Rauf Denktaş Makaleleri-AB Sürecinde Kıbrıs

KÜLTEGİN

Genel Koordinatör
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,731
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Tanrı Dağlarında
“Kıbrıs meselesi” denilen ve dünyanın teşhis koymaktan kaçındığı “Kıbrıs meselesi” nin AB’nin gündemine alınmış olması başlı başına bir talihsizliktir. Yunanistan’ın şantajına boyun eğerek “Kıbrıs meselesini” başına belâ alan AB ülkelerinden bazılarının, Türkiye’nin AB sürecinde bu meseleyi bir takoz olarak kullanmakta oldukları acı ve AB açısından utanılacak bir gerçektir. Kıbrıs meselesinin AB gündemine alınması haksızlıktır, adaletsizliktir, insan haklarına ve demokrasiye olduğu kadar Kıbrıs Cumhuriyetini meydana getirmiş olan uluslararası antlaşmalara da aykırıdır. Adaylık için ölçü ve kriter olan Kopenhag kriterlerine Kıbrıs meselesini eklemekle AB, Türk’e karşı taraf olmuş ve tarafsızlığını yitirmiştir. AB’ye göre “Kıbrıs” AB üyesidir ve bu üyenin toprağı kısmen işgal altında olduğu içindir ki AB’nin muktesebatı Kuzey Kıbrıs’ta uygulanamamaktadır. AB’ye göre bu aksaklığın (anomalinin) giderilmesi için “AB adayı Türkiye” nin “AB üyesi Kıbrıs” ın hükümetine limanlarını açması ve tüm üyelerle ilişkileri ne ise, bu toprağı işgal altında olan hükümete de eşit muamele yapması gerekmektedir. Bunun arkasından kuşkusuz işgalci addedilen Türk askerinin geri çekilmesi istenecektir. “Rum göçmenlerin eski yerlerine dönmeleri insanlık açısından şarttır” , diyorlar. Zaten Türk tarafı da bunu kabul etmiş olmalı ki, gereken bir komisyonu “Türkiye’nin alt komisyonu” olarak kurmuş, yasasında işgal suçunu kabul edercesine “manevi tazminat” vereceğini de kabul etmiştir. AB ve AİHM Kıbrıs’a böyle bakmaktadırlar.
Türk tarafı “1960 Antlaşmalarına göre Kıbrıs, Türkiye AB üyesi olmadan üye olamaz. İkiye bölünmüş, içte henüz anlaşmamış bir Kıbrıs’ın suçlu kesimini üye yapmakla Türk tarafının yasal haklarını ortadan kaldıramazsınız. Kıbrıs meselesini Türkiye’nin önüne önkoşul olarak koymak kararınız karşısında Türkiye’yi üye yapmak niyetinde olmadığınızı anlıyoruz” diyerek TBMM’den kesin bir kararla bu değerlendirme gerçek AB’ye duyurulmalıdır. AB Türkiye’nin (şartlı da olsa) üyeliğinden yana ise bu direnişi kaale alacak ve Rum idaresini hizaya getirme yolunu bulacaktır. Papadopullos’un 340 milyonluk bir kitleye kendi haksız isteklerini dikte edebileceğini kimse bize söylemesin. Kıbrıs meselesinin hallini ister görünen “dost” ABD ile Garantör ve “dost” İngiltere, eli kanlı, suçlu Rum idaresini meşru hükümet olarak tanımakla ve parçalanmış bir Kıbrıs’ı AB üyesi yapmakla Kıbrıs meselesinin hallini önlediklerini bilmektedirler. Bunlar hem Türkiye’ye muhtaç hem de Türkiye’nin milli, stratejik ve güvenlik davasında Türkiye’nin altını oyan sözde dostlardır.
Adaletsizlik üzerine barış bina edilemez. Taraflardan birini yücelterek, diğerini aşağılayarak uzlaşma mümkün değildir. Yunan’la Rum’un oyununu oynayan bir AB Türkiye’yi kıskaca almakla KKTC’den vazgeçileceğine inanmışsa, bu inancın geçersiz olduğunu AB’ye anlatmak, hem Türkiye’nin hem de KKTC’nin işidir. AB’den anlayış, ABD’den destek, İngiltere’den insaf bekleyerek bir yere varılamayacağını artık herkes teslim etmeli ve milli davaların milli kararlılık ve sabırla halledilebileceği Türk dünyasına hakim olmalıdır. 1 Mayıs 2004’te Rum’la “kardeş kardeş AB üyesi olacaklarına inanmış olan aldatılmışlar” geçmişe değil, geleceğe bakmalıdırlar. Geleceğe de KKTC’nin sapasağlam topraklarından baktıklarının bilinci ve güveni içinde olmalıdırlar. Kıbrıs’ta var olacaksak bir kâğıt anlaşmasına HAYIR, iki Devlete dayalı bir ortaklığa EVET diyenlerin safında toplanmalıyız.
Hâlâ federasyonu gündemde tutmak isteyenler vardır. Dünyanın hiçbir yerinde düşmanla federasyon kurulabilmiş değildir. 1977’den 1988’e kadar federasyona taktik icabı diyen Rum liderliği ile federasyona gidilecekse, buna iki eşit devletin oluşturacağı (ve yıllarca uyum içinde yaşatacağı) konfederasyondan gidilir. İki eşit devletin varlığını göz ardı ederek federasyona özenmek Rum’u bilmemek ve 1960 Antlaşmasının yıkımından, 43 yıllık uğraştan ders almamak anlamına gelir.
 
Üst