Rus Yalanı ve Rus Yazgısı :Başkurtistan ın durumu

Volkan

-Otağ Hanı-
Katılım
20 Haz 2008
Mesajlar
969
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Altaylar
Bu yıl (2007), “Başkurtistan’ın Rusya’ya kendi isteğiyle katılmasının 450. yıl dönümü” imiş. Bu 450 yıllık sözde birliğe bağışlanmış kutlamaların coşkusunu, bir yıl önceden-2006 yılı süresince Moskova ve Moskova yanlısı Ufa yönetimi çoktandır yaşamaya başladı bile….Bu kadar zamansız yaygaranın özünde, işgal yoluyla elde edilmiş İdil-Ural Ülkesi üzerindeki Moskova’nın geçmişe yönelik söylenmesi güç kaygısının, geleceğe yönelik düşünmesi güç korkusunun saklı olduğunda elbette kuşku yoktur. Eğer gerçekten Başkurtistan Rusya’ya kendi isteğiyle katılmışsa, o zaman, “ulusal devlet ilkesi” denilen bir kavram, evrensel değer olduğu günümüz dünyasında, Başkurtistan’ın kendi isteğiyle de Moskova’yı terk etmesi gerekmez mi?! Bu düşüncelerimizi daha da aydınlatmak-yalınlaştırmak için önce, kim bu, Başkurtlar, sorusunu yanıtlayım.

Kim bu, Başkurtlar?

Başkurtlar, Avrupa ile Asya sınırına yerleşip (Ural Dağları ile Ural Nehrinin doğu ve batı kıyısı), Tatarlar ile Kazaklar ortasında yaşayan bir Türk boyudur. Bu toplum, kendisiyle yan yana ve karışıp yaşayan kardeşleri Tatarlar ile Kazaklara diliyle, yaşam tarzıyla, gelenekleriyle, başka Türk boylarına oranla en yakını olanıdır. Çünkü onların coğrafyası gibi tarihi de iç içedir. Dil bakımından Başkurtçanın Kazakçaya en çok benzeyen tarafı, genel Türkçedeki çoğul eki olan -lar, -ler eklerinin -dar,der –tar,ter olarak söylenmesidir. Yaşam tarzı ise Kazaklar gibi göçebedir. Dil bakımından Başkurtçayı Tatarcadan ayıran başlıca fark, kelime başındaki s-‘nin h-’ye (sakal-hakal) ç-’nin s-’ye (çeş-ses) değişimidir ki, burada ufak ayrıntılara girmemi gerektiren konuyu etkileyecek başka bir olgu yoktur. Başkurtlar yazı dili olarak genelde Tatarcayı kullanırlar.

Başkurtların kendi başına özel siyasi tarihi yoktur. Altın Orda Devleti, Kazan Hanlığı nasıl Tatarların devleti olmuşsa, bu devletler aynı zamanda Başkurtların da devleti olmuştur. Rus işgali devrine gelince, Çar Rusyası ve Sovyet İmparatorluğu devrindeki, Rus olmayanları yok etme siyasetinin Tatarlara ayrı, Başkurtlara ayrı farklı olduğu elbette söylenemez. Fakat, Çar Rusyası ile Sovyet İmparatorluğunun Rus olmayanları yok etme siyasetinin farklı olduğu söz konusu olacaksa, Çar Rusyasının 400 yılda yapamadığını Sovyet İmparatorluğu 70 yılda fazlasıyla yapmıştır (Donnelly 1995: 18).

Tatarlar ile Başkurtları, aynı anayı paylaşan ikiz kardeşler gibi, tarih boyunca aynı siyasi yazgıyı paylaşagelen ikiz kardeşler dersem, en uygun tanımlamayı bulduğumdan eminim. Bu sebepledir ki, Tatarları ve Tatar toprağını simgeleyen “İdil” sözcüğüyle, Başkurtları ve Başkurt toprağını simgeleyen “Ural” sözcüğünün bitişik yazılışı olan “İdil-Ural” sözcüğü, 20.yüzyılın başında meydana gelen Tatar Devletçilik Hareketinin adı olmuşsa, bu sözcük bugün, bu hareketin gayesini simgelemektedir. Stalin devri kurbanı-Tatar ulusunun büyük oğlu Mirseyit Sultangaliyev, kendi ulusunun adını söylerken, hep, “Tatar-Başkurt” demekten caymamış, kuracağı devletini de “Tatar-Başkurt Cumhuriyeti” olarak tanımlamıştır (Möhemmediyev 1992: 250, 317). Gerçekler böyleyken, Moskova’nın Başkurtları Tatarlardan ayrı olarak “kendi isteğiyle katılan”, “Moskova’yı seven” toplum olarak göstermeye çalışmasının temelinde yatan amaç-parçala ve yuttur. Korkunç İvan tarafından kana batırılan Kazan kanıtı-Tatar soykırımı (15.10.1552) ortada iken, Ruslar yine de Başkurtlara kullanan yalanını Tatarlar için de kullanmış olsaydı, elbette bu yalan çıplak bir yalan olacaktı.

