Psikolojik Savaş

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Sürekli psikolojik savaş, etki ajanları, etki ajanlığı diyorum, geçtiğimiz günlerde sayın, Ayla Berkin hanım üzerinde durmuştu, psikolojik savaş konusunun, aynı konu üzerinden yazamaktansa bu konuya yeni alan açmak yararlı olur diye düşündüm.



[FONT=Times New Roman, Times, serif]Medya ve 'korku hipnozu'






Dünyada sanayi devrimine bağlı olarak gelişen teknolojiyle birlikte, bireysel ve kitlesel iletişim araçları gelişmiş, küreselleşme ile birlikte hem bireysel hem de kitlesel iletişim araçlarının insan hayatındaki yeri en üst düzeye ulaşmaya başlamıştır.


Küreselleşme ile ortaya çıkan bu gelişmeler sonucunda, ulusal düzeyde faaliyetlerini yürüten kitle iletişim kurumları, sermayenin hareket serbestliğinin getirilmesi esasına dayanarak uluslararası bir nitelik kazanmıştır.


Dünyada yeni uluslararası ekonomik düzen, yeniden yapılanma, bölgesel birliklerin oluşturulması söylemleri ulus-devletlerce hayata geçirilmeye çalışılırken kitle iletişim araçlarının bu düzendeki yeri de 'yeni uluslararası iletişim düzeni' kavramı altında sorgulanmıştır.


Kitle iletişim araçlarının teknolojiye ayak uydurması gerekliliği nedeniyle bir dönemler alışık olduğumuz gazeteci patronların yerini, büyük sermaye sahibi medya baronları almıştır. Yeni patronlar, dünyanın içinde bulunduğu sürece ayak uydurarak sahip oldukları kuruluşların ayakta kalabilmesinin koşulu olarak uluslararası faaliyet göstermeyi ve içeride kamuoyunu yönlendirebilmek amacıyla, tekelleşmeyi çare olarak görmüşlerdir.


Tüm bu gelişmeler medyanın, yasama-yürütme-yargı erklerinin yanında yeni bir güç olarak algılanmasını beraberinde getirmiştir. Zaman zaman bu üç erkin üzerinde bir konumu olduğu da belirtilen medyanın bu derece güçlenmesinden duyulan rahatsızlıklar, çeşitli vesilelerle dile getirilmiştir.


İktidarlar da, ortaya çıkan bu yeni gücün farkında olup, özellikle kitleleri etkileme ve yönlendirme gücü dolayısıyla medyayı denetim altına alma isteği duymuşlar ve dünyanın birçok devletinde, yönetimler tarafından yayınları denetleyecek, Türkiye'deki RTÜK benzeri yapılar oluşturulmuştur.


Psikolojik savaş


II. Dünya Savaşı'ndan sonra değişen dünya dengeleri, uluslararası ilişkilerdeki farklılaşmalar ve bireysel-kitlesel iletişim araçları teknolojisindeki gelişmeler geleneksel savaş yöntemlerinin (bölgesel çatışmalar, konvansiyonel silahların kullanımı, sıcak çatışmalar) yerini psikolojik savaş stratejilerine ve taktiklerine bırakmıştır.


Bunun da, kitle iletişim ortamlarını psikolojik savaşın yaşandığı alanlar haline getirdiğini, hattâ bir tür savaş haberleri jargonunu oluşturduğunu söyleyebiliriz.


Psikolojik savaşın yoğun olarak yaşandığı günümüzde, düşük yoğunluklu bir çatışma biçimi olarak terör de kullanılmaya başlanmıştır.


Terör bu süreç içerisinde iki farklı biçimde kullanılmıştır:


Birincisi, dış politika aracı olarak devletler tarafından finanse edilerek; ikincisi de mevcut yönetim, ekonomik yapı-düzen, hukuk anlayışından memnun olmayan gruplar ya da self-determinasyon ilkesine dayanarak üniter devlet yapısını tehdit edecek bir şekilde dünya üzerinde çeşitli ülkelerdeki etnik yapılar tarafından kullanılarak.


Özellikle son yüzyıl içinde, terör olaylarının yoğun olarak yaşanmasına rağmen devletler henüz ortak bir terör tanımında uzlaşamamışlardır (11 Eylül 2001 tarihine kadar). Halende ortak tanım yok.


Terör, Latince bir kavram olup, 'korkudan titreme' veya 'titremeye sebep olma' anlamına gelmektedir.


Bugüne kadar yapılan terörizmle ilgili tanımlara dayanarak terörizmi şu şekilde tanımlayabiliriz:


Siyasal hedeflere ulaşmak için toplumun demokratik ikna ve eylem yoluyla barışçı davranışına karşı, hukukun üstünlüğü ve devlet otoritesini tanımayan, güçsüzlüklerini gizlemek için demokratik otoriteleri kitlelerden kopararak halka karşı şiddet kullanmaya yöneltmeyi amaçlayan, kendi güç ve doktrinleri ile sağlayamadıkları halk desteğini ve ayaklanmasını sağlamak için tarihsel görevlerinin olduğuna inandırılmış çeşitli unsurlardan oluşan ve uluslararası destek gören örgütlerin, tahripkâr silâhlarla donanmış olarak gelişmiş taktikler kullanan, insanlığı hakir gören, ahlâkî hiçbir temeli bulunmayan, siyasî hedeflere ulaşmak için insan hayatını hiçe sayan, masum insanları hedef alan ve hiçbir savaş kuralı tanımayan, geleneksel politik suçlardan farklı metodik, örgütlü, sistematik, öldürme, kaçırma, korkutma ve tahrip eylemleridir (1).


Medyada terör propagandası


Terörizm, gelişen ve değişen dünya koşulları ile birlikte değişiklik göstermekte, gelişen teknolojiye bağlı olarak elde ettiği yeni imkân ve kabiliyetleri ile etkisini ve gücünü her alanda her geçen gün artırmaktadır.


Dünyada bölgesel düzeyde atılan demokratikleşme adımları terörü nicelik olarak azaltmakla birlikte, demokratik ortamlarda terör eylemlerinin etkinliği özellikle kitle iletişim araçlarının etkisiyle daha da artmaktadır.


Terörizm, kitle iletişim araçlarını nihaî hedefine ulaşmak için farklı şekillerde kullanırken tecimsel amaçlı kurulan yayın kuruluşları da, reyting kaygısıyla hareket ederek terörizmin propaganda yöntemlerinden birine istenmeden de olsa alet olabilmektedir.


Terörizmin amacı, yaptığı şiddet içeren / şiddet içermeyen (propaganda) eylemlerle toplumda kendisine sempati duyulmasını sağlamak ya da toplumda kaotik bir ortam yaratarak bireyin kendine, çevresine, topluma ve yönetim aygıtlarına güvenini sarsarak topluma hakim olmaktır.


Terörizmin ve terör örgütü mensuplarının psikolojisini incelediğimizde, başlangıçta kurulan örgütün, dağıtılmayı önlemek amacıyla kendini gizlediğini söyleyebiliriz.


Ancak belirli bir güce ulaştıktan sonra, adını duyurma kaygısıyla, sansasyonel bir şiddet eylemine yönelen örgüt, kitle iletişim araçlarında gündeme oturmak istemektedir.


Örneğin 11 Eylül tarihinde İkiz Kuleler'e yapılan saldırıdan sonra, aslında en fazla yankı uyandırdıkları dönemlerde bile militan sayısı 50'den fazla olmayan Japon Kızıl Ordusu, (2) saldırıyı, atılan atom bombalarının intikamını almak amacıyla, kendilerinin düzenlediğini kitle iletişim araçları vasıtasıyla duyurmuşlardır.


