Son Refarandum Sonuçları ve Siyasal İslam

Levent Akıncı

Onursal Üye
Katılım
12 Eyl 2008
Mesajlar
49
Tepkime puanı
0
Puanları
0
SON REFERANDUM SONUÇLARI VE SİYASAL İSLAM

Sevgili Kıbrıs-1974 otağ mensupları; Otağımızda son referandum sonuçları için duyduğumuz üzüntü ve şaşkınlık, hiçbir yazarımızın elini kalemine ulaştırmadı kanaatindeyim. Burası milliyetçi bir sitedir ve sonuç ne olursa olsun demokrasi adına kabullenilmesi gerekir. Hiç olmazsa sonuçların nedeni üzerinde durmak gerekmez miydi? Bu gereksinmeyi ben üzerime görev olarak alıyorum. Söylediğim gibi milliyetçi ve Kıbrıs ile ilgili bir site olmamız düşüncelerimizi bu otağda sakınmamıza neden değildir. Göreceksiniz bu sonuçlar ilerideki günlerde Türkiye için bir engel oluşturacak ise KKTC de bu sorunların içerisinde kalacak demektir. Sizlere hazırlamakta olduğum kitabımın bir sayfasından alıntı yaparak sonuca gideceğim. Bu alıntının alt başlığı SİYASAL İSLAM.


