Pirzola ve İnsan

Bülent Baysal

Dost Üyeler
Katılım
21 Ağu 2008
Mesajlar
481
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrı ve Hıra Dağlarında
Sevgili Otağ arkadaşlarım, Bundan tam 53 yıl önce Kardeş Ülke HUNgaria'da Macaristan'da vukubulan zulüm olayları nedeniyle yazılmış ilginç bir yazıyı kastedilen fikirler ve örneklemelerle güncel benzeşmeleri yaşamamız nedeniyle paylaşmak istedim. Harika kaleme alınmış. O gün okusam ilkokul üçüncü sınıf talebesi olarak bir şey anlamazdım belki ama, şimdi okuyunca sanki yazarın bugünü yarım asır önce görmüşçesine bir keramet sahibi olduğunu düşünmeden edemedim.
İNSANLARA VE PİRZOLALARA DAİR
Pirzolaların başlıca iki hususiyeti mevcuttur. Birincisi parası verilip çarşıdan satın alınırlar. Ucuzları vardır, pahalıları vardır. Ama işin sonunda, bedelleri ödendikten sonra bunları yemeye hiçbir mani bulunmaz. Bütün mesele, pirzolanın fiyatını vermektedir. Pirzola yemek isteyen kimse ise, kesesinin ağzını açmalıdır. Şu kadar paraya olmadı mı, bu kadar paraya...Bu kadar paraya olmadı mı, şu kadar paraya... Parayla alınmayacak pirzola mı bulunur ? Pirzolaların ikinci hususiyeti, üzerlerine vuruldukça yumuşamalarıdır. Bunun için muhtelif ağırlıkta demir parçaları kullanılır. Evvela biri denenir. Pirzola yumuşamışsa ne ala. Yumuşamamışsa, darbe şiddetlendirilir. Pirzolanın üzerine inen, daha ağır bir demir parçasıdır. O da kafi yumuşaklık temin etmezse tekrar vurulur, tekrar vurulur.
Bazı pirzolalar inatçıdırlar, kolay kolay yumuşamazlar. Ancak her şey sabır ve azim meselesidir. Ameliyeye devam olunur. Evde yoksa, daha ağır demir parçaları dışarıdan temin edilir.
Vurula vurula yumuşamayan pirzola henüz görülmemiştir. Ne var ki insanlar, pirzolalarla karıştırılmamalıdır. Pirzolalara tatbik edilen usullerin bazı insanlar üzerinde muvaffakiyetli neticeler verdiği bilinen hakikatlerdendir. Ama bunu tıpkı pirzolalarda olduğu gibi bir umumi kaide sananlar, eninde sonunda yanılmaya mahkumdurlar. İnsanlara pirzola muamelesi yapan rejimler, totaliter rejimlerdir. Bu rejimlerin sadece iki silahı vardır: Menfaat ve kuvvet. İşe birincisiyle başlanılır. Para!.. Para kimin gözünü kamaştırmaz. Paranın adı bazen banknot, bazen altın, bazen döviz, bazen lisans, bazen de kredidir. Yirminci asır cemiyetlerinde menfaatler çeşitli şekillere bürünmek hassasına sahiptirler. Bu menfaatlerle İnsanlar pekala satın alınabilirler. Hem bu usulün tatbiki, tatbikatçılar için de rahattır ve üzüntüsüzdür. Muamele, kasaba girip pirzola ısmarlamak kadar basittir, eziyetsizdir. Kesenizi açarsınız, üstelik kese de sizin değil devletindir. Faturanın bedelini ödersiniz, göz koyduğunuz insan paket edilmiş halde elinizdedir. Tarihin bütün diktatörleri ilk önce bunu denemişlerdir, zira tarih boyunca ortaya çıkmıştır ki paranın yüzü tatlıdır ve pek çok tereddüt kalesi altın mermilerle kolayca yıkılmıştır. Para demek refah demektir, para demek konfor demektir, para demek
maddi rahatlık demektir, para demek, belirli bir zümrenin iltifatı demektir. Bunlara kavuşacak yerde, diktatör için bir rahatsızlık mevzuu olarak kalmakta ısrar etmenin manası mı vardır? Ama bu ilk silahın tesir sahası, ilk bakışta sanılacağından çok daha mahduttur. Zira o sahada, insanları pirzola yerine koyanların karşısına pirzolalarda mevcut bulunmayan bir nesne çıkar: Vicdan. Diktatörler için bu son derece münasebetsiz bir nesnedir. İlerleme, yükselme noktasında vicdan sadece ayak bağıdır. Hedefin asaletinin yanında vasıtanın lafı mı olur? Niçin verilen menfaati kabul etmezler? Niçin diktatörü, yapmak istemediği fakat kendisini yapmaya mecbur addettiği zulme başvurmak zorunda bırakırlar? Üstelik istenilen de, nedir? Bazen tasvip, bazen alkış, ama çok zaman sadece süküt. Diktatör memleketinin hayrına geceyi gündüze katmaktadır, onu tenkitlerle meşgul etmenin alemi var mıdır?