11 Eylül saldırısının TV ekranlarından canlı olarak yayınlanması, kitle iletişim araçlarının terörün bir aleti olup olmayacağı yönündeki tartışmaları da gündeme taşımıştır.


Özellikle Birleşik Devletler iktidarının terörle ilgili haberlerin yayınlanması, görüntülenmesi konusunda getirdiği sınırlama, ulusal güvenlik açısından Başkan Yardımcısı Cheney ve bakanların programının Beyaz Saray'ın ayrıntılı fotoğraflarını ve hükümetin istihbarat toplama yöntemleri hakkında yazılmaması istenmiştir, bu Türk medyasında da yankı uyandırmıştır.


Bir kısım medya görevlileri ABD iktidarınca alınan kararın doğruluğunu savunurken, bir kısmı da basına sansür getirildiğini düşündüklerini belirtmişlerdir.


Ancak olumlu ya da olumsuz birtakım görüşler belirtilmesine rağmen ekranlarda ve gazete sayfalarında terör / şiddet içeren haberler eksik olmamıştır. Bu da, yaklaşık 30 yıldır teröre karşı mücadele edilen ülkemizde medyanın, terörün bir aracı haline gelme noktasında olduğunu gözler önüne sermektedir.


Korku hipnozu


Teröristlerin, medyada haber olarak kendi duygularını tatmin etmek istediklerini düşünecek olursak, olumlu ya da olumsuz olsun, örgütün bir şekilde propagandası yapılmaktadır.


Buradan hareketle de, basının, terörle mücadelede kendi üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmediğini söyleyebiliriz. Ayrıca terör / şiddetle ilgili yayınlanan görüntüler, haberler toplumun sosyolojik, psikolojik yapısına zarar vermekte, zamanla toplumu şiddete karşı duyarsız hâle getirmektedir.


Bu da şiddeti içselleştiren bireyler ve toplum yaratmaktadır. Bir yandan da terör eylemlerinin amaçlarından biri olan 'korku hipnozu'nun topluma aşılanmasına, yayınladığı terör / şiddet haberleri ile medya bizzat zemin hazırlamakta, hatta 'korku hipnozu'nu topluma medya aşılamaktadır.


'Korku hipnozu' sayesinde, terör örgütleri yaptıkları şiddet eylemleriyle bireylerde korku yaratmaktadırlar. Korkuya kapılan bireyde psikolojik bozukluklar görülmekte, birey sindirilmekte, güven duygusunu yitirerek yalnızlaşmaktadır.


Böyle bir psikolojik vaka haline gelen birey, terör eylemi gerçekleşmese de, bu yönde bir tehdit meydana geldiğinde korkuya kapılmaktadır. Bireyin bu şekilde kapıldığı korku durumuna 'korku hipnozu' diyebiliriz.(3)


Bu durumdaki bireylerin oluşturduğu toplum yapısının da sağlıksız olduğunu ve işlemez hâle geldiğini söyleyebiliriz.


Bu tür toplumlarda, bireyler arası yardımlaşma ve dayanışma ortadan kalkar.


Medyanın, terör / şiddet haberlerini yayınlayarak aslında terör örgütlerinin toplumda oluşturmak istedikleri 'korku hipnozu' durumunu oluşturduğunu söyleyebiliriz.


Terörle mücadele eden bir ülke olmamız nedeniyle yayınlanan haberler dış politika açısından da büyük önem taşımaktadır.


Özellikle Hizbullah operasyonunda, Susurluk'la ilgili araştırmada devletin teröre destek verdiği yönünde çıkan birtakım haberler, devleti hem içeride hem de diğer ülkeler karşısında küçük düşürmekte ve Türk devletine uluslararası alanda duyulan güveni sarsmaktadır.


TÜRSAB (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği), Başbakanlığa gönderdiği raporda, PKK'nın turizm bölgelerini hedef aldığı yönünde medyada çıkan haberlerin Türk turizmini olumsuz etkilediğini; İngiltere, İtalya, İspanya, Almanya, Fransa, Avusturya ve İskandinav ülkelerinde yüzde 40'a varan rezervasyon iptallerinin olduğunu dile getirmiştir.(4)


Yapılan kamuoyu yoklamalarında, Susurluk sürecinde yayınlanan derin devlet tarzındaki haberlerin milletin devletine olan güvenini sarstığı ortaya konulmuştur.


Birçok kişi, medyada yer alan haberler sayesinde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin terör devleti olduğunu düşünmüş, mevcut yapının topluma karşı örgütlenmiş olduğu izlenimine kapılmıştır.


Sınırlamalar


3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanunun 'Yayın İlkeleri' başlıklı dördüncü maddesinin (a), (c), (g) bentlerinde radyo ve televizyonların Türkiye Cumhuriyeti'nin varlık ve bağımsızlığı, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, toplumu şiddet, terör ve etnik ayrımcılığa sevk eden ve toplumda nefret duyguları oluşturacak yayınlara imkân verilmemesi ilkelerine aykırı yayın yapamayacaklarını hükme bağlanmıştır.


3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun birinci maddesinde, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, devlet otoritesini zaafa uğratmak, bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylem terör suçu sayılmış ve aynı kanunun yedinci maddesinde bu kanunun üçüncü ve dördüncü maddeleri ile TCK'nın 168, 169, 171, 313, 314 ve 315'inci maddeleri hükümleri saklı tutulmak kaydıyla terör örgütlerini kuranlar veya faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler veya örgüt mensuplarına yardım edenler veya örgütlerin propagandasını yapanlar hakkında cezai müeyyideler konulmuştur.


Basın Konseyi'nin belirlediği Basın Meslek İlkeleri'nde de şiddet haberlerini sunarken uyulması gereken şartlar belirtilmektedir.


Buna göre 'yayınlarda hiç kimse ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi, dinî inançları nedeniyle kınanamaz, aşağılanamaz' (md. 1).


'Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı, genel ahlâk anlayışı, dinî duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da incitici yayın yapılamaz' (md. 2).


'Şiddet ve zorbalığı özendirici yayın yapmaktan kaçınılır' (md.13).


Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'nde de gazetecinin temel görevleri ve ilkeleri başlığı altında, 'gazeteci her türden şiddeti haklı gösteren, özendiren, kışkırtan yayın yapamaz' denilmektedir.


Kamu yararı?


Medyanın terör ve şiddetle ilgili yayınlardaki sorumluluğunu belirten, hatta bu türden haberlerin yayınlanmasını önleyici hükümler bulunduğu halde Türk medyasının, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmediğini belirtebiliriz.


Ne yazık ki Türk medyası 'kamu yararı adına' yayın yaptığı iddiasıyla kamu düzenini bozucu yayın yapmaktan çekinmemektedir.


Tecimsel amaçlı yayın yapan kuruluşların reyting kaygısıyla hareket ettiklerinden yola çıkarsak ve bu tür haberlerin toplum tarafından izlenme oranlarının yüksekliğini dikkate alırsak, her ne kadar bu tür yayınları önleyici yasalar, ilkeler konulsa da bunun önüne geçilemeyecektir.


Medyanın eğitilmesinin yanında toplumun şiddete olan duyarlılığını artıracak eğitimsel faaliyetlerin de ön plâna çıkarılması gerekir.


Bu tür eğitimlerde, terörü / şiddeti besleyenin gösterilecek ilgi olduğu, bunun toplumun yapısına da zarar vereceği,ruh halleri bozuk bireyler yaratacağı üzerinde önemle durulmalıdır.