İslam Hukuku Profesörü Hayrettin Karaman’ın Web Sitesindeki açıklamalarında; ‘’Yanlış bir adlandırma ile "Siyasal İslam" dedikleri şey yoktur ki, bitsin, iflas etsin; var olan içinde siyasi boyutun da bulunduğu İslam'dır. Bunu daha açık olarak şöyle ifade edebiliriz: Müslümanlar dinle pazarlığa girip "şu kadarı senin, şu kadarı benim" diyemezler, Müslüman "teslim olandır. Neye Teslim Olan? Allah'ın buyruğuna, irade ve rızasına teslim olandır. Allah namaz kılmayı, oruç tutmayı emrettiği gibi faizi, zinayı, müstehcenliği, rüşveti, zulmü, istibdadı da yasaklamıştır. Müslüman olarak Allah'a teslim olan kişi pazarlık yapmadan, dinin kurallarını bölmeden -elinden geldiğince- hayatının bütününde ona teslim olur. Evin içinde, camide Müslüman, kamusal alanda gayr-i Müslim olamaz. Asıl vazifesi kamusal alanda da İslam'a aykırı (buna insan haklarına ve ahlaka aykırı da diyebiliriz) bir durumun oluşmasını engellemektir, buna gücü yetmezse, başkalarına dokunmadan kendisi özel ve kamusal alanda Müslümanca yaşar, buna da gücü yetmezse yapabildiğini yapar, yapamadıkları için de -gücünü aştığından- bağışlanır. Müslümanlık bu olduğuna göre "siyasal, ılımlı, laik vb." diyerek farklı bir İslam'dan söz etmek güneşi bir şeylerle örtmeye kalkışmak demektir ve mümkün olmaz. "Siyasal İslam'ın bitmesi için, komünizm misali bir yerlerde egemen olup başarısızlığının ortaya çıkmasını beklememiz gerekiyor" diyenlere benim iki çift sözüm var: 1. Öyle ise izin verin, niçin teşebbüsleri doğmadan boğuyorsunuz. 2. Hadi itiraf edin, sizin derdiniz o ülkelerin/halkların menfaati değil, güçlenen İslamî hayatın çıkarlarınızın ve dünya patronluğu hülyanızın önünde engel olmasıdır!
Vaktiyle bu konudaki bir soruya verdiğim cevabın bir parçası yazının sonu olsun:
"Bu terim, İslam'ın mensuplarından istediklerinden bir kısmının, belli bir dönemin şartları içinde öne alınmasıyla ve gerçekleştirilme stratejileriyle ilgili. Bu bir kısmından maksat da İslam'ın siyasi, sosyal, hukuki ve ekonomik talepleridir. "Bütün olmadan parça da olmaz" düşüncesinden yola çıkan İslamcılar, "inancın, ibadetin, eğitimin, medeniyetin olabilmesi için siyasi iktidarın da Müslümanların elinde olması gerekir" diyorlardı. Bu düşünce dün de, bugün de yanlış değildir, ancak Müslümanların bütün misyonu, siyasi iktidar şartına bağlı değildir, siyasi iktidar başkalarının elinde olduğu zaman da İslam, Müslümanlar ve onların insanlığa rahmet olan dini temsil ve tebliğ vazifeleri devam eder. Ben buna da İslamcılık dediğim için "İslamcılık bitmez" diyorum. İslamcılığın muhtevasını yalnızca siyasi iktidar ile sınırlamak doğru değildir, hiçbir devrin İslamcısı da davasının sınırını böyle çizmemiştir. Dün siyasi iktidar da Müslümanların elinde olsun diye çalışanlar, bu amaçlarına eremedikleri zaman ve zeminlerde yine İslamcı olarak misyonlarını -geri kalan alanlarda, ama iktidar mücadelesinden de vazgeçmeden- sürdürüyorlardı. Bugünün Müslümanları -ki bana göre hepsi aynı zamanda İslamcıdır, işte bunların bir kısmı- yaşadığımız dünyanın şartları içinde yeni bir siyasi İslamcılık çizgisi/hedefi belirlediler: Demokratik, laik, çoğulcu bir düzen içinde (bunların bir kısmı Müslümanların talebi değil, verili şartlardır), başkalarının hak ve hürriyetlerine zarar vermedikçe İslam'ı, azami ölçülerde yaşamak; bunun içinde bütün şubeleriyle sosyal hayat da vardır.’’
Bir akademisyenin azami ölçüde başkalarının düşüncelerinin yanlışlığı konusunda naif sözlerle karşı çıkışı diyebileceğimiz görüşüne saygı duymak zorundayız. Her ne kadar Cumhuriyet tarihimizin her aşamasında bunun tersi olacak şekilde Siyasetin İslamlaşması konusundaki çabalar Laik demokrasinin karşısındaki en büyük tehlikedir. Prof. Hayrettin Karaman, İslam’ın faizi, rüşveti, zulmü, İstibdadı(despotluk) da yasakladığını söylüyor ve bir İslamcı olarak ‘’çıkarlarınızın ve dünya patronluğu hülyanızın önünde engel olmasıdır!’’ sözüyle de Emperyalizme karşı çıkıyor. Sayın Karaman, İslam’ın ılımlısı da olmaz görüşünde olduğundan ‘’Ilımlı İslam’ın’’ kimler tarafından uydurulduğunu bildiği için bu sözü söylüyor. Demokratik, laik, çoğulcu bir düzen içerisinde başkalarının haklarına zarar vermeden herkese yer olduğunu, Müslümanların talebi olmasa dahi belirtmesi onun akademisyen özelliği açısından çok anlamlıdır. İnandığı konuda siyasal İslam’ın olmadığını belirtse de geçirdiğimiz demokratik tecrübeler, bunun böyle olmadığını göstermiştir. Siyasal İslam’ı siyasetinde uygulayan bir partinin tam üç kez kapatıldığını(Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi) bir diğerinin(AKP) bu konuda sabıkalı olduğunu hatırlayalım. Ayrıca Sayın Karaman, Müslümanların bütün misyonu(amacı), siyasi iktidar şartına bağlı değildir diyor ama dini siyasete alet eden bu partilerin yaptıklarına bir açıklık getirmiyor. İslam’ın dediğini yapalım, yapma dediğini yapmayalım buraya kadar sorun yok. Peki, İslamcı geçinen, dini bütün olduğunu söyleyenler yapılmayacak olanı yaparsa, sosyal adaleti bozar, milli geliri kendine yontmaya başlar ve yoksulken hileli bir şekilde varsıl olursa dur diyebilecek bir kuvvetin varlığı gerekmez mi? Gerekir, bu kuvvet de devletin kanunları ve yargı organlarıdır. Şeriat kanunları veya başka bir şey değildir. Siyasal İslam vardır, vahşi liberal sistemin tüm kural ve kurumlarını uygulayarak, sosyal paylaşıma karşı çıkarak, milli geliri kendine yontarak vardır. Bu konuda ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a bağlı ‘araştırma-geliştirme’ kuruluşu Rand Corporation, ‘Türkiye’de siyasal İslam’ın yükselişi’ başlıklı 135 sayfalık bir rapor yayımladı. Bu raporun ‘Siyasal İslam’ın Yükselişi’ kısmındaki açıklamalarda; ‘’Bununla birlikte İslami köklere sahip AKP’nin son iki genel seçimdeki başarısı, siyasal İslam’ın artan gücünü gösteriyor. AKP Kasım 2002 seçiminde oyların yüzde 34’ünü, Temmuz 2007’de yüzde 46,6’sını (Atatürk’ün laik mirasını temsil eden CHP’nin iki katından fazla) elde etti.’’ denilmektedir. ABD Siyasal İslam diyorsa -siyasal İslamcılar ABD’yi çok severler- siyasal İslam vardır. Artan gücün kime yaradığı da raporda belirtiliyor. Sosyal adaletin toplumun her kesimine yansıtılamaması, vahşi liberalizmin ekonomik uygulamaları nedeniyle yoksul ve cahil kesimde siyasal İslam’ın yükselmesi de düşündürücüdür. AKP lideri R.Tayyip Erdoğan’ın meydanlarda söylediği On Emir’den birisinin ortaya çıkması bu demek değil de nedir. On Emir’de ne diyordu ‘’Yalan Söylemeyeceksin’’ ne yazık bu yoksul insanlar aldatılıyor olmasın! Bu görüş için Mustafa Can’ın makalesindeki bir alıntı da şöyle; ‘’Dolayısıyla “İslamcılık” da denen “siyasal İslam” düşüncesi gerçekte iptidaî ve toplumun alt kültür seviyesine hitap eden basit bir din ve siyaset anlayışıdır. Cehaletten ve sloganik siyasi mesajlardan gücünü alır. Bu nedenle toplumun alt kültür ve iptidai halk kesiminde destek bulmuştur. Varoşlardan ve köylü kesiminden oy alarak siyasetini anlatmış ve koalisyonlarla devlet ile tanışmış, devletin gücünü ve ekonomik kazanımlarını yanına alarak filizlenmiştir. 28 Şubat süreci sonrasında ise AK Parti ile yeni bir ivme ve dönüşüm kazanarak tamamen dünyevi, seküler ve faydacı bir konuma dönüşmüştür. “Milli Görüş” gömleğini çıkarma söylemi onun yeni bir ivme kazandığını ifade etmektedir.’’(İnternet gazetesi, ‘Fikir Bahçesi’ 02 Mayıs 2010) Siyasal İslam’ınAKP ile tamamen dünyevi, seküler(laik yaşama ait) ve faydacı bir konuma dönüştüğü konusunda yazarın çok iyimser olduğunu söylemek zorundayız. Anayasa Mahkemesince sabıkalı ilan edilen sanki başka bir partiymiş gibi düşünüyor olmalı. Ayrıca varoşlardan ve köylü kesiminden oy alarak siyasetini anlatan bir partinin bu kesimden nasıl oy aldığı ile seçim propagandası sırasında dağıttığı seçim paketlerinin ne anlama geldiği üzerinde hiç durmuyor.
Görüldüğü gibi Siyasal İslam vardır, gücünün doruğundadır. Bu gücü nereden alıyor, nasıl kullanıyor, iktidarındaki uygulamaları nelere dayanıyor, cemaati neler yapıyor, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine nasıl bakıyor, Siyonlara nasıl benziyorlar bunlar önemlidir. Siyasal İslam’ın, hak aramak adına demokrasi ve özgürlük yaftasına yapıştırmak istediği her şeyde bir oyun ve art niyet mutlaka vardır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin hemen her kademesinde bir siyasal İslamcı bulunur, etkindir ve ait olduğu cemaatin çıkarlarını korumak için oradadır. Hanefi Avcı’nın, Haliçdeki Simonlar adlı kitabı bunun en iyi kanıtıdır. Son referandumla; giremediği, etkin olamadığı HSYK ve Anayasa Mahkemesi gibi devlet birimlerine de artık girmiştir ve buralara yerleştireceği Cemaat adamları aracılığı ile İslamcı otoritesini genişletmeye devam edecektir. Oysa istedikleri çok