Hem sükut etmek, dili yutmak da değildir. Dünyada bahsedilecek neler ve neler vardır. Niçin onların üstüne eğilinmez, niçin illa politikaya karışılır?
Birinci silah tesirsiz kalınca, yapılacak şey yumuşatma ameliyesine girişmektir. Vurursun. Yumuşamadı mı, demirin ağırlığını artırıp bir daha vurursun. İnatçılık mı etti, yeniden vurursun.
Totaliter rejimlerde aklı pekala başında bir sürü yardakçı vardır ki pirzolalar üzerlerine vurulduğu zaman yumuşadığı halde, aynı muameleye tabi tutulan insanların yumuşamaması karşısında samimi bir hayrete duçar olurlar. Bunların bir kısmı, silahların tatbik sahası olmuşlardır. Diktatör kimini menfaat göstererek, kimini korkutarak yola getirmiştir. Tarihte öyle "Peron"lar vardır ki, sopanın kalınlığını iyi seçme sayesinde kendisine yıllar yılı en amansız hücumları yapmış olan münevver muhaliflerini kuzuya çevirmişler, onları adeta Gandhi’nin müridi haline getirmişlerdir. Bu onlara cesaret de vermiştir. Düşününüz, bir pirzola tepesine demir inince yumuşuyor, bir ateşli politikacı gözü korkutulunca çark ediyor.
Bir diktatöre böyle misaller, bütün pirzolalar gibi bütün insanların da ya parası verilip satın alınabileceği ya cefaya sokulup uslandırılabileceği kanaatini vermez de ne verir?
Ondan sonra, millet bu silahların tatbikatını seyretsin... Yirminci asır cemiyetlerinde menfaatin adı banknot, altın, döviz, lisans, kredi olduğu gibi kaba kuvvetinki de hapis, sürgün, para cezası, haklardan mahrumiyet, aile fertlerine eziyet, nihayet idamdır. Diktatörün sükunete ihtiyacı vardır; dilini tutmayan mutlaka başını dövmelidir. Zira bunlar, üstelik üzerlerinde henüz pirzola muamelesi tatbik edilmemiş kimselere kötü örnek de olurlar. Buna mukabil böyle biri iki silahtan biriyle yola getirildi mi, sindirme hareketi muazzam bir başarı kazanır. O bakımdan menfaatten sonra kaba kuvvetle de yenilecek hale sokulamayanlar, şefin bir değil, iki defa hiddetini celp ederler ve şef orada burada "onu hapsettireyim de görsün", "kurtulacağı ümidi varsa, o ümidini bıraksın", "hapishanenin ne olduğunu bilmiyor küçük bey, girince görürüm ben onun kahramanlığını" nevinden tatlı sözler sarfetmeye başlar.
Ama gene de üzerlerine tonla demir bırakılan ve bu muameleye senelerce tabi kılınan, kendilerine ve ailelerine Çin işkencesi yapılan öyle kimseler bulunur ki ne satın alınıp paket olunurlar, ne de yumuşak hale gelirler. Bunlara rağmen, diktatör onları gene çiğ çiğ yermiş. Varsın yesin! Onlar da üstadın midesine otururlar ya... Bu, neden böyledir? Birincisi pirzolalarla insanlar ayrı ayrı şeylerdir. İkincisi, yapılan şeyin kahramanlıkla uzaktan yakından alakası yoktur. Böyle davranan kahraman değildir. Böyle davranmayan alçaktır. Hepsi o kadar. Kahraman diye, zor olan işi yapana derler. İnsan için zor olan, pirzola muamelesi görmeye tahammül etmektir.
Diktatörlerin hatası, bunu görüp anlayamamaktır. Birkaç misalden, umumi kaide çıkarmaktır. Üzerine vurulunca yumuşamayan pirzola yoktur ama üzerine vurulunca sertleşen insan çoktur. Menfaati vicdan geri çevirdiği gibi, samimi kanaatler de kaba kuvveti gülünç hale sokar. Altın, döviz, kredi...
Bunların vicdan rahatlığı yanında lafı mı olur? Ve hapis, sürgün, idam.Hür yaşayabilmeye, haksız da olsa düşündüğünü söylemeye, yanlış da olsa inandığını yazabilmeye kıyasen nedir ki? Üstelik tarih şahittir ki, mücadelenin sonunda zafer daima pirzolalığı kabul etmeyenlerde kalmış ve böylelerinin sayısının çok olduğu memleketlerde güneş bir gün mutlaka doğmuştur. Kanlı da olsa, geç de olsa, güç de olsa... Yukarıdan beri
anlatmak istediğimiz, elbette ki Macaristan'da cereyan eden hadiselerin şahsi görüş zaviyemizden bir izahıdır.
Akis, 10 Kasım 1956

 
Üst