[FONT=Times New Roman, Times, serif]1 - www.teror.gen.tr, Osman Metin Öztürk, 'Terör Nedir?'.
[FONT=Times New Roman, Times, serif]2 - Taner Tavas, 'Terörizm: Psikolojisi ve Hedefleri', 'Terörizm İncelemeleri'.
[FONT=Times New Roman, Times, serif]3 - Ayhan Songar, 'Genel Olarak Terör ve Türkiye'deki Terör Olaylarının Psikolojik Değerlendirilmesi'.
[FONT=Times New Roman, Times, serif]4 - MAK Ajans'ın Dünya Gazetesinde yayımlanan 'Turizmin Umudu RTÜK' başlıklı özel haberi, 26 Mart 1992.

[FONT=Times New Roman, Times, serif]
kare.gif
ESEN KUNT /
[FONT=Times New Roman, Times, serif]MÜ Ulus. İliş. Yük. Lis.
[FONT=Times New Roman, Times, serif][FONT=Times New Roman, Times, serif]ADEM AYTEN / İÜ Genel Gzt. Yük. Lis.
 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Apo Bitince, İrtica Nasıl Ortaya Çıktı?

18.01.2006 / haber7.com

"Derin devlet", dillerden düşmüyor. Emekli Tabib Albay Prof. Dr. Nevzat Tarhan derin devleti, psikolojik harbi ve akla gelen her soruyu cevapladı. Hakan Yılmaz Çebi'nin röportajı.

Devletin üstünde "Devlet İçin Devlete Rağmen" denen bir odak var. Bunlar bir şekilde komutanlara ve Cumhurbaşkanı'na aracısız ulaşıp "alo" diyebilecek kadar rahat kişiler.

Bunların sayıları yüz kişiden biraz fazla..

Sürekli bir araya gelip toplanan, tıpkı bir tarikat ketumiyetiyle hareket eden gün geldiğinde yetkilerini alt kadrodan gelen özel yetiştirilmiş kişilere devreden bir grup.

Ve bunlar devletin gerçek sahiplerinin kendileri olduğunu düşünüyorlar...

Bunun içinde rejimin dizginlerini tutabilmek gayesiyle sürekli bir strateji üretmeleri gerektiğine inanıyorlar.

- Bu, "Devlet İçin Devlete Rağmen" denilen odak, bir şekilde bir kısım komutanları da ikna ediyor. Şu anda Türkiye'deki Silahlı Kuvvetleri yöneten komutanlar vatansever kişiler. Her şeyini feda edebilecek kişiler. Fakat yanlış bilgilendirildiler ve yanlış yönlendirildiler. Onlarda, post modern darbe denilen 28 Şubat sürecini yapmaya ikna edildiler. Yani psikolojik harbe maruz kaldılar.

..................

Bu tür uygulamalar karşısında bir düşünürün akla gelen çok güzel bir sözü var:

"Bir insan toplumu için güzel bir fikir bulur ve bunu söylemezse ya bencildir, ya korkaktır ya da tenbeldir" diyor.


PSİKOLOJİK HARBİ İLK DEFA ÇİNLİLER UYGULADI

-Efendim şimdi meseleyi biraz daha genele getireyim. Lafzını sıkça ettiğimiz Psikolojik harp ve sosyal psikiyatri nedir? İzninizle bir uzman olarak bunları açalım sizinle ..

-Bu harp modelini ilk defa Çinliler uyguluyorlar. Ortaasya'daki Moğol ve Türklere karşı. Bunu çok iyi uyguladıkları için dünya üzerinde bir kıyıma uğramadan bu kadar kalabalık bir millet haline gelebilmişler. Bu konudaki ilk kitapları da onlar yazıyor.

Uyguladıkları en etkili yöntem düşmanı olan halkları birbirlerine düşürmek.

Daha sonra Moğollar, ardından Fatihle birlikte Osmanlılara uyguluyor.

Meselâ Moğollar da Timur bu konuda çok başarılıdır. Ordusunun çok güçlü olduğunu, girdiği yeri yakıp yıkacağını, taş taş üstünde bırakmayacağını duyurarak karşısındaki ordu üzerinde korku salıyor.

Osmanlılar da şöyle yapıyor; tabâsı içersindeki alim kişileri, bilge kişileri, gönül adamlarını fethedecekleri yerlere önceden gönderiyorlar ve halk arasında "Ancak Osmanlı tabası olursanız rahat edersiniz" kanaati oluşturuyorlar.

Bu hakikaten gerçekçi olarak bizim 'beyaz propaganda' dediğimiz türden bir uygulamadır. Yani eskilerin lisan-ı hal dedikleri sözün öze karışmasıdır. Yoksa sömürmek veya şovenist galibiyet dürtülerini tatmin için değil. Onun için de İstanbul fethedilmeden evvel Bizans halkı arasında "Kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz" şeklinde Osmanlılar lehinde olumlu bir kanaat doğmuştur.

Ayrıca bu savaşı Hitler de çok iyi kullanmıştır. Bu amaçla "Kavgam" kitabını çıkarıyor ve evlenen her çifte bu kitabı hediye ediyor.

O zamanın Almanya'sında savaştan önce tam 5 milyon adet bahse konu kitaptan dağıtılmış.

Neticede de ortada ciddi bir savaş meselesi olmadan, Almanya halkını savaşa ikna ediyor...

Diğer taraftan, bu psikolojik savaşın olumlu meyvesi ise 1989 yılında psikolojik bir sınır olan Berlin duvarının yıkılması oldu ki, bu duvar neşeyle yıkıldı.

Bu psikolojik harbin bir örneğini de ben Özal döneminde biliyorum. O dönemde bir Kültür Bakanı sinemaların tekelleşmesinden rahatsız oluyor. Çünkü Amerikan firmaları Türk sinemalarına tek tek elde sahip oluyor. Neticede o zamanın bakanı, bununla ilgili bir yasa teklifi hazırlıyor. Bu yasa teklifi çıkmak üzereyken, George Bush özel olarak Başbakan'ı arayarak bu yasanın çıkmamasını istiyor.

Bugün Caca Cola'ların, Parlament'in, Mac Donalds'ın girdikleri ülkelerde özel bir misyonu vardır: Amerikan yaşam tarzına özendirip kimliksiz bir toplum oluşturup yönetmek!..

Hâl böyle olunca da daha önce yemediğiniz, içmediğiniz garabetteki şeyler bile sofranızda olmadan yemeğe oturmuyor, onların dayattığı eşyaları kullanmadan aşağılık duygusundan kurtulamıyorsunuz.

-Anlattıklarınızdan ehemmiyetine binaen bir köprü daha kurarak bir yere geleceğim. Sabri Yirmibeşoğlu Özel Harp Dairesi'nin başkanı olduğu sıralarda "Modern Mücadele Yöntemi ve Özel Harp Uygulaması" adında bir kitap yazdı.

Kitapta günümüzde büyük bir uygulama alanı bulan psikolojik faaliyetlere psikolojik harp ve psikolojik harekât deyimleri kullanmaktan kaçınılmaktadır, zirâ bu ön deyimler uluslar arası alanda politikacıların, diplomatların hatta bazı komutanların bile şüpheyle karşıladıkları sevilmeyen sözcükler olmuştur" diyor. Yaşayan bir gerçek olmasına rağmen niye sevilmiyor?..


-Bunun böyle söylenmesi de psikolojik harbin gereği. Şimdi bakın psikolojik harp şöyle tanımlanıyor; Düşman ve dost topluluklarının duygularının, düşüncelerinin, davranışlarının, yaşam tarzlarının belli bir hedefi elde etmek için planlanarak, değiştirilmesi. Biliyorsunuz psikolojik savaşın üç türlü propaganda yöntemi var...

