybetli proje, “sultan-ı alem”in yer yuvarlağına hala bir Kızıl-Elma nazarıyla baktığını gösterir.

Eski Türk nesillerinin bir gün mutlaka varılacağından bahsettikleri Kızıl-Elma, Osmanlı çöküşünün başlarında artık unutulmaya başlamasından itibaren çürümeye yüz tutmuştur. Bilhassa azamet devrinde elde edilen Kızılelmaların çöküş devrinde birer birer elden çıkması, milli ideal sınırlarının nihayet devlet hududuyla birleştirmiş ve işte o iki hudut birleştiği anda Kızıl-Elma büsbütün çürüyüp gitmiştir! Artık Osmanlı İmparatorluğu’nun son gününe kadar yegane endişesi mevcudun muhafazasından ibarettir.

İnsanlığın hayvanlıktan en büyük fakrı, ideal ihtiyacında gösterilebilir. İnsanın karnı gibi kafası da açıkır ve bu manevi açlığı ancak bir ideal doyurabilir. Memleketlerinde milli bir ülküden mahrum kalan bir çok insanların tıpkı ithalat eşyası gibi hariçten gelen ecnebi ideallerine sarılmaları işte bu tabiat kanununun en tabii neticesidir. Osmanlı idaresinin çöküş asırlarında ve bilhassa Tanzimat’tan itibaren hiç takdir edemediği gerçek hakikat budur.


alıntı
 
Üst