Rusya, hele bugünkü Putin başta olmak üzere KGB ajanlarının yönettiği Rusya (devlet yönetiminin üst kademelerindeki siyasetçilerin yüzde 78’i eski KGB ajanıymış-Vatan Gazetesi: 15.12.2006), İdil-Ural Ülkesinin bağımsızlığını, Moskova’nın çağ dışı emperyalist siyaseti-düşün yapısı ve emelleri ezilmedikçe asla kabul etmeyecektir. İdil-Ural Ülkesinin bağımsızlığı, Sovyet İmparatorluğunun çöküşüyle elde edilmiş diğer ülkelerin bağımsızlığına oranla elbette zor olacak, ama er geç olacaktır. Moskova’ya karşı, yakın bir gelecekte Tatarlar başta olmak üzere çetin ve evrensel bir mücadelenin alevleneceği kesin ki, bu insanlığın iradesi ve tarihin hükmü olarak dünyamıza yansıyacak, yaşlanmış Rus imparatorluğunun ömrüne son verecek, genç ulusal devletlerin doğuşuna ortam yaratacaktır. Bu irade ve hüküm, Rusların kaçınılmaz yazgısıdır.

Moskova’nın “Başkurtistan’ın Rusya’ya kendi isteğiyle katılmasının 450. yıl dönümü” çığırtkanlığı, hiçbir resmi belgesi olmayan, Rus yanlısı kimi araştırmacıların aşağıdaki gibi karışık-kendi kendini inkar eden hikayelerine dayanmaktadır:

“Yıl 1552, Kazan Hanlığı Korkunç İvan IV. Tarafından işgal edildikten sonra, Min aymagı (boy-bölge) Başkurtları Moskova’ya uyrukluk isteğiyle büyükelçilik göndermişler. Minler’in katılması, Nogay mirzalarına ve Nogay mirzalarının etkisi altında bulunan Başkurt büyüklerinin bir kısmına karşı ciddi mücadeleler sonucu gerçekleşmiştir. Usergan, Kıpçak, Burzyan ve Tamyanlar’dan oluşan ikinci büyükelçilik 1556 sonu ve 1557 yılının başında yani kış günü gönderilmiştir. Başkurt şecerelerindeki kayıtlara göre, 2 büyükelçilik de Moskova’ya kayak ile gitmişler. Onlar da kabul edilerek Minler gibi haraca bağlanmıştır. İşte o zaman Başkurtistan toprağının Yayık ardı Kuban tarafına (Nogay egemenliğinden boşalan Başkurtistan toprağının bir kısmı) Başkurtlar’ın sahiplenmesi hukuku Moskova tarafından onaylanmıştır. Başkurtistan’ın doğu ve kuzey doğu topraklarının ancak küçük bir kısmı 1557 yılından sonra Sibir Hanlığı idaresinde kalmıştır. Bu kısım, 16. yüzyılın sonu ve 17. yüzyılın başında, Sibir Hanlığı çöktükten sonra (1598) Moskova idaresine girmiştir” (Rudenko 2001: 29).