-Gri, siyah ve beyaz mı?..

-Evet, beyaz propaganda yöntemi doğruları açık açık söylemek. En tesirlisi budur, tabii yapılabilirse.

Gri propaganda da, propagandayı yapan belirsizdir.

Siyah propaganda da, propagandayı karşı düşman yapıyormuş gibi gösterilir.

Büyük bir hile vardır orada.

Şimdi burada psikolojik savaş yapılıyor ama yapıldığının bilinmemesi gerekiyor. O sebeple, Yirmibeşoğlu'nun sözleri de psikolojik harbin gereği. Özellikle son yıllarda Türkiye'de psikolojik harbin en canlı örnekleri yaşanıyor.

-Bu özel sürece yakın çekim yapabilir miyiz?..

- Tabii. Toplumda şu anda bütün dünyada olduğu gibi bir dindarlaşma süreci var.

Bu doğal bir seyir. Ancak bunun farkına varmayan veya çeşitli propagandaların etkisiyle varamayan odaklar bu süreci tersine çevirmek istiyorlar. Bu tersine düşünenlere de ibret olsun diye anlatayım, bugün Norveç nüfusu 4-5 milyon civarında bir ülke. Günlük gazete tirajı ise 3 milyon. Yani Türkiye kadar. İki kişiye bir araba düşüyor. GSMH 20-25 bin dolar. Yılda 5 milyona yakın kitap satılıyor. Böyle zengin ve kültürlü bir toplum. Fakat boşanma oranı yüzde 52. Cinayetler gün geçtikçe artıyor ve gençlerin çoğu uyuşturucu bağımlısı. Neden böyle oluyor diye Norveç Parlamentosu, "Manevi Değerler Komisyon"u kuruyor. Ve Norveç Başbakanı Papaz kökenli biri oluyor. Toplumdaki bu gidişatı dini değerlerin kaybedilmesi ve yozlaşması olarak adlandırıyor. Bu konuda teşvik programları hazırlıyor.

-Böyle manevi potansiyeli olan ülkede de (Türkiye'de) tam tersi bir uygulama reva görülüyor.

-Türkiye'yi yönetenler karar mekanizmasının başında olanlar, 28 Şubat sürecini gerçekleştirirken çeşitli korkuların tesirinde kaldılar. Bu korkulardan bir tanesi İran korkusu. Şimdi 28 Şubat komutanının sözde doğruymuş gibi olan ancak aslında yanlış yorumladığı bir gerçek var. O da şuradan kaynaklanıyor: 1980 yılında İran Kara Kuvvetleri Komutanı Türkiye'ye sığınıyor, Sayın Karadayı ise o sırada Tugay Komutanı. Meslektaşına İran'daki irticai faaliyetleri niye durduramadıklarını soruyor. Şah'ın generali de ona; "Biz olanları masum dini hareketler diye tanımladığımız için göz yumduk, neticesi de bu oldu" diyor.

Maalesef 28 şubat gibi psikolojik bir savaşta bu beyanatları argüman olarak kullandılar. Bu açıklamalardan yola çıkarak Türkiye'de İran gibi olacak korkusuyla hareket ediyorlar.


İRAN HİÇBİR ZAMAN MÜTTEFİKİMİZ OLMADI Kİ?!

-Efendim burada büyük bir anlayış ve algılayış güdüklüğü var. Tarihin hiçbir devresinde Osmanlı ile İran müttefik olmadığı gibi hep o cenahtan da cihanşümul politikaları engellenmiştir. Hatta Yavuz Sultan Selim bile Batı'ya yapacağı seferlerin bu yüzden Doğu'ya kaydırmıştır...

-Evet bu işin tarihi bir gerçeği. Ayrıca İran toplumunu iyi analiz etmek gerekiyor. Oradaki halkın Şah'ı istemeyip Humeyni'yi istemesinin sebebi neydi?!

Şimdi Şah petrolden kaynaklanan zenginliklerini silaha yatırdı, müthiş bir ordu kurdu. Bunun yanında halka hiç yatırım yapılmadı ve halk sürekli olarak ezildi.

Geçim sıkıntısının yanında bir de aşağılanıp, horlandı. Bunun yanında büyük adaletsizlikler de vardı.

Tüm bunlar karşısında insanlar Humeyni'yi sığınacak bir kale gibi gördüler. Buradaki İran halkının tepkisi kendilerine yapılan zorbalığa karşıydı.

Yani Humeyni'nin yaptığı dini propagandanın neticesi olmadı devrim. Adam zaten 20 senedir dışarıda. Ne tanıyanı var ne de bileni. Halk Humeyni'nin arkasından dini kaygılarla gitmedi.

Ancak, Türkiye'de de gelişmekte olan dini duyarlılığı yanlış analiz ediyorlar.

Oysa durum tam tersi. Hatta Humeyni tarzı düşünenlerin ekmeğine bile yağ sürüyorlar bugünkü uygulamalarla.


TİB KİMİN İÇİN ÇALIŞIYOR?

-Oysa bu analizleri sağlıklı yapması gereken Toplumla İletişim Başkanlığı (TİB) diye bir birim var. Bu birimden de biraz bahsedebilir miyiz?.

-Kamuoyunda buna derin devlet deniyor. Psikolojik harp dairesi deniyor. Bu konuda somut bir şey söylemek doğru değil ..

-İlk olarak, 1954 yılında Seferberlik Tetkik Kurumu (STK) olarak organize ediliyor, halen daha taşrada bu şekilde çalışıyor...

-Evet, şimdi de Özel Kuvvetler Komutanlığı deniyor. Bu bütün dünyada kurulduğu gibi, Türkiye'de de soğuk savaşın neticesi olarak kuruldu. Özellikle dünyayı saran komünizm tehlikesi üzerine oluşturuldu. Herhangi bir sıcak harp zamanında gerilla savaşıyla halkı örgütlemek için düşünüldü. 12 Eylül'den önce komünizme karşı çok iyi kullanıldı. Ama bugün Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın bu amaçla kullanıldığını söylemek yanlış olur. Bugün bu ÖKK'nın dışında Batı Çalışma Grubu (BÇG) tarzında fikir üreten bir grup var.

-O zaman bu örgüt bizden iyice çıktı demektir?

-Ben bu konuda bir kısım komutanlarımla fikir teatisinde bulunmuştum. Bir komutanımız bana bugünkü olayları yorumlarken, Silahlı Kuvvetlerin emir komuta zinciri dışında bir odak var bu odak bu işleri istiyor demişti!..


ODAĞIN ADI: 'DEVLET İÇİN DEVLETE RAĞMEN'

-Emir komuta zincirinin dışında?!

-Evet.. Kimisi bu odağın adını da veriyor: "Devlet İçin Devlete Rağmen". Bu odak bir şekilde komutanları ikna ediyor. Şu anda Türkiye'deki Silahlı Kuvvetleri yöneten komutanlar vatansever kişiler. Her şeyini feda edebilecek kişiler. Fakat yanlış bilgilendirildiler ve yanlış yönlendirildiler. Onlarda psikolojik harbe maruz kaldılar. Bundan üç-dört sene sonra bu hatalarını anlayacaklar. Hatta bir kısmı şimdiden anladılar bile.

-"Devlet İçin Devlete Rağmen" denen bu örgüt; Türkiye'deki bugünkü kriz ortamını da organize ediyor...

