Sonbahar: İsm-i Evvel

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde

Bazen hayat gözlerini karanlıkta açar.


Bazen de bir eylül ikindisinde.


Eylül ve ikindi kardeş zamanlardır.


Hayat bazen güzün sere serpe uzanmış rüzgârında yol alır.


Hayat bazen de sararmış yaprakların düşüşünde canlanır.


Hayat şimdilerde yaprakların toprağa değişinde konuşuyor.


Her bir yaprak ayrı bir düşle ayrılıyor tutundukları avuçlardan.


Eylül, yüreğimizin olduğu yeri gösteriyor: Sızım sızım sızlayan ayrılığı.


Bir eylül ikindisinde, bir bahçede, oradan oraya savrulan eski bir gazete parçasında uçuşuyor hayat.


İkindiye kadar yamaçların üzerinden oluk oluk akmış ışık, ufukta toparlak bir cisme dönüşerek, hayatın başka bir güzelliğinden dem vuruyor.


Bir söz biterken başka bir söz başlıyor bir eylül sabahında.


Varlıklar, bölüştürülmüş hüznün kendi paylarına düşene razı, içine çekiyor eylülün soğukla karışık sıcağını.


Mutlak Varlık'ın huzurunda her varlık kendi sesiyle yakarıyor.

Hiçbir yakarış diğerine benzemiyor, hiçbir yüzün diğerine benzemediği gibi.
Hiçbir yaprak diğerine benzemiyor, hiçbir dalga diğerine benzemediği gibi.

Şimdilerde eylül yakarıyor, yanık sesiyle.


Döküyorlar neleri var neleri yok ağaçlar ellerindeki.

Başka bir yakarışla yakarıyorlar, başka bir seslenişle.

Hayat, çorak bahçede açmış bir avuç kuşburnunda dikiyor gözlerini biz fanilere.

Öbek öbek.

Yanıp tutuşmuş güz meyvelerinin bağrında parıldıyor hayat bu kez de.

Meyvelerin kalbinde çekirdekler yeniden uyanışı bekliyor.

Meyve: İsm-i Âhir'in tecelligâhı.


Çekirdek: İsm-i Evvel'in.


Âhir'in içinde Evvel. Evvel'in içinde Âhir.


Hangisi evvel, hangisi âhir belli değil. Tüm isimler evvel, tüm isimler âhir sanki.


"O; Evvel'dir, Âhir'dir, Zahir ve Bâtın'dır," diye tarif ediyor Mutlak Varlık kendini.


Bir dalga gibi dönüyor zaman.


Mütekellim-i Ezeli kâinatı eylülün lisanıyla konuşturuyor, yazın sesini yavaşça kısarken.


Yazdan ayrılarak sonbahardan geçiyoruz ebedi yaşam yurduna.


Hayatı anlamak isteyen dalından düşmüş bir yaprağı almalıdır eline.

Uzun uzun seyredip sormalıdır, "Seni bu hale kim getirdi?" diye.

İnsanı tanımak isteyen eylülü tanımalıdır.


İnsan, güzün içinde saklı bir hazinedir.


Ağaçların kavuklarına sinmiş zamanın sesine kulak vermelidir "ben kimim?" diye soran.


Ağaçlar yorgunluklarını atmak isterken üzerlerinden, adımlarının sayısı bitiyor yazın.


Yeryüzünde yürümek için verilen mühleti dolmaya yüz tutmuş orta yaşlı biri gibi güz mevsimi. Bir yanı cap canlı bir yanı öp ölü.


Ağaçların içinde işleyen bir fabrikanın tezgâhları gibi çalışıyor durmaksızın hayat.


Yapayalnız kalmış an gibi, eylül.


Her şeye yeni bir ayar veriliyor.


Zaman yeniden kuruluyor.


Günleri gün be gün dakika dakika kısaltıyor Mutlak Kudret.


Sıcağı soğukla karıştırıp dalga dalga salıyor havayı varlıkların nefesine.


Bir maksadı ve anlamı var elbet olanların.


Bir gecelik dinlenme gibi dinleniyor hayat bir eylül gecesinde.


Paramparça olup uçuruyor havalara düşler.


Acılara gark oldu büyürken yapraklar. Bir eylül gecesinde haşin rüzgârın elinde savrulacağız diye.


Kucağımızı açtığımız ilk aydınlık günün hışırtıları gerilerde kalıyor.


Sonbaharın parmaklarının ucunda atıyor nabzı ölümün.


Hava iç çekerken, yalnızlığı soluyor bulutlar.


Şimdi akşam olurken, yeni bir ay doğuyor.


Gençliği yaşamışlığın bilgeliği; yaşlılığa bir adım kalmanın bilinciyle; sanki tüm mevsimlerden haberdar sonbahar.


"Yaz mevsiminin kucağına dökülen, eteğini dolduran meyveler, hububat ve sebzevatlar İsm-i Âhir'in hâtemini.. taşıyor" diye tarif ediyor yazı Zamanın Bedii.


Güzse onun lisanında şöyle çiçek açıyor: "Güz mevsiminin eline emanet edilen tohumlar, çekirdekler, kökler, İsm-i Evvel'in sikkesini.. taşıyor."


İlginç değil mi?


Güz mevsimi İsm-i Ahir'in değil, İsm-i Evvel'in sikkesini taşıyor bağrında; tohumlarda, çekirdeklerde.


Güz, son değil, başlangıç oluyor.


Hoş geldin Güz.


Hoş geldin İsm-i Evvel'in hüzünlü tecelligâhı.






| Mustafa Ulusoy
 
Üst