Yıl 1552 ekim ayı, Ruslar tarafından kan gölüne çevrilen Kazan trajedisi, tarihte benzerine az rastlanan Tatar soykırımı idi. Öldürülmekten geride kalan Kazan Hanlığının yurttaşları sayılan Tatarlar-Başkurtlar-Kırımlılar, değişik bir deyişle Rus katliamına maruz kalan Türk boyları dağlara-ormanlara sığınmak zorunda kalmışlardı. Bu bahtsızlıktan sonra 3-5 kişinin Moskova yolunu tutması, “kendi isteğiyle katılması” olarak tanımlanıyorsa, Kazan Hanlığı çöktükten sonra meydana gelip, Mamış Birdi, Süyümbike Hatun’un kardeşi Ali Ekrem, Telekey Batır, onun oğlu ve torunu Kuçem, Akay liderliğinde kuşaktan kuşağa sürüp giden ölüm kalım savaşlarının izahı ne olabilir?! Ruslara karşı tüm İdil-Ural Ülkesini titreten Batırşa, Salavat Yolay isyanlarının izahı ne olabilir?! Bu isyanlar nasıl ulusal kurtuluş hareketini-idealini simgelemişse, Ruslara yaranıp-teslim olup hayatta kalmayı-geçinmeyi amaç edinen kişilerin eylemi de elbette hainliğin simgesi idi. Yenilmiş-esir olmuş ulusların hainlerinin zaman geçtikçe çoğalacağı doğaldır. (Kurban 1998: 96).

Yukarıda bir kitaptan alıntı olarak yazdığım-Moskova iddiasının tek dayanağı olan fikirler, yazıda görüldüğü gibi, hainlikten başka hiçbir siyasiliği olmayan bir hikayedir ki, bu hikaye ne bir toplumu, ne bir partiyi, ne de bir devleti temsil etmektedir. O zaman Başkurtistan veya Başkurt devleti denilen bir olgu bulunmamaktadır. Durum böyleyken, Moskova’nın, “Başkurtistan’ın Rusya’ya kendi isteğiyle katılmasının 450. yıl dönümü” saçmalığı, işgalcilerin tarih ile oynamaktan-yalan söylemekten ibaret tipik özelliğinden başka ne olabilir?! İşgalin gerçekleştiği yerde, mutlaka bu işgali örtecek bir yalanın doğacağı gayet doğaldır, “Başkurtlar’ın Moskova idaresine girmesi, sadece onların iktisadi çıkarları için değil, siyasi açıdan da onlar için yararlı olmuş.” diyor yine bir Rus yalanı (Rudenko 2001: 29). İşgalin işgal edilmişlere yararlı olduğunu, günümüz dünyasında işgalci Moskova ve işgalci Pekin yönetiminden başka kimse söyleyemez-söylemekten utanır. Ve bu sebepledir ki, ünlü Tatar tarihçisi Rizaetdin Fehritdin şunu söylemekte gereksinim görmüştür: “Başkalarının egemenliği altında yaşayan ulusların tarih ile uğraşmasına olanak yoktur.” (İslayev 2005: 3).

Yazımı, ulu Tatar şairi Gabdulla Tukay’ın doğumunun 120.yıl dönümü töreninde (nisan 2006) şaire Necibe Safina’nın söylediği sözleriyle-okuduğu şiiriyle bitiriyorum:

Ölüm ile yaşam arasında, nefret ile muhabbet arasında, baht ile bahtsızlık arasında aralık yoktur.

Galibane yaktırıp ekren gene al tang atsın. (Galip bir aydınlık ile yavaşça şafak tan atsın)

Gasker kebi çırşı-narat aslarında kükke karap, (Asker gibi çam ağaçları altında göğe bakıp)

Xeller cıyıp tatar yatsın. (Dinlenip Tatar yatsın)

Tik kileçekke alasım kilmi minem, (Ancak geleceğe taşımak istemem)

Dewletsez ve tugan telsez milletemneng kimsenüwen. (Devletsiz ve ana dilsiz ulusumun horlanmasını)

Yuk, kuşılıp közge açı cillerge le ( Güzün acı yelleriyle savrulup)

Çeçelmesen millet çit-yat cirlerge de. (Dağılmasın ulus gurbet illere)

Ax, tarixta kalsa ide açı ciller. (Ah, tarihte kalsa idi o, acı yeller)

Telekteşlek itse ide ber-berene törki iller. (Yardımlaşsa idi birbirine Türki iller)

Tugan cirem üzemneke disem ide, (Yurdum kendiminki desem idi)

Tik xalkıma gına başım isem ide. (Sadece ulusuma başımı eğsem idi)

Bar milleteng iblislerge ewrelgençe, (Tüm ulusun İblis olana dek)

Songgı çikke-teke yarga berelgençe. (Son sınıra-yalçın kayaya çarpana dek)

Uyla tatar, bügen uyla, (Düşün Tatar, bugün düşün)

E irtege töşten song ul bik song bula, (Yarın öğleden sonra ise çok geç olacak)

Uyla tatar! (Düşün Tatar!)


not alıntıdır.
 
Üst