-Bu psikolojik savaşın yöntemlerinden biri "Kontrollü Gerilim Stratejisi". Yani ne savaş ne de barıştan yanalar. Şimdi bu örgüt, kontrollü gerilim stratejisini devam ettiriyor. Çünkü Apo meselesi bittiği zaman huzur ve sükun oluşursa Ankara'daki egemenler ellerindeki ipleri istedikleri gibi kullanamayacaklar. Onun için kontrollü bir gerilim stratejisi güderek bir şekilde yeni bir düşman belirlemeleri gerekiyordu. O düşmanı da "İrtica" olarak belirleyerek, bunun için de bu düşmana karşı hareket edecek komutanları ikna ettiler.

KİMLER 100-200 KİŞİLİK BU ŞER GRUP?..

-Peki bu "Devlet İçin Devlete Rağmen" örgütünü bir uzman olarak nasıl çözümlersiniz?..

-Bir kere bunlar bir şekilde komutanlara rahatlıkla ulaşan kimseler. Ve Cumhurbaşkanlarına da aracısız "alo" diyebilecek kadar yakın kişiler. Bunların sayıları yüz kişiden biraz fazla. Sürekli bir araya gelip toplanan, tıpkı bir tarikat ketumiyetiyle hareket eden gün geldiğinde yetkilerini alt kadrodan gelen özel yetiştirilmiş kişilere devreden bir grup. Ve bunlar devletin gerçek sahiplerinin kendileri olduğunu düşünüyorlar. Bunun içinde işin dizginlerini tutabilmek gayesiyle sürekli değişik bir strateji üretmeleri gerektiğine inanıyorlar. Bununla ilgili konseptleri belirliyorlar ve bunun içinde psikolojik savaş içerisinde kendilerine bağlı ekiplerle ikna hareketine girişiyorlar.

Tıpkı 28 Şubat sürecinden önce, medya gücünü de kullanarak Fadime Şahin, Ali Kalkancı, gibi kişileri yazdıkları senaryolarda oynattıktan sonra bu hadiseleri örnek göstererek bu hareketin komutanlarını ikna ettikleri gibi. Öte yandan, her yerde nükleer silah olduğundan dolayı kimse dünyanın sonu gelir korkusundan dolayı artık büyük savaş girmez. 21. yüzyıl savaşları psikolojik savaş üzerine kurulu..


YASEF NASSİ'DEN BU YANA NELER DEĞİŞTİ?

-Burada bir köprü daha atacağım benimde tanışma fırsatı bulduğum ÖHD'de etkin bir görev almış Sami Karamısır Paşa, II. Selimin dayısı Yasef Nassi'den bu yana Yahudiler Türkiye içersindeki gizli örgütlerde etkili olmuşlardır. Az evvel üstünü çizdiğiniz "Devlet İçin Devlete Rağmen" örgütünün ardında da tröst devletler hükmündeki siyonist lobilerin gücü ve adamları var...

-Bunlar medya-siyaset-sermaye destekli organize bir hareket. Sermayeyi kullanarak Ankara'daki yüksek rütbeli bürokratlara ulaşarak onları ikna ederek faaliyetlerini belirliyorlar. Bunların başarısında sermayeyi yanlarına almalarının büyük rolü var. Şu anda, bazı kimselerin ismini vererek kimlerin bunu yaptığını söylemek şimdilik yanlış olur. Bu mekanizma, uluslar arası bir organizasyonun Türkiye ayağıdır diyebiliriz. Ve bunlar tarafından organize bir çalışmayla Türkiye'deki devlet adamları ve komutanlar yanıltılarak ikna edildi. Yanıltılıp kullanılmada en önemli argüman özellikle az evvel değindiğim gibi İran olayının yanlış yorumlanıp, aksettirilmesi olmuştur.

-Bu propaganda ve provokasyon karşısındaki Türk toplumunun durumunu nasıl analiz edersiniz.

-Bu provokasyonların karşısında özellikle cemaat ve tarikatlar çok olumlu bir psikolojik harp uyguladılar. Hatta bu konuyu değindiğimiz Sudanlı bir meslektaşım, o bana Türkiye'deki bu insanlara inançlarından dolayı yapılanlar bizim orada yapılsaydı kesinlikle savaş çıkardı dedi. Türkiye'de bu savaşın çıkmaması çok ilginç. Bu da Türkiye'deki toplumun demokratik ve hukuk olgunluğu içerisinde olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca bunların askerin karşısında demokratik bir şekilde durmaları olabilecek bir çok hadiseyi engellediği gibi bir kısım komutanların gözünü açmasına da vesile oldu.


PSİKOLOJİK HARBE KARŞI PSİKOLOJİK HARP

-Türkiye'de psikolojik harbe karşı psikolojik harple cevap veren cemaat ve tarikatlar var diyorsunuz biraz daha açar mısınız?..

-Şimdi Ashab-ı Kehf'le ilgili çalışmalara da dikkat ettiğimizde, oradaki seçilmişler hep kendi doğrularını anlatmışlar ve bu doğruların arkasında durmuşlar. Yani kendi inançlarına ters hiçbir şey yapmamışlar. Yani silaha sarılıp terör estirmek, insanı öldürmek gibi. Bu öyle bir şey ki, sen Peygamber Efendimizi (S.a.v) örnek alıyorsun, hayatında hiç kimseyi azarlamamış, tokat atmamış onun arkasından giderken daha dostunu düşmanını ayırt etmeden masum insanları öldürmeye teşebbüs ediyorsun. Bu inancın özüne aykırı. Bugün bu stratejiyi keşfetmiş guruplar biraz yavaş bir yolla ama doğru bir yolla kendi doğrularını anlatmak istiyorlar. Bunu da gerçek bir vatan sevgisi ve Allah inancıyla yapmak istiyorlar. Bugün bu tarz yaklaşımlar takiyye diye algılanıyor. Takiyye ne demektir? Bir insanın inanmadığı şeyi yapması demektir. Bugün bakıyorsunuz üniversitelerde gençler takiyye yapmak durumunda kalıyor. Yani inandığı gibi yaşattırılmıyor. Buna rağmen teröre bulaşmayıp demokratik hak arama yöntemini seçtiler.


SUİKASTLER İNFİAL İÇİNDİ

-Bu işin analizini yaptığımızda bunca provokasyona rağmen Türkiye'yi iç harbe sürükleyemediklerini görüyoruz. Ancak iş, sonunda bam teline dokunmaya gelecektir. Bu amaçla ırza tecavüzler, cemâat ve tarikât liderlerine suikastlar, cami ve çevrelerine sabatojlar şeklinde alevlendirilerek, önüne alınmayacak bazı hareketlerle meseleyi istedikleri yere çekebilirler. Böyle bir vaziyet sergilenebilir mi?..

-Teorik olarak bu olabilir. Ancak, bu hareketi yapabileceklerini anlasalardı şimdiye kadar yaparlardı. Böyle bir şey yapılabilmesi için öncelikli olarak zihinsel ikna gerekiyor. Dikkat ederseniz son yıllarda Çetin Emeç'ten, Uğur Mumcu'ya kadar toplumda bir infiale sebep olacak kimseler öldürüldü. Tabii bu plan dairesinde Turgut Ö- zal'a da suikast düzenlendi. Bunları yapanlara bakın hepsi belli bir ideolojinin eğilimindeki insanlar. Birine bir şeyi şartlandırıp yaptırmak için onun ikna olması gerekiyor.

- Efendim CIA'deki raporlarda, "Türkiye'deki solcuların da vatanperver olduğu ve bu insanlarla birlikte kullanılacak diğer kimselerin de ancak vatan için yapıyorsunuz bilinci verilerek kullanılabilecekleri" ifade ediliyor...