masum demokratik haklardan oluşmaktadır, tabii inanırsak. Siyasal İslamcı en az Yahudi kadar parayı sever, paranın gücünü elde etmek için İslam’ı siyasette kullanmak onun vazgeçilmezidir. Paranın devlet elinde değil, çıkarı ve gücü için kendi elinde bulunması, istediğini alması, istediğini satması doymak bilmeyen aç gözlülüğüdür. Kamu yararı, devletin çıkarı, onun yarar ve çıkarından önemli değildir. Hedeflerine ulaşmak için zamanı geldiğinde yoksullara sadakasını verir, biraz iman, biraz da korku salarak servetin kendisine akmasını sağlar. Emevi’lerden beri değişmeyen, gerçek İslam’ın engeli servet avcılığı, Siyasal İslam ile Osmanlıyı bitirdiği gibi bu günde Türkiye Cumhuriyetini bitirmek için kolları sıvamıştır. Bu nedenle liberaldirler ve liberallerin desteğini arkalarında bulurlar. Yahudilerden sonra tarihin her döneminde ayakta kalmayı başarabilmişlerdir. Cumhuriyet tarihimizdeki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Serbest Fırkanın kurulma amacı erken ayağa kalkmayı sağlamaktı. Sağ olsunlar sonradan kurulan muhafazakâr partilerimiz bu ayağa kalkışı pek geciktirmediler.
GÖZE BATANLAR
-Referandumda Evet için iktidarın borazanı olan taraf ve liberal aydınlara bir bakın. Acaba o evet oyunu veren kimselerin yoğun olduğu yerlerde bir yaşam kesitleri var mı? Hepsi de hayır oyu verilen İzmir, İstanbul’un Hayır oyu verilen Şişli, Kadıköy, Ankara’nın Çankaya semtlerinden başka bir mekânları var mı? Sözüm ona bu aydın geçinenler bu kadar ikiyüzlü, yağcı ve yalancı olabilir.
-Referandumla ulaşılmak istenen hedeflerden, Anayasa Mahkemesine şahsi başvuruların iki yıl sonraya ötelenmesi ‘Evet’ oyu verenler için ilk hayal kırıklığı oluşturmuştur. Diğer hayal kırıklıklarının devamının geleceği görünür bir gerçektir.
-Hem milliyetçi hem de maneviyatçı olunamayacağını savunan Hüseyin Nihal Atsız’ın haklılığı ortaya çıkmıştır. MHP en kısa zamanda parti ve yandaşlarının birliğini sağlamalı, Türkiye’nin devletlerarasındaki bir çekişmenin tamponu yapılmasına engel olmalıdır.
-Referandumun propaganda döneminde AKP liderinin ayrıştırıcı söylemleri ileride büyük tehlikeler oluşturacak etnik (Alevi, Kürt) bölünmelere ve kargaşaya yol açabilecektir.
-Yargı dünden daha güçsüzdür, iktidar otokratik bir yönetime doğru emin adımlarla ilerlemektedir. İstediğini satacak, istediğini hapsedecek, AKP liderinin dediğinin tersine Hukukun üstünlüğü değil üstünlerin hukuku sağlanacaktır.
-Kim ne derse desin Milletimiz bizden olanlar ve olmayanlar gibi Yahudi düşüncesini çağrıştıran bir şekilde bölünmüştür.
-CHP tembel örgütüne ivme kazandırmalı, yok olduğu Doğu ve Güneydoğu illerindeki örgütüne çeki düzen verip oy oranını çoğaltmalıdır. Türkiye’yi kuran Atatürk ve silah arkadaşlarının kurduğu bir partinin bu görüntüsü hüzün vericidir.
-ABD ve AB’nin yıkım projeleri için %42lik bir ulusalcı oranı gelecek için güvenilecek bir orandır. Sonuç itibariyle, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bebek katili Öcalan’ın “Arabuluculuk” ricasını kırmayıp kalabalık bir heyetle Türkiye’ye gelen Finlandiya eski Devlet Başkanı Marti Ahtisaari’yle Dolmabahçe Sarayı’ndaki Başbakanlık Ofisi’nde görüştü.
BM arabulucusu olarak gittiği her ülkenin bölünmesini sağlayan Ahtisaari, Türkiye’de de iç savaş varmış havasında. Diyarbakır’da taraf olarak gördüğü PKK’nın yandaşlarıyla görüşen Finlandiyalı, çözüm için ‘askerin de silah bırakmasını’ önerdi. Bunların arkasından Türkiye’ye daha birçok maksatlı ziyaret yapılacağı bir gerçektir.


-12 Eylül’ü yapan Kenan Evren ve şürekâsının Anayasasını %92lik bir çoğunlukla geçmesini sağlayan, güvendikleri dağlar olan bu İslamcı kesim kendilerine bu oyunu oynamış, ne acı ki ezip, işkenceden geçirdiği ulusalcılar Türkiye’nin geleceği için Hayır oyu kullanmıştır. Atatürk’ün ordusunda generallik yapmış bir Türk vatandaşı kimlere güveneceğini bilmelidir.


Sonuç olarak Türkiye’de Siyasal İslam bir aşama daha kaydetmiştir. Gücünün doruğundadır. Kurtuluş savaşında bir avuç çılgın Türk ile başlayan mücadele şimdi de devam etmektedir. Bir İngiliz gazetesi AKP’nin İran’dan referandum için 35 bin dolar yardım aldığını iddia etmektedir, PKK hedefini sivil vatandaşlara çevirmiştir, Rum kesimi ve Yunanistan Rusya ile yeni anlaşmalar yapmaktadır. Önümüzdeki günler çok önemli olaylara gebedir. Saygılarımla.


LEVENT AKINCI
 
Üst