-Evet, o şekilde söyleniyor. Bunun içinde provokatörleriyle devleti tehdit eden irticai bir kalkışma hareketi doğurmaları lâzım. Bunu vurgulamak için de rahmetli Prof. Dr. Ayhan Songar, "Türkiye'deki solcular da psikopat, sağcılar arasından da geri zekâlı çok çıkıyor" derdi. Tabii bunan karşısında da elindeki ekmeği vermek derecesinde bir saflık da var ortada. Şimdi yanlış da olsa hareket devletten geliyorsa amenna diyen insanlar da var ortada. Devleti yönetenleri bir insan olarak görmüyor. Devleti yönetenlerin yanlışlarına meşru daire içersinde "yanlış yapıyorsunuz " demeyi düşünemeyen insanlar var.

- Bu şuradan kaynaklanıyor hocam. İnsanlarımız bir vatandaş olarak devletin asli olup kendinden müteşekkil olduğunu bilmekten uzaklaştırılmış. Devletin kurumlarını ağababalarının çiftliği gibi kullanan insanları devletin kendisi olarak görüyorlar. Oysa devlet halkın ta kendisi. Devletin mekanizmalarını kullanan kişi devleti temsil etmiyor, o evin içersine giren yavuz hırsız hükmünde aslında...

-Zaten işin ipucu burada. Toplumun bazı şeyleri sorgulaması gerekiyor. Ortada demokrasiyle militarizmin çatışması durumu var. Eğer Türkiye'de bloklaşma gerekiyorsa demokrasiyle militarist zorbalığın bloklaşması gerekiyor. Şimdi, toplumun demokratik yöntemlerle hak arama şuurun oluşturulması gerekiyor. Mesela Rusya'da Çernobil olayından sonra Rus halkının devlete olan güveni azaldı ve devleti sorgulamaya başladı. Bir müddet sonra bunun sonucu olarak 1989 Kasım'ında Berlin duvarı yıkıldı.

Türkiye'de de Marmara depremiyle devlete olan güven sarsıldı. Şu anda devlete toz kondurmayıp, yanlışında bile keramet arayan insanlar devlet mekanizmaları tarafından geliştirilen uygulamaları mercek altına almaya başladılar. Bugünkü ekonomik krizle de bu hız kazandı. Eğer, gerçek bir demokratik gelişme sağlanamazsa Türkiye'nin şu hali büyük sosyal patlamalara hazır bir halde. Ülkeyi yönetenlerin toplumu doğru okuyacaklar ve toplumun beklentileri istikametinde devleti yeniden yapılandırmaları gerekiyor.


"KİTLESEL İŞ TEHDİTİ"

-Strateji uzmanı Nurullah Aydın, "medya-mafya-sermaye-bürokrasi-asker" ilişkisi derin devlet denen oligarşik yapının temellerini oluşturmaktadır. Kullanılan terminolojileri de Atatürkçülük, Lâiklik, Cumhuriyetçiliktir. Buradan yola çıkılarak kendi düşüncelerinde olmayan insanları irticaya destek veriyor, cumhuriyeti tehlikeye düşürüyor şeklinde harcamaya kalkıyorlar" diyor...


-Bu da işte psikolojik bir savaş yöntemi. 1994 ve 95'de brifingler yapıldı. Bu brifinglerde işlenen konu şu; "Türkiye'deki irticaî faaliyetler öyle artı ki, böyle giderse 2005 yılında ülke irticanın eline geçecek" deyip. Bu irticaî faaliyetler olarak da toplumun cami yapmasını, Kur'an kursları açmasını, İmam Hatiplerin ve başörtülü bayanların artmasını misâl gösterdiler. Yani toplumdaki doğal olan dindarlaşmayı terörist bir hareket gibi algıladılar. Bir de dikkat ederseniz kimse "irtica" kelimesini tanımlamıyor. Bu da şuurlu olarak yapılıyor. Bunun içinde "Kitlesel İş Tehditi"ni kullanıyorlar. Bu faşizmin bir yöntemi.


GLADİO YENİ BİR YAPILANMA İÇERSİNDE

- Bugün 3 Mayıs Türkçülük Günü kutlamalarıyla legal bir yüz gibi piyasaya sunulan bir Ergenekon hareketi var. Bu hareketi de sorgulayabilir miyiz?..


-Daha önce komünizme karşı silahlı güç olan Gladio'ya da artık ihtiyaç kalmadı. Bundan dolayı uluslar arası silah kaçakçılığı ve uyuşturucu işine girdiler. Bu işe girdikleri için tasfiye edildiler. Şimdi yeni bir sivil bir yapılanma içerisindeler. Türkiye'de şu anda bunun üzerine gidecek siyasi bir irade yok.

-Son olarak şunu sorayım hani askeri kendi çıkarları için gruptan bahsettik. Peki asker niye kendini kullandırıyor? Oysa birçok uzmandan oluşan ve son derece vatanperver insanlardan müteşekkil kendi istihbarat birimi var?..

-Türkiye'de asker bir konuda karar verirken, iyi karar verir. İyi istihbarat ve planlama yapar. Daha sonra uzman subaylar projeleri incelerler. Buna rağmen 28 Şubat süreciyle ilgili veriler yanlış toplandı. Türkiye'de. İstihbarat yapılırken toplum yanlış okundu. Bu yanlışın er geç farkına varılacak. Bu yanlışın bir an evvel farkına varılması için Türkiye'deki toplumun yaşadığının doğruluğunu ifade etmesi gerekiyor. Bu sebeple halk, bir evladın babasını uyarması gibi mektupla, faksla edepli bir üslûpla Devlet yetkililerini MGK' da dahil olmak üzere uyarmalı. Bu konuda Recep Yazıcıoğlu'nun güzel bir sözü var: "Bizim toplum söyleniyor ama söylemiyor" diyor.

Meselâ bir arkadaşım bu 28 şubat hareketi içersinde görev yapan birisine gidiyor, "Halk 28 Şubat'ı desteklemiyor Komutanım, yanlış yapıldı" diyor. O da kendisine "Ben öyle düşünmüyorum, baksanıza bana topu topu 8 tane eleştiri mektubu geldi..." Buradan da anlaşılıyor ki halkımız, kendi düşüncesini Türkiye'yi yönetenlere anlatamıyor.

Maalesef halkımızda bir yılgınlık, nemelâzımcılık var. Bu ada Özal'ın açtığı toplumdaki canlanmanın sönmesidir. Bu söndüğü için insanlar nemelazımcılığın yanında bencilleşti bireysel çıkarları toplumsal çıkarların önüne aldı.

Bu psikolojideki en önemli unsur gene devlete ait. Zirâ halkını küçük görerek, onu aşağılayarak en ufak fikri bir açıklamada cezalandırarak bu merhaleye gelmesine sebep oldu.

Yeniden kendi kendimize motive ederek vatanın asıl sahipleri olduğumuzu demokratik yollardan, kaliteli bir şekilde göstermeliyiz. Dünya'daki sivil toplum örgütleri de zaten iş için kuruldu.

Üstelik, Sivil Toplum Kuruluşları HABİT 1'de ülke yönetiminin katılımcısı kabul edilirken, HABİTAT 2'de ülke yönetiminin katılımcısı olarak kabul edildi..
 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Psikolojik Savaş

ZİHİN KONTROL OPERASYONUNDA AMERİKAN YÖNTEMLERİ


Orta Doğu'da yaşanılan savaşta elektromanyetik ve farmakolojik savaş tekniklerinin uygulanarak katliam yapıldığına dair resmi olmayan bilgiler olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "ABD'nin, Ebu Gureyb'teki taciz ve Saddam'ın infaz görüntülerini servis etmesiyle psikolojik savaş tekniklerini uyguladığını görüyoruz" dedi.

Bütün dünyada muhtelif alanlarda zihin kontrol operasyonları ile insan beynini etkileme çalışmaları yapıldığını belirten emekli tabip albay Prof.Dr. Nevzat Tarhan, "Elektromanyetik dalgalar ile insan beyninde zaman duygusunu kaybettirme, şaşkınlık hali oluşturma, mekan bulamama gibi durumlar oluşturmak mümkün" dedi.

Radyohipnotik sistemleri savaş silahı olarak kullanmak isteyen projelerin bütün dünyada elektromanyetik projeler içerisinde kullanıldığını, insan deneylerinde de savaş esirlerine uygulanmış olabileceğini, bir insanı robot gibi kullanabilmek için elektromanyetik uyaran ya da ilaçlar vermek suretiyle kişinin de isteğiyle geçici hipnozlar yapılabileceğini belirten Tarhan, "Bu sistemlerle kişinin bazı tepkilerini yok edebilirsiniz.

Bazı kararlar vermesini o anda bloke edebilirsiniz. Geçici olarak duygularını değiştirebilirsiniz" diye konuştu. Çalışmalardaki hedefin beynin ürettiği dalgaların frekansını belirleyip buna uygun frekansı üreterek, zihinsel bir dönüşüm yaptırtmak olduğunu ifade eden Tarhan, "Bir insanın beynindeki bilgileri bilgisayara, bilgisayardaki bilgileri de beyne aktarma yolunda çalışmalar var.

Düşünce ve cisim dijital formata çevrilebilirse bir insanın düşüncesini bilgisayara aktarmak, cismin de naklini yapabilmek mümkün olabilecek" dedi. Elektromanyetik dalgalarla insan beyninde değişim yapıldığını belirten Tarhan şöyle konuştu:

"Hastanemizde dirençli vakalarda bu sistemi kullanıyoruz. Bu yöntem beynin uyarılarını değiştirmeye yönelik bir çalışma olduğu için istihbarat örgütlerinin de ilgisini çekiyor. 'Uzaktan focusla elektromanyetik uyarı göndererek kişide farklı bilinç oluşturulabilinir mi, ona istediğimiz şeyleri yaptırtabilir, söyletebilir miyiz?' tarzında çalışmalar yapılıyor. Tedavide 30-40 elektrotluk beyin elektrotları kullanarak beyin ölçümleri yapıyoruz. İstihbari araştırmalarda ise 256 elektrotluk beyin dalgaları kullanılıyor."

Hayvanların beyinlerine implant yerleştirilerek kablolarla uzaktan hareket ve duygularının kumanda edildiğine, Amerika'da zeka geriliği olanlarda ve eşcinsellerde uygulanarak onlarda değişiklik yapıldığına dair bilgiler olduğunu belirten Tarhan, "Dünya af örgütü zihin kontrol çalışmalarını etik dışı olarak kabul etti. Bu çalışmalar artık yapılıyorsa bile gizli olarak yürütülüyor" dedi.

Dünyada hakimiyet için elektromanyetik projeleri ya da farmakolojik ajanları kullananlara karşı bu teknoloji sahibi olamayan kitlenin de karşı mücadele vermek için intihar timleri oluşturduğuna dikkat çeken Prof. Tarhan, "Lübnan'da Hizbullah küçük yaşta çocuklara şehit olanların resimlerini rol mod olarak veriyor.

İntihar komandolarını çocuklara 'ileride böyle olacaksınız' diye anlatıyor. Çocuk büyüdüğünde şehitliği kutsallaştırmış oluyor" diye konuştu. Kişiye kimyasal madde verilerek 'Kimyasal Hipnoz' ya da terapi yoluyla 'Terapik Hipnoz' uygulanarak farklı bilinç oluşturulduğunu ifade eden Tarhan, "LSD gibi ilaçların dışında yeni çıkan uyuşturucu tarzındaki yasa dışı kimyasallar cesaret, enerji, ölüm korkusunu giderme, sohbet duygusu uyandırma gibi etkiler veriyor.

Ölüm korkusunu gideren kimyasalların intihar komandolarında kullanıldığı biliniyor. Bu tür kimyasallar uzun süre kullanıldığında gittikçe arttırılan dozaj sonucunda ani ölümler ortaya çıkar" dedi.

Pakistan'da Ladin'in mehdi gibi görüldüğünü vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, dünyada kültür savaşlarına neden olacak ciddi bir gidiş olduğunu belirterek şöyle konuştu:

"Amerika'nın kendi resmi istatistiğine göre dünya kaynaklarının %25'ini Amerika tüketiyor. Sosyal darwinizmi politikaya uygulayarak kendilerini ari ırk olarak kabul edip 'bütün dünyaya hakim olmamız gerekir, bunlar ara ırk, kültür taşıyıcıları; bu yüzden dünya onların eline geçmesin' düşüncesinden yola çıkarak bir algılama oluşturdular; Ortadoğu'da yaşayan bölge halkını savaşta katlediyorlar".

Irak'ta Sünni mezhebi halkın retinalarının ABD'li askerlerce tespit edilmesini ise Tarhan şöyle açıkladı:

"Bilgi toplamak amaçlı yapmışlardır. Retinalar insanın kimliğine özgü parmak izi gibi o kişiyi tanımlamada işe yarar. Sünnilerde, oradaki toplumun retinalarında, 'Şu bilgi ortak' diye bulurlarsa, o bilgiden hareketle silah üretebilirler. Mesela böcekleri laboratuara alarak işitme frekansı gibi 5 duyuyla ilgili bir frekans tespit edip aşırı duyu vererek böcekleri uzaktan öldürebiliyorlar. Bilgi toplayacak ki ona uygun silah üretsin!"

"Ebu Gureyb ve Saddam'ın idam görüntüleri psikolojik savaş uygulaması"

Bilgilere yönelik psikolojik savaşların Orta Doğu'da çok yoğun uygulanmaya çalışıldığını vurgulayan Nevzat Tarhan, Ebu Gureyb örneğini vererek, "Arapların cinsel olarak aşağılanmaya karşı çok duyarlı oldukları bilgisinden yola çıkarak, halkın direnişçilere katılmalarını engellemek maksadıyla Amerikan ve İngiliz askerleri, Ebu Gureyb'te cinsel taciz ile aşağılama görüntülerini çekip yayınladılar. Bu görüntülerin sunulması direnişçilere katılmama gibi bir sonuçtan çok Amerika'nın orada yıpranması gibi bir sonuç doğurdu" dedi. Saddam'ın idamı ile ilgili seremoninin ise bölge kültürü açısından büyük önem taşıdığını ifade eden Tarhan, idamın özensiz bir ortamda, ilkel şartlarda gerçekleştirilmiş olduğuna dikkat çekerek bu durumu şöyle yorumladı:

"Bir devletin kamu adına adalet dağıtan mahkemesinin kararının infazından çok, aşiret devletinin uygulaması gibi gözüktü. İdam öncesi ve sonrasında aşağılayıcı tutumlar adalet duygusunu rencide edici niteliktedir. Hukuk adına kin ve öfke ifadesi Sünni ve Şii ayrımını güçlendirmiştir. Böyle bir uygulamanın sebebi olarak birinci ihtimal 'cehaletten kaynaklanmış bir görgüsüzlük' olabilir. İkinci ihtimal ise, Bayram günü alelacele uygulanması ve görüntüleri servis yapmaları iç savaşın büyümesinden ve Irak'ın bölünmesinden fayda umanlar kasten yapmışlardır."

Nevzat Tarhan kimdir?

1969 yılında Kuleli Askeri Lisesini 1975 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesini bitirdi. GATA stajı, Kıbrıs ve Bursa kıta hizmetinden sonra 1982 yılında GATA'da Psikiyatri uzmanı oldu. Erzincan ve Çorlu'da hastane hekimliği sonunda GATA Haydarpaşa'da yardımcı Doçent (1988) ve Doçent (1990) oldu. Klinik direktörlüğü yaptı. Albaylığa (1993) ve Profesörlüğe (1996) yükseldi. 1996-1999 yılları arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesinde öğretim üyeliği ve Adli Tıp Kurumunda bilirkişilik yaptı. Kendi isteğiyle emekli oldu. Halen Memory Center isimli Nöropsikiyatri Merkezi'nin yöneticiliğini ve (İDER) İnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfının Başkanlığını yapmaktadır.

1989 yılında Stres, 1991 yıllında "Psikofarmakolojide Yenilikler", 1992 yılında "Saldırganlık", 1993 yılında "Serotonin" konularında Türkiye'de ilk defa uluslararası katılımlı sempozyumlar düzenledi. Altı yıl boyunca "Psikofarmakoloji" dergisinin editörlüğünü yaptı. "Sleep and Hypnosis" dergisinin yayın kurulunda yer aldı. 1991 yılında Hollanda'da "Destructive Drives and Impulse Control" konulu uluslararası kongrede "En İyi Araştırmacı", 2003 yılında STV de yaptığı Makul Çözüm programı için RTGD En İyi Toplum Programı ödülü, 2005 yılında SKY TURK te yaptığı Psikoyorum programı için Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, 'aile eğitimine verdiği destek ve topluma yaptığı koruyucu ruh sağlığı hizmetinden' dolayı ödül aldı.

American Psychiatry Assosiation (APA), New York Academy of Science, New York Academia Psiychiatrie Foundation, Internatıonal Psychogeriatric Association (ıpa), EEG and Clinical Neuroscience Society (ECNS), International Society for Neuroimaging in Psychiatry (ISNIP) ve National Geografic Society adlı uluslararası derneklerde aktif üyedir. 31'i uluslararası olmak üzere 100'ün üzerinde yayını vardır.
 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Psikolojik Savaş

Psikolojik Savaş
Prof. Dr. Nevzat Tarhan

4. Basım Yapıldı


Psikolojik savaşta bir toplumun ruh ve beyni etkilenmeye çalışılır. Prof. Dr. Nevzat Tarhan son kitabı Psikolojik Savaş’ta bu teknikleri. insan ve toplum psikolojisi üzerindeki etkilerini konu ediniyor.

Tarihin bilinen ilk savaş tekniği kitabının yazarı olan Çinli kumandan Sun Tzu. kitabının büyük bir kısmını rakibin psikolojik olarak çökertilmesi üzerinde durur. Askeri strateji ve taktiklerin en önemlilerinden biri de Psikolojik Savaş teknik ve taktikleridir. Belirli bir amaca yönelik. uzun vadeli plan ve stratejilerle yapılan psikolojik savaş hem sıcak hem de soğuk savaş dönemlerinin en çok başvurulan mücadele yöntemlerinden biri olmuştur.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan. Timaş Yayınları arasında piyasaya çıkan yeni kitabı Psikolojik Savaş’ta askeri bir kavram olan bu terimin günlük hayatımızda nasıl kullanıldığını Türkiye ve dünyadan örnekler ışığında tarihten günümüze bilimsel olarak inceliyor.

Psikolojik Savaş; klasik anlamdaki savaşın kazanılması veya kaybedilmesinde. savaştan sonra da üstünlüğün devam etmesinde yahut sorunların çözülmesinde insanların ruh haline etki ederek sonuç almak olarak tarif ediliyor.

Kitapta; klasik psikolojik savaş bilgileri dışında. bilgi savaşı. elektromanyetik savaş. beyin kontrolü. propaganda yöntemleri ve bilgisayar devrimi. Internet taarruzu. tarihsel bilgiler. gelişen intihar eğilimleri. baskıcı kültürlerin etkileri. itaat kültüründen demokratik kültüre geçiş. psikolojik savaşta rol alanların ruh hallerinin tahlilleri. insanın ruh hallerinin nasıl etki altına alındığı gibi alt konular da işleniyor.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan kitabın yazılış amacını şöyle açıklıyor: “ Hile ve aldatmaların etkili olabilmesi için. gizli kalması gerektir. Amacımız hile ve aldatma yöntemlerinin bilinmesini sağlamakla toplumsal ahlaka hizmet etmektir. Psikolojik savaşta yenilen taraf. bilgi gücü zayıf olan taraftar. Doğru insanların ayakta kalmak. toplumun geleceğinde söz sahibi olmak gibi bir kaygıları varsa bu kitabı okumaları önemlidir.”

Kitapta Türkiye gündemini de yakından ilgilendiren konulara temas edilmiş. Darbe öncesi medya ve diğer iletişim organları kullanılarak oluşturulan sahte tehdit ortamının nasıl yapıldığı; BÇG olarak bilinen. Batı Çalışma Grubu’nun 28 Şubat öncesinde kamuoyunu nasıl yanlış bilgilendirerek tehdit ve tedirgin edici bir zemin hazırladığı ve siyasi hareketlerin kamuoyu desteği sağlamak amacıyla yaptıkları beyin yıkama faaliyetlerine ilişkin ilgi çekici analizler kitabın başlıca ilgi konularından biri.

 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Psikolojik Savaş

İsrail'in yeni silahı: robot yılan


Aşağıdaki Bu tür yazılar İle adam korkutacaklarını hesaplıyorlar.

Amerikan ve İsrail istibarat ve psikolojik savaş birimleri tarafından çıkarılan ve bu devletler ile baş edilemez fikrini yerleştirmeye çalışan bu haberlerin %90'nı palavradır.

Buda ne kadar aciz durumda olduklarını gösterir. Kağıttan kaplanların oyuncağı oluyoruz diyorum.





En büyük ve tek silahları para ve makam vererek satın aldıkları yetiştirdikleri hainlerdir. Bu hainler olmasa şimdi aç ve sefiller.

Önemli olan bu hain yetiştiren mekanizmayı durdurmaktır. 12 Eylül bu hain yetiştirme mekanizmasının en güzel örneğidir. iki buçuk milyon kişiye 12 Eylül işkencecilerinin yaptığı işkeceler ile devlete düşman edilen binlerce Türk insanından binlerce hain yetiştirmişlerdir. İşte şimdi başımıza bela olanların önemli kısmı bunlardır. Makam ve mevki vererek yetiştirdikleri hainlerde az değildir.

KUDÜS (A.A) - İsrail ordusu, şimdi de başında kamera ve mikrofon bulunan ''robot yılan'' silahını geliştirdi.

İsrail'in Kanal 2 Televizyonu'nda tanıtılan ''yılan'' mağaralara, tünellere, binalara ve çatlaklara sızarak görüntü ve ses kaydı yapıyor.

Uzunluğu 2 metre kadar olan ve bedeni askeri kamuflaj renkleriyle kaplı ''yılan'', gerçek yılanların hareketlerini taklit edecek biçimde geliştirildi.

İsrail ordusunun, henüz deney aşamasında bulanan robotu muharebe birliklerinde kullanmayı planladığı bildirildi.

Robot yılana, bomba taşıyarak militanlar arasında ya da bir binada patlatma görevi verilebileceği de kaydedildi. Bu tür yılanlara ''intihar yılanı'' denilecek.
 
Üst